Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Bende yakın zamanlarda okumuştum. Beğendim. Yorumunuzu da beğendim.

2 Beğeni

image

American Gods- Amerikan Tanrıları

Geçmişin tanrılarının günümüz dünyasında, kabaca “ne” yaptıklarını anlatırken, yeni düzen tanrıları ile olan yaklaşan savaşı anlatıyor.

Şahsen, anlatımı berbat buldum. “Tanrılar” anlatılıyor ama, ortada bir tür “güç” gösterisi vs yok. Yani tamam illa “Uçmalı-Kaçmalı” şeyler olmalı demiyorum ama, bir şey de olmalı? Ama yok işte. Karakterlerin duyguları yok gibi, ortada büyük bir hikaye de yok. Çok basit bir hikaye. Oradan oraya yolculuklar, dolandırıcılıklar. Yani “Tanrılar” gözden düşmüş olabilir tamam da, dolandırıcılıklar nedir? Sevimsiz bir kahramanımız var, iğrenç derecede biri. Sevilmiyor ne yazık ki.

Yine de, bütün şikayetlerime rağmen. Romanın ana konusunu çok beğendim. Sadece yazarın becerisi düzgün anlatmaya yetmemiş.

4/10

8 Beğeni

görüntü

Okuduğum Tarih: 29-30 Karaca 2022
[Okuduğum 358.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 85.betik
[Karaca ayının 6.betiği]

Erteki serisi devam edeceğini İran coğrafyasındayken haber aldım. İskoçya’dan İran’a gelirken sanki bu topraklarda öz evimdeymiş gibi his ettim çünkü İran, 1378-1925 yılları arasında bizler tarafında yönetildi. Bu da İran coğrafyasına ve Fars kültürüne Türk İzleri olarak damga vurduk. İran Ertekileri dinlerken korku gerilim üyesi olan Gulyabani’yi erteki batırı olarak duydum. Hatta bana Son Türk Gulyabani Mehmet Berk Yaltırık’ı anımsattı.

Sıçan ile Pisi ertekisinde pisilerin neden sıçanı yediklerini hatta Tom ve Jerry çizgi dizisinde Tom’un Jerry’i neden kovaladığını anladım çünkü sıçanlar, rahatlık batan bir kulalar olduğu için onların yaşamlarında huzur denilen şey yoktur. Sıçanlar korkmasaydı son pisiyi öldürecekti ve böylece sıçan-pisi kovalamacasını hiç bilmeyecektik. Burada aslında rahatlık battığı zamanlarda huzurumuzu kaçırmamak için aynı hatayı sarf etmemeyi öğretiyor yani rahatımız yerindeyken halimize şükredip başkalarına sebepsizce iğneyi batırmayacağız.

“Nûşirevân’ın Türbesi” adlı yomakımsı öyküde İslam İmparatorluğu’nun Abbasi Halifesi Harun Reşid’in Zerdüşt kralı Nûşirevân’ın mumyasının önünde eğilmesi ve türbeye saygısı, Farslar’ın özünü üstün görme sayrısında kıvrım kıvrım kıvrandığını görüyoruz. Oysa biliriz ki Harun Reşid, imparatorluğun altın çağını yaşatmış ve onun döneminde eğitim alanında ileri düzeydeydiler. Bu kadar bilgili olan halifemiz, Müslüman olmayan kralın mumyası önünde eğilmesini bekleyemeyiz.

“Ayakkabı Tamirciliğinden Müneccimliğe” adlı erteki de Ari soyunundaki para, şöhret ve hırsa tapma özelliklerini günümüzde Müslüman olup dini imanı para olan Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu özelliğini nereden geldiğini az çok tahmin ediyorum. Sitare’nin eşi bize Kürt boyunun iyi insanlarını temsil ettiğini ve o toplumun azınlık yani yok denecek az olduğunu gösteriyor. Geçimimizi sağlayacak kadar para kazanalım. Paranın fazlası bizleri arzlaştırıyor. Çok şükür ömrümde paraya hiç tapmadım çünkü Hz.İbrahim (as) soyundan geldiğim için gurur duyuyorum özümle. Bana paranın fazlası değil sevginin fazlası lazımdır.

Ertekilerdeki dikkat çeken özellikleri anlattım. Buradan görüyoruz ki İran diye adlandırılan coğrafyasının batısı Orta Türkistan ve doğrusu da asıl İran olduğunu unutmadan bu coğrafyada yaşayan uluslar birbirlerini tarih boyunca etkiledikleri için ortak sözlü gelenekler ve ortak ertekiler söylemişler. Aslında Orta Türkistan ve İran coğrafyalarını Türkler yönetmelidir ki bu coğrafyalarda ortak ürünler oluşturulmaya devam edilsin. Severek okuduğum bu erteki betiğini okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum çünkü derlenen ertekiler sadece Fars Ertekileri’nden oluşmuyor.

7 Beğeni

Kara Örümcek - Jeremias Gotthelf

İsviçreli yazarın asıl adı Albert Bitzius. Kendisi aynı zamanda bir din adamıymış. Kara Örümcek isimli bu kısa romanı, 1842 yılında yayımlanmış. Eser tuhaf kurgunun öncülerinden sayılıyormuş.

Kara Örümcek, özetle şeytanla anlaşma üzerine bir kurgu. Çerçeve anlatım tekniği var, yani hikaye içinde hikaye anlatımı. Bir vaftiz töreninden sonra verilen yemekte ev sahibi, insanlara geçmişte yaşananlardan bahsediyor. Asıl hikaye de böyle başlıyor. Akıcı bir anlatımı var. Kendinizi masal okurmuş gibi hissedebilirsiniz.

Kitapta dini inançlara ve dindarlığa katı vurgu açıkça görülüyor. Hatta tekrar eden biçimde anlatılıyor. Bir vaaz okumuşum gibi hissetmedim desem yalan olur. O dönemde kadınlara verilen değer de ortada. Eğer ki evin efendisi erkek olmazsa ne gibi fena şeyler olur, yazar anlatıyor. Ayrıca kitabın ilk sayfalarında bir köpeğe verilen isme anlam veremedim. Adı Türk’tü.

Genel olarak şeytanla anlaşma kurgusu iyiydi. Kitabın hikayesi geliştikçe kendini merak ettirdi ve verdiği gerilim hissi güzeldi. Dini inançların vurgulanıp durması pek hoşuma gitmedi. Mişli anlatımı da başta sevemedim.

Puanım: 7/10

18 Beğeni

Mary Shelley

Mary Shelley - Maurice, ya da Balıkçının Kulübesi

Mary Shelley’nin yazdığı ilk ve tek çocuk kitabı. Kimilerine göre otobiyografik özelliklere sahip. Uzun süren ayrılık hikayesinin anlatımı. Bir çocuk kitabı olmasına rağmen mutlu bir atmosferle başlamıyor. Aynı şekilde tamamen mutlulukla da bitmiyor. Bir noktadan sonra olacaklar tahmin edilir türden. Yine de severek okudum. İçinde çizimler de var.

Puanım: 8/10

19 Beğeni

Okuduğum Tarih: 01-05 Aralık 2022
[Okuduğum 359.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 86.betik
[Aralık ayının ilk betiği]

Bu yayınevinin de erteki serisinin betik kapakları da çok güzel ama betiklerinin boyutları normal betiklere göre küçük kaldığı için pek alamıyordum. Jewish Fairy Tales and Legends adlı betik, bu yayınevi tarafında İbrani Masalları olarak çevrilse de keşke İbrani Peri Masalları ve Efsaneleri olarak çevrilmeliydi çünkü betikte sadece ertekiler bulunmuyor. Tevrat ve Talmud’daki dini ulamışlar da yer alıyor. İbrani Mitleri ve İbrani Mitolojisi betiklerinde yer almayan yalvaç öyküleri de yer alıyor. Bazılarını İslami ışığında düzenlemiş halleriyle okuduğumu fark ettim. Gelin betiğinde önemli noktalara yolculuk edelim.

“Kartalların Sarayı” adlı ertekide İbraniler’in kişilik değerlere önem verdiğini görüyoruz. Mısır esareti sırasında edindikleri alışkanlıklardan dolayı zaman içinde lanetlenmiş halk olmak için yaptıklarından dolayı hem kutsal kitabımızda Tanrı tarafında lanetlendiğini görüyoruz hem de diğer uluslarda bıraktıkları algıları silinmese de hatta Siyonizm sayrılığıyla kıvransalar da aslında özlerinde iyi, kişilik değerlerine önem veren ve hatalardan ders çıkartan ulus olduklarını bu ertekide görüyoruz. Keşke Yusuf (as) döneminde Mısır’a yerleşmeseydiler belki onların öyküleri bambaşka yazılırdı. İbraniler’in Mısır esaretinde Kıptiler’den aşırı derecede etkilendiklerine inanıyorum. Ne yapalım Tanrı tarafında yazılan yazgıları doğrultusunda böyle yaşadılar.

“Tufandan Kaçan Dev” adlı ulamışta daha doğrusu yalvaç öyküsünde Og adlı devin Nuh (as)'dan gizliden öldürdüğü kulaların kanlarıyla üzüm bağını sulama sahnesini İslami ışığında düzenlemesinde bu işi yapan Og değil yaşlı adam kılığına giren İblis olduğunda okudum. Hangisi daha mantıklıdır diye sorsanız? Yanıtım İslamı ışığında düzenlemesi olacak. “Kedi ile Köpeğin Kavgası” adlı ulamışta pisi ile it, Adem (as) döneminden beri kavga ederken İslami ışığında düzenlemesinde başka bir nedenden dolayı Nuh (as) döneminde kavga ettiğini görüyoruz. Nuh (as) döneminden beri kavga etmesi daha mantıklı geliyor çünkü ortada bulunan tanrısal buyruğu çiğneyen it olduğu içindir.

Bazı ertekilerde ulamışsal özellikler taşıdığını görüyoruz. Mesela “Ergetz’in Peri Prensesi” ertekisinde gemidekilerin Bar Şalmon’u denize atma sahnesi, Yunus (as) öyküsündeki duruma bir gönderme olduğunu görüyoruz. Olaylar farklı işlense de gemiden atılma sonucu ikisinde aynı olduğunu görüyoruz. Ayrıca bir İbrahim (as) öyküsü olan “Karman Çorman Saray”, %95’lik oranla İslam dinine uygundur. İslam dininde yalvaçlar yalan söylemediğine inanıyoruz. Bu öyküde İbrahim (as), Sare’yi Firavun’a kızkardeşi olarak olduğunu tanıtma sahnesinde Musevi inancında yalvaçlar da kişiler gibi günah işlediğinde inanılır.

Bazı ertekilerdeki ve ulamışlardaki karakterlerde; Kıptiler’den edindikleri ve Siyonizmle bir sayrık haline sapkınlarını özellikler olarak karşımıza çıkarken İlyas (as), fakir ve inançlı insana yardım ettiğini anlatan ulamış sayesinde Hızır (as) gibi insanlara yardımcı olduğunu görüyoruz. İlyas (as)'ın Tevrat’taki öyküsünü bilmediğim için ne yorum yapacağımı bilmiyorum. Lanetlenmiş ulus olsalar da tarih boyunca bıraktıkları sözlü ve yazılı gelenekleri hatta ürünleri hep dikkatimi çekti. Belki de onların kuzeni [İsmail (as) soyundan gelmemden] olduğum için onlara karşı ilgim olması gayet normal geliyor bana. Severek okuduğum bu eseri okunmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

6 Beğeni

Hull_Zero_Three_-_book_cover

Greg Bear Hull Zero Three (H03) romanını okuyorum.

H03 Korku-Bilimkurgu-Gizem türüne dahil edebileceğimiz bir hikaye. Oyun jargonu ile ifade edersem Dead Space ile Amnesia’nın karışımı olarak nokta atışı özetleyebilirim :slight_smile: Özellikle atmosfer ve gidişat olarak Pandorum filmine çok benziyor. O filmi izleyip beğenmiş olan var ise bu kitabı da çok beğenirler.

H03 okuduğum en kriptik ve kavranması güç romanlardan biriydi. Karakterimiz kim olduğunu, nerede olduğunu, görevinin ne olduğunu vs. hatırlamadığı bir şekilde, küçük bir kız çocuğu tarafından bir uzay gemisinin içinde uyuduğu kapsülden aniden uyandırılıyor ve ortamın aşırı soğuğu yüzünden donup ölmemek için hemen kendisini takip etmesini söyleyen kızın peşinden gitmeye başlıyor.

Karakterimiz, çoğu basit kelime dahil hiçbir şey hatırlamadığı için hikayeyi onun ağzından okuyan bizler de hiçbir şeyden haberdar değiliz. Öyle ki özellikle ilk bölümün nerdeyse tamamı monologlardan oluşan bir bilinmezlik yumağı. Bir soğuk oluyor, bir sıcak oluyor, yerçekimi bir gelip bir gidiyor, gemi bir anda hızlanarak dönüyor bir anda yavaşlayıp durmaya başlıyor. Karakterimiz borulardan geçiyor, tüplerin içinde süzülüyor, biryerlere tırmanıyor falan ama hiçbiri okuyucu için hemen hiç bir anlam ifade etmiyor. Çünkü aniden uyanıp, olmayan hafızası ile tamamen hayatta kalma güdüsü ile hareket eden karakterin kendisi için de bir şey ifade etmiyor.

Bu karakterin hafıza kaybını ve tamamen içgüdüsel itkiler ile hareket etmesini okuyucuya kelimesi kelimesine yaşatması, okuyucuyu direkt olarak karakter ile bütünleştirip kitabın içine çeken bir tercih olmuş, benim çok hoşuma gitti fakat malum herkesin seveceği ve tercih edeceği bir şey değil çünkü okuması da aynı oranda yorucu. Örneğin ben kitabın başlarında karakterin içinde bulunduğu gemiyi betimlediği paragrafları defalarca okumama rağmen neye benzediğini kesinlikle anlamadım. Reddit’de kitabı okumuş olanlara geminin neye benzediğini sordum. Onlar sağolsun “Acele etme, okumaya devam et, kitabın olayı bu” dediler. Dediğim gibi geminin neye benzediği dahil çoğu şey kitabın ortasına doğru karakterin elde ettiği bulgular ile az çok bilinçli hareket edebilecek duruma gelmesi ile ucundan anlaşılır olmaya başlıyor.

Malum H03 tamamen bilinmezlikler ve bu bilinmezliklerin yavaş yavaş orataya çıkması temelinde ilerliyor. Bu yüzden spoiler olmasın diye hiç bahsedemeyeceğim genel bilimkurgu öğeleri de çok başarılı kullanılmıştı.

Bu tür içinde okuduğum en iyi kitaplardan biri kesinlikle.

24 Beğeni

Kitap ilgi çekici görünüyor. Listeme ekledim.

Kitabı araştırırken reddit’de Gene Wolfe’nin de benzer ayarda “Soldier of the Mist” diye romanı var şeklinde bir yoruma denk geldim. İthaki yazarın bir serisini daha basacağız demişti. Belki bu kitabı da içeren üçlemeyi (Latro üçlemesi) basarlar.

Gerçi yazarın the Book of Long Sun serisi de varmış. Pratchett’in Long Earth serisini bitirmeden Long ile başlayan bu seriyi basma gafletinde bulunmazlar umarım.

1 Beğeni

Soldier Of Mist’i biraz okumuştum. Hatırladığım kadarı ile karakterin hafıza kaybı yaşaması ve bu hafıza kaybından etkilenmemek için günlük tutması kısmı H03 ile benzeşiyor. Onun haricinde Soldier Of Mist Yunan Mitolojisi temelinde ilerleyen bir tarihi kurgu. Genel anlamda H03 ayarında olan Richard Paul Russo’nun Ship Of Fools (Unto Leviathan) romanı var. O da çok çok güzeldi.

İthaki Long Earth’e devam kitapları için her zamanki gibi çeviri sıkıntısı oldu falan demişti ki %99.9 yalandır. Seriyi bitirmeye niyetleri yok.

4 Beğeni

Okuduğum Tarih: 05-06 Aralık 2022
[Okuduğum 360.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 87.betik
[Aralık ayının 2.betiği]

Bu uzun öyküde helal para kazanmayı, dürüst olmayı, Tanrı için iyilik etmeyi ve ahi geleneğini başarıyla anlatılırken kalemin duygulu olduğunu bir kez daha görüyoruz. Ayrıca küçük bir balanın yaşamın zorlukları karşısında verdiği mücadeleyi anlatıyordu. Anlatımı sade, balalara yaşama karşı bir bakış açısı sağlayabilecek uzun öyküyü okurken özümden de çok şey buldum. Uzun öyküde işlenen temalar olmasa da aynı mücadele ve aynı olayı yaşadım.

Ahmet ailesini geçindirmek için mecburi olarak İstanbul’a gelirken ben de aile ve yaşadığım şehirin psikolojisinden kaçmak için Manisa’ya isteyerek geldim. Ahmet; İstanbul’da tamamen yabancı olsa da ben de Manisa’da iki kişi tanıyordum yani tamamen benim için yeni bir yer gibiydi. Belde gibi bir ilde sıkılabileceğim kağıt üzerinde yazılıyken yeni mücadelemde bu sıkıcılığı hiç yaşamadım. Ayrıca da o iki kişiye bel bağlama algısı gütmeden bir süreç yaşadım.

Ahmet, İstanbul’da inşaat işçilerin takıldığı bir kahvede rastlantı olarak tanıştığı İbrahim Usta sayesinde yaşamın geçindirecek altın bileziğe doğru gideceği yola girerken ben de Manisa’da Kürşad Mithat Özkan sayesinde yeni mücadeleye nerde başlayacağımı araştırken Manisa’nın pahalılığı ve orada geçinmede zorlanacağımı öğrenince merkez ilçelerden birinin ilçe milli eğitim müdürü, Saruhan’ı önerirken o an kalbimin sesi Turgutlu dediği için ona Turgutlu olur mu diye sorunca aslında Manisa’da ikinci tanıdığım noktada olmayı istedim.

İbrahim Usta sayesinde Ahmet’in altın bileziği kazanacağı Demirci Ali Usta’nın yanına yerleşir. Ben de Turgutlu’da yeni yola girerken Kürşad Mithat sayesinde o ilçede tanıdığım gibi altın yüreğe iye olan Ahmet Demirel’i tanıdım. Belki de Ahmet’in Ali Usta’nın yanında kaldığı gibi onun yanında kalamadım ama onun iş yaşamındaki yol haritası bana haklı yada haksız verilen işte onun gibi hareket ederek aslında çalıştığım yerde güven kazandıracak ve orada beni zorlayacak zorlukla karşılamayacağımı engeller.

Gönül isterdi ki Demirci Ali Usta’m olan Ahmet Demirel ile aynı ilçede çalışmak isterdim. Belki onunla aynı yerde yaşamasam ve aynı ilçede çalışmasam da onun manevi desteği yanımda his edecek adını hiç duymadığım kasabavari ilçede yaşam mücadelesi verirken diğer yanda kendimi kanıtlamak için çabalıyorum her anlamda. Severek okuduğum bu uzun öyküyü okumanızı tavsiye ediyorum. Burada Ahmet Demirel’e sesleniyorum; Seni sıkboğaz etsem de seni yorsam da inan ki seni hiçbir zaman kullanmadım. Hatalarımı inkar edemem. Bir şeyleri değiştirmese de senden aslanlar gibi özür diliyorum. Bir gün yeniden konuşacaksın. O günü sabırla ve özlemle bekleyeceğim. Seni çok seviyorum Ahmet ağabeyim…

5 Beğeni

görüntü

Okuduğum Tarih: 06-09 Aralık 2022
[Okuduğum 361.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 88.betik
[Aralık ayının 3.betiği]

Normalde Fantastik (Düşsel) romanları okumuyorum çünkü genelde özgünlük adı altında düşsel dili olan Türkçe değil de diğer dilleri kabul edip Grek ve Roma ulamış bilgileri baz alarak yazılan eserler yoğunlukta olduğu için bu tür eserleri nadiren okuyorum. Türk Ulamış Bilgisi baz alan eserler de hep Taht Oyunları öyküncü olduğu için bu konuda seçici davranıyorum. Aslında H.G.Tannhaus’un Anatolien Günceleri tarzında yeni soluklar deneyerek Türk Ulamış Bilgisi’nden faydalanır. Bunlardan yola çıkarak elimdeki bu öykü seçkisini okurken hayal kırıklığı yaşacağımı tahmin ederken işler olmasına rağmen üç günde okumam beni şaşırttı çünkü bu kadar hızlı okuyacağımı tahmin edemezdim. Ayrıca öykü seçkisine baktığımda Mehmet Berk Yaltırık, Uğur Batı, Aslı E. Perker ve Tuna Kiremitçi’yi tanıyorum çünkü başka öykü seçkilerinden ya da magazin dünyasından dolayı (Tuna Kiremitçi) biliyorum. Gelin tanıdıklarımın ve diğerlerin öyküleri için ne yorumlar yaptığıma bakalım…

Hayaletlerin Raksı (Mehmet Berk YALTIRIK); Öncelikle Yaltırık’ın ne Osmanlı korkusu ne de taşra korkusu olmayan ve günümüzde bir öğrenci evinin banyosunda gelen seslerden sonra gelişen olayı anlatan bir hayalet avcısı öyküsünü okuduğunu söylemekten kendimi alıkoyamayacağım. Bu üçüncü tarzda da başarılı çıktı. İlk betlerde birazcık sıkılganlık olmasının nedeni gereksiz sahne uzatmalarından dolayıdır. Ayrıca Ay Savaşçısı “Efsanevi Göl Canavarı! Usagi’nin Aile Bağları!” adlı kırkıncı bölümdeki Göl Yokaisi gibi iyileşmiş bir hayalet anlayışını çok seviyorum. Ergin, Usagi gibi onu iyileştirme gücüne sahip olmasa da onun yarım kalan hayalini gerçekleştirdi. Böyle mutlu sonlu ecinnili öykülerin devamı gelmesini çok istiyorum. Öykü öncelikle korku-gerilim çerçevesinde işlendikten sonra son kısımda ecinninin yarım kalan hayali gerçekleştirmeliydi.

Mavi Saçlı Çocuk (Aslı E. PERKER); Sıradışılığın üzerine kurulan fantastik atmosferde kültürümüze ait tepkiler, öykü yoluyla bizlere güldürü olarak döndüğü için öyküyü okurken az da olsa yüzümüz güldürüyor çünkü olağanüstü durumlarda aklı selim davranmak yerine metafizik davranışlar sergileyip gülünç durumlara düşüyoruz. Elli yaşında kadın mavi saçlı bebek doğurunca onun evindeki ağaca çaput bağlayıp dilekler sunup bir de çocuğun ins ile cin kırması olduğuna dair fikirler üretiriz. Geliştirilmeye açık bir durum olduğu için uzun öykü tadında okuyabiliriz yeniden ama Fantastik dili için Türk kültüründe beslenerek. Diğer türlüsü ise öykünün büyüsünü bozacağına inanıyorum.

Komiser Ayla ve Hançer (Tuna KİREMİTÇİ); Polisiye ile fantastik kurguları uyum içinde dans ederken İbrani Mistisizmi kullanılması beni cezbetti. Tek eleştirim ise İbranilerin yazdığı büyü kitapların dili neden Latince olmak zorunda mıdır? Giovanni Scognamillo’nun yazdığı kurgu doğru olmak zorunda mı? Adam yıllarca içimizde yaşadı ve İtalyan Latini olduğunu unutmamakla büyü kitapların dili Latince olduğunu yazmış. Bizler gibi kültür yozlaşmasına kurban gitmemiş. İbraniler tarih boyunca başka kültürlere hastalık derecesinde özenmemişler. Öyküye dönersek akıcılık, merak ve heyecan uyandırıcılığı sayesinde öyküyü okurken ben de o büyü kitabı elimde tuttuğumu ve beni kendine doğru çektiğini his ettim.

İstanbul Çal Kemancı, İstanbul Çal Ağlayayım (Nazlı ERAY); Bir sabah uyandığınızda bir davetiyeyi kapınızın önünde görseniz ve davetiye de mezarlıktaki imza gününe davet edilseniz tepkiniz ne olurdu? Ben de öyküdeki karakter gibi merak edip davet edildiğim yere giderdim. Fantastik türünün alt türü olan paranormal tadında yazılmış öyküde büyük boşluklar var. Öykünün karakteri kadın mı erkek mi? ve öykünün karakteri ile Münevver arasında nasıl bir bağlantı var? Bu sorulara yanıt vermeyen kalem, aşkla özlemle tutkuyla İstanbul’u anlatıyor. Akıcı, sürükleyici ve merak uyandırıcı olduğu için öyküden asla sıkılmazsınız.

Amarcord (Sabâ ALTINSAY); Öncelikle İtalyan Latincesi’nde Hatırlıyorum anlamına gelen Amarcord adının verilmesine bir türlü anlam vermiyorum. İtalyan Latinleri, İstanbul ile bağlantısını kuramadım. Öyküye dönersek güya bu yıl İstanbul’un İlterişi’nin yıldönümünde gün aydınlamadan İstanbul’daki bütün ekosistemi aynı filmi izler gibi bir noktaya bakıp boğazın tarihi kusmasına tanıklık edip sonra binyıllarca ki suskunluğunun mühürünü kıracak şekilde sitemlerini dile getirerek birdenbire kayboldu. Ekosistem uyandığı gibi önce boğazın kuruduğunu fark ettiler. Sonra bir kaç saatte bunu unuttular. Suların koruyucu ruhu olduğunu unutmayınız. Doğa aslında canlıdır. Bunu kalben his etmelisiniz…

Metruk (Sibel ORAL); Bu öyküde insanların zevkleri uğruna diktikleri binaları zaman içinde terk edip başka binaları inşa etmesini anlatılıyor. Sibel Hanım bir konuda yanılıyor. O da Cumhuriyet döneminde Osmanlı Hanedanı sürgün edilmesinden dolayı cumhuriyeti eleştiriyor. O cumhuriyet olmasaydı bugün söz hakkın ve yazma özgürlüğünüz olur muydu? Çerağan Çırağan’dan geliyorsa Larna adı nerden geldiğini anlayamadım. Aslında eski dönemlerde yer-sub iyelerine inanırdık. Günümüzde bu inanç devam etseydi Metruk iyesi denilen bir koruyucu ruh kurgulanır. Metruk sözü yerine kaldırgan yani kaldıran denilirdi. Bu öykü sayesinde gereksiz kentleşmelerimize dikkat etmeliyiz.

Geceleyin, Bir Kadırga (Onur CAYMAZ); Mitolojimizde geçen kiler cini Biçura’nın gecenin bir vakti köşkte kalanları tek tek baştan çıkartarak onları kadırgaya bindirip onları bilinmezliklere götürür. Bu öyküde Biçura’ya ayartıcılık özelliği eklenmiştir. Malzemenin güzel olması bir yana öykü sanki belgesel tadında anlatılıyor. Öykü doğrudan Naci ile Biçura arasında ilişkinin nasıl başladığını ve Biçura’nın insanları neden ayartarak onları kaçırdığını anlatılsaydı çok güzel bir öykü ortaya çıkar. İsmet’e insanların kaybolmasını anlatan kadırgalı aslında Biçura olduğunu biliyor muydunuz? Değerlerimizi kullanarak yerli fantastik yazan kaleme eksikliğine rağmen kısmen beğendim diyerek ona teşekkürümü sunuyorum.

Kelâm-ı Mahrem (Uğur BATI); Edebiyat adı altında kafa ütüleme denilince akla gelen isimlerden ilk iki sırada yer alan kalem ilk defa bozuk saat gibi doğru gösterdi. Kafa ütüleme huyunda vazgeçmemiş ama Ferhan Şensoy’un Soyut Padişah adlı piyesi gibi paralel evrende geçen bir Osmanlı fantazyası yazmış. Öyküde padişah gördüğü kabustan dolayı herkesçe ayyaş olarak bilinen Vassaf Dede’yi defneder. Bazı yerlerde İslam dinini ağır bir şekilde dolaylı olarak eleştirdiğini görüyoruz. Merak ettiğim bu Sultan Salis kimdir? Hangi paralel evrende yaşadığı hakkında bilgiler verilseydi ve gereksiz kafa ütülemesi olmasaydı okunacak bir öykü olur.

Fisalya’nın Gelini (Aslı TOHUMCU); Fisalya, Gedith ve Gerathe adlarını çıkardığımızda kısmen güzel bir öykü olduğunu görüyoruz. Bu öykü bana insana aşık olan King Kong öyküsünü anımsattı. Burada ejderha (yalpağan)'nın neden cadıları istediğini anlatmak yerine yalpağanın yıllar sonra boğazda görünmesini anlatılmış uzun uzun. Mitolojimizde cadı ve ejderha kavramları olduğu halde ısrarla neden Grekçe, Germence ve İngilizce adlar seçildiğine bir tür anlam veremiyorum. Türkçe fantastik dil değil mi? Fisalya; irkildek ve yalpağan kırması bir yaratık olduğu için Fisalis Grekçe’de Kabarcık ve Mesane anlamına geldiği için Kabarcığan yani Kabarcık Yalpağanı diyebiliriz. Fantastik adlandırmalardan benden geçerli not almadı.

Livardaki Denizkızı (Vecdi ÇIRACIOĞLU); Cengiz Aytmatov gibi durum öykücülüğünü ustalıkla kullanıp kahraman bakış açısıyla aşkı ve bir kadını karşılıksız sevmesini sözcüklerle resim olarak çizdi. Benden geçersiz not aldığı kısım ise Sevdiği Grek kızından dolayı Poseidon’dan bahsetmesidir. Türk fantazyasında neden Grek kültürü ve tanrısı yer almalıydı. Denizkızı sadece Grek kültüründe mi var. Ayrıca kahraman bakış açısı, fantazya için uygun değildir çünkü denizkızıyla muhabbet ve denizkızı ne zaman insan olarak onun karşısına çıktığına dair hiçbir detay yoktur. Aşka onun gibi bakıyorum çünkü birini sevmek onun bedenine sahip olmak değil onun kalbini kazanmaktır.

Genelde öykü seçkisinde yer alan düşsel öykülerde tatmin edicilik düşük seviyelerde çünkü düşsel öğeler ya tam anlamıyla ön planda tutulmadı yada o düşsel öğeyi tamamen açıklayıcı bir şekilde öykünün içinde yoğrulmadı. Yiğidi öldürsem de hakkını yiyemem diyerek korku-gerilim öyküsüyle seçkide yer alan Mehmet Berk Yaltırık, kağıt üzerinde en başarılı kalemdi çünkü alanında uzmanlaşıyor ve onu sadece öykü seçkilerinde okuyacağım çünkü o bunun nedeni biliyor. Edebiyatla ilgili olmadığı için burada yazmam. Serinin bilimkurgu öykü seçkisiyle kıyaslasam bu seçki daha akıcı ve sürükleyici hatta daha da yerliydi. Beni tatmin etmediği için okuyup okumayacağınızı sizlere bırakıyorum. Pars Yılı son öykü seçkisi oldu. Tavşan Yılıı’nda ilk öykü seçkisiyle sizinle olacağım…

4 Beğeni

görüntü

Okuduğum Tarih: 09-12 Aralık 2022
[Okuduğum 362.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 89.betik
[Aralık ayının 4.betiği]

Her zaman ekibinde olmaktan gurur duyduğum Güngör’ün savaş temalı öykülerinden oluşan öykü seçkisi, bedizlerle bala öykü seçkisi olarak görünse de herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir öykü seçkidir. Bedizli olması aslında düş gücümüzü güçlendirerek bir olay örgüsü aklımızda kalıcı kalmasına vesile oluyor. Bu öykü seçkisindeki öyküler; anne-baba eğitimi nasıl olmalı? sorusunu dolaylı olarak sordururken balaların düş gücüyle anlatımı zenginleştirerek onlara birey gözüyle bakmamızı öğütlüyor…

Sevgi Adında Kanatlı Bir Kedi; Öykü seçkisine adını veren “Baba Savaş Ne Demek?” sözü geçtiği öykü; babaların yapmaktan vazgeçtikleri ilgileri yeniden anımsatan ve yüreklere nakış gibi işlenen duygularla terapi etme özelliğine sahiptir. Çocukların kader motifleri büyüklerin elinde şekillenir. Öyle güzel evlatlar yetiştirin ki öldüğünüzde adınız güzel anılsın.

Öykü seçkisine adını veren ve birinci öykünün devamı sayılacak öyküde aslında çocuklarımızı kötü alışkanlıklardan uzak durdurursak da unuttuğumuz bir ayrıntı yani Şeytan, onlara bu ortamı vesvese ederek yada bize televizyonu (sınalgıyı) açık unutmamamızı sağlıyor. Savaştan önce onları güzel bir ahlakla yetiştirelim ki geleceğimiz daha da güzelleşsin. Varsın onu savaştan uzak durdurmayalım. Çocuklarımızın kader motiflerinde kalıcı hasarlar bırakmayalım. Gerisi zaten hall olunur ve hataları telafi edilir.

Basacak Yer Yok; Savaş mağduru temalı öyküde savaştan dolayı basacak bir yer olmadığını yani tek güven noktası olan baba evinden başka bir yere çıkılmadığını anlatılırken ayrıca burada savaş mağduru gölgesinde kalan baba önemine de çok güzel bir gönderme oldu. Herkesin babası, huzur yeri değildir çünkü baba olmayanı hak etmeyen insanların evlatlarla baba olması gereksizdir. Önce baba olmaya hazır olmalısın. Başkaların egolarını tatmin etmek için evlatlar yapmayınız. Sevecek, bakacak ve onları mutlu edecek evlatlar yapınız…

Bir Dilek Tut; Gerçekleşmeyecek bir kıyamet sonrası temasında insanların ve canlıların soyu tükendiği bir günde bir evin nesneleri; türüne, canlılara ve nesnelere zarar veren insoğlunu özlemini dile getiriyor. Burada aslında Dünya ekosisteminde her birey birbirine muhtaç olduğunu ve savaşın ne denli kötü bir sayrılık olduğunu anlıyoruz. Gelin birlikte gelecek adına aynı anda bir dilek tutalım ki savaşın olmadığı bir gelecek oluşmasına vesile olalım. Birlikten kuvvet doğar derler büyüklerimiz.

Daha önce Geceyle Gelen adlı öykü seçkisinde okuduğum Uçurumun Efendisi adlı yeniden okumadım ve onu es geçtim. Bu öyküye yaptığım yorumu yeniden anımsayalım; bu öykü sayesinde boş bir gayenin peşinden giderken farkında olmadan türümüzü ve kendimizi karanlığa gömerek bu gezegeni yaşanmaz hale getiriyoruz. Hadi Venüs’ün suçu; Tanrı’nın görevlendirdiği iki meleği günahlara teşvik ettiği için yaşanmaz ve lav gibi yakan kanıyla sulanan gezegene dönüştürüldü. Peki bu gezegenin suçu ne? İnsan ırkının sınav yerine dönüştürülmüş. Kendi günahımız yetmemiş gibi gezegenin de günahına girdik. Beş arkadaşın çılgınlığı bana Yaramaz Beşizler animesini anlattı. Bilimkurgu ve fantastiğin uyum içinde dans ettiği bu öykü sayesinde iyileşip içimizdeki umut ışığını güçlendirerek bu gezegeni kucaklayacağımıza inanıyorum. Böylece bu gezegeni de iyileştirmiş oluruz.

Aşkın Güngör; korku-gerilim, bilimkurgu ve düşsel kurgu türlerinin parlayan yıldızıdır. Tevfik Uyar ve Murat Kaya Beşiroğlu gibi küresel çaplı öyküler yazdığı bahsettiğim türlerin taçsız kralı olabilir çünkü kaleminde akıcılık, sürükleyicilik ve merak uyandırıcılık vardır. Gönül isterdi ki Türkçe’nin gücü ve Türk Mitolojisi’nden faydalanarak eserler vermeye devam etmeli. Severek okuduğum bu betiği okunmanızı şiddetle tavsiye ediyorum çünkü bencil, oyun bahçesinin balası gibi davranış sergilemeyen, gelecek vaat eden kişilere elinden geldikçe yardımcı olan ve dünya görüşlü bir kişinin edebiyatımızdaki yolunu daha da sağlamlaştırmasına vesile olalım ki kült kalemlerimizden biri olarak edebiyat tarihimize adı altın damgalarla geçsin.

5 Beğeni

image

Karakter derinliği pek yok. Direkt olarak senaryo gibi bir roman. Bu ne demek peki, kötü demek mi? Hayır, sadece öyle söylemek istedim. Hikaye anlatımı çok iyi. Hikayesi pek iyi değil ama. İyi kurgulanmamış gibi geldi bana. Ne yazık ki filminden daha kötü. Yeterince sertlik yoktu kitapta, bir mafia etkisi hissedemedim ne yazık ki. Sadece Luca Brasi adlı şahsın öyküsü sertti. Onun dışında, pek yeni bir şey katmayan, hikaye anlatımı güzel, ilgi çekici bir roman. Ama asla filmi kadar büyük bir eser değil.

5/10

7 Beğeni

Üstat bence kesinlikle izlemişsindir ama izlemediysen 2009 yapımı Moon filmini öneririm. İncelemeyi okuyunca aklıma direkt o film geldi.

10 Beğeni

Serbest ölçüde yazılmış bu şiirlerde saf bir iç döküş var. Sanki şairin konuşmalarını ya da iç sesini filtresizce dinliyormuşuz gibi. İmgeler çoğunlukla doğadan ve gündelik hayattan, bazen de edebi eserlerden seçilmiş.

Kitap dört kısımdan oluşuyor. Üçüncü kısım -benim de kitapta en sevdiğim kısım- şairin sevdiği oyuncu, şarkıcı ve şairlere selam gönderdiği şiirlerden oluşan yer. Dördüncü kısım ise kitaptaki bütün şiirlerin ilk iki kıtalarının birleşerek yeni bir şiir oluşturduğu bir kısım.

Şiirlerde ahenk, kafiye arayan eski kafalı bir tip olarak sevip sevmediğimi bilmiyorum. Bazı şiirleri sevdim. Bazılarıysa, yani yarıdan çoğu aslında, bana hitap etmedi. Sondaki kes-yapıştır şiir sevdiklerimin arasında.

11 Beğeni

Karanlığın Yüreği - Joseph Conrad

Karanlığın Yüreği’ni okumak en başta zorlayıcı ve yorucuydu. İlk sayfalarda kitabın içine giriş yapmakta epey zorlandım. Belki de yoğun anlatımı yüzünden böyle oldu ama sonradan alıştım. Sonuçta epey anlamlı bir okuma oldu diyebilirim.

Kitap hikaye içinde hikaye şeklinde. Asıl hikaye, denizci olan Marlow’un arkadaşlarına başından geçen bir deneyimden bahsetmesiyle başlıyor. Avrupalı bir fildişi ticaret şirketi için, Afrika içindeki bir nehirde nasıl tekne kaptanlığı yapmaya başladığını ve oraya ne gibi ümitlerle gittiğini anlatıyor. Ancak bu ümitleri kısa sürede bozuluyor.

Daha açık bir deyişle Marlow, bir avuç beyaz adamın Afrikalıları kendi toprakları üzerinde (Karanlığın yüreğinde) sömürdüğüne şahit olmuştur. Sonra Marlow kitap boyunca fildişi tedarik yeteneğiyle eşsiz olmasıyla övülüp muhteşem biri olarak tasvir edilen (sömürgecilerin adamlarından olan) Kurtz ismini duymuştur…

Kitapta her şeyi Marlow’un izlenimleri doğrultusunda öğreniyoruz. Sonlara doğru vahşi doğanın içinde ilerledikçe, bir bilinmezliğin içine girdiği için belki de, izlenimleri oldukça sınırlı oluyor. Yerli halka bakış açısı sığ ve hoş değil. Kitapta kadın karakterler az yer kaplıyor. Hatta cinsiyetçi bir yorum var.

Bu novella, İngilizce yazılmış en iyi beş kısa romandan biri olarak niteleniyormuş. Kısa bir kitap ama başlarda okuması pek kolay değil. Önsözde dahi ilk sayfaların dikkatle ve sabırla okunması gerektiği yazıyor. :slight_smile:

İzlenimlerin git gide sınırlı olması, Kurtz ve Afrikalıların ilişkilerinin anlatımı, dehşet için kullanılacak söz bulunamaması ilginçti.

Puanım: 8/10

21 Beğeni

Japon Klasikleri 19: Üç Köşeli Dünya, Natsume Soseki

Japon klasikleri dizisinden biri olan ‘’Ardından’’ eserinden sonra yazardan okuduğum ikinci kitap Üç Köşeli Dünya oldu. Yazının başında belirtmek isterim ki bir türlü içine giremediğim, uzak ve yorucu bir okuma yolculuğuydu. Yanlış bir zamanda okudum ve beklentilerimi de bir kenara bırakamadım galiba, sonuçta bir tutunamama meselesi oldu ve sevemedim.

Kitabın okunma sayısı ülkemizde pek az olmasına rağmen birçok yoruma denk geldim, acaba ben miyim tek beğenmeyen diye merak etmiştim. Yorumlara baktığımda ise kitabın uç noktalarda bir beğeni durumunu yansıttığını fark ettim. Ya hep ya da hiç! İlginç ki, karşıt görüşler eşitlenmiş ve böylece birbirini de nötrlemiş gibi görünüyor. Artık tercih sizin, okumadan hakkında konuşmanın anlamsız kaldığı, değişik bir eser bu.

Soseki ressamlık ve şairlik gibi sanatın farklı alanlarını ele alıyor ve bu iki elementi edebiyat ile birleştirerek sanat dünyasını üç boyutla birlikte romanında sunuyor. Sanat ve sanatçı, sanat ve toplum ilişkilerinin kimyasını da derinlemesine inceleyen bir kitap olmuş.

Edebiyat benim için her şeydir ve henüz onu geçebilen bir ilgi alanım da olmadı. Edebiyat dışında ise resim sanatı da yakından takip ettiğim bir alandır. Şiir okusam bile, bu roman ve öykü okuduğum kadar sık yaptığım bir eylem değildir. Yazmayı da düşünmedim hiç. Amacım kısa öyküler kaleme almaktır daha çok, belki bir gün de roman…

Neyse, şairlikle ressamlığın detayları ve sanatla ilgili ne varsa üzerinde durulmadık şey kalmamış. Hatta fazlası da var; doğu- batı çatışması, kadın- erkek ilişkileri, savaşlar, eski ve yeninin son bulmayan kültür ayrımı… 170 sayfalık kitaba bu kadar konuyu sığdırabilmesine hayran kaldım, üstelik sayfalar dolusu, bol detaylı betimlemelere rağmen. Betimleme de severim ama sıkıldım birazcık.

Kitaptan istediğim verimi ve tadı alamadım, evet doğru. Fakat üzerinde düşünmeden edemediğim birkaç alıntı çok hoşuma gitti. Bunlar okuru düşündüren ve altı çizilebilir önemli ifadelerdi bence.

Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur. /s.5

Düşünceler durur muydu?

Bitmek bilmeyen gecede…

/s.41

“Huzur, huzursuzluk, hatta bu dünya, kafanın içindeki şeylerden sadece biri olduğu için fark etmiyor ki. Pirelerin dünyasını istemediğin için sivrisineklerin dünyasına taşınmanın bir anlamı olmaması gibi.” /s.58

Güzel olan bir şeyi haddinden fazla güzelleştirmeye uğraştığınız zaman güzelliği azalıyordu. İnsanlar için kullanılan “tatmin, yoksunluğu getirir” deyimi de tam olarak bu durum içindi. /s.93

“İlk sayfadan itibaren okumak zorundaysan, sonuna kadar okumak zorundasındır.” /s.111

Bu dünya ısrarcı, zehirli, yaygaracı ve her şeyden önce arsız insanlarla dolu. Özellikle bazılarının bu dünyaya ne yapmaya geldiği anlaşılmıyor. /s.134

Bazılarını da not ettim sizler için… Konusuna gelecek olursak da genç bir sanatçı şehirden ayrılarak yollara düşüyor ve dağların birinde konaklıyor. Kaplıcanın sahibinin kızı Nami ile karşılaşıyor ve burada kalıp bu güzelliğin resmini çizmek istiyor. Bakalım onu bu süreçte neler bekliyor?

Aslında konusu da çok hoş, sanatın her anını yaşayan ve farklı kültürleri seven okurlara tavsiye ederim. Bu arada Ardından’ı severek okumuştum. Şuradan yorumuma bakabilirsiniz. Gönül de diziye eklendi aynı zamanda. Uzun zamandır listemdeydi, yakın zamanda okuyup düşüncelerimi paylaşmayı umuyorum…

Puan: 6/10

İncelememi yayımladığım diğer platformlar: Wannart Bubisanat 1000kitap

13 Beğeni

Okuduğum Tarih: 12-16 Aralık 2022
[Okuduğum 363.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 90.betik
[Aralık ayının 5.betiği]

Her bir aşkın kendi hikayesi ve her aşk acısının da özel bir nedeni var. Bence bu, insanlık için nükleer savaştan sonra en tehlikeli acıdır. Hayatları boyunca özlenen bir aşk. Demek ki, düşünmemek unutmak demek değilmiş. İnsanoğlu ömrünce bir kerecik olsun vicdanıyla baş başa kalmak, yaşamın hay huyundan uzak durmak istiyor. Gözünün bütün yaşlarını dökerek ağlamak istiyordu, ağlayamıyordu. Böyle işte talih vardır güldürür talih vardır öldürür…

Kadim Kırgız Türk ulamışına göre Ebedi Gelin, yüzyıllardır sarp dağların ondan aldığı eşine seslenir. Belki de sevdiğini elinden alan dağlar değil, kalpleri saf kötülükle mühürlenmiş insanlardır. Ebedi Gelin’in arayışı, adanmışlığı ve kaybettiklerinin ardından yaktığı ağıtlar; bugünün masumlarının yazgılarını da anlatır. Hayalleri ve vahşi kapitalizm arasında bir kıskaçta çırpınan Arsen Samançin, avını yakalarken yarınını kaybeden Yaypars, gösteri dünyasının ışıltıları arasında yitip giden Aytane, şefkatiyle sağaltan Eles ve kuşkusuz para hırsıyla ihtiraslarının karanlığına esir düşmüş insanlar…

Hemen her hikâyesinde olduğu gibi harika bir film senaryosu çıkabilir yine. Neticede Aytmatov iyi bir edebiyatçı olduğu gibi sinema konusunda da hayli tecrübeli bir isim ve veterinerlik eğitimi de almış bir kişi. Öyle ki daha önce mükemmel tasvir ettiği at (Gülsarı) gibi hayvan kahramanları vardı. Bu sefer de bir Kar Leoparı’nı (Yaypars) öykünün merkezine oturtmuş.

Bütün okurlarını yorum okudum ama hiçbiri benim fark ettiğim detaya hiç değinmemişler. Ya unutmuşlar yada hiç o detayı fark etmemiştir. Bombayı patlıyorum. Yaypars; Ebedi Gelin’in nişanlısı avcı damat olduğunu o damatın insanları görünce ettiği bedduayı ve bir daha onu görmemeleri anımsadınız mı? Arsen Samançin; yaralı bir şekilde mağaraya gelince Yaypars’ı görür. Ölene kadar ona zarar vermediğini ve şefkatle başını Yaypars’ın gövdesine yasladığını hatta nişanlısı Ebedi Gelin’in çağrılarına inandığı his ettiği için Yaypars da Arsen Samançin’e zarar vermedi. Yani bedduası tutmadığı için yeniden insan ruhuna dönüşüp kayboldu çünkü ertesi gün mağara gelip Yaypars’ın cesedini görmediler ve daha sonra onun izine hiç rastlanmadılar. Bir de Yaypars’ı dişisi ve dişi kar leoparları onu terk etmesinin nedeni onun aslında insan olduğu için evrensel yasalara aykırı davranmak istemedikleri içindir. Yaypars bunu hiçbir zaman fark etmedi.

İlginç bir keşif daha. O da bir söz oyunu türündedir. Eles adının anlamını biliyor musunuz? Kırgız ve Kazak lehçelerimizde “hayalet” anlamına gelen Türkçe sözdür. Eles, Arsen yaşamına girişi ve ona hemen Aytane’yi unuturuşu anımsayınız. Ne demek istediğimi anlarsınız. Dizi Uyarlaması köşesinde dizimizin adı ya “Ebedi Gelin” yada “Dağlar Yıkıldığında” olacak. Ebedi Gelin’i rahmetli Fatma Girik canlandırabilirdi Yeşilçam döneminde. Arsen (Ersin) rolünü İbrahim Çelikkol, Aytane (Ayten) rolünü Tuğba Büyüküstün ve Eles (Hayal) rolünü Farah Zeynep Abdullah oynarsa çok güzel bir dizi ortaya çıkacak. Genelde bu roman pek beğenilmese de benim için çok güzel bir roman oldu çünkü Gün Olur Asra Bedel gibi beni hiç yormadı bile. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Alıntılama yaptığım okurlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum…

5 Beğeni

15 adet gönderi şu konuya taşındı: Tartışma Köşesi