Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Okuma listemde serinin ilk kitabı. Tahminimce Ekimde başlarım. Yorumunuz beklentimi arttırdı :smile:

1 Beğeni

İlk kitap bence ortalamanın epey üstünde. Ben okurken çok keyif almıştım. Yalnız bu ilk bs kitabın olacaksa ilk önce ritmatist ya da elantris ile başlamanı öneririm.

2 Beğeni

Evet evet tavsiyeler o yöndeydi ilk Elantris var sonra Sissoylu geliyor bakalım beklentim yüksek :smile:

1 Beğeni

Umarım seversin yazarın üslubunu ve yarattığı dünyayı da bs sevenler olarak aramızda yerini alırsın. Malazan sevenlere karşı sayımızı arttırmamız lazım. :stuck_out_tongue_winking_eye: (ben de seviyorum) fakat ortalığın karışması lazım. :smirk:

2 Beğeni

Bence direkt Sissoylu’dan başla. Elantris pek basarili bir kitap degildir ve okuma sevkini etkileyebilir ( yani ben ilk Elantris’den başlasam etkilenirdi).

Sissoylu, Brandon Sanderson’a başlamak için en ideal kitaptır ( bence). Hem karışık olmayan kurgusu ve evreni hem de hikayesinin sürekleyiciliği açısından.

5 Beğeni

Ahmet Ümit - Patasana
Kronolojik olarak Ahmet Ümit eserlerini okumaya devam ediyorum. Patasana ise kronolojik sırada Ahmet Ümit’in polisiye ile mitoloji ve tarihi birleştirdiği ilk kitap diyebiliriz. Günümüzde geçen polisiye bir hikaye içinde eski çağlarda geçen olaylarda mevcut. Öncelikle günümüzde geçen hikaye ile geçmişte geçen hikayenin birleştirilmesini fikrini beğendim. Ahmet Ümit anladığım kadarıyla bulduğu bu yöntemi sonraki kitaplarında uyguluyor.

Geçmişteki hikayeyi, detayları ana hikayeden daha çok beğendim. Olumsuz tarafında ise hikayede konuşma tarzını tam kafamda oturtamadım, günümüzden 4000 yıl önceki konuşma tarzı bugünkine çok benzediği için garipsedim. Diğer taraftan Hitit ülkesinde saray yazmanı tarafından yazılan tabletlerde o dönemin yaşamı hakkında biraz daha detay beklerdim. Kitabın asıl ilgi çekici kısmında biraz daha çalışılması gerekirmiş.

Günümüzdeki hikayeye gelecek olursak, polisiye bir hikaye, coğrafya, terör sorunu, Ermeni techiri tarihi gibi konularla birbirine bağlanıp zenginleştirilmiş. Bu konuları bir araya getirip polisiye bir roman yazmak bence başarı diyebiliriz. Ancak kitapta Ahmet Ümit’in Kar Kokusu romanında yazdığım eksiklik göze çarpıyor. Ahmet Abi siyasi tarihi şeyler söylemek istiyor ancak fikirlerine derinlik katamıyor. Örneğin Kürt Sorunu ve terör konularında askerle, teröristler arasında geçen insani hikayeler okuyoruz, ancak sorunların temeline dair cesur fikirler okuyamıyoruz. Cumhuriyet’in kurgusunda sorunlar vardı, Kürtler aynı vatandaşlık haklarına sahip değildiler veya Cumhuriyet ağalık sorununu çözemedi gibi katılmasam bile sorunun kaynağına dair cesur fikirler okumak isterdim. Ahmet Abi Kar Kokusu romanında da solculuk, devrimcilik konularında hep sığ sularda kalmış, faşist pis sağcılardan öteye gidememişti.

Kitabın sonu ile ilgili olarak, ilk defa bir Ahmet Ümit kitabında beğendiğim bir son oldu. Usta polisiye yazarları kadar şok edici, şaşırtıcı bir son değildi ancak hikayenin gelişimi, sondaki katil kim sorusunun cevaplanması diğer kitapları kadar amatör değildi. İlk kitaplarda görülen, kitabın sonunu oldu bittiye getirme olayı bu kitapta yoktu.

Sonuç olarak kitabı çok eleştirdim ancak oldukça beğendiğimi söyleyebilirim. Hem geçmişle bağlantılı bir polisiye roman yazma fikrinin başarıyla uygulanması hem de kitabın sonunun aceleye getirilmeden güzelce yazılması beni oldukça mutlu etti.

Farklı bir nokta olarak, kronolojik sırayla okuduğum yazarın gitgide daha güzel eserler çıkarması konusunda Patasana kesinlikle bir dönüm noktası oldu benim için. Ahmet Abi’nin şöhretini yavaş yavaş hakettiğini düşünmeye başlıyorum, çünkü bu kitap önceki eserlere göre çıtayı biraz daha yukarı taşıdı. Bundan sonra beklentilerim daha da yüksek olacak. Bu kitaba kadar aklımın bir köşesini kemiren “Bu muymuş Ahmet Ümit?” sorusu bu kitapla silindiği için ayrıca mutlu oldum.

Kitaba puanım 7.9

19 Beğeni

Heidi - Johanna Spyri

Başta, anlatımın basitliğinden sıkılsam da inat ederek okudum. Okudukça diline alıştım. İnsanı gerçekten pozitif hissettiriyor. İyimserlik dolu. Gerçek olamayacak kadar iyimserlik var içinde.

Kitapta şehir yaşamının karmaşasıyla doğal yaşamın güzelliğinin kıyaslanması görülüyor. Yazar, hastalıkların nedenini şehir yaşamına atıyor. Sonra gerçek olamayacak - mucize denilebilecek- iyileşmeler oluyor. Son kısımda da bolca, iyi Hristiyan olmak üzerine sözler okudum. İlahiler, dualar, dini öğütler tekrarlandı.

Çizgi dizisiyle de epey benzerlik bulunuyor.

Ayrıca Heidi’yi araştırırken, yazarın bir başka kitaptan intihal yapmış olduğu iddiasını gördüm, hayret ettim. Zaten yazarın başka hiçbir kitabı başarılı olmamış.

16 Beğeni

Silo serisinin yazarı Hugh Howey’den Modern Bilimkurgu öykülerinin yer aldığı Makine Öğrenmesini okudum.

Uzaylılar, Yapay Zeka ve Kıyamet Sonrası gibi daha birçok Bilimkurgunun alt temalarının olduğu 21 kısa öyküden oluşuyor kitap. Ve her öykünün sonunda da yazar bu hikayelerin çıkış noktasına ve o konuyla ilgili fikirlerine yer veriyor.

Benim için farklı bir deneyim oldu diyebilirim. Daha çok eski Bilimkurgu öykülerini okumayı sevsem de Bilimkurgu öykü seçkerine hayır diyemiyorum. Makine Öğrenmesi de eski tarz olmasa da günümüzü daha yakın konuları işleyen öykülere ev sahipliği yapıyor. Hatta bazı öyküleri dizilerden ve filmlerden tanıyabilirsiniz. Ne kadar benzer olsalar da yazarın kendi dokunuşları bu olumsuzluğu gideriyor. Fakat o dizi ve filmlerde Hugh’ın parmağı var mı bilmiyorum ama araştırmak gerekiyor.

Seçkide neredeyse 10 öykü ön olana çıkıyor. Geri kalanları ise biraz karışık ve yer yer sıkıcı diyebilirim. Ama okunmayacak kadar da kötü değiller. Özellikle Silo öyküleri seriyi alma kararımda etkili oldu. Yakın zamanda edineceğim.

En kısa zamanda da Bilimkurgu Kulübünde daha detaylı bir inceleme kaleme alacağım.

Benim puanım 7/10

19 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 01-13 Sarıca 2022
[Okuduğum 332.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 59.betik
[Sarıca (Eylül) ayının ilk betiği]

Gezgin Perde serisinin final sezonu ilk betiğini okuduğumu sezdim çünkü Denizhan ve Dağhan büyüdüğünü görüyoruz. Dağhan ile Selcen evlenmiş ve Dağhan’ın baba olma isteği hatta kardeşi Denizhan’sız Vega Yıldızı’na doğru yolculuk etmesi vs hepsi birer final tadındadır. Gezgin Perde’nin diğer betiklerine göre yetişkinler için yazılmış bir betik olduğu su götürmez bir gerçektir.

Yetişkinler için yazıldığından dolayı olay örgüsü günümüzdeki diziler gibi sıkıcı ve yavaş akıttığı için sürükleyiciliğin esamesi resmen okunmuyordu. Bulutsu’nun merkezine yolculuk normalde eski dizi sürelerine göre onbeş veya yirmi dakika sürerken günümüzdeki dizilerin sürelerine göre resmen bir dizinin ilk yarısının tamamı ve ikinci yarısından on veya onbeş dakikayı işgal ediyor. Heyecanı yitirmeden bence düzeltmesi gereken bir sahnedir.

Öd yolcusu olan yalvaç ve bilge Zülkarneyn (AS), Gog-Magog (Yecüc-Mecüc)'u Dağıstan coğrafyasında setin içine tutsak ettiriyor. Kalem de Ersin Özdil gibi Akyıldız üçlü yıldız sisteminde geçtiğine dair kurgulanmıştır. Zülkarneyn’i uzay ve öd yolcusu olduğunu neye dayanarak böyle kurguladığını anlayamadım. Bu konuda bir açıklama bekliyorum.

Taner Güler’in Uçan Balon öyküsünde üçüncü türle temasını kurgulamıştı. Onları gözle göremediğimiz için hacimsiz ve cinsiyetsiz olup dilediği forma bürünüp o formunun özelliklerini benimsiyor olarak betimlemek bence en mantıklısıdır. Taner Güler’den önce Zübeyir Tokgöz’ün üçüncü türün ışık ve enerjiden yaratıldığını kurgulayarak 2018 yılında Taner Güler’in üçüncü tür algısını anlatan öyküsüne makul bir destek sağladığına inanıyorum.

Öncelikle üzerine basa basa 2078-2079 yıllarında kıyametin kopacağını ön görerek insanlığın bu betikteki gibi Güneş Sistemi federasyonu kurup Mars’a yerleşme düzeyine geleceğini öngöremiyorum. Kristal Çiçeği denilen biyolojik silah kurgusuyla on üç yıl sonra ortaya çıkacak Koronavirüsü salgınına işaret etti ve ileri görüşlü bir kalem olacağına inanıyorum. Kısmen beğendiğim bu betiği okumanızı tavsiye ediyorum çünkü Latince hastalığına kapılmayan bir kalem olduğu için Türk Bilimkurgu Edebiyatı’nın mihenk taşı olacağına gönülden inanıyorum.

resim

Okuduğum Tarih: 13-17 Sarıca 2022
[Okuduğum 333.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 60.betik
[Sarıca ayının 2.betiği]

Hakan Bıçakçı alışılmadık konu, kahraman ve olay örgüleriyle yine bizi başka zeminlerde yolculuğa çıkartmış. Okuması kolay gibi görünen ama biraz üzerinde durarak okunduğunda çok da kolay olmayan hikayeler bunlar. Bildiğimiz absürt tarzın dışında ve arka kapakta vurgulandığı gibi “tuhaf” hikayeler. Genelde rüya- gerçek arasında gidip gelen hikayeleri benzerlik taşısa da kendi içerisinde bağımsız tatlar taşıdığı için onu psikolojik gerilimin önden gelen yerli kalemdir. Kendini okutmayı alışkanlık haline getirme yetisine iyedir,

Herkesin karanlığa gömüldüğü hikayenin kahramanının ihtiyari olarak karanlığı seçmesi gibi tuhaflıklar. Kişiyi aydınlatan bilgeliğin çevresindekilere (b)ulaştırılamaması ve faydalandırılamaması halinde, çaresizce cehaletin mutlu karanlığına karışmak. Bu sağırlık hepimizin bir noktada vardığı o boşvermişlik değil mi?

Kitabın başında yer alan notta belirtildiği üzere, kitapta yer alan 27 öyküden 15’i daha önce, Oğlak Yayınları tarafından basılmış olan Bir Yaz Gecesi Kabusu kitabında yer almış ve bu kitapta yer almadan önce gözden geçirilmiş. Diğer 12 öykü ise ilk kez yayınlanmış. Her biri birbirinden ilginç aslında, pek öyle sıradan hikayeler, sıradan konular değiller. Öyküleri okurken bir çizgi roman okuyormuşsunuz da resimleri eksikmiş hissi yaratıyor, dili oldukça sade, düz ve akıcı. Paranoyalar, kabuslar, korkular, kasvet, hezeyan, iç sıkıntısı… Hikayelerin ana ekseni bunlar. Psikolojik sorunlu karakterler ve gerçeküstü hikayeler. Bazı hikayelerin sonu çok başından belliydi, bazı hikayeler pat diye gereksiz bir sıradanlıkla bitti, bazı hikayeleri ise okurken sıkıldım. Aslında sıkıldım yanlış bir açıklama olur çünkü hikayeler neredeyse 3-4 sayfa uzunluğunda, sıkılmaya vakit bulamadan bitiyor, ona rağmen bittiğinde bu neydi şimdi dediğim hikayeler oldu.

Uykular, kabuslar, hayaller, Deja vu’lar, sanrılar, hayal güçleri iç içe günlük, sıradan yaşamların içinde, hepsi kısa öykülerin içine sığışmış. Bu öyküleri okurken aslında kendinizde eksik yanı yani cesareti hatırlamaya çalışıyorsunuz. Hayatın içinde var olma yarışına daha sımsıkı sarılıyorsunuz. Böylece sıradanlaşan, depresifleşen ve anlamsızlaşan hayatlarımıza yeniden canlılık geliyor. hayat hep son sözü söyler ama bizim de arsız duygularımızın ve cümlelerimizin olduğunu hatırlatıyor bir psikyatris edasıyla Bıçakcı.

İncelemeyi yazarken alıntılama yaptığım okurlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca sürekli öykülerinde pop müziğimizin eserlerini küçümseyen cümleler resmen gözüme batıyor. Kuzum madem bu kadar rahatsızsan Kingston Blader adıyla İngiltere’ye yerleş ve oradaki şarkılarla nirvanaya rahatlıkla ulaşırsın. Pop müziğimizin hakkındaki düşüncelerine hem fikir değilim. Ayrıca yabancı şarkıları reklam etmek bana kültür kabalığı olarak geldi çünkü herkes senin ve diğer kalemler gibi yabancı müzik meraklısı değildir. Biraz bizden olan eserlere yer verirsen incilerin dökülmez. Beğendiğim bu öykü seçkisini okumanızı tavsiye ederim çünkü Türk Psikolojik Gerilim Edebiyatı tanınmasına vesile olmak istiyorum.

2 Beğeni

Kelebeğin Tiranlığı’nı 150. sayfada bıraktım. Okunacak gibi değil.

Yazardan Sürü kitabını okumuş beğenmiştim fakat bu kitapta kullanılan dilin ve anlatımın Sürü ile alakası yok. Bu kadar gereksiz ve don lastiği gibi uzatılmış betimlemelerle, gönderilerle ve anlatılarla başka hiçbir kitapta karşılaşmadım. Kendini göstermek için edebiyat parçalayacağım diye kasan yeni yetme yazarlar gibi karakterin elindeki bardaktan tutun her sahnedeki güneş ışığına kadar “sanki şöyle şöyle şöyle şöyle gibiydi, sanki şunu bunu şunu bunu şunu bunu andırıyordu, sanki şöyle böyle şöyle böyle şöyle böyle gibi gelmişti, sanki şuna buna şuna buna şuna buna benziyordu…” diye uzatıldıkça uzatılıyor ve bu “sanki” ler kitap içinde ana hikayeden daha çok yer kaplıyor. Yapılan göndermeler ve karakterlerin arasındaki konuşmalar da bir acayip, wattpad kitabı gibi hiçbir anlam ifade etmiyor. Ana hikaye o kadar çok gereksiz detay, betimleme ve gönderi ile dallanıp budaklanıyor ki hikayenin ana hattı paramparça olmuş.

Bunlar yetmezmiş gibi bir de bizden kaynaklanan rezaletler var. Sözde editör ve düzelti olarak iki kişinin adı geçiyor fakat ikisi de işlerini doğru düzgün yapmaktan acizler. Kitaba 190 TL fiyat etiketi koymuşlar ama 5 kuruşluk iş yapmamışlar. Silinmesi gerekirken silinmeyip duran kelimeler, bir “Kimmy” bir “Kimmie” diye yazılan isimler ve çok daha kötüsü bir sahne bitip diğeri başlarken orijinal metinde bırakılan satır arası boşluğunun bırakılmayıp devam ettirildiği yerler okumayı eziyete çevirmekten ziyade imkansız hale getiriyor.

Kimseye tavsiye etmiyorum. Paranızı ve vaktinizi boşa harcamayın.

23 Beğeni

Desenize 60 TL’miz boşa gitti.

Ben amazondan iade talebi oluşturdum, iade edeceğim. 1 TL bile vermiş olsam yine iade ederdim. Para ile ilgili değil, bu kadar sorumsuz iş yapılmaz.

3 Beğeni

Haklısınız elbette. Ne yazık ki ben birkaç ay önce almıştım, artık iade edemeyeceğim doğal olarak. İşin kötü yanı ben diğer kitaplarını da almıştım. Umarım onlar da hem anlatım olarak hem de editörlük açısından kötü çıkmaz deyip kendimi avutmaya çalışayım :slight_smile:

1 Beğeni

Okuduğum Tarih: 17-18 Sarıca 2022
[Okuduğum 334.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 61.betik
[Sarıca ayının 3.betiği]

Rahmetli kalemin arabesk kokmayan uzun öykülerinden biriyle karşınızdayım. Bu uzun öykü sayesinde dış görünüşle ve yapılan yanlış hatalarla insanları yargılamayı terk etmemize vesile oluyor çünkü insanı insan yapan dış görünüş ve yapılan yanlış hatalar değil aksine iç dünyasıdır. Fıtratında iyilik olanlar çevresine ışık saçar ve o ışığı ancak görmek isteyenler görür. Bu uzun öykü sayesinde hayatıma dair izler buldum.

Daha önce Cengiz Han’a Küsen Bulut incelemedeki Zafer Yılmaz durumunu yeniden hatırlayalım; Zafer Yılmaz, öğretmen kimliği altında bir sürü kız öğrenciyi kandırarak onların sürekli ırzına geçseydi belki şu an mesleğinde olurdu (!) Toplumun gözönünde terörist duruma düşen bir insanın aslında yargılamak yerine onun hayatlarınızda bıraktığı izlere bakmalısınız. Sevgisizlikle robotlaşan ruhlarınıza canlılık katar onun bıraktığı izler ve yeniden sevgi dolu insan olduğunuzu hatırlarsınız. Ona dedim; “Hiç kimseye kırılıp üzülme. Sen kendini bildikten sonra kimin ne düşündüğü ne dediği seni ilgilendiremez. Başın dik ve göğsünü gere gere dolaş toplumun içinde. Onlar seni kaybetmiş. Sen onları kaybetmedin.”

Uzun öyküyü okurken Turgutlu Şehirlerarası Otobüs Terminali’nde karşımda babacan bir adamla gördüm kendimi. Evet inandığı değerler ve doğrular ışığında yaşayan insan, eğitim camiasında pek sevilmese de Kürşat’ın ricasıyla benimle ilgilendi. Beni tanıdıkça kendini mecburi değil. Gönüllü olarak ilgilendi. Belki de hiç doğmayan erkek evladı ben de gördü. Ne bilim belki de beni sevdi ve merhametiyle yardımcısı olmak istedi. Batı’nın robotlaşmış yüzlerine rağmen içindeki insani ışığa sımsıkı sarıldı. İnanıyorum ki Doğu’da büyümüş olsaydı belki de o içinden gelerek bana sarılıp yanaklarımdan öperdi. Ben de onu bir baba ve dayı olarak gördüm.

Her ne kadar dengesiz bir tavır sergilemiş olsa o Antalyalı arkadaşımın yüreğinde insani değerler var olduğuna inanıyorum. Ona sarıldığımdan dolayı yaptığı davranış belki bazı arkadaşlarım yanlış yorumlasa da ben öyle düşünmüyorum çünkü onun durumunu ve yaşından dolayı geçtiği değişken hormonları döneminin etkisiyle öyle bir davranış sergiledi. Belki benim ona söylememi kabahat olarak gördüğü için değil onun yaptığı davranışın yanlış olduğundan dolayı suçluluk duygusu sezmiş olmasını gururuna yediremediği için ona söylememi kabahat olarak etiketleyip hiç açıklama yapmadan kendince uzak durmak istedi. Elbette de doğrusunu Tanrı bilir çünkü onun iç dünyasını ve onun kalbini görüyor. Biz insanlar onu değerlendirmek ve yargılamaktan öteye gidemeyiz.

Evet! Uzun öykünün bende bıraktığı izler sayesinde hayatımdaki üç insana dair neler düşündüğümü sizlerle paylaştım çünkü toplum gibi düşünmüyorum. Belki sizler de bu uzun öyküyü okuyup hayatlarınızdaki insanları toplumun gözüyle değil içdünyalarıyla değerlendirmenize vesile olur. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

5 Beğeni

HEROIDES

Romalı şair Ovidius, bu şiir derlemesiyle Yunan mitolojisinin arka planda kalmış kadınlarına bir nevi mikrofon uzatıyor. Hayatlarındaki erkeklere yazdıkları mektuplarda kimi aşkını anlatıyor, kimi özlemini dile getiriyor, kimi nefretini kusuyor, kimi üvey oğlunu ayartmaya çalışıyor… Helen, Medea ve Ariadne gibi tanıdık isimlerin yanında daha az bilinen Hero, Hypermenstra, Canace vb. karakterler de var.

Mitoloji, şiir ve romantizm sevenlere tavsiye ederim.

12 Beğeni

TRUMAN CAPOTE/SOĞUKKANLILIKLA

Truman Capote’un meşhur "kurmaca olmayan roman"ı, 1959’da Kansas’ta katledilen bir ailenin hikayesini anlatıyor. Tamamen gerçek bir hikaye olduğu için tanık ifadelerine yer veriyor ama bu kısımlar romanla uyumlu. Yine de normal bir kurgu romana göre gidişat epey yavaş. Bu yüzden kurgu gözüyle bakarsanız akıcılık biraz sekteye uğrayabilir. Ama benim gibi hem polisiyeden, hem gerçek suç hikayeleri ve kriminolojiden keyif alıyorsanız bu kitabı da seversiniz. Çünkü gerçek bir olay kurguya ancak bu kadar güzel uyarlanabilirdi.

20 Beğeni

Kitabın yazım sürecindeki işleyen şöyle de bir filmi vardır, izlemediyseniz tavsiye :smiley:

Hoffman’a Capote rolü ile en iyi erkek oyuncu oscarını getirmesinin yanında sezonunun da üst kalite filmlerindendi, beğendiğim bir filmdir.

6 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 18-20 Sarıca 2022
[Okuduğum 335.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 62.betik
[Sarıca ayının 4.betiği]

Ahmet Mithat’ın kendi doğruları doğrultusunda ders vermek amaçlı yazdığı bir eser. Döneminin ve bir parça bu dönemin düşüncelerini yansıtıyor. Dönemine göre gayet cesur bir eser oluşturmuş yazar. Zira aşk denen duygu, o dönemin penceresinden bakıldığında her ne kadar sadece destanlarda yazılanlardan ibaret olsa da, Ahmet Mithat bu konuda kendisi de bir destan oluşturmaya çalışmış.

Romanın olay örgüsü Dürdane Hanım üzerine kurgulanmıştır. Lakin romanda ki baş karakter Ulviye Hanım namı diğer Acem Ali Bey’dir. Zengin ve maceracı bir dul olan Ulviye Hanım, yalı komşusu Dürdane Hanım’ın hayatını gözlemler. Dürdane Hanım’ın yaşadığı aşk macerasını ve uğradığı ihaneti, onu bu duruma düşüren Mergup Bey’den intikamını nasıl alacağının ele alındığı okurken merak ve heyecanınızın hiç eksilmeyeceği eşsiz bir eser…

Kitapta bir yerde genç kız için eğer kitap okuyor olsaydı insanların hallerini bilip bu kötü hal içine düşmemiş olacağı yazıyordu. Bilmek her zaman yanılmamak için engel teşkil etmiyor ne yazık ki. Ancak okumak yönünde hem kadınları hem erkekleri hedeflemiş olması o dönem şartlarını düşündüğümde dikkat çekici bir husus oldu. Zaten hikaye kadınları konu edinmesiyle eserin hedef kitlesinin kadınlar olduğu anlaşılıyor. Adalet, ceza, mahkumiyet üzerine düşünülmesini, bir suç olayında çok boyutlu bakılmasını teşvik ediyor.

Dürdane Hanım, Acem Ali Bey, Ulviye Hanım, Sandalcı Sohbet ve Gülbeyaz Kalfa’dan oluşuyor karakterler. Sanki her birini Ahmet Mithat Efendi’nin ağzından dinliyormuşçasına bir öykü tadı var cümlelerinde. Ahmet Mithat Efendi’nin eğitici ve bilgilendirici kaleminden dolayı eserleri okurken sıkıcı bulurum. İlk kez bir eserini okurken hiç sıkılmazdım çünkü kalemindeki eğitici ve bilgilendiricilik yok denecek kadar az olmasının yanı sıra Yason Yayınları, bu romandaki kavramları, günümüze uygun hale getirerek sadeleştirmesinden dolayıdır. Editör yönünde ufak tefek hataları yok sayarsak İşbankası Kültür Yayınları Günümüz Türkçesi furyasıyla kıyaslarsak Yason Yayınları üç adım önde çünkü bizi dipnotlara yönlendirmeden kendini okutan eserler sunuyorlar.

Evet! Dizi Uyarlaması köşeme ve kalbime hoşgeldiniz! Öncelikle dizimiz KÖSTEBEK adıyla yayımlanmalıdır çünkü Ulviye Hanım’ın erkek tiplemesi, meraktan doğan köstebek özelliği taşıyor. Andonaki rolü günümüz Türkiye’sinde zengin bir züppe karakterine evrilecektir çünkü hayata ciddi bakmayan bir karakterdir. Dürdane Hanım rolünde Afra Saraçoğlu, Acem Ali / Ulviye Hanım rolünde Ece Çeşmioğlu, Sandalcı Sohbet rolünde Tolga Sarıtaş, Mergup (günümüzde adı Seçkin) rolünde Kaan Urgancıoğlu, Gülbeyaz rolünde Veda Yurtsever ve Memduh (günümüzde adı Mecnun) rolünde Sercan Badur canlandırsa çok güzel bir internet dizisi ortaya çıkar. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum…

1 Beğeni

Aşık Şeytan - Jacques Cazotte

Aşık Şeytan, ilk kez 1772 yılında yayımlanmış fantastik ve gotik izler barındıran bir kısa roman. Yazarı Cizvit eğitimi almış bir burjuva. Ayrıca Fransız Devrimi karşıtı görüşleri nedeniyle de giyotinle idam edilmiş. Bu eser için fantastiğin öncülerinden deniliyormuş.

Kitabın konusu kısaca şöyle; genç bir adam, arkadaşı aracılığıyla ruh çağırmayı öğrenir. Karşısına şeytan bile çıksa ona haddini bildirecek kadar kendinden emindir. Böylece bir ruh çağırır ve gelen gerçekten de şeytan olur. Şeytan, güzel bir kadın kılığına bürünür; bu genç adama aşık olduğunu söyler. Onun peşini bırakmamaya kararlıdır…

Kitap için, içinde yalnız aşk barındırıyor demek yanlış olur. Bence göründüğünden çok daha derin bir içeriği var. Olumsuz tek yorumum sonunu bir noktada belirsiz bulmam. Okuduğum için pişman olmadım. Tavsiye ederim.

Puanım: 10/10

16 Beğeni