Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu - Valerie Solanas
Valerie Solanas’ın argo bir dille yazdığı erkek düşmanı-cinsiyetçi manifestosunda; topluma, aileye, çalışmaya, ekonomik sisteme, eğitim sistemine, cinselliğe, kültür ve sanata, kendisi gibi düşünmeyen kadınlara ve tabii ki erkeklere büyük bir öfke duyan yazar, bu bahsettiğim kavramları eleştirmekte (aslında “saydırmakta” desem daha doğru) tasarladığı ütopik dünyayı ve bu ütopyaya giden yolu anlatmaktadır.
Solanas’ın ütopyasında para sistemi yoktur, hükümet yıkılmıştır. Yaratıcılık gerektirmeyen bütün işler otomasyonlu bilgisayar sistemleri tarafından yapılır. İnsanlar haftada birkaç saatten çalışmak zorunda değildir. İstedikleri bütün ürünlere rahatlıkla ulaşabilirler. Toplum neredeyse tamamen dişilerden oluşur. Toplumda, dişilere boyun eğmiş ve aşağılık cins olduğunu kabul eden çok az sayıda erkek hariç, erkek yoktur. Üreme, laboratuvarlarda suni olarak dişi bebekler üretilmesiyle yapılır, hatta bir süre sonra buna bile gerek kalmayacaktır.
Solanas, manifestosunu erillerin "eksik dişi"ler olduğu tezi üzerine kurmuştur. Ona göre savaşların, cehaletin, bilimin yeterince gelişmemesinin, hastalığın ve ölümün çaresinin bulunmamasının sorumlusu erillerdir. (Erkek/kadın değil, eril/dişi sözcüklerini kullanır çünkü temeli tamamen biyolojik belirlenimciliktir.) Yazar, erkekleri dişi olmaya haset eden, doğru yolu bir başkasının göstermesine muhtaç olan, sevme ve empati kurma yeteneği bulunmayan, duygusal olarak sakat kişiler olarak tanımlar. Ayrıca “baba” kavramından da bahseden yazar babaları, ona göre hastalıklı olan bu toplumu inşa eden kişiler olarak görür. Yazara göre babalar çocuklarını sevemez, kabullenmez, “saygı” adı altında onlara mesafeli durur. “Baba”, en çok öfkeli olduğu kavramlardan biridir.
Ardından yazar, SCUM’ın ütopik dünyayı kurmak için benimseyeceği hareket tarzını açıklar. SCUM’lar çeşitli işlere girip çalışmayarak işyerlerini sabote edeceklerdir. Örneğin tezgâhtar kızlar sattıkları malların karşılığını almayacak, telefon operatörleri çağrıları bağlamayacak, fabrika işçileri gizlice alet edevata zarar verecek vs. Ayrıca cinayet ve vandallığı da kabul eder.
Kitap birçok çelişki içermektedir. Örneğin kitabın başında şiddeti ve savaşları eleştirir ama kitabın sonunda şiddeti hareket tarzı olarak anlatır. Bir yerde, erkekleri içsel dünyası olmayan ve dıştan birilerinin yol göstermesine bağımlı bir cins olarak tanımlarken, diğer yerde kendi içlerine gömülen ve başkalarıyla bağ kuramayan bir cins olarak tanımlar.
Bu yönden ciddiye alınacak bir yanı olmadığı ortada, ancak bu öfkenin nereden ve nasıl çıktığı üzerinde düşünmek lazım.
Valerie Solanas’ın hayatını okuduğunuzda aslında bu kadar öfkeli olmasında şaşılacak bir şey olmadığını fark edersiniz. Çocukken cinsel istismara uğrayan Solanas, büyüdüğünde de geçimini sağlamak için fahişelik yapmak zorunda kalmış. Eğitim hayatında çok başarılı olmasına rağmen hayata öfkelidir. Şu alıntıda da bu durum net bir şekilde görülebilir:
“SCUM her yola gelir… her yola… bütün gösteriyi görmüştür -her bir parçasını- düzüşme sahnesini, emme sahnesini, zürefa sahnesini, hepsini, bu sahilin tamamını gezmiştir, her limanda, her iskelede bulunmuştur, çük limanı, kuku limanı… anti-sekse varmadan önce epeyce seks yapması gerekiyor insanın …”
Manifestodaki düşünceler çılgınca olsa da, aslında erkeklerin kadınlara söylemesini kanıksadığımız şeylerin ters çevrilmesinden başka bir şey değildir. Örneğin kitaptan bir alıntı:
“Erilleri muhafaza etmemiz için üreme gibi müphem bir amaç bile yoktur. Eril, biyolojik bir kazadır: Y (eril) geni tamamlanmamış bir X (dişi) genidir yani tamamlanmamış bir kromozomlar serisidir. Başka bir deyişle eril eksik bir dişidir, daha gen aşamasında yaşamına son verilmiş, ayaklı bir kürtaj.”
Solanas, burada sadece eski çağlardan günümüze gelen bir algıyı ters çevirmiş. Antik Roma’daki anlayış kadının, “eksik erkek” olduğu yönündeydi. Kadın, erkeğe her yönden tabi olmalı ve itaat etmeliydi. Bu anlayış hem Avrupa’ya hem de (maalesef) İslam dünyasına da sirayet etmiştir. Kadın, erkekten aklen ve dinen eksik olan, evden çıkmaması gereken, şehvetten ibaret olan, şeytanın ağı olan, erkeği günaha sürükleyen bir varlık olarak addedilmiştir. Kadına okuma yazma öğretilmemesini öğütleyen hadisler bile uydurulmuştur.
Batı’da durum farklı değildi. Orta Çağ Avrupa’sında yalnız yaşayan kadınlar cadılıkla, delilikle suçlanmaktaydı. Yeni Çağ’da İngiltere’de kadınların mal edinme hakkı yoktu. 1950’lere kadar kadınlar üniversiteye alınmıyor, azmedip okuyan kadınlar büyük zorluklarla karşılaşıyor, kadınların çalışması uygun karşılanmıyordu. “Erkekten eksik, şehvetten ibaret, şeytanın ağı, erkeği günaha sürükleyen varlık” anlayışı çok daha şiddetli bir şekilde Hristiyanlık’ta da vardı.
Bunları göz önüne alınca Solanas’ın sözleri hafif kalıyor. Onun yaptığı bir cinse yönelmiş tarihsel nefreti, diğer cinse doğru aynalamak. Çözüm bu mu, değil tabii ki ama her şeyin gösterdiği bir şey vardır.