Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Alışveriş yapmıştım, sınav yayınlarına ait bir site ama kargo ücreti konusunda haklısınız. :smiley: Can yayınları yeniden basacaksa tabi bu daha güzel bir haber.

1 Beğeni

Amazon hariç kargo fiyatları yüzünden mağduruz doğrusu :slight_smile: Genelde Amazon’u tercih etmemin nedeni de bu. Neyse umarım bekleme süremiz kısa olur :smiley:

1 Beğeni

Sixteen Ways to Defend a Walled City - K. J. Parker

Çokça övüldüğü için uzun süredir listemdeydi, yine bir okuma etkinliği kapsamında arkadaşlarla birlikte okuduk. Kitaba tek kelime ile bayıldım! Elbette ki bazı eksiklikleri ve eleştirilecek yönleri var ama çok keyifli zaman geçirdim ve genel olarak eleştirilen noktalar da beni eleştirenler kadar etkilemediği için 10/10’luk bir kitap okumuş oldum.

Kitap aslında askeri fantastik olarak sınıflandırılabilir. Ancak bir yandan da low-fantasy zira hiç büyü yok içinde. Konusu da kısaca şöyle: Aslında bir askeri mühendis olan Orhan (evet, ben de sizin gibi düşündüm ilk okuduğumda), kendini boyundan büyük bir durumda bulur. Şehri kuşatılmıştır ve emir komuta zincirinin tepesinde kendisi vardır. Her ne kadar “bozuk/kaypak” bir karakter olsa da, idealizmi yüzünden kaçmak yerine kitabın isminden de anlaşılacağı üzere şehri savunmaya karar verir.

Kitap aslında bir üçlemenin ilk kitabı gibi görünse de tekil olarak düşünmek daha doğru çünkü hikayesi kendi içinde başlayıp bitiyor. Kısa bir fantastik kitap arayanlar için ideal. Birinci tekil şahıs olarak güvenilmez anlatıcının gözünden anlatılıyor kitap. Bu arada Orhan ilginç bir karakter. Çoğu zaman işine geleni yapmasına rağmen (ki bunu kendisi de kabul ediyor), en zor durumda kaldığında kaçıp gitmiyor, “Ben ihanet etmem” diyor mesela. Bir de düşmanlarından sürekli fayda görürken, en yakınları ona hep zarar vermiş. İlginçti açıkçası. Kitap biraz sarkastik tonla yazılmış, başarılı olduğunda bayılıyorum bu tarza. Akıcı bir plot ve kısa bölümlerle de desteklenmiş. Tam olarak hangi tür bilmiyorum, belki İngiliz mizahıdır zira benzer kitaplar olarak Otostopçunun Galaksi Rehberi, Diskdünya ve Orconomics’i sayabilirim (bu türde önerilere açığım).

Ana karakter yeteri kadar ilginç olsa da yan karakterler hiç sönük kalmıyor. Her karakterle rahatlıkla bağ kurabildim (Aichma hariç). Özellikle Lysimachus ve Ogus kitapta en sevdiğim karakterler oldu, keza Nico’nun da geri kalır yanı yoktu. Bu karakterlerin sadaketleri benim için en etkileyici yönleriydi. Özellikle Lysimachus son zamanlarda okuduğum en iyi karakterlerdendi (çok içi dolu bir karakter değil, kabul ediyorum ama yine de etkilendim).

Eksi yanlarına gelecek olursak, bazı çözümlerin fazla tesadüfi olmasını sayabiliriz. Kitapta ilginç plot-twistler yer alıyor ancak twist sonrası yaşananlardan bazıları twistleri etkisiz hale getirdiği için çok anlam veremedim. Mesela iki kişinin ilişkisinin doğasını öğreniyoruz ancak sonrasında bu ilişkiye dair hiçbir gelişme olmuyor. O zaman bu ilişkiyi öğrenmemize de gerek yoktu diye düşünüyor insan. Bir de kitabın sonu aceleye getirilmiş gibiydi. Bunlar sizi ne kadar etkiler bilemiyorum ama benim çok dert ettiğim şeyler değil, o yüzden kitaptan puan kırmadım ve 10 puan verdim. K. J. Parker tarzıyla beni çok etkiledi, bu yüzden hem serinin diğer iki kitabını hem de diğer birkaç kitabını (The Folding Knife gibi) hemen okuma listeme ekledim. Sizlere de şans vermenizi tavsiye ederim.

26 Beğeni

İnanılmaz ilgimi çekti listeme ekliyorum teşekkürler

2 Beğeni

Cennet Çürüdü - Jenny Hval (Çeviren: Dilek Başak)

“Varlığın kuralsız, zıvanadan çıkmış bir içeriden ya da dışarıdan kaynaklandığını sandığı, tahammül ve tahayyül edilebilir olasılığının dışına defedilmiş bir tehdide karşı o şiddetli, karanlık isyanlarından biridir iğrenme. Tehdit orada, çok yakındadır ama özümsenemez. Arzuya dil döker, onu hırpalar, büyüler ama arzu baştan çıkarılmaya yanaşmaz. Telaşa kapılarak geri çekilir. Tiksinip yadsır. Bir kesinlik, utanç verici olandan korur onu; gurur duyduğu, tutunmaya çalıştığı bir kesinliktir bu. Ama eşanlı olarak o dürtü, o spazm, o sıçrama, imkânsız olduğu denli baştan çıkarıcı da olan bir başka yere yine de sürüklenir. Bir çekme ve itme kutbu, musallat olduğu kişiyi sanki kaçılamaz bir bumerang gibi hiç durmadan, sözcüğün gerçek anlamıyla, kendinden geçirir.

Julia Kristeva, Korkunun Güçleri, Çeviren: Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları

Jenny Hval, bir kalp atışı ile başlatır Cennet Çürüdü’yü: “Orada, orada değil, orada, orada değil.” Sayfalar ilerledikçe katmanlanan rüyalar, gerçekler ve rüyalı gerçeklikler; sandıklar dolusu dönüşümlerle karşılar okuru. Cennet Çürüdü, kalp atışının metamorfozunu anlatır bize: Susuzluktan kavrulmuş bir dil gibi apış arasından sarkan gevşek, kıpkırmızı bir cinsel organ; seramik klozetin içine kalın bir sesle sıcak süt misali akan idrar; içi dişi bir kırmızılıkta elmaların üzerinde, içeriden sızan öz su ile karışan tükürük; kırılan ve bir midye gibi açılan tırnaklardan fışkıran boncuklara dönüşen meyveler; kupkuru, çıplak, zamansız bir leke; banyoda sporlarını usul usul havaya karıştıran tekinsizce baş vermiş bir mantar. Birbirine dönüşen, birbirini yok eden, birbiri içinde çözülen ve havaya, suya, toprağa karışan imgeler sağanağı.

Dokunsal ve kesitsel bir Bildungsroman olarak Cennet Çürüdü, bize memleketi Norveç’ten kurgusal Aybourne şehrine üniversite okumak üzerine giden Jo’nun hikâyesini anlatır. Birinci tekil anlatının sıcak sarmalayışının hissi havada yüzer roman boyunca. Jo’nun şehrin sokaklarında yalnız başına yürürken kulaklarından zihnine akan Kings of Convenience şarkısı Parallel Lines misali bir hisle başlayıp, Björk’ün Cocoon’unun nabızsal ritimleriyle ürpertici bir ruhsal boşalmaya dönüşen bir dönüşüm hikâyesidir bu.

Jo, şehirdeki yabancıdır. Hval romanı bu omurgaya oturtur: Evden uzakta soğuk ve tedirgin edici bulunan bir ötekiye dönüşme, gerçekliğin kayması, geçicilik ve köksüzlük hissi. Memleketin kalın kabuklu tam buğday ekmeğinden, pürüzsüz akışkanlıkta ve ipeksi dokuda “endüstriyel beyaz ekmeğe” geçiş metaforu, aslında Jo’nun “kalın kabuğu”nun parçalanmasının da bir ön sezdirmesidir. Kaosun “içeride saklı olanın örtüsü”nü yavaş yavaş yok ettiği bir kaçınılmazlık anlatısıdır karşımızda duran.

Jo’nun evinden uzakta yeni bir ev arayışı onu eski bir bira fabrikasından bozma, fazlasıyla soğuk, geometrik ve alabildiğine soyut bir atmosfere sahip “sessiz” bir evde yaşayan Carral ile tanışmasıyla başlar (ve son bulur). Jo, bu “yeni ev”e alışmaya çalışırken o içine ılık notalar akıtan kulaklığını çıkarmak zorundadır. Ev sessizliktir, ev ince saydam bir denizanası bedenidir. Hval, Jo’nun kendine çıktığı yolda ayağına takılacak yosunlu bir taş olarak kurgunun orta yerine bırakır bu evi. İncecik duvarlı bu evde, beden sıvılarının sesleri gürültülü sağanaklara dönüşmektedir. Ev, Hval’in “içeride olan”a tuttuğu bir büyüteçtir. Rüyalar ve gerçeklikler ile kat kat örtülmüş “atanmış ev”in, hiçbir gizli saklının kalmadığı saydam bir “seçilmiş ev”e dönüşümüdür izlediğimiz. Ailenin, zorla aidiyetin, hapsolmuşluğun örtüsünü çekip alan bir queer büyüteç olarak ev, yaralamaktan çekinmeyen ama akan tuzlu kana arzu dolu dudaklarını da dayayıp kendini affettirmenin peşinde bir metafor özne olarak yükselmektedir.

Queer bir keşfediş hikâyesi olarak Cennet Çürüdü, başta bu “büyüteç” ev olmak üzere sayısız metafor ve sayıklamalarla dolu bir ürpertiler geçididir. Hval’in bu “yeni büyülü gerçekçiliği” sırtını doğaya, öze, asıl olana dayamaktadır. Doğanın kendisi de bir queer nesnedir romanda: Sarı, pembe ve kırmızı elmalar yumuşar, çürür ve yok olur; Jo sayfalar arasında mikolojiye olan tutkusuyla bizi mantarların gizli varoluşlarına davet ettikten sonra bir duş başlığı ile “iğrenç” bir et beni arasında salınan “garip” bir mantar peydahlanır, kuytu köşelerde yosunlar ve tanımlanamayan siyahlıklar alabildiğine “yapay” bu evi ele geçirir. Hval, ötekinin “iğrenç” doğasını keşfedişini, bu iğrençliğin doğal sihrinin çarpıcılığında okura sunarken, arzunun kapsayıcı doğasına dair bir güzelleme yaratmaktadır: Gevşek ve çirkin penisin, hem yumuşak hem de sert bir “kılıca” dönüşmesinin karşısında ataerkin işgalci kalbine bıçak gibi saplanan “muffin” labialar, birbirine cennetten kovulmanın siyahı ile sarılan “siyah elma” vajinalar durmaktadır. Hval, örtük ve gizli saklı olanın arkeobiyologu olarak derindeki o öz suyu her kelimesi ile ürkek bir sızıntıdan korkusuz bir çağlayana dönüştürür.

Duvarların yıkıldığı, arzunun karanlığının altında tüylü ve sakin bir uykunun her yeri ele geçirdiği bu “sıradan ama sıra dışı” kaotik sessizliğe Hval’ın Fırtına’yla son vermesi boşuna değildir elbette:

“Tam beş kulaç dipte yatıyor baban;
Kemikleri şimdi mercan oluyor;
Bir çift inci artık gözlerinde duran;
Hiçbir parçası yok olmuyor;
Harika bir şeye dönüşüyor bence
Deniz değişimden geçtikçe.”

William Shakespeare, Fırtına, Çeviren: Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi

Orada, orada değil. Orada, orada değil. Belki de geçirgen olan ev değil, sadece “biz”iz.

8 Beğeni

Bu kitap bana yıllar önce hediye gelmişti, siz anlatınca hatırladım. Bu ay okuma listeme alacağım, epey merak uyandırdı yorumunuz.

1 Beğeni

Teşekkür ederim. Umarım seversiniz siz de, iyi okumalar :slightly_smiling_face:

1 Beğeni

Yitik Dünya

Selamlar herkese. Oldukça uzun bir aradan sonra bir yorum eklemek istedim buraya. Bu kitap biraz merak ediliyordu sanırım, onun için de kısacık değinmem iyi olabilir diye düşündüm.

Polisiye ve bilim kurgunun iç içe geçtiği, aslında polisiyenin daha ağır bastığı bir kitap diyebilirim. Kitabın bilim kurgusal yönü, ne kadar sağlam temellere dayanmasa ya da açıklama olarak yetersiz kalsa da, çok daha başarılı diyebilirim. Polisiye yönünde ise (türü sevmediğim için de olabilir) baya eksiklik olduğunu düşünüyorum. Aslında yarıdan sonra biraz daha ilgi çekici oluyor ama finali kesinlikle tatmin etmedi beni.

Kitap zaman yolculuğu temelli, bir dizi cinayetin araştırılması ve olası geleceklerde olayların nasıl ilerlediğinin gözlemlenerek suçları önleme ya da çözme amacıyla kurulmuş bir oluşumda gizli ajan olan Shannon Moss’un etrafında kurganıyor. Bu araştırmalar sırasında bir çeşit kıyamet senaryosunun ortaya çıktığını görüyoruz ve bir yandan cinayetleri bir yandan da bu durumu çözmek için çabalayan ana karakterimizle sürükleniyoruz. Böyle anlatınca çok güzel görünüyor ama okuyunca aynı tadı veremedi bir türlü. Yine de merak duygusunu koruduğu bölümlerde keyifle okuduğum oldu gerçekten.

Kitabın dili akıcı ama biraz da basit diyebilirim. Tabii bu türden fazla bir edebi tatmin beklemiyoruz biliyorum ama yine de biraz daha iyi bir anlatımı olabilirdi diye düşünüyorum. Tasvirleri genel olarak beğendim, kafamızda canlandırması zor değildi. Bir de bir bölüm tanrısal anlatım diğer bölümde ise birinci tekil şahıs anlatım şeklinde ilerliyor. Anlatım olarak en azından çeşitlendirme yapmış olması bir artı ekletebilir kitaba. Tüm bunların yanında yazar ciddi şekilde ürün yerleştirme yapmış kitaba. Daha önce böyle bir şey gördüğümü ya da bunun bu kadar yoğun şekilde olduğunu hatırlamıyorum bir kitapta. Yani kahveyi Starbucks’tan aldığının ya da ayakkabıların Nike olduğunun kurguya nasıl bir katkısı olabilir ki? Bunun fazlasıyla “eğreti” durduğunu söyleyebilirim kendi adıma.

Bilim kurgusal yönünde ise bilim kısmı eksik ama kurgu kısmı (bilindik bir tema olsa da) fena değildi. Yine de zaman yolculuğu açısından başka kitaplar daha iyi tercih olabilir. Bilemiyorum, benim tavsiyem bu kitaba vereceğiniz zaman yerine daha tatmin edici bilim kurgu kitaplarına harcamanız yönünde o zamanı. Kısaca çok da sevemedim ben kitabı, polisiyeye daha yatkın olan okurlar belki sevebilirler ama bana çok da uymadı.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

22 Beğeni

İnceleme için eline sağlık.

Şu olayı polisiye ve gerilim yazarlarının sıklıkla kullanıyor ya, bende pek sevmem. Okuru olaya daha iyi çekip sahneyi daha iyi canlandırmak için bir çeşit taktik. Türün gedikli okurları daha iyi anlatıp örnekler verebilir belki :smiley: Sadece ürünü yazmayıp markasını modelini yazmalar, ince ince detayına girmeler falan. Eseri yazıldığı yıllarda okuyunca gene çok rahatsız etmiyor ama yazıldıktan 20-30 sene sonra okuyorsanız daha sıkıcı bir şey oluyor. Hangi kitaptı hatırlamıyorum Motorola araç telefonu ile zar zor yapılan aramayı o tuşa basmalar, şu moda geçmelerle falan yarım sayfa okumuştum bir kere :joy: .

5 Beğeni

Yani kurbanın kimliği vs gibi detaylar için olsa anlarım bir nebze ama yani o kadar alakasız yerlerde marka veriyor ki, bir ara toplu intihar eden bir cemaate yakın çekim yapıp ayakkabıları siyah beyaz nike’lardandı dediği yerde kahkaha attım ne alaka diye (Spoiler değil bu arada, konuyla alakasız bir sahne).

2 Beğeni

Amerikan Sapığı’nda yoğun olarak vardı bu durum. Ana karakterin her gün giydiği tüm kıyafetler, kullandığı tüm ürünler ayrıntılı olarak markasına modeline kadar anlatılıyordu.

Tabii bunca detaycılık ana karakterin kişiliğiyle örtüştüğü için okurken sırıtmıyordu.

1 Beğeni

İsmini yeni duyduğum Alex Pavesi’nin okuduğum ilk kitabının da bu denli harika olacağını hiç düşünmemiştim. Belki de çok fazla polisiye okumadığımdan böylesine hayran kalmışımdır Sekiz Dedektif’e bilemiyorum ama kararı türün severlerine bırakıyorum.

Bir yazar ve editörün buluşması sonucunda ortada yayımlanması planlanan bir polisiye öykü dermelemesi var. Bu öyküleri de romanda editörle beraber okuyoruz. Okumakla da kalmıyoruz o öykünün üzerine hem yazarın hem de editörün karşılıklı düşüncelerine de tanıklık ediyoruz. Peki hepsi bu kadar mı? Hayır. Böylesine güzel ve zekice yazılmış öykülere aynı derecede bütünleşmiş bir roman gerekiyor. Elbette Sekiz Dedektif’de bunun için var.

Ben her polisiye okurunun Sekiz Dedektif’i zevkle ve bayıla bayıla okuyacağını düşünüyorum. Kurgu harika, gizem ve merak unsurları her şeyi karşılıyor. Roman ve öykülerdeki finaller de tatmin edecek kadar başarılı.

Puanım 10/10

@sultiderler ve @Blackheart sizler de çok beğeneceksiniz eminim.

23 Beğeni

Yorumunuzu paylaştığınız için teşekkür ederiz. Emeğinize sağlık.
Hemen okuma listeme alıyorum o halde. Polisiye okumayı çok severim zaten :slight_smile: Öykü olması da çok hoş, her bölümde farklı bir deneyim sunuyor gibi.

2 Beğeni

Yorumun yararlı oldu. Kitap da bugün elime ulaştı. Bu akşam başlarım okumaya. Teşekkürler :blush:

1 Beğeni

Zeno’nun Bilinci kitabının üç alternatifi var: İthaki’de Fuat Sevimay, Can’da Neyyire Gül Işık ve Aylak Adam’da Nazlı Birgen. Okuyanlar hangi çeviriyi önerir acaba?

kitabı bitireli oldu baya yazmayı unutmuşum :smiley: mükemmele yakın bi kitaptı baya doyurucuydu sayfa sayısı olsun karakterleri hikayenin gidişatı olsun herşey çok iyiydi 2. kitabı satın aldım ama bir türlü başlayamadım her ne kadar kitap beni çekse ve başlama isteği uyandırsa da 1000 sayfa olması ve benimde şuanlık pek vaktimin olmaması can sıkıyor ama olsundu ona da başlayınca yorumumu güncellerim :smiley: iyi günler herkese

eline sağlık benimde gözüme çarpmıştı bu kitap ama içeriğini falan bilmiyordum sayenizde öğrenmiş oldum teşekkür ederim :laughing:

1 Beğeni

@Kuroiwashi iletilerinizi lütfen Türkçe Kurallarına uygun bir şekilde yazınız. Böylelikle daha anlaşılır ve karşı tarafı yormamış olursunuz.

1 Beğeni

Duygusal gezginimiz Yorick’in Fransa seyahatini okuyoruz. Hissetmek üzerine çıkılan bu yolculukta kahramanımızın duygu ve düşünceleri ön planda. Derinlikli düşünceler beklemiştim ne yazık ki aradığımı bulamadım. Herhangi bir olay örgüsü yok. Kopuk kopuk ilerliyor. Şurada bir kadın, burada bir kont ile sohbet edip düşüncelere dalıyor. Anlatıcının sığ bulduğum fikirlerinin bana bir şey kattığını düşünmüyorum. Kendini aşık olarak nitelendirmesine rağmen flörtlerini okumak da keyifli değildi. Vakit harcamaya değecek kalitede değildi benim açımdan. Okumasam da olurdu kategorisine aldım.

Bu arada eklemeyi unutmuşum kitap tamamlanamamış. Konu bütünlüğü olmadığı için yarım kalması beni rahatsız etmedi. Daha uzun olmadığı için memnun oldum hatta😅

8 Beğeni

Şermin Yaşar - Dahacık

Güzel bir çocuk kitabı. Herkese tavsiye ederim.

2 Beğeni