Devlet Ana
1968 yılında Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’ne layık görülen Devlet Ana, Türk Edebiyatı’nın şahsına münhasır en önemli tarihi romanlarından biridir. Üretken bir yazar olan Kemal Tahir’in magnum opus’u olarak bilinir. Devlet Ana’daki zaman dilimi, Osmanlı’nın kuruluş evresinin hemen öncesinde bulunan Osman Bey’in babası Ertuğrul Bey ile başlar ve Osmanlı Devleti’nin kurulma sürecindeki olayları konu edinir. Osmanlı Beyliği kurulmadan önce Türklerin aşiret halindeki yaşamından devlet çatısı altına girişini ve bu süreçteki olayları tarihi şahsiyetlerin de mevcudiyetliyle birlikte anlatır. Türk Devleti’nin ve Türk töresinin müspet özelliklerini yansıtır ve Batı’dan farklı olduğu aktarır. Devlet Ana altı bölümden oluşmaktadır; bunlar sırasıyla: Kancık Vuruş, Uyandırılan Işık, Dost Çelmesi, Fal, Derin Geçit, Kerimcan’ın Yolu’dur. Kitap iki öykü üzerine kuruludur: Birincisi, Osmanlı beyliğinin genişlemesi, ikincisi ise, Bacıbey’in oğlu Demircan’ın öldürülmesi ve kardeşi Kerimcan’ın düşmanlardan öç almasıdır.
Kitabın ilk bölümü olan Kancık Vuruş’ta, Napoli kralının piçi olan Notüs Gladyüs’ün, yardakçılarıyla birlikte Bitinya bölgesindeki Bizans tekfurları ile Türklerin arasını bozması ve bu karmaşa sayesinde bölgede kendi beyliğini kurmak istemesi anlatılmaktadır. Gladyüs, Ertuğrul Bey’in savaş atlarını çalarak bölgede bir kargaşa yaratmak istemektedir. Hırsızlığı Karacahisar tekfurunun üzerine yıkmayı planmaktadır. Gladyüs zevk ve sefaya düşkün, acımasız ve kan dökmeyi seven, kısaca iğrenç ve pislik bir karakteri temsil etmektedir. Bölgede bulunan ve Mavro ve Liya adlı iki kardeş tarafından işletilen bir handa konaklayan ve ortaklarıyla buluşmayı bekleyen Gladyüs, Mavro’nun ablası olan Liya’yı elde etmek için Mavro’yu şövalye yardımcılığı gibi boş vaatlerle kandırmaya çalışır. Liya, Demircan’la evlenme arifesinde olan hristiyan bir kızdır. Bu sebepten dolayı Demircan’ın annesi Bacıbey, oğlunun hristiyan bir kadınla evlenmesine şiddetle karşı çıkar, razı olmaz. Handa Liya’yı elde etmeye çalışan Gladyüs, karşısındaki iffetli kızdan bir karşılık alamaz ve hain planına Liya’dan alacağı intikamı da ekler. Ertesi gün Gladyüs, keşiş Benito ve bir Türkopol olan Uranha planlarını hayata geçirmek üzere yola çıkar ve Benito rehberliğinde bataklıkların içinden geçerek Karacahisar toprağına ulaşır. Demircan’ın çadırına yaklaştıklarında Liya’nın kendilerinden önce Demircan’a ulaştığını anlarlar. Gladyüs, ortalığı karıştırmak gayesiyle Demircan’ı Karacahisar tekfurluğunun okunu kullanarak öldürür. İğrenç zevklerini tatmin ettikten sonra Liya’yı da öldürüp bir kilime sararak Karacahisar tekfurluğu yanına bırakır. Çaldığı savaş atlarıyla birlikte ortadan kaybolur ve ilk bölüm bu şekilde tamamlanır. Kemal Tahir ilk bölümde Türkler ile haçlı Frenklerin değer yargılarındaki farklılıkları efendi-köle ilişkisiyle tanımlar. Türklerde bulunan dayanışma teşkilatı olan ahilik anlayışının, batılıların ve hristiyanlığın kendi köylü ve esnafına bakış açısından çok farklı bir yapıda olduğu belirtilir:
"-Bundan böyle aklına yaz, hiç unutma! Şövalye adayısın! Dahası benim bayraktarımsın! Soylu Hıristiyan hiç suçlu olmaz. Çünkü soylunun soyluluğu gibi, yaptığı da hep Allah’tandır. Pazar baçını artırmaya geldi mi, senyörün keyfinedir. Kimse karışamaz. Kendi toprağında dilediğini yapar. Çünkü toprağı da soylular için yaratmıştır, Allah! Salt toprağı değil, üstündeki köylüyü de bağışlamıştır mal diye, canı çekerse, asar!
— Asar mı? Asar da, nasıl öder kanını?
— Kanı sorulmaz köylü takımının soylulardan… Mavro bir şeyler hatırlamaya çalışarak daldı, sonra çekinerek sordu:
— Böyle midir gerçekten sizin oraların zagonu?
— Elbet…
— Sizin soylunuz, neden asar köylüyü? Durduğu yerde mi?
— Yok… Gölünde, deresinde, izinsiz balık tutanı asar, ormanında avlayanı, çalı keseni… Angaryasından kaçanı, harmanda, bahçede soylu payına hile katanı… Sıkı çalışmayan kunduracıyı, demirciyi de canı çekerse asar, acır da bağışlarsa, demire vurur ölene kadar…
— Ahiler ne der bu işe aman şövalyem, çarşıyı dar etmez mi soyluların başına?
— Ahi de neymiş?
— Bizim buraların çarşısı pazarı ahilerden sorulur. Subaşı da karışabilemez, tekfur da… Kadı karışır az biraz, kitabın yazdığı kadarcık…
— Bunlar hep kâfirliktir, Allah’ın emrine karşı gelmektir. Boşuna mı, Müslüman ayağı altında kalmanız…"
Uyandırılan Işık adlı ikinci bölüm, kitabın iki öykü üzerine kurulu olduğu sinyalinin verildiği ilk kısımdır. Demircan’ın kardeşi olan Kerim Çelebi, molla olmak isteyen bir gençtir. Savaşçılığı benimsemeyip okumaya yönelmesi, annesi Bacıbey’in tepki göstermesine yol açar. Demircan’ın katledilmesinden sonra Bacıbey, oğlu Kerim’den abisinin intikamını almasını ve savaşçı olmasını ister. O taraklarda hiç bezi olmayan Kerim’e sözle yaptığı baskının sonuç vermeyeceğini anlar ve oğlunu kırbaçla döver. Hem abisinin kaybı, hem de üzerine dayak yemesi Kerim Çelebi üzerinde büyük bir etki yapar. Zorla da olsa molla kıyafetini çıkarır ve üzerine savaşçı kıyafetini giyer, artık Kerimcan adını alır. Kerimcan, Mavro ile birlikte silah eğitimi almaya başlar. Kurulan komplo, Osmanlı beyliği ile Karacahisar tekfurluğunu savaş hazırlığına sokar. Kamagan Derviş, Keşiş Benito’nun faaliyetlerini Osman Gazi’ye haber verir. Toplumdan uzak ve sade bir hayat yaşayan Kamagan Derviş, bölgenin haberleşme ile ilgili bilgilerine sahiptir ve edindiği bilgileri doğrudan Tebriz’de yaşayan İlhanlı hükümdarına ulaştırmaktadır. İşbu sıralarda beyliğin başı Ertuğrul Gazi de vefat eder. Kendi çıkarları doğrultusunda Demircan’ın öldürülmesini bahane olarak öne sürüp akın çağrısını yineleyen Dündar Bey ile Osman Bey arasında yaşanan gerilim sonucunda halkın desteğini alan Osman Gazi, bey seçilir. Kerimcan’a, abisinin kanını yerde koymayacağının sözünü verir, fakat bu işin aceleye getirilmemesini salık verir. Uyandırılan Işık, dönemin Osmanlı Beyliği’nin uçbeylikleriyle, Konya Sultanlığıyla ve Moğollarla ilişkisini konu eder. Osman Bey’in genişleme politikası ile birlikte ana hikayenin Kerimcan’ın etrafında şekillenmeye başlaması, hikayenin ne yöne meyledeceğini gösterir. Fakat bu kitap salt tarih öğrenme amacıyla okunmamalıdır. Gerçek tarihi şahsiyetlerin etrafında dönen bu eserde yer yer anakronizm kullanımı görülür. Yazar tarihi bilgileri sıralamaktan ziyade Osmanlı’nın ve Türklerin toplum yapısını, ve bu toplumun devlete neden ihtiyaç duyduğunu belirtir. Batıya körü körüne hayranlık duyanları eleştirir. Bunu da inanılmaz akıcı ve lezzetli bir Türkçe kullanımıyla yapar.