Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kitabı okuyalı uzun bir zaman oldu fakat hatırladığım kadarı ile kırmızı elbisleli yada kimonolu bir kadın vardı. Onun tam olarak kim olduğunu açıklamamış, okuyucuya bırakmıştı Agatha Christie.

1 Beğeni

Hikayenin sonunda cinayeti işleyenin 12 kişi olduğu ortaya çıkmıştı. Bu nedenle kimono ve kondüktör kıyafeti giyen kişinin sadece bir yanıltma olduğunu düşünüyorum ben. Hatta kitabın ortalarının birazcık ilerisinde yanlış hatırlamıyorsam Hubbard, Poirot ile olan konuşmasının sonunda Kader bu! derken dedektifin son anda kendi vagonlarına binmesini kastediyor. Yani Kimono ve ufak tefek esmer kadın sesli kondüktör tamamen kafa karıştırmak için kullanılan şeyler.

2 Beğeni

Bu kitabı ben ve @Pyrewrath’ten başka okuyan yoktur diye düşünüyordum, şaşırdım (ama sonra seni düşününce şaşırmama şaşırdım). :slight_smile:

Hakikaten birçok yerde kahkaha attıran bir seri. %80’e kadar da birçok yerde gülümsetiyor ama 80’den sonraki malum olay sonrası işin rengi değişiyor. Hem komik hem derin, müthiş bir kitap (seri). İngilizce bilen herkese tavsiye ediyorum ama pek ikna edemedim şu ana kadar insanları.

2 Beğeni

Bir Kings of the Wyld’ın bir de bunun üçüncü kitapları çıksa da okusak.

1 Beğeni

Ben bunu sürekli takip ediyorum ama çıkacak gibi durmuyor. Hatta az önce de baktım ama gelişme yok. Keşke çıksa.

Kings of the Wyld yine kendi içinde bitti sayılır, hatta kitaplar standalone gibi. Ama bunda bitmeyen bir hikaye var. Umarım çıkar en kısa sürede.

Yok hocam beni ikna ettiniz. Akşamları ara ara okuyorum ve güldüren yerleri çoğunlukta. Şuna çok güldüm mesela.
“But … but …” The farmer grasped the hero’s arm and spoke in a low whisper. “But you and … and my daughter.”
The nervous tittering of an infatuated young woman rang out from within the ramshackle farmhouse.
A hint of a smile twitched at the warrior’s mouth.
“Standard procedure,” he quipped.

3 Beğeni

Bir kez daha şaşırdım ve çok mutlu oldum. :slight_smile:

Bitince yorumları bekliyorum o zaman, özellikle Gleebek (böyle mi yazılıyordu) kısımlarını. :slight_smile:

1 Beğeni

Snow Country/ Yasunari Kawabata
Puan:6.5

Hikayemiz bir tren yolculuğuyla başlıyor. Tokyo’lu
zengin bale eleştirmeni Shimamura karlar ülkesine doğru yola koyulur. Trende hasta adam Yukio ve ona bakan geyşa Yoko’yu farkeder ve ondan etkilenir. Fakat buraya tekrar gelme nedeni daha önce burada tanıştığı, ruhsatsız çalışan Komako adlı geyşayı bulmak istemesidir. Hikayemizin kahramanları genel hatlarıyla Shimamura, Yukio ve müzik öğretmeni annesi, Yoko ve Komako üzerinden gidiyor. Yoko ve Komako kitap boyunca hiçbir şekilde anlaşamazlar. Kendilerince nedenleri vardır ama biz hiçbir zaman bu nedenleri belirgin olarak göremeyiz. Shimamura ve Komakonun ilişkilerinin adını da bir türlü koyamayız.

Kitap boyunca geyşalığı, kar havasını ve Japonya’yı daha yakından görüp tanıyoruz. Doğa tasvirlerini çokça işlemiş Kawabata ve dili oldukça şiirsel bir şekilde aktarmış. Hatta bazı eleştirmeler, Japon şiirleri olan haiku tarzı bir stille romanın ele alındığını düşünüyor. Hem belirli, hem belirsiz. Hem keskin, hem sakin. Aslında bu bir yerde de nettir, çünkü hikâye olay değil olgu şeklinde ilerler.Hikaye boyunca Japon tarihini, kaplıcaları, dans ve sanatlarını Kawabata çok şiirsel bir şekilde işlemiş. Okuduğum kadarıyla da genel tarzı bu yönde. Bir de kitapta çok güzel bir diyalog vardı. Karakterler ve olayların ilişkisiyle alakalı. Burada aslında yazar Yoko’yu değil Komako’nun boşa bir çaba olduğunu ifade ediyor. Bir sürü simgesel ifadeler vardı. Hangisini ne kadar yakalarsınız bilemem. Bu tamamıyla size kalmış.

The Sleeper and the Spindle/ Neil Gaiman

Yine masalsı bir Gaiman öyküsüydü.
Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses’in hikayesinin harmanlanmış haliydi.

Hikayemiz uzaklardan gelen uyku salgınıyla başlıyor. Pamuk Prenses’in üç cücesi dağları aşıp yeni yerlere giderler fakat orada yollarını uyku keser. Gittikleri bir handa söylentiler duyarlar. Ve maceralarını yarıda kesmek zorunda kalırlar çünkü uyku etrafta cirit atıyordur. Kimine göre bu bir salgın, kimine göre kıyamet, kimine göre de bir vebadır. Evlilik arefesindeki kraliçelerine durumu iletirler. Bunun üzerine hep beraber yola koyulurlar. Ve hikayemiz tam anlamıyla başlar.
Güçlü kadınların işlendiği güzel bir hikayeydi. Fakat Gaiman bazı yerlerde ne yapmış anlamış değilim. Sjwleri mi mutlu etmek istedi de birbirlerine hiçbir şey hissetmeyen iki önemli masal karakterini olmayacak şekillerde sundu anlayamadım
Onun haricinde beğendim.
Hikayelere bambaşka perspektiften bakan Gaiman’a sevgilerle.

Uykuda Sevilen Kizlar/ Yasunari Kawabata
Puan: 7.5

Çok garip bir kurguydu. Okurken aklıma “Benim Hüzünlü Orospularım” kitabı geldi. Fakat o kitaptan daha iyi olduğunu söyleyebilirim.

Hikayemiz altmış yedi yaşındaki yaşlı Egushi’nin uyuyan kızların evine gitmesiyle başlıyor. Kızların uyutulma nedeni her iki tarafında fazla utanç duymamasını sağlamak… en azından ben öyle düşündüm, anladım. Ana karakterimiz tiksinerek buraya gelse de, buradaki atmosferin, geçirdiği onca yılın hesabının yapıldığı bir yer olduğunu düşünüyor kendince. Kızlara hiçbir şekilde karışmıyor. Onları uykuda seviyor, uykuda sevilen kızlar her gittiğinde değişiyor. Yaşlı Egushi’nin hesaplaşma saati gelip geçiyor. Bir iç dökme gibi gidip gelmeyi alışkanlık haline getiriyor. Onlara verilen ilaçtan istiyor, tabi nafile. Fakat daha hafifi ona veriliyor isteğine göre. Yaşlı Egushi, benliğiyle uzun sohbetlere dalıyor. Kimi zaman şeytanı da katılıyor buna. Kitabın sonlarına doğru Oidipus kompleksini de görüyoruz. Anlatımını çok beğendim. Hayata, ölüme, cinselliğe ve topluma dair bir kurgu. Kadınlar… onlar ise kimi yerde muamma, kimi yerde bir obje, kimi yerde ise bu dünyadan olmayacak kadar güzel yaratıklar. Başta da belirttiğim gibi fazlasıyla garipti.

Mutfak/ Banana Yoshimoto
Puan:8

Japon kültürünü, yemek istediğim güzel yemekleriyle ve orijinal tepkileriyle kendi içimde bütünselleştirdim galiba. Bu kitapta da o sıcaklığı ve atmosferi gördüm diyebilirim. Anlatımı çok yalın ve ilgi çekici, elimden bırakamadım. İçinde iki tane öykü var. İlk öykümüz Mutfak…

Ben de mutfakta zaman geçirmeyi, yemek yapmayı çok severim. Yemek yapmak sevgiyle olur diye düşünürüm. Kitap boyunca Mikage ile hep yemek yaptık, çay içtik. Kitabımızda tabi ki sadece yemek yok, arkadaşlık, dostluk, aşk, cinsel yönelimler ve daha nicesi var. Mikage öksüz kalmış bir kızımızdır. Bir gün Eriko ve oğlu Yuichi’nin evine misafir olur. Olaylar da gelişmeye başlar. Biz de kendimizce bir şeyler buluruz.

İkinci hikayemiz Ayışığı Gölgesi…
Ölen sevgili ve ona olan özlemi, bağlılığı çok güzel anlatan bir hikayeydi. Hikaye bir saatten sonra fantastik bir boyut aldı. Yazarın az ve öz üslubunu çok beğendim.

10 Beğeni

Paul Auster - New York Üçlemesi

10 Beğeni

Okuduğum Tarih: 22-25 Gökek 2022
[Okuduğum 299.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 26.betik
[Gökek ayının 8.betiği]

Tanışmamız aynı yaşıtı Mustafa Ercan Ergür’ünkü gibi oldu. Çekirdek’in tek farkı ise ortak bir arkadaş vasıtasıyla değil 1000kitap sitesinin etkisiyle oldu. Ben de onun profilini inceledikten sonra takip ettim onu. Sütten ağzım yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyorum yani hem dallanmayla başlamadım. Zamana yaydım ve bu betiğin adıyla kendisini okudum. Burada Çekirdek’in etkisi değil kitabın adı etkili oldu kısaca. Durağan başlasa da zaman zaman merak uyandıran sahnelerle betik kendini okutmayı biliyor.

Betik adı bana simülasyon bir hayatla yalnızlığı gideren ve hatalarını silmeye çalışan bir insanın mücadelesi anlatıyor gibi görünse de aslında hayatta önemli seçeneklerde hangisi doğru karar olup olmadığını gösteren bir yapay zeka ürünüdür. Yapay olduğu için evrensel yasalar doğrultusunda yazılan alınyazılarımızın dışına çıkmayı vaat etmiyor çünkü evrensel yasalar doğrultusunda yazılan alınyazılarımız son sözü söyler. Burada kısmen Kader Çizgisi adlı diziye ufak bir gönderme vardır.

Ben de Uzay gibi rüyaların bize mesaj verdiğine inanıyorum. Rüyalar bize yanlışımızı gösteriyor. İki yıl önce bir rüya gördüm. Rüyamda çok görmek istediğim insanı görmeye gitmiştim. Onun iş arkadaşı içinden gelerek davranıyordu ve arkadaşımı öpmeye yeltenince “hayır” diyerek araya girdim. Sonra rüyamda arkadaşıma seni korudum deyince o da bana senin hemşehrindir diyordu. Rüyayı özetle anlatınca rüyanın enerjisini sizlere geçiremedim. Rüyamda aslında o arkadaşımla görüşmeye gittiğimde kendim gibi hareket etmediğim için içerlenmişim. Keşke o arkadaşım ikinci kez görüşmek için fırsat tanısa. Yazgımda varsa o gün gerçekleşecek çünkü umudumu inancımı yitirmedim.

Betikte geçen “Geçmiş hatalarınızı silmek elinizde olsa geleceğinizi istediğiniz gibi yaşayabilir miydiniz?” soruyu yanıtlamak istiyorum. Evet geçmiş hatalarımı silerek dilediğim gelecek yaşamak isterim. O teknoloji elimde olsaydı hayatımın simülasyonu izleyerek gelecek adına yeni adımlar atardım. Geçmiş içinde zamanda yolculuk ederek o hataları düzeltirdim. Elbette bu noktalarda alınyazılarımız bizim için hayırlısı neyse onu bize anlamlı bir şekilde gösterecekti. Kader Çizgisi dizisi bu nokta önemli bir konumdadır. Evet sizler de betikte geçen sorulardan dilediğinizi yanıtlayabilirsiniz.

Betikteki psikolojik gerilim havasıyla bize “Acaba Hakan Bıçakcı’ya bir rakip mi doğuyor?” sorusunu bizlere sordutuyor. Bu sorunun yanıtını ancak kalemin bilimkurgu alanda bir yol izleyeceğiyle alırız. Küresel çaplı bilimkurgu alanında Murat Kaya Beşiroğlu’na güçlü bir rakip geldiğini görüyorum ve gelecek vaat ettiğini vurguluyorum. Kalem, istediği gibi bir yol izlese de bilimkurgunun patlamaya hazır "Volkan"ı harekete geçtiğinin sinyalini aldık. Patladığında yer yerinde oynayacak ve kartlar yeniden dağıtılacak. Girişte bahsettiğim duruma sonuç olarak; Aynı öykü bir daha tutmayacak. Kalemin diğer eserini okumada onun tutumu ve davranışı karar verecek. Zaman her şeyin ilacıdır. Severek okuduğum bu eseri şiddetle tavsiye ediyorum.

5 Beğeni

image

Şüphe Asla Uyumaz (Sherlock Holmes) - Arthur Conan Doyle

Sherlock Holmes’un toplamda 13 hikayeden oluşan 5. öykü kitabını Storytel’de dinledim. Artık 5. kitaba geldiğim için mi bilmiyorum ama çokça tekrara düştüğünü düşünüyorum. İlk aklıma gelen de mesela aşkından deli olan adamın, sevdiği kadının kocasını öldürme hikayesinin benzerini daha önce de dinlemiştim. Yine de hikayeler benzer olsa da çözüm tekniklerinde bazı farklılıklar olduğunu da kabul etmem gerekiyor. Bu yüzden de Arthur Conan Doyle’u, özellikle yaşadığı tarihi dikkate aldığımızda, takdir etmemek elde değil. Kitaplar gerçekten çok kolay yazılmış gibi duruyor olsa da arkasında büyük emekler olduğu kesin. Zaten işini en iyi yapanların ortak özelliğidir bu “yaptığı şeyi kolaymış gibi göstermek”. :slight_smile:

Kitaba dönecek olursak ilk hikaye güzeldi, özellikle önceki kitabın sonunu düşünürsek. Ancak daha sonra pek ilgimi çeken veya aklımda kalan bir hikaye olmadı maalesef. Belki de kitapların arasına birkaç ay koymak gerekiyordu (bu uyarıyı daha önce yapmama rağmen kendim uyamadım). Yine de kitapları arka arkaya okumak isteyenlerin bu uyarımı dikkate almalarını öneriyorum.

9 Beğeni

download

İki Şehrin Hikayesi, Fransız ihtilali öncesi ve Fransız İhtilali zamanından İngiltere ve Fransa’nın toplumsal meselelerini ele alır. Örneğin aristokrasi sınıfı ile normal halk arasında çatışmalar, insanların nedensiz yere hapse atılması…

İlk başta şunu söylemeliyim ki kitapta hayal kırıklığı yaşadım. Üstte de anlattığım gibi kitabın konusu bana göre ilgi çekici ama ele alınan kişilerle bu konunun vasat bir hale geldiğini düşünüyorum. Ve ayrıca aşırı gereksiz uzatılmış. Kitabın yaklaşık 120-130. sayfalarında artık bırakmayı düşünüyordum sonra kitap ile alakalı yorumlara bakmaya başladım ve yorumlara göre çoğu kişi 200. sayfaya kadar zorlanmış sonradan kitap kendini açmaya başlamış. Bende bu yorumlardan sonra kitaba şans vereyim bari dedim ve okumaya devam ettim. Kitabın temposunda herhangi bir değişiklik olmadı olduysa da bir düğün akşamında havai fişek patlatırlar ya 20-30 saniye sürer sürmez aynı öyle oldu. O 20-30 sayfadan sonra kitap yine gereksiz açıklamalara vs vs devam etti. Biraz daha okuyayım sonda illaki bir şey olur dedim belki çok şaşıracağım bir durum olur vay be adam o kadar sayfa bunları anlattı da ama bu sona değer diye düşünürüm diye aklımdan bir düşünce geçti ama öyle olmadı ne yazık ki. Kitabı bitirdikten sonra 5-10 saniye kapağına baktım ve kitaplığıma yerleştirdim. Yani Gonrarov’un yazdığı Oblomov eserinde Oblomovun sürekli o yatağında yatma sahneleri, tembeliği, uyuşukluğu beni bu kitap kadar eminim ki sıkmamıştır. Yani bende mi sorun var bilmiyorum okuduğum tüm incelemelerde bu eser beğenilmiş ama ben beğenemedim maalesef. Maksimum 300 sayfa olması gereken eser olmuş 500 sayfa geriye kalan 200 sayfa doldurma kelimeler olduğunu düşünüyorum. Puanım 10/5.

10 Beğeni

Geçiş - Rachel Cusk (Çeviren: Lâle Akalın)

"Çevrimiçi bir astrolog"dan gelen bir e-posta ile açılır Geçiş. Astrolog, Faye’ye “göğünde büyük bir geçiş” olacağını haber vermektedir. Çerçeve’de sessiz varoluşuna Atina sokaklarında eşlik ettiğimiz Faye, memleketi Londra’ya dönmüştür. Astrolog haklıdır, Faye’nin hayatında bir geçiş vaktidir; eve dönüş, yıkım ve yaratım vaktidir. Faye, yeni bir eve taşınmıştır. Kötü komşular, eski dostlar, yeni dostlar; yazarlar, yayıncılar ve okurlar; anneler, babalar ve çocuklar beklemektedir onu. Londra, Faye’ye hazırdır.

Geçiş, Rachel Cusk’ın bir tür olarak romanda yarattığı paradigma kaymasının Çerçeve sonrasında bir teyididir âdeta. Londra, hayattır; hayat, yazmaktır. Geçiş’in yayınlanmasından sonra yapılan bir söyleşi esnasında Cusk’a bir okur kendi roman "tarzı"nı nasıl tanımladığını sorar. Cusk’ın cevabı "yaşamak"tır, “olduğu gibi ve yazıya dökmeyi amaçlamadan yaşamak”: Üçleme’nin en güzel özeti budur gerçekten de. Bir inanç sistemi olmaksızın yaşamak ve yazmak. Hakikat sonrası çağda, sahici kalabilmek için anonim ve boşlukta süzülen bir anlatı yaratmak.

Tam da bu noktada Cusk, bu sihirsiz sihrin merkezine Faye’yi yerleştirir. İki çocuklu boşanmış bir yazar olduğunu bilsek de kişisel dinamiklerine hâkim olamadığımız Faye, bu anonimliğin bir meta-versiyonuna dönüşür. Üçleme, aslında bir başka “üçleme” arasındaki sınırları yok etmek üzerine kuruludur: Cusk, Faye ve biz. Yazar, okur ve “roman kahramanı” arasındaki sınırları silen bir oto(kolektif)kurmaca ya da Geçiş’ten alıntı ile “bir bakıma hâlâ dükkanın vitrininde yaşıyor” gibi bir okuma deneyimidir bu, " kurgulanmış bir şey, ama aynı zamanda gerçek".

Geçiş’le ilgili bahsedilmesi gereken bir diğer ayrıntı da onun, Çerçeve’den farklı olarak, satır aralarında yuvalanmış belirgin bir fars özünü hissettirmesi. Hem Faye’nin hayata dair gözlemlerinde kendisinden ve çevresinden yükselen bu “hayat komedisi” esansı, Cusk’ın tam da yapmak istediği “gündelik hayata belgeselci yaklaşım” damarını fazlasıyla kuvvetlendirip Geçiş’i bir devam zincirinden çok bir üst basamağa dönüştürüyor.

Sonuçta kendimizle ilgili neye inanmak istersek isteyelim, aslında yalnızca başkalarının bize nasıl davrandığının bir sonucuyuz. Cusk’ı, Cusk yapan da bu akıntıya kapılarak yaşama hissi. Çağlayan ama durgun bir hikâye bu.

Lâle Akalın’ın çok sevdiğim çevirisi, Darmin Hadzibegoviç’in dikkatli editörlüğü ile.

Rachel Cusk, çağımızın en önemli yazarlarından biri. Yazdığı çağda ona şahit olmak, bir okur olarak muhteşem bir his.

Üçleme’nin ilk kitabı Çerceve’yi de burada anlamıştım:

9 Beğeni

Göl / Yasunari Kawabata
Puan:8/10

Güzellik ve onun ulaşılmazlığı…

Takıntılı Gimpei’yle yalnızlık sokaklarında geziyoruz. Kadınlara hayran hayran bakıyoruz. Hepsinde bir güzellik görüyoruz. Kimileri çok güzel, kimilerinin yüzü çirkin, ama bileği harika, ya da ayakları. Bazen de sesi, o sesi duymak için neler vermez ki Gimpei. Bir bir takip ediyoruz onları. Ardından bir bir yalanlar eşlik ediyor. Bir alışkanlık gibi döngüye girmeye başlıyoruz. Kadınlar büyüleci, onlar birer melek. Fakat Gimpei’nin ayakları çirkin. Güzellik takıntısı ve ayaklarıyla bir bağlantı kuruyor. Ayakları onu bir hamama, bir bara, kimi zaman bilmediği istasyonlara götürüyor. Gittiği her yerde bir kadının peşinde. Gelin Gimpei neler yapmış bakalım.

Gimpei aslında Japonca Öğrenmeni. Öğrencisine duyduğu takıntıdan dolayı işinden olur. Yolu bir Türk hamamına düşer. Hamamda başından geçen olaylar dizesini düşünür. Sonra aynı döngüde olaylar onu takip eder. Fakat hiçbir zaman akıllanmaz. Ara sıra babasının boğulduğu o golü düşünür. Bazen de yıllar yılı hoşlandığı kuzenini… Geçmiş ve şimdi arasında yoğrulan bir kumaştadır. Yalnızdır… Yalnızlık onu sarar ve hikaye aynı modda son bulur.

Kawabata’dan okuduğum üçüncü kitap. Sanırım yazarımız da kadınları büyüleyici buluyor. Diğer kitaplarında gördüğüm şeyleri bu kitabında da gördüm. Kurgusu gerçekten güzeldi. Sahne akışları ve bağlantıları yine hoştu. Alt metinde yine Oidipus kompleksine yer vermiş. Psikolojik tahlilleri harika bir yazar. Mutlaka Kawabatayla tanışmanız gerek.

14 Beğeni

Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi

9 Beğeni

image

Beyaz Geceler - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Dostoyevski’nin 27 yaşında yazdığı ve melodram içeren bu uzun öyküsünü normalde dinleme planım yoktu ama Storytel’de radyo tiyatrosu edisyonunu görünce fikrimi değiştirdim. İyi ki de öyle yapmışım, çok keyifli bir dinletiydi. Hem genç aşık hem de Nastenka seslendirmeleri süperdi.

Petersburg’ta uzun süredir yaşayan genç bir oğlan (ki ismini bile vermez Dostoyevski), tek bir tanıdık bile edinememiştir. Bu yüzden de kendi hayal dünyasında yaşamaktadır. Bir gün, artık kaderin cilvesinden midir bilinmez, bir köprüde bir zampara tarafından rahatsız edilmekte olan Nastenka ile karşılaşır. Ürkek ve hayalperest olmasına rağmen kahraman olma fırsatını kaçırmaz ve Nastenka’yı kurtararak onla arkadaşlık edebilme imkanına kavuşur.

Kitap zaten çok kısa, o yüzden şöyle oldu böyle oldu diyerek okuma keyfinizi baltalamak istemem. Ancak Dostoyevski’nin hem hayalperest delikanlıya hem de Nastenka’ya bu kadar kısa bir kitapta bu kadar karakter özelliği yükleyebilmesini de takdir etmeden geçemeyeceğim. Burada kastım, her iki karakterin de çok boyutlu olması aslında. Biraz klişe olduklarını kabul ediyorum ama iyi yazılmış klişeye itiraz edecek de değilim. :slight_smile:

Ben kitabı severek dinledim, dediğim gibi seslendirme de harikaydı. İmkanı olanların radyo tiyatrosu versiyonuna şans vermesini tavsiye ederim.

13 Beğeni

Bozkurtların Ölümü, kısmını bitirdim.

Milli duyguları kabartan, milli değerleri yücelten enfes bir roman. Atsız, tasvip etmediğim ırkçı yanından nefis bir eser çıkarmış. Ve Türklerin gerçek dinini, gerçek atalarını bizlere anlatmış.

Kendimce bulduğum en büyük kusur dildi. Aslında Atsız’ın Çinlileri anlatırken onları sürekli olarak meşum sözcüklerle tanımlamasını ırkçılığından kaynaklı. Fakat iftira atmıyor.

Örneğin: ‘‘Şu alçak Çinliler ne de liyakatlidir yalan ve ticarette!’’

Alçak kısmını çıkardığımızda, Atsız, sırf ırkçılığından dolayı Çinlilere iyi yalancı demiş diyebilir miyiz? Bence söyleyemeyiz. Türklerin, atalarımızın meziyeti savaşçılıkta ve avcılıkta eşsiz niteliklere sahip olmasıdır. Çinlilerin meziyeti de siyasette ve ticarette başarılı olmasıdır.

Atsız’ın dilini beğenmedim. Hatta okuduğum en özensiz dil kullanımına sahip. Oldukça Türkçe terim barınıyor, fakat genele baktığımızda basit ve özensiz bir yazım olduğu gözle görülüyor. Bence sade değil, basit bir dil kullanmış. Atsız’ı dil konusunda başarısız buldum. Neil Gaiman’ın dili de basittir, fakat Atsız kadar özensiz kullanmıyor. Dil sadeliği konusunda Robin Hobb’ın eline su dökebilecek bir yazarla karşılaşmadım.

Atsız’ın dili de beni bu yönden oldukça rahatsız etti. Tasvirden yoksun, özensiz bir anlatıma sahip. Sayfalar ilerledikçe de bu özensiz dil daha da belirginleşiyor. Dergi köşesine yazılmış olduğunu da bu yönden açıkça belli ediyor. Atsız biraz tembellik edip, dili sadece vurucu kısımlarda özenli kullanmış.

Bozkurtların Ölümü kısmı fazlasıyla gereksiz POV barındırıyor. Ben öyle hissettim.

Genel olarak okurken insanı coşkuyla kıpraştıran, atalarına karşı hayranlık uyandıran bir eser.

Bozkır’ı müthiş tasvir ettiği yönünden Cengiz Aytmatov’a katılmıyorum. Atsız, Wikipedia gibi bozkır tanımlamış. Bu yönden sert eleştirmek istemezdim. Kendisi de sert bir eleştirmendir zaten. Alınacağını sanmıyorum.

Şunu da söylemek gerekir: Türkün, kendisini Türk hissedenin ‘bilinçli’ bir şekilde okumasının gerektiği bir kitap. Bilinçli okunmazsa oldukça çirkin düşüncelere sevk edebilir. Özellikle de Türkleri, Arap gibi görenlerin okuması gerektiği bir kitap. Kim okursa okusun, bu kitapta yalan yok. Atsız destansı kurgusunun yanında bizlere tarih de anlatmış. Türkleri yüceltmemiş. Irkımızı, atalarımızı pohpohlamamış. Türkleri olduğu gibi anlatmış. Bir yabancı okursa romanın abartılmadığına muhtemelen asla inanmayacaktır. Çünkü ırkımız, sahiden de hayranlık uyandıran meziyetlerle bezeli.

12 Beğeni

Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler – Osamu Dazai

Kitap aslında kötü değil ama çok severek okuduğumu söyleyemem. Ortalama buldum. Öykülerde bir parça karamsarlık hakimdi. Eril bakış açısı da hissediliyordu. Bu kitap belki de yazarı tanımak için yanlış bir seçim oldu. Yorumlarda Dazai’nin tarzına aslında hiç benzemediğini söyleyenler vardı.

Puanım:6/10

16 Beğeni

Okuduğum Tarih: 25-28 Gökek 2022
[Okuduğum 300.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 27.betik
[Gökek ayının 9.betiği]

Hayao Miyazaki’yi “Gökteki Kale” adlı anime filmiyle tanıyorum. Yakın zamanda Küçük Cadı Kiki’yi de ismen biliyorum. Bir türlü izlemek nasip olmadı. Eiko Kadano 1985 yılında en ünlü eseri Kiki’nin Cadı Kargosu’nu yayınladıktan sonra Hayao Miyazaki 1989 yılında anime filme uyarlıyor bu kitabı. Betik ve film çok tuttuğundan ve sevildiğinden olacak yazarımız birkaç kitap daha yazmış Kiki ile ilgili. Kiki’s Delivery Service adı dilimizde Kiki’nin Cadı Kargosu olarak çevrilmesi gayet çok mantıklıdır.

208 sayfadan oluşan ve Akiko Hayaşi’nin çizimleriyle ilerleyip okuru sarıp sarmalayan bu serüvenden fazlasıyla keyif almış bulunuyorum. İthaki, Akiko Hayaşi’nin çizimleriyle değil anime filminden kareleri kullansaydı çok güzel olurdu çünkü mangaya hakim olduğumuz için Hayaşi’nin çizimleri bana çocuksu gelmiştir. Küçük Cadı Kiki’nin renkli dünyasına eşlik edip bir cadı olarak büyümesine ve belli başlı sorumluluklar için çabalamasına şahit olmak hoş bir deneyimdi.

Bir çocuk romanı olarak da nitelendirip çocuksu da bulabilirsiniz belki, fakat gençlerin ve yetişkinlerin de sıkılmadan okuyabileceği tadımlık bir betikti Kiki’nin Cadı Kargosu. Sadece basit bir büyüme hikayesi olduğunu da düşünmüyorum. Hepimiz çocuktuk bir zamanlar, büyümenin tüm sancılı dönemlerinden geçtik ve bu eyleme ara sıra dışarıdan bakmak, gözlemlemek ve şahit olmak; bir kitap, bir film içinde bile olsa, bazen keyifli, hatta öğretici olabiliyor bizler için. Kimler büyümedi ki?

On üç yaşında evden ayrılıp ayaklarımızın üzerinde durmak bize fazla abartılı çünkü yaşadığımız toplumun yapısında bu genişlik yoktur. Sen çok küçüksün diyerek onların özgüvenini köreltiyoruz. Okurken gıpta ettim çünkü bu yaşıma kadar aile desteğini görmedim. Hep başkasının aklıyla hayatımı idame ettirdiler. Hatalarını kabul etmeyen aile de onların aklıyla geleceğe doğru emin adımlarla yürüyemem çünkü sütten ağzım yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyorum.

Büyümenin işlendiği bu betiği okumayı sevdim. Çünkü hala büyüyoruz, hepimizin yaşadığı bir eylem değil mi büyümek? Bakalım bizler bu süreci ne zaman tamamlayacağız ve bunun nasıl farkında olacağız acaba? Bu soruyu sormam da büyümediğimden sanırım. Ayrıca Sementa sayesinde Avrupa gibi cadılara karşı olumsuz gözle bakmadığımı bir kez daha anladım. Cadılar da periler ve cinler gibi iyi ve kötü olarak iki ayrılırlar. Acemi Cadı sayesinde cadının komik yanını öğrendim. Bu eseri okurken anime filmini izleme isteği bana geldi. En kısa zamanda okuyup o anime filmi için de yorum yazarım. Sultiderler’in incelemesinde yararlanarak ve kendi düşüncelerimi katarak bu incelemeyi yazdım. Ona sonsuz teşekkürlerimi diliyorum ve onunla Koriko’da Kiki’yi ziyaretine gitmek nasip olsun. Severek okuduğum bu eseri okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

7 Beğeni

images.jpeg

En başta belirtmek isterim ki; Tut ki Bir Rüya Gördün kitabındaki 23 öykünün tamamı bana yazarın ne kadar güçlü bir anlatıma sahip olduğunu gösterdi kesinlikle.

Ray Bradhury’nin de öğrencisi olan Charles’ın ele aldığı konular ve onları işleyiş biçimi çoğu yazardan farklı. Öyle özel bir anlatımı var ki en sıradan konuyu bile merak kuyusuna düşmüşçesine okuyorsunuz. Yazar ters köşe yapmakta ve karakterlerin iç dünyasını da etkili bir biçimde anlatmakta da oldukça başarılı.

Ben hem öyküleri hem de yazarı çok beğendim. Karanlık Kitaplık Serisinin en iyi kitaplarından biri bence. İçinde yok yok. Derlemede en beğendiğim öykü Bradbury’nin Fahrenheit 451 adlı distopik evreninde geçen Güzel İnsanlar adlı öyküsüydü. Diğer yandan arabalarla olan hikayeleri de oldukça ilginç ve güzeldi.

29 Beğeni