Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi

Çok yakın bir dostumun zorlaması ile başlamış olduğum bu kitabı bir gecede bitirdim. Açıkçası üstüne konuşacak tek bir şey bile bulamıyorum. Okuması oldukça rahat ama okurken bir an önce bitse de kurtulsam dedirtti bana. Ne karakteri sevebildim ne de yazarın hiç gizlemeye çalışmadığı hayat tavsiyelerini. Kitap, reklam edildiği gibi bir fantastik eser değil. Tamamen fantastik ve bilim-kurgu öğeleri ile bulanmış kişisel gelişim kitabı. Vermek istediği mesajların Instagram terapistlerinden bir farkı yok.

13 Beğeni

Buz ve Ateşin Şarkısı’nı okurken serinin yeterince fantastik olmaması beni de başlarda rahatsız etmişti, sanki fantastik soslu orta çağ kurgusu okuyor gibiydim. Aslına bakarsanız seri zaten fantastik soslu orta çağ kurgusundan başka bir şey değil ama olabilecek en iyi orta çağ kurgusu. O kadar iyi ki fantastik sosuyla bile en iyi fantastik serilerin arasına girebiliyor. Okuyun ve okutun, pişman olmazsınız.

5 Beğeni

Anladım hocam sizin gibi diyen çok oldu. Bu yüzden seriye birkaç kitap ara verip devam etmeyi düşünüyorum. Yanıtınız için teşekkür ederim.

1 Beğeni

Jennette McCurdy - I’m Glad My Mom Died

Zamanında sıkı bir iCarly izleyicisi olarak bu kitabı okumak kolay olmadı. Yazım dili oldukça hafif ama içeriği zıt bir şekilde ağırdı. Çocuk starların hayatının çoğu oynadıkları dizilerdeki gibi şahane olmadığı artık eskisi gibi bir sır değil ama anlattığı şeyler gerçekten benim için üzücüydü. Kitabın başlığı oldukça şoke edici ( ve biraz da reklam amaçlı) , evet ama okuduktan sonra ben de I am glad her mom died! dedim.

Özellikle yeme bozukluğunuz varsa kitabı şimdilik okumamanız sizin yararınıza olabilir.

4 Beğeni

Okuduğum Tarih: 22-27 Akman 2023
[Okuduğum 380.betik]
2023 (Tavşan) yılında okuduğum 10.betik
[Akman ayının 5.betiği]

Serinin ikinci ve son betiğinin Öz Türkçe adı Kaytımsızlık Oturağı: Görüşçüler olup kurguda öğrencilerimizin oturağdan kurtulmanın yolunu ararken oturağa gelen gizemli deniz karakçıların tutsağı olurlar. Onlardan kurtulmak için akılı mı cesareti mi ve yeteneği mi kullandılar?

Sizce tutsaklıktan kurtulmak için hangisi daha gereklidir? Zekâ mı, yetenek mi? Yoksa cesaret mi? Belki de hepsinden biraz… Kişiler; zekâ, yetenek ve cesareti bir arada kullansalar ıssız adayı metropoliten şehire dönüştürürken deniz karakçılarından ve metropoliten şehre dönüştürdükleri ıssız adadan tereyağımdan kıl çekmek gibi kurtulurlar çünkü paraya tapmayan öğrenciler olduğundan dolayı.

Hiç kimsenin beklemediği bazı gelişmeler her şeyi değiştirdi. Hepsi özel yetenekler ve becerilerle donatılmış sekiz kişilik Türk takımının önünde şimdi olimpiyatlardan çok daha farklı ve zorlu bir sınav vardı. Kahramanlarımız sorunları çözmek için en çok hangisine ihtiyaç duyacaklarını keşfetmek zorundalar: Zekâ mı, yetenek mi, cesaret mi? Sence hangisini seçerek zorlu sınavı geçip olimpiyatlara katıldılar mı? Gelin bu sorunun yanıtını bu seriyi okuyarak öğrenelim.

Bir yanda zorlu sınavı aşama geçtiklerine tanık olup diğer yanda zor durumda yıldız gibi parlayan Türk mizahisiyle bu serüvende sıkılmayacak bir yolculuğa çıkacaksın. Hele de yol arkadaşlarından biri Bekir ise o yolculuk %100 eğlenceli geçeceği garantilidir çünkü gırgır şamatayı sevenler için tam uyumlu bir arkadaştır Bekir.

Oldubittiye getirilen seride mantık hatası olarak kullanılan yöntemin kurgunun başında kurgulanmazken son sahnede kullanması kurguya yayından kaldırılmış dizi etkisi vermiştir. Bence kurgu üçüncü betikte ayakları sağlam bir şekilde yere basarak tamamlandırılır çünkü oldubittiye ve yayından kaldırılmış dizi etkisi; romanlarımızda “keşke devam etseydi” diye bir serzenişi bize aşılandırır. Severek okuduğum bu seriyi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

2 Beğeni

Tartuffe - Moliere

Oyun ilk olarak 1664 yılında yazılmış. “Tartuffe” çok dindarmış gibi davranan ikiyüzlü insan demek. Adından anlaşılacağı gibi oyunda tam olarak bu durum işleniyor. Zengin ve dindar bir adam olan Orgon, Tartuffe’nin sahte dindarlığıyla onun ilahi bir otoriteyle konuşuyormuş gibi davranmasından çok etkilenmiştir. Aile üyelerinin uyarılarını hiç umursamamaktadır. Tartuffe ise dini kullanarak neler yapabileceğini gösterecektir.

Sahte dindarlığı hicveden, bol kafiyeli, bazen güldüren, anlamlı bir eserdi. Ayrıca oyun sahnelendiği dönemde kilisenin tepkisini çekerek yasaklanmış. Kitabı dinledim ve çok beğendim.

Puanım:10/10

16 Beğeni

let

LETTER PERFECT

Latin alfabesinin tarihi hakkında oldukça kapsamlı bir kitap. Tek tek tüm harflerin; Fenikece, Yunanca, Etrüskçe, Latince, Avrupa Dilleri ve İngilizceyi kapsayan yolculuğunu anlatıyor. Şekillerinin, telaffuzlarının ve kullanımlarının nasıl değiştiğini açıklıyor. Yeri geldiğinde matbaa, ses bilgisi ve harflerin popüler kültürdeki imajları gibi ek bilgilere de yer veriyor.

Ben kitabı ufuk açıcı buldum. Sırf harflerin şekilleri ve İngilizce telaffuzu gibi birçok “gelişigüzelliğin” arkasındaki mantığı öğretmesi bile yeter.

16 Beğeni

Son sezondaki kitapta olan çoğu karakterin sonj kitapta da aynı olacak ama bunların tohumları ilk kitaptan beri atılıyor ve dizi gibi sığ, diyalogsuz, hızlı kararlarla olmayacak. Ama kitapta dizide olmayan bir sürü hikaye ve karakter var. O yüzden hem benzeyecek hem benzemeyecek. Ama işin sonunda tatmin edecektir Martin. Dany’nin Meeren’den neden ayrılmadığı benimde çok canımı sıkmıştı taa ki Geek Teori’nin Ejderhaların Dansı Karakter İncelemelerinde Dany hikayesini izleyene kadar. Fark edemediğim çoğu şeyi vermiş yazar aslında. İzledikten sonra tekrar okurken çok daha merak ve zevkle okudum. Öneririm.

1 Beğeni

Yazım yanlışları için kb*

Okuduğum Tarih: 27-28 Akman 2023
[Okuduğum 381.betik]
2023 (Tavşan) yılında okuduğum 11.betik
[Akman ayının 6. betiği]

Evet sayın seyirciler ve konuklar! Rusya’nın başkenti Moskova’da açılan AndroidPark’a hoş geldiniz. İlginize göre iş görücülerimiz (robotlarımız) olduğu gibi sizi ilgili mekanlara yolculuk ettiren öykünç ordalarımız (şehirlerimiz) da mevcuttur. Parkın sahibi Murat Kaya Beşiroğlu sanırsınız ama Polat Onat. Gelin öykünç ordalarda izlediğim öyküler için yaptığım yorumlara bakalım.

Astronot Şair Çalışıyor; Çok güzel ve cesur yerli uzay operası bilimkurgu öyküsü olmasına rağmen öyküdeki Çağdaş Türk Şiirini ve şairlerini uzun uzun anlatılması sıkıcılık etkisi bırakıyor. Bu da kurgu içinde bağlantı kopmasına vesile oluyor. Ayrıca cesur yerli uzay operası bilimkurgu öyküsü demenin nedeni; Türkçe yazılan bilimkurgu öykülerinde Türkçe’nin dilbilgisi zenginliği ve Türk kültürü yelpazesine değinmekten kaçınırken eğitimci kalemimiz ise kültür yozlaşması sürüsüne katılırken de bu öyküde cesur davranmış. Burada öyküde iki işi bir arada yapmak çok zor olduğu anlıyoruz.

Geçmişotu; Bir bilimkurgu öyküsünden daha çok düşsel kurgusu olduğu su götürmez bir gerçektir. Başlangıcı güzel olduğu halde geçişler arasındaki bağlantısızlık sayesinde kurgunun geçmiş, gelecek ve şimdi arasında bir köprü kurulmuyor. Ayrıca kurmaca olduğu için Lokman (as) veya Hızır (as)'ı kullanmak yanlıştır çünkü yalvaçlar günahsız kullardır. Kurmacalar da genellikle yalanlar ve palavralar üzerine kurulur

İkili Turing Testi: Bu öyküde bilimle teknolojimiz gelişse de ulus olarak sosyal medya ilişkilerini belli aşamada ciddiye alıyoruz. Bir süre sonra bu ilişkilerin tatsız yüzüyle tanışıyoruz. Bu öykü de kadına musallat olan bir yapay zeka sapığının kızı tav etmeye yazışmalarla çalışıyor. Burada yapay zekanın arkasındaki kişinin dilediği kızı tespit etmeye çalışıyor bu yöntemle. Bir mesajlaşma olayı yerine bir olay örgüsü çerçevesinde kurgulansaydı çok güzel bir şey ortaya çıkardı.

Robotlar İçin Eğlence Parkı; Öyküdeki mantık hatası hemen gözler önüne seriliyor. Azerbaycan, yakın gelecekte Bütün Azerbaycan topraklara ulaştığı gibi Moskova’yı kapsayacak şekilde Rus toprakları fethettiği dönemde Ruslar da Türk özelliklerini göstermesi absürt görünüyor. Bunu yerine Moskova değil Bakü yada Ankara’da olaylar gerçekleşseydi ayakları sağlam bir şekilde yere basardı. Mantık hatası ve absürtü bir yana bırakırsa herkes dilediği gibi fikrini ortaya koyabilirler.

Üç Süperler; Bu öyküde de çocukların daha deneyle süper çocuklara dönüştüğünü anlatmadan onları bünyelerine kazandırmak isteyen kötü niyetli insanların eğitim adı altında başarılı bir reklam yapma çabasıyla ebeveynleri kandırmaya çalıştığını görüyoruz. Çocuklar süper yada normal olsalar da bu her zaman doğruyu çekinmeden söylerler. Öykünün sonunu absürt bir şekilde bitirmek yerine çocukların süperleşme olayını anılarla okurlara sunulsaydı ortaya kaliteli bir öykü çıkardı.

AndroidPark’ta öykünç ordalarda izlediğim öykülerden sadece ilgi çekici olduğu için Geçmişotu, Astronot Şair Çalışıyor ve İkili Turing Testi kısmen beğenmedim. Eksikliklerine rağmen üç öykü öne çıkıyor. Burada kalemin gelecek adına umut vaat ettiğini görüyoruz. AndroidPark’taki öykünç ordalarında robotlar (daha doğrusu iş görücüler) ve yapay zekalı teknolojilerin ön planda olduğu öyküleri görmeyi çok isterdim. Herşeye rağmen kendini izlettiren bu öyküleri izlemenizi (pardon) okumanızı tavsiye ediyorum. Başka mekanlarda başka sunuculukta görüşmek dileğiyle “beni özleyin babacığım bayyy!” diyerek programı bitiriyorum.

3 Beğeni

Şuan the Wheel of Time serisini okuyorum. Serinin 8.ci kitabını, yani The Path of Daggers (Hançer Yolu) okuyorum. Baya güzel bir seri ama 15 kitaptan oluşuyor olması insanın bir tık gözünü korkutuyor ilk başta.

2 Beğeni

Kurşunların da Rengi Var - Emine Şeçeroviç Kaşlı

Savaş ve çocuk, yan yana gelmemesi gereken iki kelime. Oysaki bundan pek uzun değil, sadece 31 yıl önce Bosna’da insanlığın bütün kuralları gibi bu da yok oldu. Gerçi insanlık sadece zalimlerin içinde yok oldu, yoksa zor koşullar içerisinde hayatta kalmaya çalışan mazlumların değil.

Evlerini terk ederek bodruma saklanan ailelerin; Avrupa’nın yardım diye gönderdiği eskimiş, kokuşmuş yiyeceklerden düzgün yemekler yapmaya çalışan annelerin; mermi kovanlarıyla oyuncak diye oynayan çocukların içinde ölmedi insanlık, hayatta kalmaya direndi.

Bu kitap Bosna Savaşı’nın başında henüz 7 yaşında olan Amina’nın (Emine Şeçeroviç Kaşlı) anılarından oluşuyor.

Bir çocuğun gözlerinden evinin yıkılmasını, en yakınını kaybetmenin üzüntüsünü, sebepsiz bir savaşla bir anda değişen hayatını; bir çocuk kalbinde bir oyuncağın, bayramlık bir elbisenin bambaşka anlamlara gelebileceğini okuyorsunuz. Samimi bir üslupla yazılan bu kitabı birkaç saat içinde bitirmek mümkün.

Saraybosna, dağlarla çevrili bir şehir. Dağlara konuşlanmış keskin nişancılar adeta oyun oynar gibi sivilleri vurmakta, her yere her an bomba düşme tehlikesi var. Silah doğrultanlar ise uzaylılar değil Boşnakların komşusu, arkadaşı olan Sırplar. Hiç beklemedikleri bir anda kendilerini var oluş mücadelesinde bulan Bosnalılar savaşın parçaladığı hayatlarını sürdürdüler.

Eğitim, en çetin koşullarda bile devam etmiş. Defterleri, kitapları olmasa bile çocuklar okula vurulmadan gitmek için zikzak koşuyor, yine de okula gidiyor. Okurken içim takdirle doldu, hayran kaldım. Bütün imkanları olmasına rağmen tembellik eden bizleri, okula ısındıramadığımız çocuklarımızı düşündüm.

Yine okurken aklıma son yıllarda yaşadığımız olaylar geldi. Pandemi, 15 Temmuz, Kahramanmaraş depremi… Birinde evden çıkamayıp güneşe hasret kaldık, birinde silahsız insanların üstüne ateş açıldı, birinde insanlar yıllarca yaşayıp anılar biriktirdiği evlerini kaybettiler. Savaş ise bunların hepsinin toplamıydı.

Savaş kütüphanelerin, köprülerin yıkılması, küçük bir kız çocuğunun ağabeyini kaybetmesiydi.

10 Beğeni

Kanlı Düğün - Federico Garcia Lorca

Eser 1932 yılında yazılmış. Köy Trajedileri Üçlemesi’nin ilk oyunuymuş. Son oyunu ise yazar, İspanyol iç savaşının başlarında öldürüldüğü için o vakitler yayımlanamamış.

Kanlı Düğün, anlaşılacağı üzere bir trajediyi işliyor. Oyunda kan davalı iki aile var. Bu ailelerin oğulları aynı kızı seviyor. Oyunun alt metninde kan davasının, kan dökmenin kötülüğü dile getiriliyor. Bunu anne karakteri yapıyor.

Oyunda adı olan tek karakter var. O da Leonardo. Diğerlerine anne, baba, gelin, damat vb. şekillerde hitap ediliyor. Oyunun yoğun şiirsel bir dili ve sembolik bir yanı vardı. Severek dinlediğimi söyleyebilirim ama bazen olaylara sinirlendim.

Puanım: 8/10

12 Beğeni

Sins of Empire – Brian McClellan (Gods of Blood & Powder #1)


Öncelikle en sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeceğim, kitap bir harika!

Aşağıda Barut Büyücüsü üçlemesine dair sürprizbozanlar mevcuttur!!!

(Bu kitap öncesi The Mad Lancers ve Ghosts of the Tristan Basin novellalarını okumanızı öneririm.)

Kitap üç farklı karakterin gözünden anlatılıyor. Güz Cumhuriyeti’nin 10 yıl sonrasındayız.

General Vlora Flint devrimin ardından Adro’dan ayrılmış ve giderken yanında küçültülen Adro ordusunun çekirdeğini oluşturan tecrübeli askerleri ve Olem’i de alarak Riflejack paralı asker ordusunu kurmuştur. Vlora Fatrasta’daki Palo isyanlarını bastırma görevinin ortasındayken apar topar başkente çağrılarak yaşlı bir kadını yakalaması emredilince hiç istemese de potansiyel bir iç savaşa bulaşacaktır.

Michel Bravis Fatrasta devletinin hem casusluk örgütü hem de kolluk gücü olan Blackhats’in orta rütbeli bir üyesidir. Becerisinin yanında şansın da yardımıyla yükselmeye çalışan bu casus, örgütün başı olan Fidelis Jes tarafından sokaklarda yayılmaya başlamış hükümet karşıtı bir propaganda broşürünün arkasındaki gerçekleri araştırması için görevlendirilir. Sins of Empire isimli bu broşür baskıcı devlet yönetiminin ana sorumlusu olan Lady Chansellor Lindet’in yaptıklarını halka anlatmaya çalışmaktadır. Bu araştırması Ajan Brevis’i hem örgüt hem de kendisi hakkında bazı sırları açığa çıkarmaya zorlar.

“Mad” Benjamin Stykes Fatrasta devriminin büyük bir parçası olan Mad Lancers’ın komutanı ve bir halk kahramanıdır. On yıldır ise bir savaş suçlusu olduğu iddiasıyla bir hükümet kampında zulüm görmekte ve cezasını bitireceği günü beklemektedir. Cezasının gözden geçirileceği gün gelir çatar ve tüm umutlarına rağmen hükümetin müdahalesiyle yine özgürlüğüne kavuşamaz. Tüm umudunu kaybettiği sırada Gregious Tampo isimli güzemli bir avukat onu özgürlüğü karşılığında kendisi için çalışmaya ikna eder. Stykes’ın ilk görevi ise Vlora Flint’in güvenini kazanmak ve ona yakın kalmaktır.

İlk serideki soluksuz aksiyon bu kitapta yerini daha detaylı karakter anlatımlarına ve kurguya bırakmış. Aksiyon elbette hâlâ var ama ikinci planda. Ayrıca karakterler daha iyi işlenmiş ve daha gerçekçi yaratılmış. Serinin ana konusunu ortalara kadar kestiremiyoruz ve bu kitapta büyü –o evrende var olan her cinsiyle- çok daha az yer kaplıyor. Kitap biraz kalınca (624 sayfa) ama bir kere kaptırınca su gibi akıyor.

Flintlock fantasy türünün en iyi temsilcilerinden olan bu güzide seriyi dilimize kazandıracak bir yayın evi çıkar mı bilemem ama kocaman bir keşke dememek mümkün değil.

19 Beğeni

Seriyi çok merak ediyordum, bu incelemeden sonra deli gibi merak etmeye başladım şimdi. Ah İthaki ah!

2 Beğeni

Witchfinder’ı okudum. Çok sevdiğim bir çizgi roman oldu. Aslında Sir Edward Grey nam-ı diğer Witchfinder, Hellboy evreninde karşımıza çıkan bir karekter. Bu çizgi roman için Hellboy’un bir spin-off’u diyebiliriz.

Victoria dönemi İngilteresinde geçen arkeoloji, okült ve doğaüstü temaların hakim olduğu kanlı canlı bolca kovalamaca bulunan bir dedektiflik hikayesi diyebilirim. Bloodborne, Darkest Dungeon ve Sherlock’un karışımı dersem nokta atışı bir tanımlama yapmış olurum sanırım :smile:

12 Beğeni

Japon Klasikleri 23: Musaşi Lordu’nun Gizli Yaşamı, Cuniçiro Tanizaki

Cuniçiro Tanizaki kaleminden okuduğum üçüncü kitap, Musaşi Lordu’nun Gizli Yaşamı, bir tarihi roman. Sapkın bir aristokratın objektif incelemesi de diyebiliriz fakat edebi yanı daha ağır basmış. Bu nedenle tuhaf tarzda bir roman okudum doğrusu. Her eserinde farklı yönüyle tanıştığım Tanizaki beni şaşırtmaya devam etti. Böyle giderse de hep şaşıracağım gibi.

Kitabın bölümleri altı hikâyeden oluşuyor ve her hikâyede bir ya da birden fazla alt başlıkla ilgili gelişen olaylar anlatılıyor. Sayfalarda ilerledikçe bambaşka gerçeklerin ve fantezilerin içinde buldum kendimi. Yaşananları okurken yazarın kendi yorumlarının da eşlik ettiği pasajlara ve gerçek kaynakların metinlerine denk geldim. Tanizaki’nin önsözde bu hikayenin saçma ve uydurma bulunmaması için yaptığı uyarı da çok samimiydi bence. Japonya’nın iç savaş döneminde (Sengoku dönemi; Muromachi döneminde 1467-1603 yıllarını kapsayan dönemdir. Sengoku dönemi toplumsal ayaklanmalar, siyasal entrikalar ve askerî çatışmalar ile geçmiştir.) yaşanan bu olaylar, beni çok ama çok eskilere götürdü.

Uzun zaman önce yaşanan geçmişin sırlarını çok gizli kaynaklardan günümüze taşıyan Tanizaki başarılı bir tarihi roman kaleme almış. Tarih kitaplarında yer almayan bu bilgileri, Kiryu ailesinin sakladıklarından ve gerçek tanıkların itiraflarından bizlere sunuyor. Sadece gözü kara bir lordun savaşlarla geçen ömrünü anlatan bir hikâye olsaydı eğer, sanırım bu kadar hoşuma gitmezdi. Sıradan bir eser olurdu o zaman. Kitabı çekici kılan şey; Musaşi Lordu’nun henüz lord olmadan önce, daha çocukken başına gelenlerden sonra ölüme ve cinselliğe dair bakışının sadistçe fantezilere sürüklenmesidir. Sapkın düşüncelerinin iyice karanlığa gömülmesine neden olan ise soylu bir kadınla giriştiği tehlikeli entrikalardır.

O zamana kadar kendi zihninin efendisi olmuş, onun işleyişini dilediği gibi yönlendirebilmişti. Ama kalbinin en derinlerinde, öz disiplininin erişemeyeceği, farklı bir yapıya sahip derin bir kuyu vardı ve bu kuyunun kapağı aniden kalkmıştı. Ellerini kenara koyup karanlığa baktığında, dipsiz derinlik onu dehşete düşürdü. /s. 36

Bilgeliği ve cesaretiyle hayran olduğumuz kişi ya da kişilerin hiç bilmediğimiz tuhaf özellikleri ve sapkınlıkları olabilir mi? Evet. Bizler günlük hayatımızın koşturmacasında kaybolurken bazıları da başka yollarda tehlikeli yolculuklara çıkıyordur, kim bilir? Bu kitabı okuduktan sonra insanların göründüğü gibi olmadığını bir kez daha anladım. Buzdağının görünmeyen kısmını unutmamalı insan…

Dünyada ne iyi ne de kötü; ne büyük ne de sıradan insan vardır. Bilgeler bazen rezil, cesurlar bazen zayıftır. /s. 9

Okuma yolculuğumun gerilim dozu yüksekti ve tuhaflıklarla doluydu. Benim gibi heyecanla sayfaları çevirmek isteyen herkese önerebilirim. Fakat yazarla ilk tanışmanızı daha bilindik eserleriyle gerçekleştirmenizi de tavsiye ederim. Tanizaki’den daha önce okuduklarımın izlerini de net bir şekilde görebildim ayrıca. Kadın-erkek ilişkilerinin çıkmazını, erotizmi korkusuzca işleyen yanını ve Japon kültürünün derinliklerini, hatta tuvalet geleneğini bile uzun uzun anlatan biri o.

Yazarın dizide yer alan diğer eserleri ve yorumlarım:

Japon Klasikleri 9: Gölgeye Övgü

Japon Klasikleri 10: Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın

Puanım: 8/10

İncelememi yayımladığım platform: Wannart

@filhortumu

17 Beğeni

Teşekkür ederim inceleme için :+1:

1 Beğeni

Rica ederim, iyi okumalar :slight_smile:

Buddhaçarita -Buddha’nın Yaşamı-
0001994878001-1

Foruma yazdığım ilk incelemem hayırlı olsun :smiley:

Yoğun emek ürünü eser… Tam 10 sene çeviri için uğraşılmış. Buda’nın doğumu aydınlanması ve ölmesi ekseninde üçe bölebilirim kitabı. 28 ana başlık altında beyit şeklinde yazılmış eser ve sonunda da budizm terimlerinin yer aldığı bir sözlükte mevcut.

Buda, zengin bir krallıkta doğar ve bu doğuş sanki bir peygamberin doğuşu gibi olağanüstü şekilde ve alametler çerçevesinde gerçekleşir. Kehanet o ki dünyaya ışığı getirecek ve insanları o ışık altında güderek öğretisini dört bir yana yayıp insanlığı ihya edecektir.

Krallıkta dışarı çıkması babası tarafından nefse hoş gelen türlü zevklerle çevrelenecek olsa da olmak için doğduğu kişi olma misyonunu kazanacaktır. Dışarıda şahit olduğu üç şey onun hayatının belli bir bölümünü huzursuz geçirmesini sağlayacaktır. Bunlar doğum-yaşlılık ve ölüm korkusudur. Dünyanın bu elem ve acı veren yönünü hem kendi benliğinden hem de insanlığa karşı yüklendiği ulvi misyonla diğerlerinden yani diğer insanlardan da uzaklaştırmanın yolunu bulacaktır.

Nitekim krallıktan bir gece vakti kaçar ve bir bikshu yani dilenci olarak yaşamaya başlar. Öncelikle çilecilerin olduğu bir ormana gidip onlardan bu elem ve acı veren şeylerden nasıl kaçacağını öğrenmek ister ama umduğunu bulamayarak onları reddeder. Sonra başka bir bilgeye gider ve o da onu tatmin etmez. Tabiki bu her reddediş ve uzun yol onun kendini bulması içinde bir rehber vazifesi görür. Yavaş yavaş aydınlanma yolunda ilerlemektedir(seyri süluk tezahürleri vs.).

Kitabın 14. bölümü ‘Aydınlanma’ başlığıdır ve asıl mevzu burada başlar.
Dünyanın temel dinamiğinin doğum, yaşlılık ve ölüm olduğunu ve bunların hangi nedenlerle ortaya çıktığını bir bir açıklayarak aydınlanmanın zirvelerinde doğru tırmanır.
“Yaşlılık ve ölüme neden olan varlık gerçekte neyin nesidir?” sorusuyla başlar ve yanıtlarını kendi verir. Yaşlılık ve ölümün, doğumun olduğu yerde var olabileceğini söyler.

Aslında her insan yaşlanmak ve ölmek üzere doğmaz mı zaten…

Bu sefer doğumun nedenine eğilir ve bunun da eylemlerin gücüne bağlı olduğunu farkeder. Nedensizliği reddederek her şeyin bir nedeninin olduğunu ve bir eylemler silsilesine tâbi olduğunu vurgular.

Sonrasında varoluşun kökenine inerek bunu sorgular ve bunun da benlik duygusu olduğunu aslında ‘nefs’ diyebileceğimiz mevzunun varoluşa neden olduğunu söyler. Nefsin arzu duyacağı her şey (cinsel zevk, tamahkârlık, cimrilik vs.) burada topludur.

Bu sefer de benlik duygusunun nedenini sorgular ve bunun da ‘susuzluk’ olduğunu vurgular. Aslında kastettiği şey yine nefsin dizgin tutmaz istekleridir.
Bu sefer de susuzluğun kökenine iner ve bununda 'hissetmek’le vücuda geldiğini görür yani 5 hasseye değinir.

Ve tabiki burada kalmaz, hissetmenin kökenini de inmek isteyerek bunun da 'temas’la gerçekleştiğini söyler. Temasının nedenini de bulmak ister ve bu bilgiyi de elde eder. Ellerimiz, tenimiz, burnumuz, kulağımız vs. hepsi bu hissi bulmak için bir araç niteliğindedir diyebiliriz.
Bu organların da bir nedeni vardı elbette. Onun da ‘ad ve biçimle’ olacağını söyler. Önceden öğrenilmiş yahut daha doğrusu ilk insana öğretilen adlar ve biçimlerin kökeninin tezahürü… Bakara 31’de ilgili ayet mevcut. Bu konuyu fazla irdelemeden geçeceğim yoksa maksattan sapabiliriz.

Ad ve biçimlerinin nedeninin ise ‘bilinç’ olduğunu dile getirir. Bilincin oluşumunun da ad ve biçim temelinde olduğunu yani iki kavramının birbirinin hem nedeni hem de sonucu olduğunu çerçeveler.

Çerçeveye resmi oturtarak bir bütünlük elde etmek istediğimiz de ise karşımıza çıkan şey şu:

Dünya hayatı bu eksene bağımlı olduğu için içinde yaşayan biz canlı yahut cansız varlıklar bu döngüye tâbiyizdir. Bu döngü yüzünden de elem ve acılara gark oluruz. Sürekli doğarak yaşlanarak ve ölerek ve aynı şeyleri tekrar ederek bu ıstırabımızı devam ettiririz. Bunu kırmak ve iç oluşumuzu gerçekleştirmek adına da dünya zevklerinin hitap ettiği nefse uymamalı ve onu ehlileştirmeliyiz. Nefs bizim denetimimizde olmalı. Nefs tarafından güdülmemeliyiz. Aslında bütün bir kitap ve Buda’nın vermek istediği öğreti bundan ibaret. Ancak bu şekilde bir aşkınlık seviyesine çıkar ve kurtuluşa ereriz. Anlatılmak istenen bu.
Tabi baktığımız zaman tasavvufa olan benzerlik akla gelecektir ilk başta ama burada nisbet noktası önemlidir. Nisbetiniz Allah’a mı yoksa kendi aşkınlığınıza güvenip Buda gibi nehrin üzerinden kayıksız yürüyüp geçerek istidraç nevinden sahte kerametlerle tatminlik mi hissetmek. Uzatmayalım…
Kitabın yekûnu, 14. bölüm olan ‘Aydınlanma’ adlı bölümdedir diyebilirim. Bu bölümde meselenin aslı hasıl oluyor.

Aslında kitapla alakalı çok not aldım ama buraya hepsini yazmak inanın zor.

Okumanızı tavsiye ederim. Hem akıcı olması hasebiyle hem de işin derinliğine tam olarak nüfuz edemesinizde en azından kıyısından köşesinden dokunalım kavlinden sizin zihin dünyanızı geliştirecektir :+1:

16 Beğeni