Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Japon Klasikleri 24- Naomi: Bir Aptalın Aşkı, Cuniçiro Tanizaki

Sizce aşkın kaç hâli vardır? Rakamlarla ifade etmek ve bilindik söylemlerle belirtmek doğru olur mu? Sanmam. Yazarların çoğu aşkı anlatır; hep başka aşklara, yani birbirinden farklı aşk durumlarına şahit oluruz. İnsanlar farklıysa aşklar neden aynı kalıplarda yaşansın, yazılsın ve çizilsin? Böyle sıradan beklentiler mümkün olabilir mi? Aşk şeklini değiştirirken eserler de başka şekillerde okutur kendini. Değişik aşklar okunurken de tekdüzelikten, sadelikten ve daha birçok şeyden arınır insan.

Cuniçiro Tanizaki’den de bir aşk romanı okudum. Aşkın ‘’aptal’’ hâlini hem de. Aptal bir aşk olması, ‘‘tehlikeli ilişki’’ çanları çalıyor demek. Öncelikle herkese tavsiye etmek için yazmıyorum bu kitabın incelemesini; Tanizaki severlere, özellikle de aptal bir aşk hikâyesi okumak isteyenlere önerebileceğim bir eser sadece.

Doğrusu kitabı elime aldığımda sıradan bir aşk romanı okuyacağım beklentisindeydim, henüz başlarındayken yanıldığımı anladım. Bu farkındalığa varmam beni hızlıca sona götürdü. Uzun zamandır sonunu delicesine merak ettiğim bir parçayla yolumuz kesişmemişti. Heyecanlanmak, gülmek, üzülmek, sinirlenmek ve şaşkınlıktan çıkamamak gibi bir sürü duyguyu bir arada yaşadım, Tanizaki sağ olsun. Japon klasikleri incelemeleri yazarken en sık kullandığım kelimenin ‘’tuhaf’’ olduğunu biliyorum ama gerçekten de bu diziden okuduğum hiçbir kitaba ‘’normal’’ diyemem. Hakâret olur bu. ‘’Naomi: Bir Aptalın Aşkı’’ da tuhaflığından ödün vermedi bu anlamda.

Coci’nin gözünden okuduğum bu kurgu, böyle aşk olmaz olsun dedirtti, neler söyletti bana neler. Coci ve Naomi hayatımda okuduğum en uyumsuz çiftlerden olabilirler. Peki yazar bu uyumsuz iki insanı neden birleştirmiş? Bence Tanizaki yanlış ilişki nasıl yaşanır örneğinin öğretisini zihinlere kazımak istemiş. Normal bir ilişki sarsıcı olmazdı ki, etkilemesinin altında yatan başlıca şey bir çatışmayı yansıtması. Kadın-erkek çatışması ve farklılıkları üzerinde durmasının yanı sıra Japonya’nın Birinci Dünya Savaşı sonrası Batılılaşma sürecine kapılması da işleniyor. Sürekli ‘’Batılı’’ hayranlığı söz konusu diyebilirim.
Aşk bir insanı olduğu gibi kabul etmek ve sevmektir bence. Burada ise birbirlerinden farklı iki insanın ego savaşını okudum. Artık aşk değil de işkence metoduydu sanki. Kitabı bitirdikten sonra insanın aklında birçok soru oluşmasına olanak sağlayan Tanizaki’nin amacı da buydu. Aşkı çileye dönüştürmek yerine doğru insanla doğru ânı yaşamanın fikrini uyandırıyor insanda. Tabii her okuyana başka düşünceler çağrıştırabilir eser. Sonuç olarak aşkla ilgili tonlarca şeyin farkındalığını bu uyumsuz çiftin ilişkisinde yaşayabiliyorsunuz. Bu bile yeterli.

Puanım: 7/10

İncelememi yayımladığım platform: Wannart

16 Beğeni

READINGS IN CLASSICAL CHINESE PHILOSOPHY

Kitabımız, Klasik Dönem Çin Felsefesi’ne genel bir bakış niteliğinde. Dönemin önemli felsefi akımlarını, filozoflarını ve bu filozofların metinlerinden parçaları derliyor. Başlıca 7 filozofun temsil ettiği Konfüçyüsçülük(Kongzi, Mengzi ve Xunzi), Taoizm(Laozi, Zhuangzi), Mohizm(Mozi) ve Legalizm(Han Feizi) detaylı olarak işlenirken; Yangizm ve İsimcilik’ten de birer örnek metin verilmiş. Ek olarak kitabın sonunda, metinlerde sık sık bahsedilen önemli kişilerin, dönemlerin ve terimlerin açıklandığı bir bölüm var.

14 Beğeni

Robert Jordan’dan Warrior of the Altaii’ı okuyorum. Biraz daha bizden olduğu için aldığım gün okumaya başlamıştım :slight_smile:

Altay halklarının lideri olan Wulfgar’ın fantastik bir dünyada geçen hikayesi anlatılıyor. Rober Jordan’ın Zaman Çarkından önce, 70’li yıllarda yazdığı ilk romanı fakat basılması 2019 yılına sarkmış :slight_smile:

Belki Türkçeye de çevirilir umuduyla spoiler olmasın diye olup bitene hiç girmeyeceğim yanlız Altay halkının yaşantısı ve kültürü beklediğim kadar yansıtılmamış. Daha çok bozkırda çadırlarda yaşayan cermen halkı havası var. Wulfgar’a My Lord diye hitap ediliyor, habire şarap içiliyor vs. Arada bizden kelimelere de rastlıyoruz örneğin adı Bartu olan bir asker ve toklava diye bir çeşit yemekten bahsediyor yazar, sanırım baklavadan türetmiş :smile:

Öyle bir fantastik edebiyat şaheseri olmasa da ben gayet beğenerek okudum. Goodreads başta olmak üzere farklı mecralarda puanının kısmen düşük olması “kitapta kadına barbarca şiddet uygulanıyor, kadın karakterler hiç güçlü değil, tam bir hayal kırıklığı” diye 1 yıldız veren beyinsiz toplum tenyalarından kaynaklanıyor. O yüzden denk geldiğiniz puanlara yıldızlara vs. her kitap gibi bunda da aladanmayın. Ortalama üstü güzel bir fantastik kurgu bence.

20 Beğeni

Altay halklarının lideri nin adı wulfgar…nedense bana kuzey insanlarını hatırlatıyor… belki hint-avrupa kökenli halktandır…yani indus vadisi uygarlığını kuranlar gibi sonuçta…conan tarzı. sanskritçe falan. yazarın eski Türkik veya Mongoloid halklardan esinlenmediği belli sadece farklı bir yön seçmiş.

2 Beğeni

Dışlanmış ve zor şartlarda yaşayan bir çocuk olan Giovanni, bir gece tek arkadaşıyla birlikte Samanyolu Galaksisi’nde bir tren yolculuğuna çıkıyor. İki çocuğun bu yolculuk esnasında karşılaştıkları onları mutluluk, hayatın amacı ve ölüm üzerine düşünmeye itiyor.

Karakterlerden dolayı çocuk edebiyatı olarak sınıflandırılsa da yetişkinler için daha uygun bir kitap. Çünkü pek çok dini gönderme ve sembolik öğe mevcut.

Yazar bir Niçiren Budisti ve hayatı boyunca da bu inancı yaymaya çalışmış. Bu inanca göre insanlar, yaşarken Buda’ya ulaşma potansiyeline sahiptir ve herkes aydınlanmaya ulaşabilir. Üstelik bunu semavi dinlerdeki gibi kendi bireysel kurtuluşu uğruna dünyevi yaşamı göz ardı ederek ölüm sonrası bir yaşam için değil; tüm insanlığın acılarını dindirmek, aydınlanmalarını ve mutluluğa kavuşmalarını sağlamak için yapar. Kitapta da bu inancın özgecil ve fedakâr yönünü sık sık görüyoruz. “Eğer tüm insanlara gerçek mutluluğu bahşedebilecek olsaydım, bedenimin yüz kere yanıp tutuşması umurumda dahi olmazdı.”

Yazar bir kısımda doğrudan Hıristiyanlığı eleştiriyor.

“Kim demiş cennete gitmemiz gerektiğini? Nerede olursak olalım cennetten daha güzel bir yer kurmak bizim elimizde.”

“Tanrı gitmemiz gerektiğini söylüyor.”

“Böyle bir Tanrı şarlatan bir Tanrı’dır.”

Yazar aydınlanma ve mutluluğun yaşarken kendini bir şeylerden mahrum bırakarak değil, bu dünyada ulaşılabilecek bir şey olduğunu telkin ediyor ve bu temaları sembolizmle veriyor. Samanyolu Galaksisi yaşam ve ölüm arasında akan bir nehri, Kömür Çuvalı Bulutsusu insanların cennet sandığı öte dünyaya karşın ölümün gerçek doğası olan hiçlik ve karanlığı, Akrep Takımyıldızı ise çoğunluğun mutluluğu için kendini feda etmeyi simgeliyor.

Bu denli derin felsefi ve teolojik konuları ele alırken, karakterlerin çocukluğa özgü o masumiyet ve doğallığı yitirmemesi takdir edilesi bir yazma becerisiydi. Bu yönüyle bana biraz Küçük Prens’i anımsattı.

Kitabın bir olumsuzluğu da mekânları ve olayları gözümde canlandırmakta epey zorluk çekmem oldu. Fantezi/bilim kurgu yönü sönük kaldığı için beklentinizi yükseltmeden okumanızı tavsiye ederim. Kitap neredeyse tamamen yukarıda bahsettiğim temaların işlenmesinden oluşuyor.

23 Beğeni

Papazın Kızı - George Orwell

İlk kez 1935 yılında yayınlanmış roman. Orwell aslında bu kitabını beğenmeyip yayınlatmak istememiş. Ne var ki para için yayınlatmış.

Roman toplamda beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde, huysuz bir taşra papazının kızı olan Dorothy Hare’in günlük hayatını görüyoruz. Dorothy, kilisede babasının en büyük yardımcısı olmakla birlikte evle ilgili tüm yük onun omuzlarındadır. Kendisini günah saydığı en ufak şeyde cezalandırmaktan da geri durmaz. Ancak Dorothy’nin bu monoton hayatı bir gün iftira nedeniyle bozulur. Kendisini bambaşka olaylar arasında bulur.

Kitapta genel olarak yoksulluk, inanç-inançsızlıkla ilgili konulara değiniliyor. Okurken bazen detaylar yüzünden sıkıldım. Bazı bölümler, olaylar çok akıcıydı. İnsan betimlemeleri de çok canlıydı. İkinci bölümden itibaren bir film izlermişim gibi hissettim. Sonuysa maalesef beni memnun etmedi. Daha farklı bir son beklemiştim. Biraz hayal kırıklığı oldu.

Puanım: 7/10

18 Beğeni

Japon Klasikleri 25: Galaktik Trenyolu’nda Gece Vakti, Kenci Miyazava

Yine bir Japon ve yine ölümünden sonra üne kavuşabilmiş bir yazar: 37 yaşında hayata veda eden Kenci Miyazava.

Diziden okuduğum bazı yazarlarda aynı duruma birçok kez şahit olduğum için artık şaşırmıyorum. Sadece üzülüyorum. Neyse ki değeri geç de olsa anlaşılan yazarın adına hayatına ve çalışmalarına adanmış bir müze açılmış 1982 yılında. Galaktik Trenyolu’nda Gece Vakti ise animeye uyarlanmış.

Galaktik Trenyolu’nda Gece Vakti demişken de henüz okumadan başlığıyla dikkat çeken bir eser. Ayrıca kapak tasarımının başlık ve konu ile uyumu müthiş olmuş.

Bir dışlanmayla karşı karşıya kalan Giovanni, hiç yalnız kalmaması gereken bir gecede, Yıldız Festivali’nde, kendisini bir tepede gökyüzünü izlerken bulur. O gün derste öğretmeninin bahsettiği Samanyolu’ndaki o nehri düşünmeye başlar. Fakat akla, hayale sığmayacak bir şey olur; gizemli bir tren ona doğru geliyordur.

Galaksinin ve takımyıldızlarının içinde dolaşan bu trende Giovanni bu sefer yalnız değildir; onu diğer arkadaşları gibi dışlamayan Campanella ile aynı vagondadır. Şaşkınlıklardan ve sürprizlerden bir türlü sıyrılamayan ve yolculuğun sırlarına kapılan Giovanni, dostluğa, mutluluğa ve hatta ölüme dair birçok şey öğrenir.

Kitabın konusu böyleydi fakat bu kadar basit bir eser değil. Derin anlamlarla dolu, birçok göndermeye ve ifadeye sahip. Yazar eleştirilerini yaparken de üslubunun doğal çizgisinden uzaklaşmıyor ve bu eseri daha özgün kılıyor gözümde. Bir Budist olduğundan dolayı semavi dinlere karşı farklı bir bakış görebiliyoruz, ayrıca Jeoloji okuması, çiftçilikle ilgilenmesi, doğaya karşı ne kadar hassas olduğunun bir yansıması. Doğa betimlemeleri belki bu nedenle çok güzeldi, o duyguyu ve masumiyeti verebildi bana.

Çocuk edebiyatı üzerine yazdıklarından başka aynı zamanda bir şair Miyazava. Japonya’nın en önemli şairlerinden biri olarak görülüyor.

Galaktik Trenyolu’nda Gece Vakti eseriyle tanışma fırsatı yakaladığım Kenci Miyazava’nın bu kısa öyküsünü keyifle okudum. Daha önce dilimize kazandırılmış Japonya’dan Öyküler kitabından haberim yoktu. Bu eseri de dizide yer almasaydı belki hiç okumayacağım bir yazar olarak kalacaktı.

Eserin sonunda yaşadığım şok bile başlı başına bir öneri sebebi benim için, Japon edebiyatı seven herkese tavsiye edilir. Galakside tren yolculuğu kulağa heyecanlı geliyor, sizce?

-Yazarın hayatı için ayrıca bakabilirsiniz: Kenci Miyazava

Puanım: 9/10

İncelememi yayımladığım platform: Wannart

20 Beğeni

Avrupalılar İskitleri filan Hint-Avrupa halkı sayıyorlar.

2 Beğeni

Yerli Bilimkurgu Yükseliyor 65. Sayı İnceleme

:small_blue_diamond: Yerli Bilimkurgu Yükseliyor dergisinin yeni sayısı, Türkiye’nin ilk uzun metraj kadın bilimkurgu ve distopya yönetmeni Serpil Altın’ın başarısıyla açılıyor. Amerika’da 19. Phoenix Uluslararası Korku ve Bilimkurgu festivalinde En iyi Bilimkurgu Filmi Seçilen “Bir Zamanlar Gelecek: 2121” adını taşıyan distopik filmin konusu şöyle:

“Gelecekte iklim krizi ve kıtlık sebebiyle yeryüzü yaşanılmaz hale gelir. “Kıtlık Kanunları” gereği sisteme getirilen yeni hayat karşılığında, yaşlı neslin yok edilmesi zorunludur. Bu sistemde yaşayan ailenin hayatı yeni bebek haberiyle değişir.”

Filmden kesitler, replikler, oyuncuların kısa biyografileri ve filmin katıldığı diğer festivallerle tanıtım yazısı tamamlanıyor.

:small_blue_diamond: Ardından, Alper Bozdağ’ın Depremsellik ve Bilimkurgu adlı yazı dizisinin “Dünya’da Yerbilimleri” adlı 2. bölümü var. Jeoloji beş temel bilimden biri olmasına rağmen eğitim sistemimizden adım adım kaldırılmış. Tesadüf eseri (!) olarak jeoloji dersinin kaldırıldığı 1957 yılında petrollerimiz ve madenlerimiz yabancı şirketlerin erişimine açılmış.

Yazının devamında ise Taş Devri’nden itibaren dönemin inançlarının, putlarının ve tapınaklarının iklim ve coğrafyanın özelliklerine göre nasıl şekil aldığını anlatıyor. Bilimkurgu ve yerbilimlerin kesişim noktasında geniş bakış açıları sunuyor.

:small_blue_diamond: 20. sayfada, Doç. Dr. Sümeyra Buran Utku’nun yazdığı, feminist cyberpunk tarzı roman yazarı Şeyda Aydın’ın romanlarının akademik incelemesi yer alıyor.

Okumayı düşünüyorsanız ve spoiler sevmiyorsanız atlayın ama okuduysanız, okumayacaksanız ya da okuyacaksanız bile spoiler severseniz, okuyabilirsiniz. (Bir cümlede “oku” fiilini kullanma rekoru kırdım.)

:small_blue_diamond: Orhan Duru’nun kısa biyografisinden sonra, E. Nihan Acar’ın Bilimkurgu Rafı köşesine geliyoruz. Bu sayıda Barış Müstecaplıoğlu’nun Osmanlı Cadısı kitabının incelemesi var. Yazarı kısaca tanıtan Acar, ardından çeşitli macera, polisiye, distopik ve tarihi öğeler içeren bu kitabı tanıtır.

:small_blue_diamond: Özgüç Bayrak’ın Olorinla adlı kısa öyküsü, konforlu bir hücrede hapsedilen bir kaçağın başından geçenleri anlatır. Tam kontrol yetkisi verilen yapay zekâ Olorinla, daha düzenli bir toplum için insanları ikiye ayırmış, ideal vatandaş olmayı hak edenleri Mornham adlı yerleşkelere almış, diğer insanları dışarı atmıştır. Dışarıda kalanlar Nomotarm adlı özgür bir dünya kurmuştur.

:small_blue_diamond: İsmail Şahin, Melih Emeç’in Nartugan adlı kitabını inceliyor. Türkiye’nin dünyada sözü geçen bir ülke olduğu polisiye-bilimkurgu türündeki kitabın konusunu ve isminin nereden geldiğini anlatıyor.

:small_blue_diamond: Mehmet Kardaş’ın Sakın Unutma adlı öyküsü bir anne ve kızının harabe olmuş bir şehirde, aklını yitirmiş zombi benzeri insanların arasında verdiği hayat mücadelesiyle başlamıştı. Bu sayıdaki 2. bölümünde de anneyle kız açlıktan ölmemek için yıkıntılar arasında yiyecek bulmak zorunda. Öykü, anlatma ve betimleme gücüyle sizi hikayenin içerisine çekiyor.

:small_blue_diamond: Bleda Gençay Sönmez Bilimkurgu Frekansı adlı köşesinde, 2003’te yayınlanmış Gelecek Öyküler adlı öykü seçkisinden beş öyküyü yorumluyor, öykülerin konusunu ve ona neler hissettirdiğini anlatıyor.

:small_blue_diamond: Mehlika Fırat’ın kaleme aldığı Gizlem Avcısı’nın 12. bölümü var, başından itibaren okumadığım için şimdilik geçiyorum. İlk bölümden okuyup yorumlamak istiyorum.

:small_blue_diamond: Ali Öztürk’ün Değişim adlı öyküsü, bir gece bekçisinin yeni işindeki, yani bir uzay üssündeki ilk gecesiyle başlıyor. Minik çöpçü bir robotla yarenlik eden bekçi sayesinde gündelik hayatta yardımcı robotların yaygınlaştığını öğreniyoruz. Derken uzay üssü yönetim kurulu üyeleri, uzayda, bir bölgede, kaybolmuş bir uzay gemisi hakkında toplantı yapıyor. O bölgeye robot ekiplerinden oluşan bir uzay gemisi gönderilmesi kararı alınıyor ve ilk bölüm bitiyor. Güzel bir öyküydü, devam edecekmiş.

:small_blue_diamond: Arzu Çur’un kısa öykü dizisinin 4. bölümü, Tehirreya’nın Çocuk Hükümdarı’nı, başından beri okumadığım için geçiyorum.

:small_blue_diamond: Şevval Zerda Höçük’ün Çark, Fare, Köle adlı distopik öyküsü, dipten gelerek yükselen ve dünyayı köleleştiren bir yapay zeka trilyonerini anlatmakta. Kısa öykü, güçlü cümleleriyle vurucu bir anlatıma sahip.

“— Nasıl bugüne geldin?
— Yetkililer bilgisiz, bilgililer yetkisizdi.”

:small_blue_diamond: Esra Uysal, Kütüphanemden Seçtiklerim köşesinde iki kitap seçiyor okurlar için: Ümran Gündüz’den Dion: Galaktik Federasyon ve Can Evrenol’dan Omega Vatan.

:small_blue_diamond: Mustafa Bilgücü’nün Yıldızgemisi Polen adlı öykü dizisinin 5. ve son bölümü var. Başından beri okumadığım için geçiyorum.

:small_blue_diamond: Emine Vildan’ın Göç adlı öyküsü, dünyanın durması sonucu gezegenin güneş gören ve görmeyen yerlerinin birbirinden ayrılıp bambaşka yaşam şartları oluşmasını, karanlık tarafın robotlar tarafından ele geçirilmesini ve aydınlık tarafa göç etmeye çalışan insanları anlatıyor.

:small_blue_diamond: Commander64 Günlükleri, Muhittin Yağmur Polat’ın 90’lardaki bilimkurgu temalı oyunları tanıttığı köşe. Bu sayıda, okyanusların derinliklerinde geçen denizaltı savaşlarını konu alan Subwar 2050 adlı bilgisayar oyununu anlatıyor. Oyunun senaryosunu,

:small_blue_diamond: Cüneyt Gültakın’ın Karar adlı öyküsü, bir uzay öyküsü. Samanyolu galaksi meclisi, galaksinin kanatlarından birinde evcilleştirilmiş kara deliklerden oluşan enerji tarlaları kurmaya karar verir. Ne var ki tarlaların kurulacağı yerde bir zamanlar var olmuş bir uygarlık vardır.

:small_blue_diamond: Bünyamin Tan’ın Biz, Biriz! adlı öyküsü sayıdaki en ilginç öykülerden biriydi. Bir profesör, çoklu kişilik bozukluğu yaşayan hastasını, spiral aynayla tedavi etmeye karar verir. Tedavi süreci hiç beklenmedik bir yere gider.

Öyküde geçen “Kozyrev aynası”, ismini bir Rus kozmonottan alıyormuş ve gerçekten de varmış. Hem bilimkurgusal hem de korku ögelerini çok sevdim. Sayıdaki favori öyküm oldu.

:small_blue_diamond: 94. sayfada bir sayfalık Yan Etki adında kısa öyküm yer alıyor. Mikro iğnelerle sinir sistemine bağlanan kol saatleriyle ilgili bir öykü.

:small_blue_diamond: Eren Kasapoğlu’nun Küresel Islanma adlı öyküsü, tufan benzeri, gezegenin durmadan yağan yağmurlarla sular altında kalmaya başlamasını ve insanlığın hayatını sürdürme çabalarını anlatıyor.

Öyküden etkileyici bir cümle: “İnsanlığın Kuantum Çağında geliştirdiği Muazzam teknoloji, yetersiz kaynaklar yüzünden, bir televizyon kanalının deyimiyle insana benzetilmek istenen bir farenin yüzüne yapılan makyaj kadar etkili olabilmişti.”

:small_blue_diamond: Sezai Özden’in Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri adlı köşesi, sayfalarca süren yerli bilimkurgu kitaplarının bir listesini barındırıyor. Yıl 2023 olmuşken “Türkler bilimkurgu yazamaz ki!” diye önyargılar dillendirenler için çıktısının alınıp, kürek şeklinde bükülüp tam ağzına… Öhö öhö… Çıktısının alınıp kibar bir şekilde uzatılarak eserler hakkında bilgi verilebilecek bir liste.

:small_blue_diamond: Sezai Özden’in Yürüyen Tank çizimiyle -ben öyle adlandırdım, çünkü Yürüyen Şato’ya benzettim, bu çizgiyi, yani uzun, ince ve bol karışık detaylı çizimlere bayılırım- derginin sonuna geliyoruz.

Bu değerli dergide emeği geçen herkesin emeğini kutlarım. Daha nice sayılara…

12 Beğeni

Vejetaryen - Han Kang

Üç bölüme ayrılmış, her bölümde farklı bir kişinin odağında aynı hikâyeyi anlatan çarpıcı bir roman. Yazar bu üç bölümü ayrı ayrı öyküler olarak yazmış. Tek başına okunabileceğini düşünüyor özellikle ilk ikisinin ama bu roman bir bütün. Bu hali daha doğru yani.

Kitap, Uluslararası Booker ödülünün bugünkü halini aldığı, her yıl verilmeye başlandığı 2016 yılında, bu ödülü yeni formatta ilk alan eser. Bundan önce iki yılda bir ve esere değil yazara veriliyordu International Booker. Bu ödülü hak etmiş mi etmemiş mi karar siz okurların. Bana soracak olursanız gerçekten farklı ve dikkat çekici bir roman.

Güney Kore sineması ve edebiyatı inanılmaz bir yükselişte. Türkiye dolaylarında da özellikle son 5-6 yıldır sular seller gibi tüketiliyor. Hal böyle olunca ortaokul-lise düzeyindeki gençlerimiz, çocuklarımız bu içerikleri büyük merakla takip ediyor. Vejetaryen ise bu yüzden benim kafamda bir çok soru işareti bıraktı. Bu kadar cinsellik, ruhsal bozukluk teması genç dimağlar için kesinlikle faydalı değil. Bundan eminim. Buradan kitaba geçmek istiyorum.

İlk bölüm Yonğhe yani esas kızımızın kocasının gözünden anlatılıyor. Birinci şahıs anlatıcı tercih edilmiş. Yoğnhe bir rüya görür ve et yemeyi bırakır. Kitabın reklam konusu aslında ilk bölümde karşımıza çıkıyor. Basit bir konu.

İkinci bölümde işler karışmaya başlıyor. Bu sefer üçüncü şahıs anlatıcıyla devam ediyoruz ancak odakta Yoğnhe’nin ablasının kocası, yani eniştesi var. Bu bölüm birden kitabın seyrini değiştirip “aman aman nerelere geldik” hissi yaşatıyor. Sanat adı altında yoğun bir cinsellik bombardımanı şeklinde gelişiyor. İşte garipsediğim kısım büyük oranda burası zaten.

Üçüncü bölüm yine üçüncü şahıs anlatıcıyla odağına Yoğnhe’nin ablasını alıyor. Yoğnhe’nin içinde bulunduğu durumun hiç de sadece vejetaryen olmasıyla sınırlı olmadığını, işin bambaşka bir boyutta olduğunu ikinci bölümde hissetmiş olsak da bu bölümde tamamen idrak ediyoruz.

Bu arada başta söyleyeceğimi sonda söylemiş olacağım ama Yoğnhe’nin beslenme şekli vejetaryen falan değil, bildiğiniz vegan beslenme(ilk bölümde). Sonrası zaten tufan :slight_smile:

Ben kitabı genel anlamda sürükleyici buldum. Kore edebiyatı ve sineması bu açıdan çok güçlü zaten. Bu eser de farklı değil.

11 Beğeni

Olesya - Alexander Kuprin

Olesya, “ormanın kızı” anlamına gelen bir Slav ismi. Bu roman, Alexander Kuprin’in hayatından izler barındıyormuş. Yazarın en sevdiği eseri olduğu söyleniyor, ilk aşkını anlatıyormuş.

Bu kısa romanı, şehirli bir beyefendinin ağzından okuyoruz. Genç adam Polesye yakınlarındaki köyde, bir süreliğine vakit geçirmektedir. Bir gün yardımcısından, ormanda yaşlı bir cadıyla torunun yaşadığını duyar. Daha sonra söz konusu iki kadınla ormanda karşılaşır. Cadının torunu olan Olesya ile zamanla arkadaş olur. Ancak kızın gelecekle ilgili kehanetleri, kötü şeyleri işaret etmektedir.

Kısacık bir romandı ama benim için hoş bir okuma oldu. Anlatım, doğa betimlemeleri, insan tasvirleri hayranlık uyandırıcı seviyedeydi. Bazı yerlerde de sanki bir nahiflik, tatlılık vardı. Severek okudum.

10/10

20 Beğeni

0001969646001-1

Octavia E. Butler - Lilith’in Dölü

Çok çok uzun bir zamandır foruma yazıp çizmiyordum. Ama bu kitap hakkında kesinlikle bir şeyler anlatma ve paylaşma ihtiyacı içindeyim. Butler’ı ilk kez okudum ve kitabı o kadar çok beğendim ki yeni basılan Tohumdan Hasada kitabını da bir an önce alıp okumak istiyorum.

Gelelim kitaba. Kitap aslında bir üçleme ve ilk olarak Xenogenesis Üçlemesi adı altında üç ayrı kitap olarak yayınlanmış. Sonrasında tek cilt olarak birleştirilmiş. Bu sebeple biraz kalınca bir kitap (yaklaşık 900 sayfa). Ama buna karşın inanılmaz akıcı bir dili var ve gerek konusu olsun gerek yazarın üslubu olsun insanı içine alan bir kitap.

Kitap insanlığın atom bombaları ile Dünya 'yı yaşanamayacak bir yer haline getirmesi ve neredeyse kendi neslinin tükenmesine yol açtığı bir dönemin sonrasını anlatıyor. Hikaye ana karakter Lilith’in bir uzay gemisinde uyanması ve insanlığı yok olmaktan kurtaran uzaylılarla tanışması ile başlıyor. İnsanlığı kurtaran Oankali adındaki uzaylıların insanları Dünya’ya geri götürmek için tek bir şartı var. Bu da insanların Oankaliler ile melezleşmesi. Sonrasında hikaye Oankaliler’in insanları bu fikre alıştırmak, bunu insanlara kabul ettirmek için yaptıkları ve her şeye rağmen karşı çıkan insanlarlar ve çıkmayanlar arasındaki çatışmaları anlatarak devam ediyor.

Kitap benim bugüne kadar okuduğum diğer bilimkurgulardan biyolojiye dayalı olması yönüyle farklı. Bilimkurgu edebiyatın genel çoğunluğunda kurgular bir takım fizik veya kimya teorileri üzerine kurulu. Bu kitap ise tamamen gen mühendisliği teknolojilerinden, genetik biliminden yola çıkılarak yazılmış. Moleküler biyolog olduğum için kitapla ilgili beni en çok etkileyen şey de biyoloji temelli bir bilimkurgu olması.

Beni en çok etkileyen bir diğer yönü de okurken sürekli insanlığa dair ve evrime dair beni düşündürmesi. Kitabı okurken insanlık mutasyonları, doğal seleksiyonu ve gen kombinasyonlarını kontrol edebiliyor olsaydı tarih boyunca nasıl evrilir neye dönüşür diye düşünüp durdum. Bir diğer yandan da insanın hangi durumda olursa olsun bir birine ne kadar ihtiyacı olursa olsun şiddete, kavgaya yönelmek için bir sebep bulabiliyor olduğunu düşündüm. Belki de insanoğlu işbirliği yapmak ve ortak çıkarlar için birlikte hareket etmek için geçirmesi gereken evrimi henüz tam olarak tamamlayamamıştır diye düşünmekten de kendimi alamadım kitap boyunca. Tabi ortak çıkar için bir bütün halinde hareket etmenin de karıncalara benzemek gibi olduğunu, bireyselliğimiz insanlığımızın bir parçasıysa çatışmaları nasıl engelleyeceğimizi de düşündüm. Kısacası aynı anda karşıt görüşler uyandırdı kitap bende ve okurken içimde kendimle münazaralar yaparak okudum sanki bu kitabı. Bu açıdan benim için çok keyifli bir okuma oldu.

Kitapla ilgili tek olumsuzluk ikinci kitapta yer alan bazı olaylara üçüncü kitapta tam olarak değinilmemiş. Daha doğrusu üçüncü kitaba geçerken bir zaman atlaması yapılmış ve ikinci kitaptaki olayların nihai sonucunun ne olduğu okuyucuya doğrudan aktarılmış. Ama ben bu sonuca giderken yaşananların hikayesini de merak ettiğimden son kitapta bunlara yönelik bir cevap bulamadım. Hoşuma gitmeyen tek yönü de bu oldu. Serinin son kitabı yine de kötü bir kitap değil ve ilk ikisi kadar keyifle okunuyor.

Son olarak bilimkurgu edebiyatında kadınlara yer verilmeyen, kadın yazarların erkek isimleri kullanarak kitaplarını yayınladıkları bir dönemde bir kadın, üstelik siyahi bir kadın olarak yer alması da benim açımdan takdire şayandır. Umarım Türkçe’ye daha da fazla kitabı çevrilir.

9/10

32 Beğeni

görüntü

Fahrenheit 451, 1966 yılında Amerikan yazar Ray Bradbury tarafından kaleme alınmış. Önce öykü, daha sonra kısa bir roman olarak yayımlanmış ve son olarak biraz daha uzatılarak roman halini almış.
İthaki Bilimkurgu Klasikleri dizisinin en çok okunan kitabı. Belki konusuyla, belki de kapağıyla bilmiyorum. Fakat bana göre kesinlikle seriden önerilecek kitaplar arasında değil. Dizinin en çok okunan bir diğer kitabı Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitabı da benim için aynı şekilde.
Elimde olsa, kendim de bilimkurguyu çok seven biri olarak, bu dizideki en çok okunanlar listesinde ilk sıralarda okuduğunuzda içinizde bilimkurgu ateşini yakacak, ağzınızı açık bırakacak ve “bilimkurgu gerçekten muhteşemmiş” dedirtecek kitaplar olmasını yeğlerdim. Maymunlar Gezegeni, Çocukluğun Sonu, Kaplan! Kaplan! kendi okuduğum kitaplar içerisindeki şu an aklıma gelen ilk örnekler. Çünkü bir türe ilk kez başlayacak olan herkes o türde en çok yazılan kitapları okuyarak başlar ve beğenirse devam eder. Dizinin en çok okunan kitabı olduğuna göre bana göre çok kişiyi daha ilk bilimkurgu kitaplarında türden uzaklaştırmıştır.
Neden sevmediğime gelince; yazar, muhteşem bir konu bulup fakat bunu çeviremeyip, konuyu harcamış hissi uyandırdı bende bu kitapla. Ki Bradbury ilk kez okuduğum bir yazar değil ve gerçekten de çok iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum. Ama bu kitap için aynısını söyleyemiyorum. Kitap bir türlü gitmiyor, bir türlü açılmıyor. Kitaba aksiyon koymuyorsan bir fikir üzerinden ilerleyeceksin sonuçta bir bilimkurgu romanı ve okuyan bir şeyler almak istiyor. Aksiyon yok, iyi bir fikir var ama üzerine konuşmalar yerine boş boş muhabbetler var. Örneğin Orwell’ın 1984 kitabı da çok fazla aksiyon içeren bir kitap değil fakat en azından fikrini, düşüncelerini işliyor tüm kitap boyunca insana. Buraya baktığımızda ise fikir var ama üzerine yorumlar düşünceler yok, aksiyon zaten yok. Kitaplar yakılıyor, evet ama neden? Ya da bir distopya dünyası yaratıyorsun, biraz anlat yarattığın dünyanın neye benzeyip nasıl olduğunu. Belki de ilk yazıldığı gibi, İtfaiyeci öyküsü olarak kalmalıydı. Bradbury kesinlikle çok daha iyisini yapabilirdi.

6/10 :-1:t3:

14 Beğeni

Japon Klasikleri 26: Japon Çocuk Öyküleri, Kolektif

Japonya’nın önemli yazarlarının çocuk edebiyatı için kaleme aldıkları kısa öyküler, Japon Çocuk Öyküleri eserinde bir araya getirilmiş. İthaki Yayınları tarafından yayımlanan eserin çevirisi ve derlemesi ise Okan Haluk Akbay’a ait. On dokuz öykünün toplandığı kitap, tam on dört yazara ev sahipliği yapıyor. Birkaç yazarın ise birden fazla öyküsü eserin içinde yer alıyor. Galaktik Trenyolu’nda Gece Vakti eseriyle tanıştığım Kenci Miyazava’dan dört öykü okudum mesela. Çoğu yazarın adını ilk defa gördüm, bildiklerime denk gelince sevindim. Miyazava’dan başka Raşomon eseriyle tanıştığım Ryunosuke Akutagava son öyküde kendisini gösterdi. İkisi hariç kitaplarını okuduğum yazar yoktu maalesef. Umarım kısa öykülerini okuduğum bu yazarların kitaplarının Japon Klasikleri Dizisi’nde basıldığı günleri de görebiliriz.

Yüzeysel bahsimizi geride bırakıp içeriğe dönecek olursam da genel olarak harika öyküler okumadım fakat neredeyse hepsinin ortak özelliği insanlara en çok da çocuklara bir mesaj vermesi ya da vermeye çalışması diyebilirim. Neden ‘’vermeye çalışması’’ dedim? Çünkü bazı öykülerde bu mesajlar çok derinlerde kalmış, hatta bazılarında her şey o kadar açık ve ortada ki gözden kaçıyor gibi. ‘‘Masum, basit, çocuk masalları bunlar ya’’ beklentisiyle okumayıp dikkatli bir şekilde elinize aldığınızda bu yazdıklarımın yersiz olmadığına siz de katılacaksınız bence.

Japonların çocuk öyküleri de bir ‘’tuhaf’’; bazı detayları oldukça ürkütücü, gerilim dolu yanları da var. Bazılarında ise gülümsetmeden geçmiyor. Çocuklara anlatmak istediklerimizi anlatmak zor olabiliyor zaman zaman. Bu öykülerde çocuklar canlarının istediklerini yapınca başlarına ne geleceğine tanık oluyorlar. Öykülerin büyük kısmı bu yönde anlamlı ve başarılı doğrusu. Hayvanların ve bitkilerin dile geldiği öyküler de çok keyifliydi. Fabl okumayı sevenlerin hoşuna gidecektir. Tabii yine ders veren yönleri vardı bu kısa öykülerin.

Öykülerin çoğu masalsı kurguyla ilerliyor. Olağanüstü olayların yaşanması ve öykü bitişlerinin garip sonları okurun heyecanını diri tutuyor. Sıkmadan, yormadan her sayfada yeni bir yolculuğa yelken açtırıyor. En sevdiğim öyküler ise: Mutluluk, İstekleri Bitmeyen Lokanta, Tilki Gon, Tepedeki Ev, Ay Manzaralı Gece ve Gözlük, Babil Kulesi, Eldiven, Kırmızı Mum ve Denizkızı, Mandalinalar.

Bu aralar okumalarınızın temposu olumsuzluğa sürüklenmiş bir haldeyse Japon Çocuk Öyküleri ile volümü arttırabilirsiniz. Ara okumalar için müthiş bir seçenek. Herkese şiddetle tavsiye ederim.

Puanım: 8/10

İncelememi yayımladığım platform: Wannart

16 Beğeni

Shirley Jackson, Biz Hep Şatoda Yaşadık.

Gerçekten enfes bir amerikan gotiği. Finalini merak ediyorum.

4 Beğeni

Baudolino - Umberto Eco

Bu kitap okuduğum 3. Eco kitabı oldu, benim okuma serüvenim sırasıyla Foucault Sarkacı, Gülün Adı, Baudolino şeklinde oldu. Foucault Sarkacı’yla başlamak doğru bir tercih olmasa da şuan bulunduğum noktadan çok memnunum. Baudolino’nun iyi bir kitap olduğunu biliyordum ve okumak için bekletiyordum.

Kesinlikle beklentimi karşıladı. Mükemmel, harika, harikulade bir eser. Bolca fantastik öğeler bulunduran, maceradan maceraya atıldığımız, edebi açıdan da tatmin eden usta işi bir eser.

Özellikle Kral Katili Güncesi’ni seven kişilere bu kitabı tavsiye ederim. Patrick Rothfuss’un kitabını yazarken yer yer bu eserden esinlendiği düşünüyorum.

Kendisinin yalancı olduğunu söyleyen ana kahramanımızın geçmişte yaşadığı fantastik maceraları yazması için bir tarihçiye anlatıyor olması desem? Sadece bu da değil, kahramanımızın macerası sırasında yaşadığı olaylarda da benzerlikler mevcut.

Kahramanımız Almanya ormanlarından İtalyan şehirlerine oradan Paris’e, Constantinople’den Hindistan’a oradan suikastçıların kalesine soluksuz fantastik bir yolculuk.

Fantastik diyorum çünkü bir çok fantastik eserde gördüğümüzden daha fazla bu ögeleri içeriyor. Elbette hikaye anlatıcımızın yalan söylemek konusunda uzman olduğunu unutmamamız gerekiyor :slight_smile:

Kısacası bu kitapta Baudolino’nun maceralarını, aşklarını, yalanlarını, gördüklerini ve yaptıklarını yine Baudolino’nun ağzından dinliyoruz. :slight_smile:

Puanım : 5/5

34 Beğeni

Ölü Dağcı Oteli

Strugatski kardeşlerin eserlerini genel olarak seviyorum ben. Tarzları bana hitap ediyor genel okuyucuların aksine. Özellikle buldukları konular her zaman kitaplarının dahi üzerinde oluyor, zaten o nedenle de eleştiriliyorlar “daha iyi yazabilirlerdi” şeklinde. Bense onların bu biraz da bize bırakan tarzlarını seviyorum ve özgün buluyorum.

Bu kitap ise kendi tarzlarının dışında bir kitap. Zaten kitabın sonunda Boris’in açıklaması var; farklı bir şey yapmak istediklerini ve polisiyenin oldukça popüler olduğu bir dönemde bu alanda bir eser vermek istediklerini belirtiyor ve kendisi de kabul ediyor ki istediklerini tam da başarılı bir şekilde yapamıyorlar. Yine de fena bir kitap ortaya çıkmadığını söylüyorlar ki ben de katılıyorum.

Öncelikle kitap akıcı, hatta baya akıcı. Konu başlarda ilgi çekici ama bir yerden sonra o kadar başka noktalara kayıyor ki resmen yazarlarımız toparlayamamışlar konuyu ve bambaşka bir noktada bitirmişler. Aslında hedefleri de zaten buymuş ama gerçekten başarısız bir gidişat tutturmuşlar. Kitap biraz karikatürize kalıyor bilim kurgu alanında, polisiye konusunda pek bilgim yok ama o alanda da basit kaldığından eminim. Karakter yaratımı her zamanki gibi başarılı. Zaten Strugatskilerin bence en başarılı olduğu alanlardan bir diğeri karakter yaratımı.

Kitap polis memuru Glebsky’nin herkesten uzakta biraz kafa dinlemek için geldiği otelde meydana gelen esrarengiz olaylarla başlıyor. Otel ismini dağda kaybolup ölen bir dağcıdan alıyor ama bu dağcıyla alakalı süregelen esrarengiz olaylar nedeniyle de reklamını yapıyor. Olaylar bu şekilde başlıyor ama ilerleyen bölümlerde gittikçe karışıklaşıyor ve bambaşka noktalarda bitiyor. Biraz yunan tragedyalarında alışık olduğumuz Deus Ex Machina durumuyla bitiyor diyebiliriz (yani tam olarak öyle değil ama ona yakın bir durum).

Kitabın anlatımı birinci tekil şahıs, güvenilmez anlatıcı durumu var. Yani kitap bitse de olaylar tam olarak gerçek miydi net bir yanıtınız olmayabilir. Dili akıcı ve anlaşılırdı. Üç dört yazım yanlışı birkaç da imla ya da harf hatası hariç pek bir hata görmedim. Ayrıca yazarlar önemli gördükleri noktaları sık sık kahraman aracılığıyla tekrar ederek sizin de aklınızda tutmaya çalışmışlar ama o noktalar da tam bağlanacak gibi giderken bir anda bambaşka noktaya gelmeleri biraz havada kalmış.

Kısacası ilginç bir kitap, polisiye fantastik bilim kurgu melezi. Akıcı ama okumasanız bir şey kaybetmezsiniz, okursanız da keyif alırsınız. Yazarların da kabul ettiği gibi bir deneme yapılmış ama tam da olmamış gibi. Yine de ortaya çıkan sonuç okunabilir, eğlenceli bir eser olmuş.

Herkese keyifli okumalar ve de harika haftasonları dilerim. :blush:🫶🏻

20 Beğeni

Yaman Adam - Miguel De Unamuno

Yazarla tanışma kitabım. Yaman Adam, İspanyol yazarın 10 öyküsünden oluşuyor. Behçet Necatigil, bu öyküleri Almancadan çevirmiş.

Öykülerin konusunu (daha doğrusu ilk dört öykünün konusunu) aşk, kadın- erkek ilişkileri, evlilik, sadakat, analık gibi şeyler oluşturuyor. Bazı öykülerde felsefi bir taraf bulmak mümkün. Kitapta tuhaf bir Don Juan öyküsü de (İki Ana) var. Önsözde bu öykünün Ahd-i Atikteki Süleyman kıssasıyla, daha anlaşılır olduğu yazıyor. Ama bence bu öyküde sadece çarpık bir ilişki anlatılıyordu.

Kitabın bazı öyküleri pembe dizi havasındaydı. Çeviri eski olduğundan, sonlara doğru bazı öykülerde hiç duymadığım birkaç eski kelimeyle karşılaştım.

Herkese hitap etmeyecek öykülerdi. Ancak ben fena bulmadım. Anlatım güzel, hoştu. Ara ara okuyarak bitirdim. Yazarı karakter yaratmada ve anlatımda epey etkileyici buldum.

Puanım: 7/10

11 Beğeni

Dakikalar İçinde Psikoloji - Marcus Weeks

Cep boyutlu olduğu için taşıması epey kolay olan bu kitapta, psikolojiyle ilgili tam iki yüz adet kısa kısa açıklanmış. Psikolojiyle ilgili hiçbir fikri olmayan bir insan, bu kitabı kolayca okuyup bitirerek, önemli kavramlar hakkında bilgi sahibi olabilir. Sol taraftaki sayfalarda kavram ile açıklaması, sağ tarafta ise kavramı anlatan bir görsel yer alıyor.

Geniş bir göl gibi kapsamlı ve yüzeysel bir kitap.

11 Beğeni