Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Okuduğum Tarih: 21-22 Akman 2023
[Okuduğum 379.betik]
2023 (Tavşan) yılında okuduğum 9.betik
[Akman ayının 4. betiği]

Annesini kaybeden bir gencin, babası sandığı adamın üvey babası olduğunu öğrenmesi üzerine gerçek babasını arama serüveni anlatan uzun öyküyü okurken özüme dair izleri de bulmaya çalışırken de toplumdaki üvey baba ve öz baba izlenimlerine de bir kez daha tanık oldum.

Önceleri üvey babası Necdet’in yanında yaşayan Orhan, üvey babasının öz babası olmadığını öğrendiğinde bu evden ayrılır. Baba mutlak otoritenin bir simgesi olduğundan, mekân olarak ev ile özdeşleşmiş durumdadır. Ev, geleneklerin muhafaza edildiği mekândır. Çocukların sahip oldukları bir evlerinin olması, o evde babanın varlığıyla mümkündür. Babanın üvey olduğunun öğrenilmesi ve Orhan’ın evi terk etmesi evin babayla olan bağıyla ilintilidir. ‘Baba’ onun için artık bir yabancıdır, ailenin sıcaklığının ve yuva oluşunun temsili olan ev de babanın kaybıyla yitirilen mekânlar arasındaki yerini alır.

Yoksulluğun mekânı olan bir evden zenginliğin sembolü olan öz babanın mekânına, yani bir yalıya doğru yol alan Orhan nelerle karşılaşacağının farkında değildir. Romanlarındaki çocukların bu yalı yaşantıları, Küçük Bey’ diye saygı görmeleri belki de Tuğcu’nun Çengelköy’deki köşkünden görünen o yalı bahçelerine doğru hayalini kurduğu hayatın bir özlemi olarak okunabilir. Orhan’ın öz babası Vedat Bey, ona bir baba sıcaklığını göstermez. Onunla tanışma gereği duymaz ve yalıdaki odasından çıkmaz. Babanın bu garip davranışları Orhan’ın dikkatini çeker. Mekân değiştirmiş ve öz babanın yuvasına gelmiş olduğu hålde yine baba sevgisinden mahrum kalır. Vedat Bey, üvey babasının zıttı özelliklere sahiptir.

Vedat Bey, Orhan’ın annesinden bir yanlış anlaşılma sonucu ayrılır. Üvey baba Necdet, gençliğinde Orhan’ın annesine âşıktır. Bu yüzden annesine, Orhan’ın öz babası olan Vedat Bey’den ayrılmasını, kambur ve sakat olduğu için onu terk etmesi gerektiğini anlatan bir mektup yazar. Vedat Bey mektubu okuduktan sonra, eşinin kendisiyle parası için evlendiğini düşünür ve onu evden kovar. Vedat Bey’in sakatlığı yüzünden insan içerisine çıkmaması, eşinin kendisini beğenmediği için aldatıldığını düşünmesi, fizyolojik anlamda engeli bulunan insanların ruh halini ortaya koyması açısından mühimdir. Bu anlamda romanda otobiyografik unsurlara yer verildği görülür. Kemalettin Tuğcu da aynı rahatsızlıktan muzdarip olduğu için romanlarında yarattığı kahramanların hâl diliyle bu durumu okura sunar.

Sakat bir insanın ruhsal anlamda yaşadığı yıkım, Vedat Bey’in davranışlarında ifade bulur. Kemalettin Tuğcu da küçük yaşta sakat kaldığı için Vedat Bey’in psikolojik durumunu gerçekçi bir şekilde aktarır. Vedat Bey, oğlunun ısrarları sonucu hayata döner ve onunla aynı evde kalmayı kabul eder. Üvey babanın yabancı bir insan olarak babalık vasfından mahrum olması, öz babanın sakatlığından dolayı dışladığı oğluna kucak açmasıyla roman sonlanır. Benim hayatımda ise babam, hayallerimin önüne sürekli sakatlığımı koyarak hayallerimden vazgeçmemi sağlamaktı. Evet bedenen sakat olabilirim ama kalbim ve ruhum sağlıklı olduğu için babama inat hayallerime sımsıkı sarıldım çünkü benim rızkımı Tanrı veriyor. Ne zaman öleceğimi sadece Tanrı bilir. Okumanızı tavsiye ediyorum ki babam gibi babalara ders niteliğinde uzun öyküdür.

*SEKMAN, Ayşegül (2021), Kemalettin Tuğcu Romanlarında Baba Metaforu, Uluslararası Eğitim ve Dil Dergisi, 2021/1 25-35.

3 Beğeni

Spoilerlı:

Dönemi için çok yenilikçi fikirleri var. Bunların çoğu hala taze, mesela Jaunte’lemek zihinsel ışınlanmanın güzel bir tarzı. Bunu toplum yapısına entegre edip, sınırlandırmalar getirmesi dönemi içerisinde taktir edilesi. ÇR işlerinde çalışmış olmasından mütevellit zihinsel güçleri detaylandırmak istemişte kitabın anafikrinden uzaklaşmış olmamak için eklememiş gibi bir hissiyat var.

Kitabın başlarında sıkılmış olsam da Dagenham karakterinin girişiyle ortalık şenlik yerine dönüyor. 70. sayfalardan itibaren bir solukta ara vermeden okuyarak bitirdim fakat intikam hikayesi olarak biraz zayıf buldum. Foyle’nin çok bahsedilen azmi, deli halinden uzaklaştıkça yavan gelmeye başladı. Sadece karakterlerin parmak göstermesiyle belirtiyor, geri kalan her şey olması gerektiği gibi-övülecek ekstra unsur göremedim yani-. Alevli halinin ortaya çıkmasıyla derin bir komplo beklentisine bürünmüştüm ama Foyle’un ruhani ölümünün arkasından histerik bir ergen çıkması üzücü oldu. Belki de dönemi için iyi sayılabilecek insanın bencilliği üzerine bir eleştiri niyeti vardır ama 2023 itibariyle intikam hikayesi altından böyle bir şey çıkması kitaptan aldığım zevki azalttı. Birde kitaptaki kadınların, erkeklere yardımcı&partner olmasından başka işlevleri olmaması da zamanımız itibariyle sıkıcı bir ayrıntı. Halbuki çoğu kadın karakter iyi yazılmış, erkekler de hakeza. Daha iyi karakter intereksiyonları olabilirmiş. Foyle’un ermişe dönüşüp, son sayfalardaki “halk ve biz, biriz” tarzı söylevleri de bayık geldi ama yazar için önemi vardır illa ki.

Vakıf’ın üstüne okuyunca biraz beklenti altında kalmış olabilir ama Foyle ve hikayesinden çok, haberalma ajanı, zengin iş adamı ve bilim insanı olan Dagenham gibi karakterlerle bunların evren içi ilişkisi daha ilgi çekiciydi. İlk Yıldız Odası sahnesi ve sonrakileri okuması benim için kitabın genelinden daha eğlenceliydi.

Kitap bence yeni okuyucular için kendi kendine yaratacağı intikam beklentisinin altında kalıyor. Vakit kaybıydı demem, okurken sıkılmadım da ama birkaç spoiler okusaydım sanırım okumazdım.

14 Beğeni

CITY OF FORTUNE

Kitap, Venedik’in 1200-1500 arası bir deniz gücü olarak yükseliş ve çöküş macerasını anlatıyor. Üç ana başlık altında sırasıyla; 4. Haçlı Seferi, Ceneviz-Venedik Rekabeti ve Osmanlı-Venedik Savaşları inceleniyor. Bunlara ek olarak yer yer Venedik’in idari, hukuki ve ekonomik sistemleri; ticaret faaliyetleri, denizci ve tüccarlarının yaşamlarından da bahsediliyor. Kitap, Venedik’in deniz imparatorluğuna odaklandığı için İtalya’daki kara faaliyetlerine yer vermiyor. Onları da merak ediyorsanız daha kapsamlı bir kitaba başvurun.

14 Beğeni

Yaban Diyarlarda Yabancı// Robert E. Heinlein

Başka bir gezegende doğmuş büyümüş insan fikri acaip hoşuma gitti, çok severek başladım kitaba. Karakterin dünyaya, insanlara uyum çabalarını çok severek ve ilgiyle okudum. Ancak ne zaman ki olay tarikat, din işlerine döndü beni kaybetti. Bilimkurgu adı altında felsefe, din ve ya başka şeyler okumaktan çok sıkıldım artık ve bkk serisinde oldukça çok var bu :roll_eyes: birbirimize uyamadık maalesef…

15 Beğeni

Daha önce Okuyorum başlığında da paylaştığım kitap:

“Işığa tutulmuş, pudrayla bezeli, sakızlı bir lokum gibi çocukluğum. iki parmakla kavranabilen, esnek bir kütle. böyleyken çocukluğum dediğim o sürenin tükeniş düşüncesini tüketen çevik bir hamleyle temas etmenin ötesine geçip onu neredeyse bütünüyle kapladığı şu an hayatımla ilgili bir yargıya varıyorum: köpekler ve allah’la geçirilmiş güzel zamanlarım olmasaydı dünyada görüp geçirdiğim çirkinliklere de katlanamazdım.”

“Nereden, nasıl bakarsanız bakın, şundan emin olun: yeryüzü bedenim ve varlığım için anlamlı değil. bunu açıklamak isterdim: kavradığım taraflarım sadece acı veriyor: kendimle yaşayamıyorum. bunu açıklamak isterdim: kendime acımıyorum. bir zavallı olduğumu kabul etmem, bütünüyle bir güç gösterisi ve sevimli bir kibirden kaynaklanıyor, bu gücü ve kibri ısmarladığım arsenik şişesinde beni bekleyen ölüm veriyor.”

İsmail pelit’in daha önce şeytanın sevdiği ayetler kitabını okumuştum. yazı üslubunu burada da gösteriyor. yazar, bu kitabında bir kimyagerden aldığı arsenik şişesiyle bir yolculuğa çıkıyor. bu yolculuk içerisinde fuzuli’nin “şair sözü elbet yalandır.” sözünü hatırlatan bir üslupla bizi kurgu ve gerçekle baş başa bırakıyor. ismail pelit’in intihar mektubu olarak yazdı bu romanda karakter yani ismail pelit sokaklarda dolaşarak hem düşüncelerini hem de gözlemlerini aktarıyor. yoğun, art arda sıraladığı ölüme hazırlık düşünceleriyle bizi sanatlı bir intihara hazırlamış oluyor.

“Bu dünyada sadece benim doldurduğum bir boşluk var mı? bakıyorum sadece kendi içimdeki boşluğu görüyorum. bir boşluğun sahibiyken, hattâ koca bir boşluktan ibaretken, nasıl başka bir boşluğu doldurabilirim? ölümümle ancak mezar çukuru dolar. dünyada doldurabileceğim başkaca boşluk yok.”

“Bilek damarımı açarak intihar edemem, çok düşündüm: kanımı bir zehir gibi dünyaya dökmek yerine, kanıma dünyadan zehir dökmeyi seçtim.”

5 Beğeni

ROKET (Bilimkurgu Öykü Dergisi)

Uzun soluklu olmasını dilediğim, bilimkurgu öykü dergisi Roket, ilk sayısında yedi öyküde gezdiriyor hayal dünyamızı.

Dergiyle aynı adı taşıyan Roket, bir sert/saltık bilimkurgu öyküsü. Nesillerdir uzayda yaşayan, belirli bir gezegende yerleşik olmayan bir halk, başlarına gelen felaketlerden dolayı yaşadığı bölgeden uzaklaşmalıdır. Yaşayacak yeni yerler araştırmak üzere personelsiz gemiler gönderirler. BT 4522 adında yaşama elverişli bir gezegen bulurlar. Metin Uçar’ın kaleme aldığı öykü, BT 4522’ye doğru yola çıkan ilk personelli geminin görevlilerinin birinin ağzından anlatılmaktadır.

Ruhşen Doğan Nar’ın yazdığı Piyango, Karacaoğlan’ın Üryan Geldim dörtlüğüyle başlar. Bir ülke ki ölümsüzlüğü bulmuştur, ancak ölümün hayata renk katacağı gerekçesiyle her yıl Ölüm Piyangosu çekmekte ve bir kişinin hayatına son vermektedirler. Piyangosu çekilen için kurtulmanın tek yolu, kendisi yerine canını feda edecek birini bulmaktır. Tıpkı Deli Dumrul’un başına gelen gibi… Peki öykünün baş karakteri bu sondan kurtulabilecek midir?

İnsanın başına ne gelirse dilinden gelirmiş. Bu vecize robotlar için de geçerli. Emre Bozkuş’un Fıkracı adlı öyküsünde iyi niyetli ama diline bir türlü sahip çıkamayan fıkra meraklısı bir robotumuz var. İsmi de Meraklı. Meraklı, fıkralarıyla değilse de milletin başına açtığı işlerle sizi şaşırtıp güldürecek.

Faruk Korkmaz’ın kaleminden, Çaresiziz, edebi diliyle öne çıkıyor. Gezegeni işgal eden uzaylı ırk, katliamı reva görmemiştir belki insanlığa ama insanları kısırlaştırıp birbirinden ayırmış, tecrite mahkûm etmiştir. Esaret içinde yaşamak mı daha iyi, yoksa ölmek mi? Gülmenin, zevk almanın yasak olduğu bir dünyada yaşamak mı daha iyidir, yoksa ölmek mi? Çaresizlik duygusunu iliklerinize dek hissettiren bir öykü.

Zaman Paradır, Orkun Uçar’ın 25 yıl önce roman fikri olarak düşündüğü bir öykü. Ölümsüz gençlik keşfedilmiştir, ancak yönetim, bunu insanlara doğrudan sunmak yerine paraya çevirmiştir. İnsanlar çalıştıkları kadar yaşayabilmekte, zaman parası tükenen ölüvermektedir. Bu fikir daha sonra “In Time” gibi filmlerde işlendiği için yazar romanı yazmaktan vazgeçmiş ve öykü olarak sunmuş. Oldukça sürükleyiciydi. Roman halini de okumak isterdim.

İsmail Yamanol’un dilimize kazandırdığı Fredric Brown’dan Yanıt kısacık ama çarpıcı bir öykü. Seksen dört milyar gezegendeki bilgisayarların beyinleri birleştirilir ve tek bir süper bilgisayar oluşturulur. Bilgisayara “Tanrı diye bir şey var mı?” diye sorarlar. Bilgisayarın cevabı ise, bugüne dek okuduğum öyküler arasında en karizmatik cevaplar listesine kafadan oynar.

Galaksilerarası Müze Gezisi’nde, Ümit Yıldırım, üstündeki uygarlık yok olmuş ve müzeye dönüştürülmüş bir gezegene yapılan okul gezisini konu alıyor. Öğrenciler, öğretmene yönelttiği sorularla gezegen ve eski halkı hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Gezegen size epey tanıdık gelecek ve maalesef üstündeki uygarlığın yok olma sebepleri de.

Böyle bir derginin varlığından dolayı mutluyum. Okurken keyif aldım, şaşırdım, düşündüm, sorguladım, heyecanlandım.

15 Beğeni

Stoner - John Williams

Amerikalı yazar John Williams’ın, 1965 tarihli psikolojik, akademik romanıdır.

Kitapta William Stoner’in hayatını görüyoruz. Stoner, fakir bir çiftçi ailesinin tek çocuğudur. 19 yaşındayken ziraat okuması için üniversiteye gönderilir. Daha sonra orada edebiyatla tanışır, farklı bir bölüm okumaya başlar. İnsanlarla olan ilişkilerini görürüz. Akademide yükselmeye çalışır. Dostları, düşmanları olur, aşık olur.

Kitapta bir insanın hayatı nahif, içten bir şekilde gözler önüne serilmiş. Dokunaklıydı. Okurken hüzünlendim, öfkelendim. Kısacası severek okudum. Özellikle psikolojik yönünü sevdim diyebilirim.

Kitabı birkaç günde bitirdim. Hikayesi ilerledikçe anlatımı daha akıcı buldum. Bir ara kitabı beğenmeyeceğimi düşündüm, Stoner’e sinirlenmiştim.

Eserin bazı kısımları, yazarın hayatındaki olayların bir yansımasıymış. Amerikalı şair J.V Cunningham da romana kısmen ilham vermiş.

Puanım: 9/10

18 Beğeni

Okuma Serüveni - Ümit Aktaş

Bu otobiyografik kitapta, yazar, çocukluğundan bugüne dek olan hayatını, kitaplara odaklı bir şekilde anlatıyor.

Okumanın onun için anlamını, kitaplarla ilişkisinin yıllara göre değişimini, okul ve şehir değişikliği gibi olayların onun üzerindeki etkisini, değişen ruh halini ve dünya görüşünü dönemlere ayrılan bir şekilde anlatan kitap, okumanın bir yolculuk olduğunu ve kitabın yazılış amacının okuma serüvenine yol alan okurlara karşılaşabilecekleri handikaplar hakkında tecrübeler, yaşam bilgisi sunmak olduğunu anlatan giriş bölümüne, Alak Suresi’nin ilk ayetlerini hatırlatarak başlıyor.

Daha sonra yazarın hayatındaki dönüm noktalarına ayrılmış on bir bölümde, çocukluktan üniversiteye kadar hayatını denemesel bir üslupla -yani öznel, samimi ve sohbet eder gibi- anlatmakta. Şiir, edebiyat, şehirler, toplum, din, siyasi iklim hakkında konuşmakta.

Bazı yerlerde yazarın düşünceleriyle kendiminkileri özdeşleştirdim. Mesela, bazı eserler ikimizin de üstünde aynı etkiyi yapmış. Toplumda hâkim görüşlerden ayrıldığımız bazı yerler aynı. Bazen de düşüncelerine hiç katılmazken buldum kendimi. Yaşça büyük hoşsohbet biriyle oturmuşum da konu konuyu açmış gibiydi.

Gerek bazı yerlerde durup düşünme ihtiyacından, gerek yazarın dilinden dolayı kitap akıcı değil. Sayfa sayısı az ama çok odaklanmış değilseniz muhtemelen bir günde bitiremezsiniz. Yavaş yavaş bitirirsiniz.

Kitabın içinde yazar her ne kadar okuduğu eserlerden bahsetse de parça parça dağılmış olan bu bahislerin sonda bir liste halinde yer alması çok iyi olurdu. Üşenmesem ben yapardım. Yüz ya da daha fazla kitap adı var içerisinde.

10 Beğeni

Kitabı bitirmeme az kaldı. Sonunu bildiğimden dolayı incelemeyi artık yazmak istedim.
Forumda birçok kişi eminim ki bu seriyi çoktan okumuştur hatta birden fazla. Benim de okumam bu zamana kadar sarktı.
Aslında ben bu kitabı iki sene önce almıştım 70-80 sayfa okuduktan sonra yarıda bırakmıştım. Çünkü diziyi ilk başta izlediğimden dolayı kendi zihnimde özgürce hayal kuramıyordum aklım sürekli dizideki kalelere, karakterlere yöneliyordu. Ayrıca bir fantastik romana göre çok ciddi ve bu ciddilik temasının altında anlatımın basit olduğunu düşünüyordum bu düşüncemi birkaç gün önce adını tam hatırlayamadığım ama şu şekilde olan başlıkta dile getirmiştim: Sizi hitap etmeyen bilimkurgu ve fantastik kitaplar
Şimdi o zaman diziyi neden izledin diyebilirsiniz ilk başta dizi ile kitap farklı şeyler bunu bir kez daha anladım. Dizide her ne kadar ciddilik olsada yer yer aksiyon sahnesi, evrenin atmosferi, oyunculuklar diziyi izlettiriyordu. Ancak kitaptaki bu ciddilik fantastik evrene göre çok gerçekçi yapıyor bana göre.

Onun dışında Cat’in saçmalıkları ve gelecekte de yapacağı saçmalıklar ve hataları bildiğimden ötürü heyecan verici şekilde okuma deneyimi sunmuyor. Bu yüzden Buz ve Ateş’in Şarkısı serisiyle bu kitapla sonlandırıyor farklı kitaplara yelken açıyorum.

Bu arada artık ciddi ciddi düşünüyorum bir zamanlar en sevdiğim tür olan fantastiği yoksa artık sevmiyor muyum diye. Çünkü en son Fırtınaışığı Arşivi 1. Kitabını yarıda bırakmıştım maalesef…

13 Beğeni

Cat Catelyn Stark mı, diziyi boşverin ileride sürprizler var :slight_smile: Catelyn ile ilgili.

3 Beğeni

Hocam yaşınız kaç acaba?

19 ( yirmi karakter.)

Himm böyle bir cümle kurduğunuza göre yaşınız 40 veya üstüsünüz diye düşünmüştüm. Yaş ilerledikçe bazen klasiklare veya daha “oturaklı” bir edebiyat arayışı olabiliyor insanda. Kendi adıma yaşım 40 ı geçti ve yıllık okuma listelerime bakıyorum eskisi gibi sizin gibi hayranı olduğum fantastik edebiyat gerilerde kalmış. Ancak sizin özelinizde verdiğiniz örnekten yola çıkarak kitabın anlatım tarzı ağır kalmiş olabilir. Nacizane tavsiyem, ne kadar kitap okudunuz bilmiyorum biraz daha konu üzerinde tecrübe edindikten sonra tekrar dönün kitaba, pişman olmazsınız.

4 Beğeni

Tavsiyeniz için teşekkür ederim :blush: dediklerinizi uygulayacağım.

1 Beğeni

Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi

Çok yakın bir dostumun zorlaması ile başlamış olduğum bu kitabı bir gecede bitirdim. Açıkçası üstüne konuşacak tek bir şey bile bulamıyorum. Okuması oldukça rahat ama okurken bir an önce bitse de kurtulsam dedirtti bana. Ne karakteri sevebildim ne de yazarın hiç gizlemeye çalışmadığı hayat tavsiyelerini. Kitap, reklam edildiği gibi bir fantastik eser değil. Tamamen fantastik ve bilim-kurgu öğeleri ile bulanmış kişisel gelişim kitabı. Vermek istediği mesajların Instagram terapistlerinden bir farkı yok.

13 Beğeni

Buz ve Ateşin Şarkısı’nı okurken serinin yeterince fantastik olmaması beni de başlarda rahatsız etmişti, sanki fantastik soslu orta çağ kurgusu okuyor gibiydim. Aslına bakarsanız seri zaten fantastik soslu orta çağ kurgusundan başka bir şey değil ama olabilecek en iyi orta çağ kurgusu. O kadar iyi ki fantastik sosuyla bile en iyi fantastik serilerin arasına girebiliyor. Okuyun ve okutun, pişman olmazsınız.

5 Beğeni

Anladım hocam sizin gibi diyen çok oldu. Bu yüzden seriye birkaç kitap ara verip devam etmeyi düşünüyorum. Yanıtınız için teşekkür ederim.

1 Beğeni

Jennette McCurdy - I’m Glad My Mom Died

Zamanında sıkı bir iCarly izleyicisi olarak bu kitabı okumak kolay olmadı. Yazım dili oldukça hafif ama içeriği zıt bir şekilde ağırdı. Çocuk starların hayatının çoğu oynadıkları dizilerdeki gibi şahane olmadığı artık eskisi gibi bir sır değil ama anlattığı şeyler gerçekten benim için üzücüydü. Kitabın başlığı oldukça şoke edici ( ve biraz da reklam amaçlı) , evet ama okuduktan sonra ben de I am glad her mom died! dedim.

Özellikle yeme bozukluğunuz varsa kitabı şimdilik okumamanız sizin yararınıza olabilir.

4 Beğeni

Okuduğum Tarih: 22-27 Akman 2023
[Okuduğum 380.betik]
2023 (Tavşan) yılında okuduğum 10.betik
[Akman ayının 5.betiği]

Serinin ikinci ve son betiğinin Öz Türkçe adı Kaytımsızlık Oturağı: Görüşçüler olup kurguda öğrencilerimizin oturağdan kurtulmanın yolunu ararken oturağa gelen gizemli deniz karakçıların tutsağı olurlar. Onlardan kurtulmak için akılı mı cesareti mi ve yeteneği mi kullandılar?

Sizce tutsaklıktan kurtulmak için hangisi daha gereklidir? Zekâ mı, yetenek mi? Yoksa cesaret mi? Belki de hepsinden biraz… Kişiler; zekâ, yetenek ve cesareti bir arada kullansalar ıssız adayı metropoliten şehire dönüştürürken deniz karakçılarından ve metropoliten şehre dönüştürdükleri ıssız adadan tereyağımdan kıl çekmek gibi kurtulurlar çünkü paraya tapmayan öğrenciler olduğundan dolayı.

Hiç kimsenin beklemediği bazı gelişmeler her şeyi değiştirdi. Hepsi özel yetenekler ve becerilerle donatılmış sekiz kişilik Türk takımının önünde şimdi olimpiyatlardan çok daha farklı ve zorlu bir sınav vardı. Kahramanlarımız sorunları çözmek için en çok hangisine ihtiyaç duyacaklarını keşfetmek zorundalar: Zekâ mı, yetenek mi, cesaret mi? Sence hangisini seçerek zorlu sınavı geçip olimpiyatlara katıldılar mı? Gelin bu sorunun yanıtını bu seriyi okuyarak öğrenelim.

Bir yanda zorlu sınavı aşama geçtiklerine tanık olup diğer yanda zor durumda yıldız gibi parlayan Türk mizahisiyle bu serüvende sıkılmayacak bir yolculuğa çıkacaksın. Hele de yol arkadaşlarından biri Bekir ise o yolculuk %100 eğlenceli geçeceği garantilidir çünkü gırgır şamatayı sevenler için tam uyumlu bir arkadaştır Bekir.

Oldubittiye getirilen seride mantık hatası olarak kullanılan yöntemin kurgunun başında kurgulanmazken son sahnede kullanması kurguya yayından kaldırılmış dizi etkisi vermiştir. Bence kurgu üçüncü betikte ayakları sağlam bir şekilde yere basarak tamamlandırılır çünkü oldubittiye ve yayından kaldırılmış dizi etkisi; romanlarımızda “keşke devam etseydi” diye bir serzenişi bize aşılandırır. Severek okuduğum bu seriyi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

2 Beğeni

Tartuffe - Moliere

Oyun ilk olarak 1664 yılında yazılmış. “Tartuffe” çok dindarmış gibi davranan ikiyüzlü insan demek. Adından anlaşılacağı gibi oyunda tam olarak bu durum işleniyor. Zengin ve dindar bir adam olan Orgon, Tartuffe’nin sahte dindarlığıyla onun ilahi bir otoriteyle konuşuyormuş gibi davranmasından çok etkilenmiştir. Aile üyelerinin uyarılarını hiç umursamamaktadır. Tartuffe ise dini kullanarak neler yapabileceğini gösterecektir.

Sahte dindarlığı hicveden, bol kafiyeli, bazen güldüren, anlamlı bir eserdi. Ayrıca oyun sahnelendiği dönemde kilisenin tepkisini çekerek yasaklanmış. Kitabı dinledim ve çok beğendim.

Puanım:10/10

16 Beğeni