Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Japon Klasikleri 14: Nagasaki’nin Çanları, Takaşi Nagai

Takaşi Nagai tarafından kaleme alınan tıbbi bir raporun beni ne kadar etkilediğini tarif edemem belki, ama bu özel eserden bahsedebilirim sizlere.

‘’Nagasaki’nin Çanları’’: İsminden de anlaşılacağı üzere 9 Ağustos 1945’te Japonya’da yaşanan dehşet aklınıza geliyor; Nagasaki’de yaklaşık 500 bin insanın hayatını ve şehri yerle bir eden bir atom bombasının yaşattıklarını anlatıyor. Kitabı özel kılan durum ise olayların birinci ağızdan sunulması; bir radyolog olan Nagai, atom bombası atıldığında hastanede çalışıyordu. Yaralanmamıştı ve her şeyden habersizdi.

Bomba atılmadan hemen önce Japonya halkından, şehirden ve hastaneden izler görüyoruz. Her şey çok güzel :slight_smile: O korkunç durum henüz gerçekleşmemiş… Ve hazin olay vuku buluyor: Her yer sıcak, nefes almak zor ve cesetler ortalıkta. Kömürleşmiş insanlar… Bir saniye önce vardılar, şimdi ise yoklar. Cehennem gibi sanki.

Korkunç olan bu yıkımın birçok detayını bizlere özetleyebildiğine göre Nagai’nin hayatta kalmış olmasına sevinebiliriz. Daha sonra, ölümden kıl payı kurtulan diğer sağlıkçı arkadaşlarıyla birlikte, başka insanlara ne zorluklarla yardım edebildiklerini hayretle okudum. Kafalarında sargılar, yarı aç yarı tok bir şekilde yollardalar ve insanlara ulaşmaya çalışıyorlar. Kaybettiklerinin yasını yaşarken, acıları tazeyken bunları yapabilmek çok güç değil mi? Yılmayan ve her şeye rağmen yaşama tutunmaya çalışan, umutlu bir toplumun portresi çizilmiş adeta.

Bu nedenlerle olsa gerek, 136 sayfalık Nagasaki’nin Çanları, yaşanan trajedi hakkında çekilmiş belgesellerden ve binlerce yazıdan çok daha büyük bir etkiye sahip. Çünkü o anları yazarın kendisi anlatıyor ve okurken gözümüzde canlanıyor bu vahşet. Yazıldığı dönemde de Amerikan işgali yüzünden basılmasına izin verilmemiş, sonunda 1949 yılında yayımlanabilmiş.

KİTABIN BÖLÜMLERİ:

-Bombadan Hemen Önce

-Atom Bombası

-Bombardımanın Hemen Sonrasındaki Manzara

-Yardım

-O Gece

-Atom Bombasının Gücü

-Atom Bombası Yaraları

-Mitsuyama Yardım Ekibi

-Radyasyon Hastalığı

-Radyasyon Hastalığının Tedavisi

-Sığınağımdaki Misafirler

-Atom Bölgesindeki Çanlar

Kapakla kitabın uyumu müthiş olmuş bu arada. Yazar aynı zamanda bir doktor olduğundan ‘’mükemmel bir edebiyat örneği okuyacağım’’ beklentisine girmemenizi tavsiye ederim, ayrıca birçok tıbbi terimle karşılaşacaksınız. Çevirmenlerin notları sayesinde bu konuda bir sıkıntı yaşamıyorsunuz tabii. Bir sağlıkçı olduğum için bu anlamda okumak daha bir keyifli oldu, trajik bir gerçeği okumak ise hiç tatlı bir yolculuk değildi maalesef. Yine de yakından tanık olma fırsatı yakaladığım için herkese önermekten çekinmeyeceğim bir klasik Nagasaki’nin Çanları.

ALINTILAR:

Sanki görünmeyen büyük bir silindir yuvarlanarak zemini dümdüz ediyordu. Yalnızca bunu düşünebiliyordu. Yakında paramparça olacağını düşünen Çimoto, ellerini birleştirerek Tanrı’ya dua ederken yüzünü tekrar yere bastırdı. Korkunç bir ses kulağında yankılandığı sırada, yere kapaklanmış hâldeyken havaya fırladı. /sayfa 13

Gözümün görüyor olduğuna kanaat getirdiğimde ilk kez dehşete kapıldım. Binanın tamamen çöktüğüne ve diri diri gömüldüğüme şüphem yoktu. Üstelik diri diri gömülmek hayal kırıklığı yaratan ve insana kendini zayıf hissettiren bir ölüm şekliydi. Ne olursa olsun elimden geleni yapmaya çalışarak parçalanan eşyaların altında ağır bir şekilde ölüm kalım mücadelesine devam ettim. /sayfa 18

“Böylesine acımasız bir gerçek, her ne kadar savaştaysak da, mümkün olamaz.” /sayfa 28

Mızrağı elime alıp havaya kaldırdığımda gözyaşlarına boğuldum. Bambu mızraklara karşı atom bombası! Ah, bambu mızraklara karşı atom bombası! Trajikomik! Bu savaş olamaz. Savaş bu değil. İnsanlarımız sırf öldürülsünler diye vatan topraklarında sıraya diziliyordu. Bu ortadaydı. /sayfa 60

“Aptal liderlere sahip olan bilge insanlara üzülüyorum.’’ /sayfa 70

“Ancak atom bombasının güzelliği nerede acaba? O gün, o anda bu topraklara yayılan cehennem manzarasına tek bir bakış dahi atsaydınız yeniden savaşmak için aptalca bir duyguya kapılmazdınız kesinlikle. Gelecekte bir savaşın meydana geleceğini varsayarsak her yerde atom bombaları patlayacaktır muhtemelen. Ardından sayısız insan her gün atom bombasıyla katledilecektir. Etkileyici hikâyeler olmayacak, şiirler olmayacak, resim, müzik, edebiyat ve araştırma olmayacak. Her yer, bir karınca sürüsünün silindirle ezilmesi gibi ezilecek. Tüm dünya düzleştirilecek.” /sayfa 120

Yayımladığım diğer platformlar:
wannart bubisanat 1000kitap

21 Beğeni

Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Kitap zaten listemdeydi, yorumunuzla daha da heveslendim okumak için.

2 Beğeni

Rica ederim. Ben de teşekkür ediyorum güzel yorumunuz için :slight_smile: Okuduktan sonra kitap hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Buraya birkaç şey yazabilirseniz sevinirim, iyi okumalar :cherry_blossom:

1 Beğeni

HOMERIC HYMNS

Homerosçu İlahiler; İlyada, Odesa veya Teogoni kadar meşhur olmasa bile Yunan Mitolojisinin en önemli kaynaklarından biri. Yunan panteonunu; özellikle de Demeter, Dionysus, Apollo, Hermes ve Afrodit’in hikayelerini öğrenmek isteyenler okumalı.

14 Beğeni

Hici_Destani-620x350 2

Hiçi Destanı serisine umutla devam ederken kötü çeviri tadımı kaçırdı. Özellikle bilimkurgu yönünün ağır bastığı, terimlerin iç içe geçtiği paragraflarda olanları kavrayabilmek benim için epey zorluydu, adı geçen terimlere ve teorilere oldukça aşina olmama rağmen. Fakat kitabın bilimkurgu yönünde bu kadar zorlanmış olmamın bir diğer sebebinin kurgunun kendisi olduğunu düşünüyorum, aşağıda spoilerlı bir şekilde bahsedeceğim fakat kitabın ilk kitaptan ayrılıp gelmiş olduğu nokta beni çok şaşırttı, işin bilimkurgusal kısmı benim için bilimi çok aştı ve özellikle son sayfalarda çüş dediğim fikirler oldukça fazlaydı. Okuduğum en orijinal kurgulardan biriyle karşı karşıyayım, hiç beklemediğim -ve aşırı bulduğum- fikirlerle karşılaşmış olmak serinin nereye bağlanacağını iyice merak etmemi sağladı.

Biraz da benim için bu kitaba yüksek beklentiyle başlamış olmamın sebebi olan psikolojik tahlillerle ilgili kısımlardan bahsedeceğim. İlk kitaptaki gibi ana hikayeyle paralel giden psikoterapi seansları ne yazık ki bu kitapta yoktu, yine de daha önce hiç insan görmemiş bir ergenin bakış açısını görmek ve ergenliğe yeni giren fakat çevresinde yaşıtı hiçbir erkek bulunmayan genç bir kızın cinselliğini keşfedişini okumak fena değildi. Bir bilimkurgunun içerisinde bu konulara değinildiğini görmek hoşuma gitse de Frederik Pohl’un ilk kitapta tahlillere verdiği ağırlıktan sonra bu bölümler biraz yüzeysel kalmış. Ayrıca kitapla ilgili yorumları okurken, bazı okuyucuların bahsettiğim kısımları çocukların cinselleştirilmesi şeklinde yorumladığını gördüm, bu düşünceye kesinlikle katılmamakla beraber okuyucuların böyle bir yanılgıya düşmesinin sebebinin sözünü ettiğim yüzeysellik olduğunu düşünüyorum.

Kısaca berbat çeviri dışında hiçbir kesin yargıya varamadığım bir kitaptı. Sanırım beğendim, ama hiç beğenmemiş veya çok beğenmiş de olabilirim.

Aşağıda okuduğum bu iki kitabı basitçe özetleyeceğim:

Önceki kitap Robinette’in (erkek) piyangodan kazandığı parayla Çıkış Kapısı’na arayıcı olarak gitmesiyle başlıyor. Çıkış Kapısı ise Hiçiler diye adlandırılan dünya dışı varlıkların yaptığı, terkedilmiş bir nevi liman. Terk edilmiş olmasına rağmen Hiçilerin icat ettiği uzay gemileri olduğu gibi duruyor, insanlar ise teknoloji yetersizliğiyle bu gemilerin nereye gittiğini ve nasıl kullanıldığını çözemediği için arayıcı dediğimiz pilotları bir haftalık kursla eğitiyor ve eğitimin sonunda arayıcılar kendi istedikleri bir gemiye binerek uzaya açılıyor. Nereye gittikleri, yolculuklarının ne kadar süreceği ve güvenlikleri tamamen belirsiz. Geri dönen arayıcıların alacağı para ise yolculuklarından getirdiği bilgilerle belirleniyor.
Robinette’in Çıkış Kapısı’nda çıktığı son yolculuk toksik sevgilisi Klara ve 8 kişi ile bir karadeliğe oluyor. Karadelikten bencilliği sayesinde diğer 9 kişiyi orada bırakarak kurtulan Robinette, geri döndüğünde en zenginlerden oluyor ve ikinci kitap buradan devam ediyor.
İkinci kitapta Hiçilerin yıldız gazlarını bir fabrikada işleme sokarak besin ihtiyacını karşıladığını öğreniyoruz ve artık patronlardan biri olan Robinette’in önderliğinde bu fabrikaya dört kişilik bir ailenin -14 yaşındaki ergen kız, oldukça yaşlanmış baba, orta yaşlı abla ve kocası- de içinde bulunduğu bir gemi yollanıyor. Varış noktasına ulaşan aile, fabrikayı keşfe çıkıyor. Bu esnada 14 yaşındaki ergenliğe girmiş olan kız fabrikada kendinden başka bir insan olduğunu fark ediyor, ailenin daha sonradan öğreneceği gibi daha önce hiçbir insanla karşılaşmamış, ergen bir erkek olan Wan, kızı gördüğü gibi mastürbasyon yapmaya başlıyor. Wan sayesinde Hiçiler ile ilgili birçok şey öğreniyoruz ve buraları fazla uzatmadan asıl bahsetmek istediğim konuya geliyorum:
Kitabın bir noktasında şöyle bir teoriyle karşılaşıyoruz, vay canına sayıları dedikleri bir nane varmış, bu sayılar evrenle ilgiliymiş ve evrenin özelliklerini belirtiyormuş. Hiçiler yüksek zekaları ve teknolojileriyle bu sayıların anlamını çözmüş ve aynı zamanda bu adamların ellerinde şöyle de bir teknoloji varmış ki kütleyi istedikleri gibi enerjiye çevirip sonrasında enerjiyi tekrardan kütleye çevirebiliyorlarmış. Bu sayıların anlamını çözen Hiçiler evrenin cennet gibi olması için gereken sayıları hesaplamışlar ve demişler ki: Madem elimizde kütle-enerji dönüşümü için yeterli teknoloji var, biz bu evreni alalım büzüştürelim, Big Bang’den de tekrar başlatalım ama bu vay canına sayıları değişmiş olsun ve sonrasında bir bakalım ki evren cennet olmuş. E biz bu esnada n’apalım? O da soru mu, bir karadeliğin içerisinde oturup bekleyelim!
Bu fikirle ilgili ne düşünmem gerektiğini hala çözemedim. Biraz orijinal, biraz zorlama buldum, azıcık da güldüm. Kitabın son sayfalarında işler daha ilgi çekici bir noktaya geldi ama nereye bağlanacak göreceğiz.

10 Beğeni

indir
Alice Ölüler Diyarında
Kitabımız ünlü masalda olduğu gibi başlıyor. Alice, tavşan kulaklı ısırıcının peşinden bir deliğe giriyor ve bütün hikaye değişiyor.

Dünya’da “Ayaklanma” adı verilen bir olay yaşanmış. Aslında artık alıştığımız bir olay: bir laboratuvardan bir virüs yayılmış ve zombi istilası başlamış. İstila karşısında insanlık birleşmiş ve nükleer silahları kullanmak zorunda kalmış. En azından deliğe giren Alice’in bildiği bu.

Isırıcılar, bildiğimiz zombiler gibiler; ölüler ancak yaşıyorlar, ısırdıkları insanlar da ısırıcı oluyor. Alice tüm hayatı boyunca onları öldürmek için eğitim almış. Ancak deliğe girdikten sonra bir kişi ile karşılaşıyor: Isırıcıların Kraliçesi. Ve bu kraliçenin elinde “Alice Harikalar Diyarında” adlı kitap var.

Kitabın konusu böyle başlıyor. Tabii ki ilerledikçe ısırıcıların aslında ne oldukları, Kraliçe’nin kimliği, Ayaklanma’nın ardındaki gerçekler ve birçok şey daha ortaya çıkıyor. Ancak bunları anlatırsam tüm sürprizi bozmuş olurum.

Şimdi kitapla ilgili düşüncelerimi söylemek istiyorum. Konusunu genel olarak beğendim. Klasik bir zombi istilası olmaktan daha fazlası var kitapta çünkü. Aksiyon her zaman çok fazla. Kendimi film izliyormuş gibi hissettim. Ve yazarın kıyamet sonrası Dünya’yı güzel hayal ettiğini düşünüyorum. İnsanlar belirli gruplara bölünmüşler, eğitim sadece öldürme üzerine, teknoloji yok vs.

Beğenmediğim nokta ise kitabın duygusal yönü. Aslında karşımızda oldukça güçlü bir karakter olan Alice var. Bazı kayıplar yaşıyor, olaylar sonucu gittikçe bir lidere dönüşüyor. Ancak yazar bu duygusallığı hiç aktaramamış. Yakınını kaybeden, yaralanan veya zor durumda kalan bir kişinin vereceği tepkiler çok sönük kalmış. Bir de bu tarz duygusal olaylar oldu bittiye getirilmiş. Yazar bu olayları ayrıntılandırmak yerine sadece Alice’e odaklanmış. Yazarın bu konuda eksiği olduğunu düşünüyorum. Aksiyon sahnelerini yazmadaki başarısı duygusal sahnelerde yok.

Çeviri ve editörlük de biraz zayıf. Bazı cümlelerde neden bahsettiğini anlayamadım. Harf eksiklikler ve yazım yanlışları çok olmasa da vardı.

Özetle aksiyonu yüksek, duygusal yönden zayıf bir zombi istilası kitabı. Kitabı aksiyon beklentisi ile okursanız istediğinizi alırsınız ancak karakter gelişimi ve duygusal bir beklentiye girerseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Ben herhangi bir beklenti ile başlamadığım için beğendim.

Unutmadan, kitap bir üçlemenin ilk kitabı. Bu kitabın devamı olan “Öldüren Aynanın İçinden” adlı kitap aynı yayınevinden çıkmış. Ayaklanma olayını anlatan bir kitap daha var ancak Türkçe’ye çevrilmemiş. Devam kitabını da okurum büyük ihtimalle.

Herkese iyi okumalar.:slightly_smiling_face:

@DragonRebornRand

16 Beğeni

Kutsanma Ayini - Clive Barker

Kutsanma Ayini ya da orijinal ismiyle Sacrament; korku romanı olmaktan çok uzak bir yerde. Yoğun bir fantastik bir içeriğe sahip. İçinde korkunç şeyler de var tabi. Yine de baskınlık bunda değil. Fantastik yönlerinde.

Konusu özetle şöyle;

Vahşi yaşam fotoğrafçı olan, soyları tükenen hayvanları fotoğraflamakla ünlenen William Rabjohns, bir gün bir ayı saldırısı sonucu komaya girer. Komada geçirdiği zamanlarda çocukluk anılarını tekrar yaşar. Will’in abisi ölünce, ailecek şehirden taşınıp başka bir yerde yaşamaya başlamışlardır. Will’in burada yaşadığı gizemli bir olay vardır. Bunları hatırlamaksa hayatını kaçınılmaz olarak etkileyecektir.

Kitapta en beğendiğim kısım, gizemli olayların çözümlendiği bölüm oldu. Yine de bunlarla ilgili daha çok bilgi almak isterdim. Gerçekten ilgi çekici bir konusu vardı. Ne kadar çok bilgi verirse bence kurgunun sağlamlığı o kadar artacaktı. Yazarın başka dünyaları şekillendirmesi, daha doğrusu yaratması da çok başarılı. Kurgudaki karakterlerin her biri birbirinden epey farklı. Kötü karakterler diğerlerine göre fazla ilginç duruyor.

Kitapta bazı yerleri fazlasıyla rahatsız edici buldum. Hatta bir ara kitabı okumayı bıraktım. Okuduklarım benim için vahşetti. William’ın gündelik hayatını okurken de bazen bunaldım. Anlatım basitleşiyordu, sanki kitap uzatılsın diye bahsedilmiş şeyler vardı. Kurguyu baltalıyor, ana hikayeden gereksiz şekilde uzaklaştırıyordu. Kitapta cinselliğe de bolca yer veriliyordu. Yazar her kitabında yapıyor ama bu kitapta sanki daha çoktu.

Ayrıca kitap boyutu küçük. Haliyle font da bir o kadar küçüktü.

Kitaba puanım: 6/10

19 Beğeni

Yorumunuz için teşekkür ederim. :grin:

1 Beğeni

Mark Morris - Dead Island’ı birirmek üzereyim.

Bence olması gerekenden çok daha fazla oyuna sağdık kalan bir kitaptı. Hikaye direkt olarak oyunun main questline’ı takip ediyor. Karakterler oyundaki Sam B, Mei, Purna ve Logan. Jin ve Mother Helen gibi yan karakterler ve NPC’ler de olduğu gibi oyundan alınma. Haliyle ben kitaba özgün nitelik kazandıracak bir içerik ile karşılaşmadım. Yani oyunu yakın dönemde oynamış biri kitabı okurken sıkılabilir. Ben oyunu oynayalı 12 sene olmuş dolayısı ile aklımda main questlere dair çok birşey kalmamış. Kitabı okurken ufak ufak hatırladım ne olup bittiğini. Bu yüzden okurken sıkılmadım, gayet eğlenceliydi.

Dil ve anlatım oldukça basit. Orta seviyeye yakın bir gramer ve vocabulary ile rahat okunabilir diye düşünüyorum. Parçalanan beyinler, kopan tendonlar, yerlere sarkan bağırsaklar derken vahşet seviyesinin hayli yüksek olduğunu belirtmekte fayda var. Zombi temasını sevip oyunu oynamamış olanlar da bence beğenirler.

17 Beğeni


Geçenlerde aldığım Prospero serisine başlamak için hem seriyi başlatan kitap olmasından dolayı hem de merak ettiğim bir eser olduğundan Soğuk Deri’yi seçtim.

Film uyarlaması var, filme ait incelemeleri yüzeysel olarak okumuştum. Az çok aşinaydım esere. Kitabı bitirdikten sonra filme hızlıca göz gezdirdim. Öncelikle filmi izleyenler için söyleyebilirim ki kitabı, o uyarlamaya göre yargılamak yanlış olur. Böyle bir eserin zaten 90 dakikaya sıkıştırılması abestir. Çünkü kitapta ağırdan işleyen, karakterler üzerindeki değişimler çok kıymetliydi.

Bir ilk temas kitabı diyebiliriz sanırım? Bunun cevabını bilim kurgu alaylılarımız daha iyi verir :smile:. Bir adaya sıkışmış iki farklı kutupta insan ve geceleri sürekli bir ölüm kalım savaşı.Özünde yoğun edebi, sosyolojik konular işlemesine rağmen bu savaş hali de aksiyon ve sürükleyicilik katıyor esere. Hangi tarafın “canavar” olarak nitelendirilmesi gerektiğini sorgulatıyor. 200 sayfa boyunca ana karakterle birlikte sizin fikirlerinizi ve bakış açınızı da değiştirmeyi çok güzel başarıyor eser.

Prospero serisinden beklentim olan, çerezlikten öteye geçebilen, düşündürücü bir kurgu eser beklentimi tam olarak karşıladı diyebilirim. Serideki diğer kitaplara olan merakımı da arttırdı. Umarım en az bunun kadar düşündürücü ve keyifli kitaplar seçmişlerdir.

20 Beğeni

images (1)

Kitabın son sayfasını okurken evin içinde “hayır bunu yapmadığını söyle bunu yapmadığını söyle!” diye yazara bağırdım. Hem de sesli bir şekilde. Sanıyorum Bilim kurgu tarihinin en iyi pilot twist ve sonuna sahip kitaplarından biri kitap. Gerçekten müthiş bir sondu. Kitap hakkında yazılacak çok şey var ancak ben henüz şoku atlatamadım. Sadece heycanımı paylaşmak istedim.

30 Beğeni

Ben kitabı askerdeyken evci iznine çıktığımda yanıma almıştım. Normalde hemen bitirmeyi düsünmüyordum ama tek oturuşta bitirmiştim. Gerçekten de finaliyle beni de çok etkilemişti. Abartısız bir 10 dk böyle bir son nasıl olabilir diye sorup durdum kendime.

5 Beğeni

Once And Future Çizgiromanını okudum.

Kral Arthur mitini temel alan bir hikayesi olduğu için ilgimi çekti. Çizimler ve kullanılan renk paleti muazzam, hikaye de güzel fakat işlenişi hiç beğenmedim. Hikaye anlatıcılığı samanyolundaki gerçek kesit ayarında.

Sanki biri yazarı ve çizeri belli bir sayfa sayısı ile kısıtlamış gibi karakter gelişimleri ve olaylar absürd derecede hızlı gidiyor. Ne olup bittiğini kavramak, karakterler ile bütünleşmek imkansız. Karakterler ilk defa karşılaştıkları tamamen doğaüstü, fantastik ve aşırı vahşet içeren olaylar karşısında hepi topu bir panel içinde saçma sapan tepkiler verip hiçbir şey olmamış kaldıkları yerden devam ediyorlar. Böylesi derin ve ağır bir hikaye bu şekilde tabakhaneye ot yetiştirir gibi işlenmemeliydi.

15 Beğeni

images (3)

Yüksek Şato’daki Adam - P. K. Dick

Uzun süredir okumak istediğim ama bir türlü başlayamadığım kitaptı. Bu hafta okuma kararı verdim ve açıkçası pişman oldum çünkü benim zihnimde tasarladığım romanla bu romanın uzaktan yakından alakası yok. Ben beklentiyi çok yüksek tutmuşum, ağır bir alternatif tarih beklerken kitapta çok yüzeyseli ile karşılaştım.

Böyle bir konuyla uzun bir kitap serisi çıkarabilecekken yazar bize sadece yarım, bitmemişlik hissi veren bir roman çıkartmış. Olayların bağlanmasını, operasyonların sonucunu öğrenmek isterdim. Japonya ve Almanya hakkında daha fazla bilgi edinmek isterdim açıkçası. Bu hali benim için büyük bir hayalkırıklığı oldu.

Bu kitap, yazarın okuduğum 3. kitabı ve aralarında en sönük olanı buydu. Yazar, bu kitabı yazarken sıkılmış ve bırakmış bile olabilir. Böyle bir potansiyelin harcandığı için çok üzüldüm

Olmadı be Dick amcam…

21 Beğeni

Dizisi daha başarılıydı, İzlenmesini tavsiye ederim.

3 Beğeni

Bıçağın Kendisi, hakkında çok fazla yorum okumadığım, satın alma konusunda bir türlü emin olamadığım serilerden biriydi. Kitabı dün gece bitirdim ve seriyi satın almakla doğru karar verdiğimi anladım.
Okumaktan bir an bile sıkılmadığım, yer yer kahkaha attığım, film tadında haz aldığım bir kitap oldu. Kurgunun bana göre eksik yönleri yok değil mesela evrene dair çok fazla detay yok.
Kitabın atmosferini çokta etkilemeyen ufak detaylar var, onları spoiler olmaması için aşağıda belirteceğim.

Mecusların İlki, ‘‘yüce’’ Bayaz karakterinin kendi statüsüne uygun şekilde davranmayıp bazı sahnelerde ergence hareket etmesini anlayamadım. Mesela gıcık bir tip olan Jezal ile Gorst’un müsabakasında Logen ile iddiaya girdiği için yenilmek üzere olan Jezal’a büyü ile yardım etmesi. Bu sahneyi okurken yazara sinir oldum fakat daha sonra anladım ki Jezal’a yardım etmesinin sebebi iddia olmayabilir. Yine de sinir oldum bir kere :smiley:
Ya da kendisinin kapalı konseyin bir üyesi olduğunu, gerçek Bayaz olduğunu ispat etmenin çok kolay yolu varken (büyü ile) ısrarla bunu reddedip laf dalaşına girmesi.
Bir de bazı karakterlerin isimlerine takıldım. Örneğin; üçağaç, asıksurat, şimşekkafa, köpekadam. Pek yaratıcı değil gibi. :slight_smile:

Bunlar çokta önemli detaylar değiller elbette. Serinin özellikle diğer kitaplarında temponun ve maceranın heyecan seviyesinin artacağını, favori kitaplarım arasına gireceğini tahmin ediyorum.
Son olarak kitabı tavsiye ettiğimi, çok büyük beklentilere girmeden keyifle okuyabileceğinizi belirtmek istiyorum. Kitaba puanım 10/7 ama diğer kitaplarda 10/8 görebileceğimi düşünüyorum.

Sevgiyle, sağlıkla kalın…

24 Beğeni

Seri bitince 10/8.5 verirsiniz. Çok net söyleyeyim. 3leme olarak harika. Umarım evrenin diğer 3 kitabıda tez yayınlanır.

6 Beğeni

image

Bilim kurgu öğeleri barınıdırdığı doğru, tefrika edilmeye başlandığı yıllar için ilerici bir eser, ona da tamam ancak kitabı bilim kurgu “klasiği” olarak nitelemek ne derece doğru, bilmiyorum. İthaki ona buna klasik demeye başladığı için bu terimin de içi git gide boşalmaya başladı.

Öykü serüven meraklısı 3 Amerikalı gencin Amazon Ormanları’nın ücra bir köşesinde esrarengiz bir ülkeciği keşfetmeleriyle açılıyor. Dünyanın geri kalanından tabii sebepler yüzünden yalıtılmış bu ülkede yabani bir milleti bulacaklarını düşünen kahramanlarımız sadece kadınlardan mürekkep, Batı’nın tüm uluslarından daha medeni, daha insanı ve daha bilimsel bir toplumla karşılaşıyorlar. Bu kadınlarla bilgi alışverişinde bulundukları süre boyunca Kadınlar Ülkesi’nin adet ve yasalarını kendi memleketlerindeki geleneklerle karşılaştırıyorlar. Kitap genel olarak bu kıyaslamalardan ibaret.

C.P. Gilman kendi zamanındaki topluma yön veren ataerkil anlayışı, kadına biçilen görevleri ve kadınların katlanmak zorunda bırakıldıkları ayrımcılığı radikal bir biçimde eleştirebileceği bir kurgu yaratmak istemiş, bunda müthiş başarılı da olmuş. Kitabın bana bir kurgudan ziyade politik manifesto gibi göründüğü zamanlar oldu. Hatta ufak tefek rötuşlarla biraz değiştirilip üniversitede doktora tezi olarak da yayımlanabilirmiş. (bkz. Malazan’daki Kadınlar isimli master tezi)

Gilman’ın fikirlerini okumaktan çok keyif aldım, erkeklere bakış açısı yer yer nesnellikten çıkıp karikatürize etmeye kaysa bile yine de isabetliydi. 3 gencin mizaçlarını birbirlerinden dünyalar kadar farklı yaratması da Gilman’ın Batı toplumlarındaki en belirgin erkek tiplerini analiz etmek için kullandığı akıllıca bir yöntem olmuş. Kaba bir maço olan Terry, kadın aşığı, nazik ve biraz da pısırık biyolog Jeff ve duygusal yönden diğer ikisinin tam ortasında yer alan, olaylara daha soğukkanlı yaklaşan sosyolog anlatıcımız Van. Her birinin davranışlarının bir kadın gözünden irdelenmesi hem hoştu hem de eğlenceliydi.

Bu arada kitabın çevirisini övmeden edemeyeceğim: İthaki’nin çevirmenleri arasındaki yeni favorim Sevda Deniz Karali. Bu kadar yetkin bir çeviriye en son Ishiguro’nun Geriye Kalanlar’ının Şebnem Susam-Sarajeva çevirisinde denk gelmiştim. Kelime seçimleri ve deyimlerin Türkçe karşılıkları (gül bahçesindeki gonca, Nuh Nebi’den kalma vs.) müthiş uyumluydu, ne bir anlatım bozukluğu vardı ne de imla hatası. Çevirisini kitabın kendisinden daha çok sevdim galiba. :slight_smile:

image

Terry Bisson’un muhafazakâr siyasi görüşü hicvetmek amaçlı yazdığı iki öyküyü içeriyor. Bir de kendisiyle yapılmış bir röportaja yer verilmiş.

İki hikâyeyi de beğenmedim. Ne kurgusal yaratıcılıktan ne de yazarın niyet ettiği kara mizah harmanlı vurucu bir sağ siyaset yergisinden bahsetmek mümkün. Espriler lise şakalaşması düzeyinde, taşlamalarsa “Katil İsrail Filistin topraklarını hunharca istila ediyor” gibi beylik laflardan öteye gitmiyor.

Ayrıntı’nın bu bilim kurgu serisini bire bir PM Press’in Outspoken Authors dizisinden tercüme ettiğini biliyoruz. Serinin konsepti de zaten bu: Outspoken, yani lafını esirgemeyen bilim kurgu yazarlarının toplumsal eleştiri tarzındaki öykülerine yer veriliyor. Dizinin editörü bizzat Terry Bisson. Şimdiye kadar okuduğum her iki eser de (diğeri Ken MacLeod’un İnsan Cephesi’ydi) beni hayal kırıklığına uğrattı. Görüşlerimiz ne kadar aynı eksende dönse de şimdilik edebi yönüyle oldukça zayıf bir seri olduğunu düşünüyorum. Sırada Nalo Hopkinson’ın kitabını okumak var, onu da beğenmezsen bu seriye veda edeceğim.

Celâl Şengör, hayranı olduğum Hasan-Âli Yücel’in bilimsel yönteme dayalı eğitim siyasetine titiz bir bakış açısı sunmuş. HÂY, görevine arap topar son verilmeden önce 1938-1946 yılları arasında üstlendiği maarif bakanlığı görevinde Cumhuriyet’in eğitim ve öğretim sistemini kökten ıslah etmiş büyük bir devlet adamı, gerçek bir Cumhuriyet bilgini ve aydınıydı.

Osmanlı’nın Anadolu’yu yüz yıllar boyunca cehalete ve yobazlığa sürgün etmesinden doğmuş bir enkazı devralarak Atatürk’le beraber bu geri kalmış ülkeyi Avrupa tarzı metodlarla muasır seviyeye çıkarmaya çalışmış, bunda bir ölçüde başarılı da olmuş. İcraatları arasında çok olumlu sonuçlar doğuran Köy Enstitüleri’ni yaratmak ve Mühendishane-i Bahrî-i Humâyûn gibi çağı yakalayamamış öğretim kurumlarını İstanbul Teknik Üniversitesi gibi saygın kuruluşlara dönüştürmek, üniversiteleri fikir alışverişi odaklı bilim yuvaları haline getirmek var. Bakanlığı sırasında dünya klasiklerini özenle Türkçeye tercüme ettirmesi, önemli düşünürlerin fikirlerini cahil bırakılmış Türk halkına ulaştırması başlı başına takdire şayan bir başarı.

Ama belki de en önemlisi müspet bilimler ışığında bilimsel yönteme, yani gözlem → hipotez → verilerle kontrol → teori oluşturma aşamalarını eğitim ve öğretimin her aşamasına entegre etmeye çalışması onun en büyük mirası. Karl Popper’la eş zamanlı olarak benimsemiş olduğu bilim felsefesinin önemini anlamış, bu konuyu vatana faydası olması için elinden geldiği her alanda oturtmaya çalışmış.

Ne yazık ki, Cumhuriyet’in ilk 20 yılındaki atılımlar, dünyanın bizi hayranlıkla izlediği o yıllar Atatürk’ün ölümünden ve HÂY’in bakanlık görevinden uzaklaştırılmasından sonra hızlı bir düşüşe geçti. 80 yıl sonrasında yani günümüzde yaşadıklarımız malum. Belki de birkaç asırda bir yetişen bu dâhilerin değerini bu halk elbette bilemedi, özüne dönmeyi seçti.

22 Beğeni

Lakapları onlar, asıl isimleri değil.

4 Beğeni


Evet memur bey “bir-iki bölüm okuduktan sonra yatarsın” gafıyla beni kandırıp sabah 04’e kadar beni uyanık tutan kitap bu. Şaka bir yana son zamanlarda okuduğum en zevkli kurgu kitabı diyebilirim. Büyü sistemi ve içerisindeki gizem unsurlarıyla sizi başından sonuna kadar içine çeken sürükleyici bir kitap. Fantastik seven sevmeyen herkese şiddetle tavsiye ederim.

19 Beğeni