Cep boyutlu olduğu için taşıması epey kolay olan bu kitapta, psikolojiyle ilgili tam iki yüz adet kısa kısa açıklanmış. Psikolojiyle ilgili hiçbir fikri olmayan bir insan, bu kitabı kolayca okuyup bitirerek, önemli kavramlar hakkında bilgi sahibi olabilir. Sol taraftaki sayfalarda kavram ile açıklaması, sağ tarafta ise kavramı anlatan bir görsel yer alıyor.
Geniş bir göl gibi kapsamlı ve yüzeysel bir kitap.
Umberto Eco - Efsanevi Yerlerin Tarihi kitabını okudum.
İnsanların geçmişte veya günümüzde gerçek olduğuna inandıkları, efsanelerde, mitolojik anlatılarda ve sanatta rastladığımız tam olarak nerede olduğu bilinmeyen Kral Süleymanın Tapınağı, Atlantis, Eldorado, Hyperborea vs. gibi hayali yerlerin tarihi kaynaklar eşliğinde derleniyor. Tarih Araştırma kitabı olduğudan Narnia’dır Orta Dünya’dır vs. gibi herkesin kurgu olduğunu bildiği yerler tabiki yok
Gerek anlatımı olsun gerek içinde kullanılan muazzam görseller olsun tarih araştırma kitabı olmasına rağmen akıp gidiyor. En beğenerek okuduğum kurgu-dışı kitaplardan biri oldu kesinlikle.
İlk baskısı büyük boy ciltli yapılmışken bendeki 2. baskısı ilk baskıdan birkaç cm daha küçük ve karton kapaklı ama yine kalın kuşe kağıt kullanılmış.
Aslında kitabı yanlışlıkla okudum. Kargo geldikten sonra göz gezdireyim derken baktım yarılamışım, bitireyim madem dedim.
Gözünü hastanede açan ve hiçbir şey hatırlamayan ana karakterimiz ile birlikte olayı anlamaya çalışıyoruz. Yaşadığımız dünya dahil tüm evrenlerin aslında Amber isimli şehrin gölgelerinden ibaret olduğunu öğrendikten sonra asıl hikayemiz başlıyor.
Esas oğlan Corwin hafızasını kazanana kadar çok ilgi çekiciyken sonrasında bariz şekilde temposunu kaybetti ve sıkıcı hale geldi benim açımdan. Hikayeyi bize Corwin anlattığı için zaman zaman palavra atan birini dinliyormuşum hissine kapıldım.
Corwin ve kardeşleri arasındaki ilişkiyi Sandman evrenindeki Sonsuzlar’a benzettim. Ancak aile içindeki entrikalar ve güvensizlik çok daha derin. Mevcut atmosferde Corwin davasında beni ikna edemedi Ayırt edici hiçbir özelliğin yok ki neden seni destekleyelim diye düşündüm açıkçası.
Kitabın tarif edemediğim tuhaf bir atmosferi var. Absürt mü desem bilmiyorum. Bir yandan rahatsız edici bir yandan da komik. Nedense zihnimde anime izler gibi canlandı olaylar. Ağırlıklı olarak olumsuz noktalarından bahsetsem de keyifle okudum. Alışılagelmiş fantastik serilerden farklı olması çok hoşuma gitti. Eksik noktaları var evet ama şans vermeye değer. Ben kesinlikle devam edeceğim.
4/5
Son olarak kapakları beğenmedim söylemeden geçemeyeceğim. Çok sıkışık, hem yazı hem görsel sığmamış sanki. Baktıkça içim daralıyor. Daha minimal olsun isterdim.
Golem, Prag’da bir Yahudi gettosunda geçiyor. Romanı orada oturan ve taş ustası olarak çalışan Athanasius Pernath’ın bakış açısından görüyoruz. Pernath’ın komşuları incelikle tanıtılıyor; onlarla ilgili düşünceleri, ilişkileri gözler önüne seriliyor. Sonra Pernath’ın içsel deneyimleri; halüsinasyonları, rüyaları ve gerçek zamanda başından geçen olaylar aktarılıyor.
Bir gün yüzünü bir türlü hatırlayamadığı bir kimse, ona tamir etmesi için bir kitap (İbbur Kitabı) verir. Bu arada mahallede Golem’in tekrar görüldüğü söylentisi vardır. Ve pek tabii Pernath’ın başına çeşitli olaylar gelir.
Kitapta ana olayların yanında Yahudi mistisizmi, Kabbala inancı, tarot falının bu inançlarla olan ilişkilerin de bahsediliyor. Zaten Gustav Meyrink, okültizme yoğun bir ilginin olduğu dönemde yaşamış ve her türlü ezoterik topluluğa katılmış bir yazarmış. Eserlerinde bu inançların etkisi var.
Golem ilginç bir hikayeye ve anlatım tarzına sahip bir romandı. Herkesin belki hoşuna gitmeyecektir ancak ben okuduğuma pişman olmadım. Kitabın mistik yönünü sevdim.
Soner Yalçın - Doğan Yurdakul - Bay Pipo
2 ay önce gazeteci Murat Yetkin’in Türk İstihbarat Tarihini anlatan bir kitabını okurken, konu Milli İstihbarat Teşkilatına gelince kitaplığımda bulunan Bay Pipo kitabını hevesle elime aldım ve okuma yolculuğuma bu kitapla devam ettim. Ancak kitabın içeriğini pek beğenmeyince yaklaşık 1 ay elime sürüye sürüye zor bitirdim.
Bay Pipo eski MİT Müsteşarı Hiram Abas’ın hayatı ve kariyeri üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatının tarihini detaylı bir şekilde anlatıyor. Milli İstihbarat Teşkilatının kurulması, Alman ve Amerikan etkileri, siyasetle MİT arasındaki ilişki, diplomatlarımıza saldıran Ermeni teröristler vb. konularda kitapta detaylı bilgiler mevcut.
Önelikle belirtmek gerekir ki 500 sayfalık bu kitap alanında hazırlanmış en detaylı çalışmalardan birisi, Hiram Abas’ın hayatı ve MİT tarihi üzerinde çok fazla detaylı çalışma mevcut olmadığı elimizde kitaba kıymetli bir çalışma demek istiyorum ancak diyemiyorum.
Konuyla ilgili olanlar bilir ki Türk İstihbaratı her zaman devlet vurgusu yapmasının aksine, sürekli siyasetle iç içe olmuştur. Burada detaylı bir analiz için bilgim kısıtlı ancak Sultan Hamid’in jurnalcileriyle, Özal için rakiplerinin yatak odalarına odaklanan istihbarat anlayışı arasında bir fark yoktur. Aynı anlayış günümüz siyasal islam iktidarında daha da alçak bir seviyelere inmiştir.
Siyasetle iç içe olan, dış devletlerle her zaman bağlantıları olan bir Türk istihbaratını incelemek için azıcık bilimsel yöntem ve tarafsızlık gerekiyor. Bay Pipo kitabı ise tam burada çuvallıyor. Soner Yalçın’ı köşe yazılarından tanıyan, komplo teorilerinden gerçeği ayırt edemediğini bilen biri olarak bu kitapta da Soner Yalçın’ın kanıtlar olmadan komplo teorileri üzerinden saçma çıkarımlar yaptığını görebiliyorsunuz.
Sayfalarca bize Hiram Abas şu görüşten, o sebeple şöyle şöyledir diyor ancak bir kanıt ya da mantıklı bir argüman sunamıyor.
Hiram Abas’ın desteklediği siyasi görüşlerden nefret eden birisi olarak, Hiram Abas’ın böyle bir kitapla tanınmasına üzüldüm. Çünkü kendisine yapılan ithamların pek ellle tutulur tarafı yok.
Hiram Abas MİT’in ishtibarat teşkilatından ziyade sivil polis teşkilatı gibi çalıştırmıştır, dış istibarata yönlenmesi gerekirken sürekli ülke içinde pek de üzerine vazife olmayan işlere bulaşmıştır, bunların zaten konuyla alakalı olan herkes farkında. Yani Soner Yalçın herkesin bildiği şeyler üzerinden çıkarak, elinde kanıt veya mantıklı argüman olmadan başka suçalamalarda bulunuyor. Araştırmacı gazeteci olduğu iddiasında bulunan birisi için hayli ilginç bi durum.
Kitabın diğer eksiği ise Soğuk Savaş döneminde dünyada tek kutup varmış gibi bahsetmesi. Soner Yalçın bilindiği gibi Avrasyacı birisi. Kendisi ve kendisiyle benzer düşünenler Türkiye’nin kurtuluşunu falan Rusya ile işbirliğinde görüyor. Azıcık Türk Tarihi bilen birisi buna gülüyor o ayrı mevzu.
Kitapta sürekli CIA kötüleniyor, CIA’nin ülkemizde yaptıklarından bahsediliyor ancak Soğuk Savaşın diğer kutbu olan Sovyetler kitapta 1 cümle dahi olarak geçmiyor. Bu noktada eserin niteliği konusunda sınıfta kaldığını çok rahat söyleyebilirim.
Sonuç olarak kitap detaylı bir çalışmanın ürünü, başka eserlerde bulamayacağınız detaylar yer alıyor. Ancak günün sonunda yazarın siyasi görüşleri ve olaya hep tek taraflı bakması sebebiyle okunabilecek ama kaynak kitap olarak alınamayacak bir çalışma.
Kitty, sevmediği Bakteriyolog Walter’la evlenip Hong Kong’a yerleşmiş genç ve güzel bir kadındır. Sömürge bakanlığında çalışan, kocasından daha yüksek mevkili ve evli bir adamla yakınlaşıp sevgili olmuştur. Kitty’nin bu ihanetini kocası öğrenir ve ona iki seçenek sunar. Kitty kaçınılmaz olarak bunlardan birini seçer. Olayların devamında genç kadın kendi zayıflığını, sığ karakterini sorgulamaya başlar.
Öncelikle kitabın anlatımı su gibi, akıp gidiyor. Okurken hiç sıkılmadım. Bir dizi izliyormuşum gibi hissettim. Bu bir ihanet hikayesinden öte bir kadının kendisini ve çevresine yaptıklarını sorgulamasıydı. Psikolojik yönünü sevdim. Walter’a da üzüldüm.