Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

resim

Okuduğum Tarih: 19-20 Ekim 2022
[Okuduğum 346.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 73.betik
[Ekim ayının 7.betiği]

Hayaletlerin ve goblinlerin ölümsüz imgeleri, folklor, batıl inançlar ve ulusun gelenekleriyle süslenmiş hikâyeleri bir araya getiriyor. Bu hikâyelere ek olarak da biri Japon şiiri, diğeri Japon Budist atasözleri üzerine iki ilgi çekici çalışmayı okurlarına sunuyor. Daha önce Ay Savaşçısı animesinde youma ve devamını yazarken faydalandığın yokailer dışında engin Japon demonyasına dalmaya hazır mısınız?

Japon ulusunun ruhuna Şintoizm inancı yakışır çünkü doğayla iç içe olan bir ulusun putperestlik anlayışıyla hiç örtüşmez. Budizm, sadece Hint coğrafyasında sınırlı kalmalıdır çünkü Japon toplumunda sırıtan yapay putperestliktir. Nasıl Mısır Paganizmi sadece Eski Mısır’la özdeşleşmişse Şintoizm ise Japonya’yla özdeşleşmiş artık. Bir Japonya hayranı olarak Budizm ile Şintoizm arasında bir seçim yaparsam Şintoizm’i seçerdim çünkü her ne kadar ilahi dine inansam Japonlar o kadar güçlü bir doğa dini oluşturmuşlar ki demonları gerçekten var mı? diye sordurtuyor.

Japonya’da yaşayan insanların ruhlar saf ve iyi iken ölenlerin ruhları ise kötücül ve kurnazdır. Oysa inancımızda yaşayanların ruhları, Dünya’nın kötülükleri ile kirlenirken ölenlerin ruhları ise kabir azabı ve ameleleri doğrultusunda arınıyor ve saflaşıyor. Hatta Dünya’ya gönderilmeyi bekleyen ruhlar saf ve iyicildir. Göktanrı inancında da İslam’da da ölenlerin ruhları, yaşayanlara zarar vermez. Rüyalarına girip onların özlemlerini dindiriyorlar. Japonya’nın hayaletleri ölenlerin ruhları değil cinler teşkil ediyor. Onlar da cin algısı olmadığı için ölenlerin ruhları diye yorumlarlar.

Japonya’da şiirler genellikle edebi bir betimlemeyle iki satırla oluşur. Bir duruma karşı özlemlerini anlatmanın yolu edebi dille betimlerler. Dilimize çevirilirken ruhsuz görünse de orjinalinde şiirsel ve ezgisel bir hava yaratır. Biz de sevdiklerimize Japonlar gibi iki satırın belini kıralım edebi bir şekilde. Ölen arkadaşım için ona duyduğum özlemi; “Gökyüzüne özlemle bakarım her gece. Bir yıldız içtenlikle bana göz kırpıyor. Belki de senin ruhundu, sevgili arkadaşım!..” diyerek Japon şiirini öykünledim.

Budist Japon demonyası olmasa çok güzel bir Japon Fantazyası’na yolculuk yaptıracak bir araştırma betiğidir. Ben de Ay Savaşçısı animesinin devamı yazarken Japon demonlarına ve fantazyalarına dalarım çünkü Naoko Takeuçi gibi Yunan kültürü yerine animenin doğduğu ülkenin kültürüne dalarken bazen de akraba kültürlerin demonlarından da faydalandım. Tütsü oyunu keşke kültürümüze ait bir uyarlama yapsaydık ve arkadaşlarımızla Türkçe olarak tütsü oyunu oynamak dileğiyle bu araştırma betiğini okumanızı tavsiye ediyorum çünkü Japon ve Eski Mısır, bir ilahi din gibi gerçekçi bir pagan kültürleridir.

3 Beğeni

image

Ejderha Cumhuriyeti - Haşhaş Savaşı 2

İlk kitabında gözüme takılan pek çok eksiğine rağmen yine de gayet beğendiğim bir seriye giriş yaşadığımdan Ejderha Cumhuriyetinden beklentim biraz yüksekti, açıkçası aradığım hiçbir şeyi bulamadım. Göz ardı edebileceğim pek çok ilk kitap günahının, başarıya ulaşan Haşhaş Savaşı sonrası gelen devam kitabı ile giderilmesini ve serinin gelişmesini bekliyordum. Ne seride ne de Kuang da bir gelişim görememek hayal kırıklığı yarattı.

Seri kendi içinde bir o yana bir bu yana savruluyor, hikayesi sürekli tutarsızlıklarla ilerliyor. Ejderha Cumhuriyetinin başında aykırı kanun kaçaklarını oynarken sonra yozlaşmış imparatorluğa cumhuriyet getirmeye yola çıkıyoruz ama biterken ezilen halkların sesi olmaya doğru geçtik bakalım üçüncü kitapta neleri kurup devireceğiz :slight_smile: Hadi büyük resme takılmayalım desem, bu resmin büyük oyuncularının hepsi kendi içine tutarsız. İmparatoriçeden, Vaisra’ya ya da diğer savaş lordlarına siyasi ve stratejik her kararda yavanlık ve açıklar var.

Bunlara takılmayalım eğlencemize bakalım desek de bu sefer ana karakterimiz Rin’in tutarsızlıkları bir yerden sonra dayanılmaz olmaya başlıyor. Rin’in hiçbir kararı, hiçbir eylemi bir önceki ile bağdaşmıyor. Komutan olup üst düzey stratejik toplantılardan çat düz askerliğe, çat herkese kafa tutarım moduna hop oradan savunmasız kıza ya da yine kaçak yaşamaya… Aldığı rollerle, yaptığı görevlerle, tecrübeleri ile gelişip olgunlaşmasını beklerken sürekli farklı bir Rin hezeyanı ile karşılaşmak beni çok yordu açıkçası. Kitay ve 1-2 yan karakterin olay akışına katkıları olmasa ne olurdu bilemiyorum.

Sınavla özenerek ülkenin her tarafından alınan seçilmiş gençlerin, dehası ile öne çıkacak elit askeri subaylara dönüştüğü bir akademi okuyarak başlamıştık bu seriye. Yani verilen altyapıya göre sadece bizim ana karakter gençlerimizin değil bu ülkedeki tüm üst düzey general ve komutanların sayılı dehalar olması lazım. Ne yazık ki kitaptaki her savaş sahnesi, her taktik, her askeri hamle basit ve yüzeysel kalıyor. Ara ara 1-2 mucize icat çıkarıp bu çocuklar da çok zeki yapmaya çalışmış yazar, ama o vilayetlerin başındaki adamlar mal mal hareket ederken olmamış maalesef. Kitabın tüm ana akış hikayesi nehirde bir yukarı bir aşağı ordular savaşı yönlendirmesi ile geçtiği için de beni tatmin etmeyen bir diğer büyük etmen oldu bu da.

Kitabın olumlu tarafı ilk kitap gibi akıcı ve basit anlatımı olmuş. Biraz daha karakter odaklı okumayı seven okurlar, karakterlere daha duygusal bağlananlar, duygu yoğunluğu yaşatacak ufak twistleri sevenler falan daha fazla zevk alacaktır kitaptan. Evren, yaratım, ince detaylar, girift olay örgüleri gibi şeylere odaklanmayı sevenlerin beklentiyi çok minimumda tutarak okumasını tavsiye ederim. Üç günde bitirmeyi düşündüğüm kitap 3 hafta elimde süründü benim, açıkçası son kitabını da almamış olsam seriyi bırakabilirdim ama buraya kadar gelmişken sonunu da görelim yapacağım sanırım.

20 Beğeni

Georges Perec - Doğdum

Öncelikle sayın YKY bu nasıl bir kapak?

Sonralıkla, güzel bir kitap. Perec’e ait mektuplar, söyleşiler, notlar ve ufak otobiyografik öykülerden oluşan on bölüm var. Ben okurken keyif aldım. Bir iki bölümde ne okuyorum ben oluyorsunuz ama uzun sürmüyor. Perec seviyorsanız ya da merak ediyorsanız tavsiye ederim.

Not: Bu adam en üzüldüğüm yazarlardan biri. Yaşamı sebebiyle. Ne hayatlar ne hayatlar.

1000kitap linki

11 Beğeni

image

13 Beğeni

Charlotte Perkins Gilman - Sarı Duvar Kağıdı

Karanlık kitaplığa son derece yakışan, güçlü bir klasik.

Feminist kitaplar arasında adı geçen Sarı Duvar Kağıdı aslında kısacık bir öykü. Feminist bakış açısından ziyade, buhranlar yaşayan, deliliğin kıyısındaki bir kadını konu alıyor. Birinci şahıstan anlatılan hikayede anlatıcı da hiç güven vermiyor. Yine öykünün finalindeki Jane ismi kafa karıştırıcı bir detay olarak göze çarpıyor.

Kitapta üç kısa öykü daha mevcut. Bunlardan özellikle Sallanan Sandalye oldukça ilgimi çekti zira arkadaşlık konusuna çok farklı bir yaklaşımı var.

Gilman Kadınlar Ülkesi eseriyle de tanınan bir yazar. Bu kitabı da kesinlikle okunması gerekenlerden.

1000kitap linki

18 Beğeni


MÜLKSÜZLER

Urras ve Anarres adında iki gezegen var. Urraslılar için Anarres Ay. Anarresliler de ise bu durumun tam tersi. Urras verimli toprakların olduğu bir gezegenken Anarres ise çorak toprakların bulunduğu bir gezegen. Urras ta kapitalist ve sosyalist yapılanma var iken Anarreste Anarşizm var. Kitabın ana karakteri olan Fizikçi Dr.Shevek Anarşizmin hüküm sürdüğü Anarreste bilim insanı. Bir bilimsel kuram için gezegeni terk edip kapitalist ile sosyalist insanların gezegeni olan Urrasa gidiyor. Urras gezegenindeki yaşadığı olayları günümüz gözüyle Anarres gezegenindeki yaşadığı olayları geçmiş gözüyle okuyucuya aktarılmış ve böylelikle her iki gezegenin fiziki, sosyolojik, kültürel anlamla da tanıyabilmişiz. Ancak yazar bunu yaparken akıcılığa biraz darbe vurmuş gibi olmuş çünkü eserin dili ve konusu epey ağır. Zaten bu eseri okuyanlar çoğu yarıda bırakıyor ben de dahlim buna bu benim ikinci okuyuşum. Her neyse okunabilir mi bu eser tartışılır. Sıradan bir bilim kurgu eseri olarak bakmamak gerekiyor kitap gerçekten ağır ve sıkıcı. Bu kitap okunacaksa stressiz, sıkıntısız bir zamanda okumak doğru olur ve yazara da kesinlikle bu eserden başlamayın. Mesela ben ilk olarak yazara bu eserle başladım ve hata yaptım Ursula’ya karşı bir ön yargım oluştu. Yerdenizi bile okumaya çekinir hale geldim. Puanım 10/6.

14 Beğeni

SELECTED STORIES OF PHILIP K. DICK

Ustanın yapay zeka, soğuk savaş ve distopya başta olmak üzere çeşitle konularda yazdığı; yaratıcılık ve paranoya dolu 21 öyküsünü içeriyor. Ortalama kalite olarak okuduğum ne iyi derlemelerden biri. Özellikle beğendiklerim ise:

Second Variety: Amerika ve Sovyetler arasındaki savaş dünyanın çoğunu enkaza çevirmiştir. Amerikalıların son çare olarak icat ettiği savaş robotları bilinç kazanıp kendi planlarını uygulamaya başlar.

Upon the Dull Earth: Başka bir boyuttan varlıklarla konuşabilen Silvia onlara katılmayı planlıyordur. Kocası ve ailesi ise onu bundan vazgeçirmeye çalışıyordur. Silvia bir gün kazara diğer boyuta geçer, ve kocası onu geri getirmek için her yolu denemeye başlar.

Autofac: Dünya Savaşı esnasında tüm fabrikaların kontrolü geçici olarak bir yapay zekaya bırakılmıştır. Fakat savaş bittikten sonra bir hata sonucu yapay zeka kontrolü bırakmaz. Bu endüstri ağı, tüm dünyaya yayılıp doğal kaynakları tüketmeden insanların yapay zekayı durdurmaları gerekiyordur.

Minority Report: Yeni bir sistem sayesinde işlenecek cinayetler önceden tahmin edilebiliyor ve suçlular henüz suçu işlemeden tutuklanıyordur. Bu sistemin öncüsü olan polis müdürü bir gün kendisinin bir cinayet işleyeceğine dair bir rapor görür. Bunun bir komplo olduğuna emindir ve tutuklanmadan önce adını aklamanın bir yolunu arar.

Precious Artifact: Dünyalılar, uzaylılarla olan zorlu savaşlarını kazanmıştır ve nüfusları hızla artmaktadır. Milt, insan yerleşimi için Mars’ı hazırlayan onlarca çevre mühendisinden biridir. İşi bittiğinde Dünya’ya gidip savaşın sonuçlarını gözüyle görmek ister. Çünkü Dünyalıların aslında savaşı kaybettiğini ve onlara bu işi yaptıranın uzaylılar olduğundan şüpheleniyordur.

Electric Ant: Poole geçirdiği bir kaza sonrası kendisinin aslında bir insan değil de organik bir robot olduğunu keşfeder. Vücudunu kurcalarken Algı İşlemcisi’ni keşfeder Poole, gerçeklikle ne kadar oynayabileceğini test etmeye başlar.

The Exit Door Leads In: Bibleman bir otomattan yemek siparişi verirken yanlışlıkla dünyanın en seçkin askeri üniversitesine kayıt olur. Üniversiteye katılmak zorunludur, ve dahası Bibleman ilk gününde keşfetmemesi gereken bir askeri sırrı keşfeder.

Rautavaara’s Case: Uzayda bir kaza geçirip ölmek üzere olan Rautavaara’nın beyni uzaylılar tarafından kurtarılır. Rautavaara, Tanrı ve ahiretle ilgili hayaller görmeye başlayınca, uzaylılar da kendi Tanrı ve ahiret anlayışlarını bu beyne yükleyerek deneyler yapmaya başlar.

17 Beğeni

Japon Klasikleri 16: Kuzeye Giden İnce Yol, Matsuo Başo

“Kuzeye yapacağım bu yolculuk ansızın belirmişti zihnimde. Bu uzun yolculuk elbette kolay olmayacaktı, saçlarımı bile kırlaştıracak bir zorluğu ve zahmeti göze almıştım. Öyle bile olsa, şimdiye kadar hep duyduğum fakat hiç gitmediğim yerleri ziyaret edip sağ salim geri dönebilmek, bir şair olarak beni çok mutlu edecekti.” (s. 19)

Japonya’nın ve dünyanın en önemli haiku şairlerinden Matsuo Başo’nun ‘’Kuzeye Giden İnce Yol’’ adlı eserini İthaki Yayınları’nın ‘‘Japon Klasikleri Dizisi’’ sayesinde okuma fırsatı buldum. On yedinci yüzyıla damgasını vuran, günümüze kadar korunabilmiş ünlü bir yapıtı elime almak ve incelemek hoş bir deneyim oldu. Kitabın çevirisi ise Okan Haluk Akbay tarafından yapılmış; Japoncadan birçok eseri dilimize kazandıran Akbay, Japonya’nın halk hikayelerini, deyimlerini ve atasözlerini bizlerle buluşturmuş. Bu bağlamda iyi bir çeviri okuduğumu düşünüyorum. Kapak illüstrasyonu Şotei Vatanabe, tasarımı ise Hamdi Akçay’a ait; gerçekten bayıldım kapağına. Temayla uyumlu olmuş.

Haiku hakkında bilgim olmadığı halde bu kitabı okumaktan keyif aldım. Şairin gezi yazıları da haiku türünde yazılmış şiirlere eşlik ederek ilerliyor. Bu türde yazılmış şiirler, doğanın güzelliklerinden beslenmiş kısa ve öz betimlemelerden oluşuyor.

Geçip giden ilkbahar

Yas tutan kuşlar

Ağlaşan balıklar

(s. 17)

Okurken size pek bir şey ifade etmediğini düşünebilirsiniz belki, ama bu türün ustası olarak kabul gören Başo gezdiği ve gittiği yerlerde saygıyla karşılanmış. Kendisinden şiir yazılması istenmiş ve hocalık bile yapmış.

“Yörede yaşayanlar bana, ‘Kendilerince haiku yolunda ilerlemeye çalıştıklarını ancak yeni üslubu mu yoksa eski üslubu mu takip etmeleri gerektiğini bilemediklerini,’ söyleyerek benden yardım istediler. Onların isteğini kıramadım ve onlara yardımcı olacak bir kitapçık hazırladım. Bu yolculuğum, böylelikle haiku hocalığı gibi bir biçim de almış oldu!” (s. 70)

Haiku türünde gördüğünüz gibi bir eski-yeni çatışması var ve üslup farklılığı gibi bir durum söz konusu. Japon edebiyatı ve daha başka her şey için modernleşme yolunda ilerleme ve değişim adımları atılıyor. Bu adımlardan Japonya da payını almış durumda. Meici Dönemi’nden bir öncesi olan Edo Dönemi’nde (1603-1868) bu adımların tohumu atılıyor. Adını Tokyo’nun eski isminden alan Edo Dönemi, ne kadar geleneksel bir toplum olursa olsun modernleşmenin ve değişimlerin hız kazandığı bir zaman aralığı olmuş. Meici Restorasyonu’ndan (1868-1912) sonra ise daha fazla şey yapılıyor modernleşmeye dair. Şairin yaşadığı dönem de Edo’yu kapsıyor bu arada.

Birbirinden farklı metinlerden oluşan gezi yazılarını okumadan önce Matsuo Başo’nun ilginç hayatını bilmek gerek bence.

1644 yılında samuray kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bir zaman sonra babası öldükten sonra Todo Yoşitada adlı bir samurayın hizmetine girdi ve bu samuray sayesinde şiire ilgi duymaya başladı. Yirmili yaşlarının başında ilk şiir kitabı yayımlandı. Yoşitada vefat ettikten sonra bu aileden ayrıldı ve Edo’ya (Tokyo) yerleşti. Kendisini şiire verdi ve önemli şairlerden dersler aldı. Haiku türünde uzmanlaşan Başo, öğrencileri tarafından yapılan bir kulübede inzivaya çekilerek Zen öğretisine odaklandı.

1684 yılında dört büyük yolculuğunun ilkine çıkarak maddi hayattan uzaklaşmak istedi. Amacı ise manevi bir yolculuktu; ruhunu tatmin etmek ve insan hayatının karmaşasından kaçınmak için bu yolculukların iyi bir fikir olduğunu düşündü. Edebi hayatı için en büyük adımını atmış oldu böylece. Öğrencisi Sora ile birlikte 1689 yılında Honşu’nun kuzeyine doğru yaptığı yolculuk 156 gün sürdü ve bunların sonucunda Kuzeye Giden İnce Yol’u yazdı. 1694’te hastalığı sebebiyle Osaka’da hayatını kaybetti.

Matsuo Başo’nun yolculuğu tehlikelerle dolu olmasına rağmen geçmişin tarihi kalıntılarına ulaşmanın çabasının onun nasıl mutlu ettiğini ve sonunda bunları gözleriyle görebilmenin onun için ne kadar büyük bir nimet olduğunu okuyoruz.

Dağlar aşınmış, ırmaklar yönünü değiştirmiş, yollar değişmiş, kayalar toprağa gömülmüş, yaşlı ağaçların yerini yenileri almış. Zaman ilerledikçe ve devir değiştikçe, meşhur yerlerin kalıntıları birer birer tarihe karışıp gidiyor. Bununla birlikte, bin yıl öncesine ait bu taş anıt bize eski insanların yaşayışını gösteriyor. Böyle bir anıtı görebilmek, hiç kuşkusuz bu zahmetli yolculuğun bir semeresi ve uzun bir ömrün nimeti. Bu taş anıt, bana yolculuğun tüm yorgunluğunu unutturdu ve bu ânın mutluluğuyla gözlerimden sevinç gözyaşları süzüldü. (s. 52)

Tapınakların mistik havası ve rahiplerin yaşadığı sakin hayatın izleri kalbini ferahlatıyor resmen. Bazen kaldığı hanlarda ve yerlerde bir haiku görüyor ve o kadar etkileniyor ki, o da birkaç dize yazıp bulunduğu yere bırakıyor. Şairler ya da haikuları yazan her kimse artık, böylece bir akım başlatmışlar aslında. Edebiyatın verdiği huzurla bir etkileşim haline girmişler. Başo da katkılarını sunmuş bu etkileşime.

Doğanın ve mevsimlerin güzelliğinden dolayı kendinden geçen Başo insanların fani hayatı karşısında oldukça hassas. Tabiat kalıcılığını sürekli devam ettiriyor, peki ölümlü insanlar?

Tapınağın yakınındaki çam ormanında, ağaçların arasında, sağa sola dağılmış mezarlar gördüm. Mezarları seyredince düşündüm: Kimler çekip gitmemişti ki bu dünyadan? Yan yana uçan kuş çiftleri gibi, dalları iç içe geçmiş ağaçlar gibi birbirine sonsuza dek aşk sözü vermiş olan erkek ve kadınlar bile günü geldiğinde birbirinden bu şekilde ayrılıyordu. Böyle düşününce kelimeler boğazımda düğümlendi. (s. 53)

Matsuo Başo’nun gezi yazılarından oluşan metinler maalesef kısa kısa yazılmış. Daha fazla detay ve olay okumak isterdim. Mekan ve kişi isimleri biraz karmaşık çünkü yazar sürekli yer değiştiriyor; yeni yerler görüyor ve başka insanlarla tanışıyoruz. Dağdan dağa, köyden köye devam eden bu uzun yolculuk, Başo’nun hastalığıyla, tehlikelerle, soğukla baş etmesini de ele alıyor. Ölümü bile göze almış Başo.

Kendi kendime “Çıktığın bu yolculuğun dere tepe, dağ taş yürüyerek ilerleyeceğin bir yolculuk olduğunu asla unutma! Ölümü bile göze aldığını unutma! Olur da yolculuk sırasında ölürsen, bu da senin kaderinde olan bir şey!” dedim. (s. 44)

Arada bir bulunduğu yerlerle ilgili yazdığı şiirlerle sizi alıp başka bir yere götürüyor sanki. Samuray kökenli bir ailede doğması ve yine bir samuraya hizmet etmesi yaşantısının temel anlamını oluşturmuş aslında. Karakteri ve görüşleriyle ‘’saygın bir insan’’ portresi çiziyor eserinde; saygın biri olduğu da belli, çünkü birçok yerde adına yapılmış anıt bulunuyor. Eskilerin dediklerini önemsemiş ve tavsiyelerine kulak vermiş sanırım.

Eskiler şöyle der: “İnsan, insan olabilmek için mücadele etmeli ve sadakatini korumalıdır. Eğer böyle yaparsa hak ettiği ünü kendiliğinden kazanır.” Gerçek tam da eskilerin söylediği gibi! (s. 55)

Kitabın girişinde eserle ilgili ayrıntılar ve yazarın kronolojisi çok hoş bir bilgi alanı olmuş, okumadan geçmemelisiniz. Başlamadan önce ve bitirince tekrar tekrar okudum.

Neticede her anlamda değişik ve güzel bir kitaptı, iyi ki okumuşum. Japon klasikleri seven arkadaşlara şiddetle tavsiyemdir. 1000kitap uygulamasında 6.5 puanı hak edecek ne yaptı bilmiyorum :slight_smile: Benim puanım 8/10

Başo hakkında 5 kısa bilgiye bakmak isterseniz: Oggito

İncelememi yayımladığım platfromlar:
Wannart
Bubisanat
1000kitap

23 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 20-24 Ekim 2022
[Okuduğum 347.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 74.betik
[Ekim ayının 8.betiği]

Peyami Safa’nın ölümsüz eseri; 1992 ve 2013 yıllarında iki defa dizi uyarlaması yapıldı. Romanı okurken genellikle karakter gözümünde 2013 oyuncularıyla canlandı. 1992 dizi uyarlamasını ilk kez Mehmet SAMSAKÇI ve Şeyma Gül KARAÇAM’ın birlikte yazdığı “Fatih Harbiye Uyarlamaları Etrafında Romandan Televizyona Uyarlama Meselesi” adlı makale sayesinde öğrendim. İncelemede bazı noktalarda bu makaleden alıntılama paragraflar yazacağım çünkü 2013 dizi uyarlamasını baştan ayağı izlemediğim için oradan faydalanacağım.

1992 yılında TRT tarafında dört bölümlük bir dizi uyarlaması yapıldı. Girişte bahsettiğim makaleye göre bu dizide orijinal metne büyük oranda sadık kalınarak metinlerdeki diyaloglar bütünüyle diziye aktarılmış. Başrollerde Tolga Savacı (Şinasi), Aydan Şener (Neriman) ve Yusuf Sezgin (Macit) oynarken 21 yıl sonra Koliba Film tarafında yeniden diziye uyarlaması yapıldı. Bu sefer modern İstanbul’da geçen dizide Kadir Doğulu (Macit), Neslihan Atagül (Neriman) ve Yunus Emre Yıldırımer (Şinasi) başrolleri paylaştı. Bu dizide Gülter karakteri Neriman’ın halası olarak kurgulanmış. Ayrıca Neriman’ın akranı olan Nezahet karakteri; bu dizide Şinasi’nin ablası olarak yeniden kurgulanmış. Romanı okurken Nezahet’i Gökçe Akyıldız olarak hayal ettim çünkü Akyıldız, gerçek hayatta Atagül’le yaşıttır. Akyıldız, bu dizide kurgusal kız kardeş Aslı’yı canlandırmıştı.

Neriman’ın Şinasi’ye tamamen döndürmesine vesilen Rus kızın hikayesi; romanda Neriman’ın dayı kızları tarafında aktarılan öyküyken 1992 dizi uyarlamasında ikinci hikaye olarak gösterilmişti. Bu öykü; 2013 uyarlamasında hiç değinmemiş çünkü bu dizi uyarlamasında Neriman ile Macit evlenmiştir. Senarist, bu durumu şu sözlerle ifade etmektedir:

Senaryonun yazıldığı zamanın ruhu ile eserin yazıldığı zamanın ruhunun çatışması doğaldır. Zaman ‘dönemin’ insanlarını, coğrafyayı, şehirleri, üretim araçlarını, parayı kazanma ve harcama biçimini, ilişkileri değiştirmiştir… Bugünün insanına, dünün insanın yaşam biçimini, tercihlerini inandırmak fazlasıyla zorlama kalabilir. Bu yüzden ben tercihi Neriman’a bıraktım… Birbirimizin elinden tuttuk… Senaryoda vücut bulan Neriman’ın hikayesi Şinasi ile başlasa bile Macit’le bitmek zorundaydı.” Bu konu hakkında fikrimi sorsanız bence dizi sırasında Kadir Doğulu ile Neslihan Atagül arasında aşk doğduğu ve Doğulu da ilk zamanlar kıskanç olduğu için Atagül ile Yıldırımer arasında yakınlaşmalar olmasını istemedi.

2013 dizi uyarlamasında; romanda kendilerinden çok bahsedilmeyen Neriman’ın dayısı kızlarına dizide genişçe bir yer verilmiş. Büyük kız Pelin, dizide kötü bir karakter olarak kurgulanırken Macit ile çocukluk arkadaşıdır ve ona yıllardır âşıktır. Hırslı ve duygudan yoksun bir tip olan Pelin, Neriman’a daima tepeden bakmaktadır. Fakat Macit, kendisini değil Neriman’ı seçmiştir. Dolayısıyla Pelin bunu kaldıramaz ve intihar eder. Bu örnek, modern insanın psikolojik buhranlarının, hırslarının, saplantılarının bir göstergesi olarak diziye aktarılmıştır. Senarist; kadın istismarı meselesini romanda hiç var olmayan bir ka- rakter üzerinden, ikincil bir hikâye olarak vermiştir. Bu hikâye Şinasi’nin küçük kız kardeşi Aslı’nın hikâyesidir. Aslı, aynı mahalleden arkadaşı olan Emre tarafından tecavüze uğramıştır. Fakat bunu ailesinden saklamaktadır. Daha dizinin ilk bölümünde Aslı’nın hikâyesi dramatik bir biçimde izleyiciye anlatılmaktadır. Aslı’nın annesi kızının durumunu öğrenir ve ona bekâret kontrolü yaptırmak ister. Bu sahnenin dramasının, izleyicinin dikkatini günümüzde hala yaşanmakta olan bir gerçek hikâye olarak çekilmek istendiği için bu kadar yüksek tutulduğu söylenebilir. Dizinin devamında ailesi, “namusunu kurtarmak” maksadıyla kızlarını zorla tecavüzcüsüyle evlendirir. Fakat ilerleyen bölümlerde bu epizodun - örnek teşkil etmesi adına - farklı bir yöne çekildiği söylenebilir. Aslı, ailesinin de desteğini arkasına alarak zorla evlendirildiği ve türlü eziyetlerine maruz kaldığı Emre’den ayrılır. Senaristin, romanda hiç bahsi olmayan bu hikâyeyi ikincil bir hikâye olarak vermesinin bilinçli bir hareket olduğu söylenebilir.

Bu incelemeyi yazarken çoğunlukla faydalandığım makalenin künyesi vererek tellif haklarına maruz kalmak istemiyorum çünkü bir makale yazılırken ne zorluklar çekildiğini anlıyorum. Bana sorsanız dizi mi roman mı? Yanıtım 2013 dizi uyarlaması olur çünkü Şinasi karakteri hiçbir zaman cesur bir aşık olmadı ve Neriman’daki değişme sessiz kalarak korkak bir aşık olarak izleyicilerin gözlerinin önünde kötü bir algı yarattı. Ötüken Neşriyyat’a bir önerim olacaktır; Peyami Safa’nın eserleri günümüz Türkçesi baskıları yapmasını rica ediyorum çünkü yeni nesil olarak Osmanlı Türkçesi konuşmadığımız gibi dipnotları okuya okuya romanın içine giremiyoruz.*

*Samsakçı, M. & Karaçam, Ş. G. (2019). Fatih-Harbiye Uyarlamarı Etrafında Romandan Televizyona Uyarlama Meselesi . Dil ve Edebiyat Araştırmaları, 20 (20), 85-104.

1 Beğeni

Zorba - Nikos Kazancakis

Özgün adıyla Alexis Zorbas’ın Hayatı ve Maceraları, ilk defa 1946’da yayımlanmış. Kazancakis önsözde Zorbas’ın (Georgios Zorbas) gerçekten tanıştığı bir kişi olmasından ve kendisini hayatı boyunca ne denli etkilediğinden bahsediyor.

Kitaptaki olayları isimsiz anlatıcıdan öğreniyoruz. Diğerleri onu “Patron”, “Kağıt Faresi” gibi sıfatlarla niteliyor. Anlatıcı okumuş etmiş, biraz da ümitsiz bir genç adam. Dinlenmek için kitaplarını bırakarak Girit adasına gitmek ister, oraya giderken Zorba ile karşılaşır ve esas hikaye böyle başlar.

Zorba hayata sıkı sıkı sarılan, her şeyi uçlarda yaşamayı seven bir ihtiyar. Bazen sözcükler kendisine yeterli gelmez ve çıkar raks eder. Canı istedi mi santurunu çıkarıp çalar.

Zorba son derece eğlenceli, farklı ve renkli bir karakter. Hayata, ölüme, tanrıya, insanlara olan tutumlarını okumak gerçekten güzeldi. Olayların gelişimini ise hayretler içinde okudum. Yazar birçok şeyi başarıyla gösteriyordu. Ölen birinin ardından insanların yaptığı tutumlar, aç gözlülükler ürperticiydi…

Tek bir şey hoşuma gitmedi. Bir ara kadınlarla ilgili aşağılayıcı söylemler okudum. Ama sonra fark ettim ki karakter çelişkiler yumağı içinde. Kadınları aşağılıyor ve aynı karakter yine onları çok seviyordu.

Kitabı beğendim. Bir ara beğenmeyeceğimi düşündüm ama öyle olmadı.

Puanım: 8/10

20 Beğeni

Jules Verne - Kaptan Grant’ın Çocukları

Olağanüstü Yolculuklar serisinin 2. kitabı olan Kaptan Grant’ın Çocukları ile Jules Verne yolculuğuma devam ediyorum. Jules Verne sevdiğim, ben macera yanıma hitap eden güzel kitapların yazarı. Bir ömür boyu yavaş yavaş kitaplarını hayatıma eşlik edecek gibi hissediyorum.

Öncelikle kitabı hem okudum hem dinledim. Okurken kitaptaki çizimler çok hoşuma gitti, ancak işe gidip gelirken araba kullandığım için arabada storytel üzerinden dinledim. Beni bu storytel dünyasına soktuğu için @isos81 üstada ayrıca teşekkür ederim. Storytel uygulaması üzerinde Erdem Akakçe inanılmaz güzel okumuş kitabı, özellikle Paganel denilen nevi şahsına münhasır karakteri ayrı bir zevkle seslendirmiş, kitabı seslendirirken adeta bir radyo tiyatrosuna çevirmiş.

Kitabın hikayesine gelecek olursak, Buzlar Sfenks’inde olduğu gibi yine açık denizlerde geçen, soluksuz ve güzel bir macera ile karşı karşıyayız. Kitap kendine has çok güzel karakterler içeriyor. Jules Verne kendi üslubunda neredeyse her detayı anlatıp olayları gözünüzde canlandırmanıza yardımcı oluyor. Gemilerde artık sayısını bilmediğim kadar farklı direk ve yelken olduğunu bu kitaplar sayesinde öğreniyorum. Okyanuslarda gidilen ada ve karaların da detayları bir hayli kitapta belirtilmiş. Sadece birkaç yerde bu detaylardan sıkıldığımı söyleyebilirim.

Kitapların yazılış zamanına baktığınız zaman, coğrafi ve bilimsel tutarsızlıklar olması çok normal, ancak benim hayran kaldığım, Verne çağını çok iyi takip edip, her yeni teknoloji ve bilgiyi kitaplarına aktarabilmiş bir yazar.

Hikaye konusunda çok fazla detaya girmeden belirtmek istediğim, hikaye her ne kadar basma kalıp olsa da, dikkatli okuyucular katil kim sorusunu cevaplayabiliyor.

Kitabın eksik bulduğum tek noktası , bazen sayfalarca ada detayları anlatılırken, çok önemli olayların birkaç cümlede geçirilmesi oldu.

Kitapta ayrıca İngilizlerin yaptığı sömürgecilik faaliyetlerinin çok üzerinde durulmuş, konular doğru olsa da Fransa gibi bu konuda sicili çok temiz olmayan bir ülkeden çıkan bir yazarın İngilizleri bu konuda çok eleştirmesi pek adaletli olmuyor.

Sonuç olarak, kitap oldukça güzel bir akışa ve hikayeye sahip ve size güzel bir macera sunuyor. 740 sayfa olarak biraz kitap haddinden fazla uzun olmuş ancak olaylara kendinizi kaptırırsanız sıkılmamanız olası.
Kitaba puanım 8/10

18 Beğeni

Beğenmene sevindim üstat. Ben de deneme sürümü ile başladım, okumadan çok dinler olunca da yıllık abonelik yaptım. :slight_smile: Bence herkes en azından deneme sürümü ile bi test etmeli kendini. Araç kullanırken, spor ya da yemek yaparken çok güzel eşlik ediyor.

Akakçe gözü kapalı seçeceğin seslendirme sanatçılarından. Balonla Beş Hafta da mesela nefistir.

Sıradaki kitabını seçerken zorlanırsan Alper Canıgüz’den Oğullar ve Rencide Ruhlar ile Sezgin Kaymaz’dan Kün’ü tavsiye ederim. Biraz sert olsun dersen de elbette Hakan Günday. :slight_smile:

4 Beğeni

image
Hakan Günday - Az

Az’ı okudum. Kitabın konusunu okuduğumda genel olarak beğeneceğimi ama hayran bırakacak bir eser olmayacağını düşünmüştüm. Kitabın ilk yarısında da bu düşüncemi doğrulamıştım ama ikinci yarısında Hakan Günday beni tekrar yanıltmayı başardı ve kitaba hayran kaldım.

Kitapla ilgili çok fazla şey yazmak istiyorum ama spoiler vermeden anlatmakta zorlanacağım için anlatmamayı tercih ediyorum. Kitapla ilgili söyleyebileceğim tek şey bu kitaptan tam anlamıyla keyif alabilmek için Oğuz Atay’ın eserlerini ve hayatını hatmetmiş olmak gerekiyor çünkü yazar bu kitabını adeta Oğuz Atay’a olan hayranlığını ve sevgisini göstermek için yazmış.

Not: Kitapta, Oğuz Atay’ın hayatından ve eserlerinden bahsedilse de eserlerine dair spoiler yer almamaktadır.

15 Beğeni

Üstat çok teşekkürler. Alper Canıgüz’ün tüm kitapları var elimde. Storylde biraz daha kitaplarının birikmesini bekliyorum. Ondan sonra hepsini sırayla dinlemek istiyorum.

Hakan Günday konusunda Kinyas ve Kayra elimde mevcut. Yazar çok övülüyor ama sanki böyle yeraltı edebiyatı olduğu için buhranlı kitapmış gibi geldiği için başlamıyordum. Ama senin tavsiyelerine uyarak yakın zamanda başlayacağım.

1 Beğeni

Okuduğum Tarih: 24-26 Ekim 2022
[Okuduğum 348.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 75.betik
[Ekim ayının 9.betiği]

16. Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad’ın kızlarının Moğollar’dan kaçıp Sahipatalı Beyliği’ne sığınıp orada Afyonkarahisar halkına hayırlı işlerde bulunarak onların gönüllerinde "Kadınana"lığa yükselişinin romanıdır. Bu romanda kalemde Okay Tiryakioğlu’nun izlerini görünce birazcık şaşırdım ve hayal kırıklığına uğradım. Ona rağmen yörenin bu kadar güzel tanıtan bir kaleme rastlamadım.

Anadolu Selçuklu Devleti; Türkiye’nin monarşi dönemindeki ikinci Türk Hanedanı’dır. Türkiye’nin kuruluşunu Anadolu’yu kesin Türk yurdu haline getiren Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu kabul etmeliyiz çünkü Anadolu; 1071 yılından beri kesintisiz olarak Türk yurdudur. Anadolu Selçuklu tahtına oturan son sultan ise V. Kılıç Arslan (1308-1315). Ayrıca II. Kılıç Arslan, 1157 yılında Anadolu tahtına oturarak Türkiye yönetimi Süleymanşah (Anadolu Selçuklu) Hanedanı’na geçti. Yani Büyük Selçuklu Devleti; Karahitaylılar tarafında yıkılsa da Süleymanşah Hanedanı, Türkiye Tarihi’ni yazmaya devam etti. 1315 yılından sonra ise Osmanlı Hanedanı, Anadolu’da söz sahibi oldu. Yani Selçuklu torunuyuz. Onlar ise bize Anadolu’yu yurt olarak bıraktılar. Onların mirasına sımsıkı sarılalım.

Anadolu İkinci Türk Beylikleri döneminde Anadolu Türkleri’nde aşırı Araplaşma ve Farslaşma yoktu. Anadolu Türkleri; Müslüman olduğu halde Türk adlarından vazgeçmedi çünkü Türkmen özellikleri hala dipdiriydi. Okay Tiryakioğlu izleri derken Bahir adlı karakterin Türkçe adı verdikten sonra kurguda Bahir adını devam ettirmesinden dolayıdır. Kalem Afyonkarahisarlı olduğu için Kadınanalar Yomakı’na sadık kalarak karakter adlarını seçmiş olabilir çünkü o yörenin yerlisi olduğu için yomağa daha çok hakimdir. III. Alaeddin Keykubad’ın üç kızının hayır işlerindeki becerisine tanık oldukça keşke 1248 Kösedağı Savaşı Anadolu Selçuklu Devleti kazansaydı belki Cumhuriyet tarihine Anadolu’da söz sahibi onlar kalırdı çünkü her ne kadar Arapça ve Farsça adlar alsalar da Türk özelliklerini Osmanlı Hanedanı’na göre korumuştular.

Kadınanalar sayesinde dünya nimetleri Tanrı tarafında bizlere geçici olarak verilmiş. Eğer o nimetlere sahip olursak gaflete düşeriz. Eğer o nimetlerle yoksullara, zor durumdakilere yardımcı olursak bu dünya sınavında bize artı puanlar getirecek. Bu roman sayesinde Avrupa gibi bir soy hanedan olarak kabul etmeye başladığımız süreçte bu konçuylar, Süleymanşah Hanedanı’nın üyeleri sanki Anadolu Türk’ü olarak halk gibi hareket etmeleri onlar da hanedan kibiri olmadığını görüyoruz. Soyluluk hanedandan değil kandan geldiğini kabul eden bir ulus olduğumuz için her Türk bir devlettir anlayışını kabul ederek hanedanlık değil Türk ruhunu yüceltmeliyiz.

Sonuç olarak Tarih kurgu hele de İslamiyet Dönemi Türk Tarihi kurgu yazma konusunda Uğur Ukut, performans olarak Murat Kömür ve Eray Aydın’ı gölgede bırakmasa da gelecek adına umut vaat ediyor. Kurguladığın dönemin ruhunu iliklerine kadar yaşayarak Arap ve Fars hegomanyası çevresinde aşırı dindarlık gözetmeden tarih kurgu yazılır. Yani Anadolu Türk Beylikleri döneminde aşırı Araplaşma-Farslaşma olmadığı için Türk özellikleri ön plandadır. Sahipatalı Uğur adı yerine ısrarla Abdurrahman veya Nevzat diyerek bize o dönemde Araplaşma ve Farslaşma olduğunu kanıtlana kasılmasına girmeyiniz. Sahipatalı Uğur, Uğur olarak hem Türk hem inançlıdır. Ne demek istediğimi anladınız değerli betik kurtları. Okumanızı tavsiye ediyorum çünkü onun kalemi gelişmesi için destek olmalıyız. Ukut, bazı kalemler gibi ısrarla yanlışı savunmuyor. Eleştiriye açık olduğu için kendini geliştirebilir.

1 Beğeni

image

Serinin üçüncü kitabı da bitti. Tıpkı ikinci kitap gibi son sayfalarına kadar bilimsel bir hikayeye sahip. Gezegenler ve uydular hakkında bilgiler, kurtarma operasyonu ve gemiler içindeki konuşmalarla geçen %90’lık bu kısım hevesinizi biraz kırabilir. Ama yine de geri kalan %10’luk kısım her şeyi affettirip büyük bir heyecan yaratıyor. Siyah dikilitaşın gizemini öğrenerek serinin son kitabına geçelim o zaman. Umarım finale yakışır bir kitaptır.

8/10

20 Beğeni

2061 hatırladığım kadarıyla serinin en kötü kitabıydı. 3001 güzel ise bir final kitabıydı.

2 Beğeni

Fahrenheit 451’in cep boyu gibi kitaplar. Yeni baskıları ne zaman gelir bilinmez ama eski baskıları da biraz pahalı benim bildiğim.

@Tobizume bana göre 2. ve 3. kitaplar tıpatıp aynı. Sadece olaylar değişik. Clarke son ana kadar basmış bilimselliği. Finale gelince de o istenilen dozu tadımlık verip sonraki kitaba geçiniz diyor. 3001 de böyle ise ve yine aynıysa seriyi ilk kitapla sınırlandıracağım kendi kafamda.

4 Beğeni

Evet pahalı imiş. Yazdıktan sonra baktım, 2010 ucuz, diğer iki kitap hem sayıca az hem de pahalılar. O yüzden sildim mesajımı. Boyut küçükse hiç bulaşmamayım zaten. En son Hiçi serisini aldım, okurken hiç memnun kalmadım. Sonra kitaplar da kayboldu ortadan.

1 Beğeni

MEKSİKA: OLMEKLER’DEN AZTEKLER’E

Aynı akademisyenin MAYALAR kitabını okuyup beğenmiştim. Bu kitabı da tamamen aynı şablonla ve tonla yazılmış.

Sırasıyla Olmek, Teotihuacan, Toltek, Miştek ve tabi ki de Aztek medeniyetleri anlatılmış. Kitabın çoğunluğu sırf arkeolojik kaynaklara dayandığı için kuru bir anlatıma sahip olsa da; Aztekler bölümü gayet akıcı bir şekilde askeri, idari, dini, ve hatta edebi yönleri ele alıyor.

13 Beğeni