Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Umberto Eco - Efsanevi Yerlerin Tarihi kitabını okudum.

İnsanların geçmişte veya günümüzde gerçek olduğuna inandıkları, efsanelerde, mitolojik anlatılarda ve sanatta rastladığımız tam olarak nerede olduğu bilinmeyen Kral Süleymanın Tapınağı, Atlantis, Eldorado, Hyperborea vs. gibi hayali yerlerin tarihi kaynaklar eşliğinde derleniyor. Tarih Araştırma kitabı olduğudan Narnia’dır Orta Dünya’dır vs. gibi herkesin kurgu olduğunu bildiği yerler tabiki yok :slight_smile:

Gerek anlatımı olsun gerek içinde kullanılan muazzam görseller olsun tarih araştırma kitabı olmasına rağmen akıp gidiyor. En beğenerek okuduğum kurgu-dışı kitaplardan biri oldu kesinlikle.

İlk baskısı büyük boy ciltli yapılmışken bendeki 2. baskısı ilk baskıdan birkaç cm daha küçük ve karton kapaklı ama yine kalın kuşe kağıt kullanılmış.

29 Beğeni

Aslında kitabı yanlışlıkla okudum. :sweat_smile: Kargo geldikten sonra göz gezdireyim derken baktım yarılamışım, bitireyim madem dedim.
Gözünü hastanede açan ve hiçbir şey hatırlamayan ana karakterimiz ile birlikte olayı anlamaya çalışıyoruz. Yaşadığımız dünya dahil tüm evrenlerin aslında Amber isimli şehrin gölgelerinden ibaret olduğunu öğrendikten sonra asıl hikayemiz başlıyor.
Esas oğlan Corwin hafızasını kazanana kadar çok ilgi çekiciyken sonrasında bariz şekilde temposunu kaybetti ve sıkıcı hale geldi benim açımdan. Hikayeyi bize Corwin anlattığı için zaman zaman palavra atan birini dinliyormuşum hissine kapıldım.

Corwin ve kardeşleri arasındaki ilişkiyi Sandman evrenindeki Sonsuzlar’a benzettim. Ancak aile içindeki entrikalar ve güvensizlik çok daha derin. Mevcut atmosferde Corwin davasında beni ikna edemedi :joy: Ayırt edici hiçbir özelliğin yok ki neden seni destekleyelim diye düşündüm açıkçası.

Kitabın tarif edemediğim tuhaf bir atmosferi var. Absürt mü desem bilmiyorum. Bir yandan rahatsız edici bir yandan da komik. Nedense zihnimde anime izler gibi canlandı olaylar. Ağırlıklı olarak olumsuz noktalarından bahsetsem de keyifle okudum. Alışılagelmiş fantastik serilerden farklı olması çok hoşuma gitti. Eksik noktaları var evet ama şans vermeye değer. Ben kesinlikle devam edeceğim.
4/5

Son olarak kapakları beğenmedim söylemeden geçemeyeceğim. Çok sıkışık, hem yazı hem görsel sığmamış sanki. Baktıkça içim daralıyor. Daha minimal olsun isterdim.

20 Beğeni

Kitabı nereden satın aldığınızı sorabilir miyim? Benimde çok ilgimi çekti kitap ama Amazonda 2290 tl görünce şok oldum.

1 Beğeni

Ben 2. Baskısı yapıldığı zaman D&R’dan almıştım.

1 Beğeni

golem

Golem - Gustav Meyrink

Golem, Prag’da bir Yahudi gettosunda geçiyor. Romanı orada oturan ve taş ustası olarak çalışan Athanasius Pernath’ın bakış açısından görüyoruz. Pernath’ın komşuları incelikle tanıtılıyor; onlarla ilgili düşünceleri, ilişkileri gözler önüne seriliyor. Sonra Pernath’ın içsel deneyimleri; halüsinasyonları, rüyaları ve gerçek zamanda başından geçen olaylar aktarılıyor.

Bir gün yüzünü bir türlü hatırlayamadığı bir kimse, ona tamir etmesi için bir kitap (İbbur Kitabı) verir. Bu arada mahallede Golem’in tekrar görüldüğü söylentisi vardır. Ve pek tabii Pernath’ın başına çeşitli olaylar gelir.

Kitapta ana olayların yanında Yahudi mistisizmi, Kabbala inancı, tarot falının bu inançlarla olan ilişkilerin de bahsediliyor. Zaten Gustav Meyrink, okültizme yoğun bir ilginin olduğu dönemde yaşamış ve her türlü ezoterik topluluğa katılmış bir yazarmış. Eserlerinde bu inançların etkisi var.

Golem ilginç bir hikayeye ve anlatım tarzına sahip bir romandı. Herkesin belki hoşuna gitmeyecektir ancak ben okuduğuma pişman olmadım. Kitabın mistik yönünü sevdim. :smiley:

Puanım: 8/10

17 Beğeni

Soner Yalçın - Doğan Yurdakul - Bay Pipo
2 ay önce gazeteci Murat Yetkin’in Türk İstihbarat Tarihini anlatan bir kitabını okurken, konu Milli İstihbarat Teşkilatına gelince kitaplığımda bulunan Bay Pipo kitabını hevesle elime aldım ve okuma yolculuğuma bu kitapla devam ettim. Ancak kitabın içeriğini pek beğenmeyince yaklaşık 1 ay elime sürüye sürüye zor bitirdim.

Bay Pipo eski MİT Müsteşarı Hiram Abas’ın hayatı ve kariyeri üzerinden Milli İstihbarat Teşkilatının tarihini detaylı bir şekilde anlatıyor. Milli İstihbarat Teşkilatının kurulması, Alman ve Amerikan etkileri, siyasetle MİT arasındaki ilişki, diplomatlarımıza saldıran Ermeni teröristler vb. konularda kitapta detaylı bilgiler mevcut.

Önelikle belirtmek gerekir ki 500 sayfalık bu kitap alanında hazırlanmış en detaylı çalışmalardan birisi, Hiram Abas’ın hayatı ve MİT tarihi üzerinde çok fazla detaylı çalışma mevcut olmadığı elimizde kitaba kıymetli bir çalışma demek istiyorum ancak diyemiyorum.

Konuyla ilgili olanlar bilir ki Türk İstihbaratı her zaman devlet vurgusu yapmasının aksine, sürekli siyasetle iç içe olmuştur. Burada detaylı bir analiz için bilgim kısıtlı ancak Sultan Hamid’in jurnalcileriyle, Özal için rakiplerinin yatak odalarına odaklanan istihbarat anlayışı arasında bir fark yoktur. Aynı anlayış günümüz siyasal islam iktidarında daha da alçak bir seviyelere inmiştir.
Siyasetle iç içe olan, dış devletlerle her zaman bağlantıları olan bir Türk istihbaratını incelemek için azıcık bilimsel yöntem ve tarafsızlık gerekiyor. Bay Pipo kitabı ise tam burada çuvallıyor. Soner Yalçın’ı köşe yazılarından tanıyan, komplo teorilerinden gerçeği ayırt edemediğini bilen biri olarak bu kitapta da Soner Yalçın’ın kanıtlar olmadan komplo teorileri üzerinden saçma çıkarımlar yaptığını görebiliyorsunuz.
Sayfalarca bize Hiram Abas şu görüşten, o sebeple şöyle şöyledir diyor ancak bir kanıt ya da mantıklı bir argüman sunamıyor.
Hiram Abas’ın desteklediği siyasi görüşlerden nefret eden birisi olarak, Hiram Abas’ın böyle bir kitapla tanınmasına üzüldüm. Çünkü kendisine yapılan ithamların pek ellle tutulur tarafı yok.
Hiram Abas MİT’in ishtibarat teşkilatından ziyade sivil polis teşkilatı gibi çalıştırmıştır, dış istibarata yönlenmesi gerekirken sürekli ülke içinde pek de üzerine vazife olmayan işlere bulaşmıştır, bunların zaten konuyla alakalı olan herkes farkında. Yani Soner Yalçın herkesin bildiği şeyler üzerinden çıkarak, elinde kanıt veya mantıklı argüman olmadan başka suçalamalarda bulunuyor. Araştırmacı gazeteci olduğu iddiasında bulunan birisi için hayli ilginç bi durum.

Kitabın diğer eksiği ise Soğuk Savaş döneminde dünyada tek kutup varmış gibi bahsetmesi. Soner Yalçın bilindiği gibi Avrasyacı birisi. Kendisi ve kendisiyle benzer düşünenler Türkiye’nin kurtuluşunu falan Rusya ile işbirliğinde görüyor. Azıcık Türk Tarihi bilen birisi buna gülüyor o ayrı mevzu.
Kitapta sürekli CIA kötüleniyor, CIA’nin ülkemizde yaptıklarından bahsediliyor ancak Soğuk Savaşın diğer kutbu olan Sovyetler kitapta 1 cümle dahi olarak geçmiyor. Bu noktada eserin niteliği konusunda sınıfta kaldığını çok rahat söyleyebilirim.

Sonuç olarak kitap detaylı bir çalışmanın ürünü, başka eserlerde bulamayacağınız detaylar yer alıyor. Ancak günün sonunda yazarın siyasi görüşleri ve olaya hep tek taraflı bakması sebebiyle okunabilecek ama kaynak kitap olarak alınamayacak bir çalışma.

Puan 6,5/10

17 Beğeni

Boyalı Peçe - W. Somerset Maugham

Kitty, sevmediği Bakteriyolog Walter’la evlenip Hong Kong’a yerleşmiş genç ve güzel bir kadındır. Sömürge bakanlığında çalışan, kocasından daha yüksek mevkili ve evli bir adamla yakınlaşıp sevgili olmuştur. Kitty’nin bu ihanetini kocası öğrenir ve ona iki seçenek sunar. Kitty kaçınılmaz olarak bunlardan birini seçer. Olayların devamında genç kadın kendi zayıflığını, sığ karakterini sorgulamaya başlar.

Öncelikle kitabın anlatımı su gibi, akıp gidiyor. Okurken hiç sıkılmadım. Bir dizi izliyormuşum gibi hissettim. Bu bir ihanet hikayesinden öte bir kadının kendisini ve çevresine yaptıklarını sorgulamasıydı. Psikolojik yönünü sevdim. Walter’a da üzüldüm.

Puanım: 7/10

18 Beğeni

Ooo efendim kimler gelmiş kimler. Şimdi bu mesajı da 3 yıl sonra görürsün sen. :joy: Daha fazla kitap incelemesi bekliyorum senden. :grin:

1 Beğeni

İbn Tufeyl - Hayy Bin Yakzan bitti.

İlk felsefi ve Robinsonad roman olma özelliği taşıyan kitaptır kendisi. Kitapta Hayy Bin Yakzan adında bir arkadaşımızın ıssız bir adada insanlardan tamamen izole şekilde doğada tek başına yaşarken hakikati, gerçeği, Allah’ ı keşfetme çabasına tanık oluyoruz. Kitap bunun olabilirliğini kanıtlamaya çalışıyor.

HBY bir adada aniden ortaya çıkıyor, bir ceylan tarafından büyütülüyor.Aklı ermeye başladığı andan itibaren gözlem yoluyla, çıkarımlar yaparak gerçeği, Yaratıcıyı bulmaya çalışıyor.

Felsefi ve tasavvufi öğretiler için yazılmış.

:star: :star:

13 Beğeni

image

Çok ne olan bir şey var ki şu an buradayız. İnsan hayatına dair bir bütünlüğün veya bir mananın peşindeysek ve yaşamak rüyası her an bizi kuşatıyorsa, bu çok ötemizde bizi belirleyen bir şeylerden değil, tam da insana dair deneyimin gerçekliğinden başka bir şey değildir; oralarda aramalıyız yaşamımızı.” s. 41

Hayal Otel, Feryal ile İsmet’in açılışını yaza yetiştirmeye çalıştıkları, her odanın adının bir bitki olduğu on iki odalı bir otel. Her bir odanın ismi de aynı zamanda öykülere adını veriyor. B. Nihan Eren’in Hayal Otel isimli eserinde, bu otelde hayal ve gönül kırıklıklarıyla içine kapanan, yokluğun içinde varlıklarını arayan, tabiri caizse kıyıya vuran insanlar kalıyor. Mevsimden, toplumdan hatta zamandan bile azade olmuş bu otelde kalan insanların bir afeti beklerken aynı zamanda bir umuda da sarılması anlatılıyor.

Unutuş ve pişmanlık. Arabalar devrik, kargalar yenik, hayat bitik. Adım atsan önüne çıkacak köpekler ve kediler orada burada ıslak, kanlı ve sert yatıyor. Hani ölmek gizlenirdi.

7 Beğeni

Birçok ada metaforunun bu kitaptan çıktığı söylenir. Eskiden çizgi filmi de yapılmıştı ama platformlarda çok bulunamıyor. Hayranlıkla okumuştum ben de. Keyifli okumalar. :slight_smile:

2 Beğeni

Black Stone Heart’ı okuyorum.

Cradle başlığına yazınca aklıma geldi BSH ile ilgili %40 geldiğim kadarıyla yorumumu yapayım @Pyrewrath hocam. Daha sonra kesin unuturum. Dili oldukça hafif. Böyle rahat okunan bir gramerle (noun clause içine gizlenmiş adjective clauselarla yapılan fiilimsi ortaçlara arkadan destek olan adverbümsü şeyler falan yok, bu cümle tamamen sallamadır) güzel bir evren kurmuş yazar. Kahramanımız (ismini hatırlamıyorum iki defa geçti şu ana kadar malum hafızasını bi sebepten kaybetmiş baş harfi) K. ıssız bir yerde uyanıyor. Hafızası yerinde değil ve kitap ilerledikçe biz de bir şeyler öğreniyoruz onunla beraber. Hafızasını kaybetme sebebi kalbinin parçalanmış olması. K’ya eşlik eden yolda karşılaştığımız kadın karakter Shalayn ise harika bir karakter. Tam da D&D filmindeki baltalı ablamız gibi. Ablamızı yazar çok övdü. Ileride güzel bir epic dövüş sahnesi bekliyorum bakalım.

Hafızamızı ilerledikçe kazandığımız için (kalp parçası topluyoruz) kitapta gizem havası 14. bölüme kadar devam ediyor. 14. bölümde ciddi bir şeyler öğreniyoruz bakalım sonrasında neler olacak? Daha her şey ortaya çıkmadı tabiki. Bu arada kitabın espri düzeyi de çok iyi. Ben evren kurgusunu ve dilini, havasını sevdim. Devamında neler olacak merak ediyorum. Bir tane spoiler olmayan espri paylaşayım. Bu arada kitapta espriler bu düzeyde değil. Daha iyileri de var.

“How tall is that?” I asked.
“Why are men always asking women how big something looks?”
“Forty feet?”
“It’s always smaller than you think.”
“Thirty?”
“Thirty-five,” she said.

Chapter 9

Evrenin tek sevmediğim yanı büyü sistemi diyebilirim ama onu da K’nın bildiği kadar biliyoruz. Belki ilerde daha bir ilginçleşir.

Bu arada 14. bölüme kadar lay lay lom dolaşıp durduk etrafta.

5 Beğeni

Biraz önce Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan Ahmet Mithat’ın Henüz 17 Yaşında kitabını elime aldım okumak için. Kitabın başına, kitabı günümüz Türkçesine uyarlayan Demet Sustam isimli şahıs, sağ olsun kitabın özetini yazmış. Okumama gerek kalmadı.

  • Yok genelevdeki kadınların hepsinin ahlaksız olmadığını belirtmiş, yok tanıştıkları adam onu genelevden kurtarmış ve bir Rumla evlendirmiş vs vs.

Sen bana bunları anlattıktan sonra ben bu kitabı niye okuyayım? Ben ne olacak diye merak ederek okuyorum kitapları, kitabın yazım dili üzerine tez yazmak için değil. Kitabın sonunu bilerek okumak istediğimi nereden düşünüp de böyle bir yazı yazabiliyor ve bu hakkı nereden buluyor? Bu tarz insanların yazım dünyasından para kazanıyor olmaları utanç verici.

Normalde bu tür önsöz, sunuş tarzı kitap önü yazıları okumam tam da bu yüzden fakat kitabı günümüz Türkçesine uyarlayan kişi yazınca çeviriyle, uyarlamayla ilgili bilgiler yazacağını düşünerek okuma hatasına düştüm.

19 Beğeni

İş Kültür genelde yapıyor böyle. Ben de Oblomov’da yaşamıştım benzer şeyi. Bir iki defa daha denk gelince önsöz okumayı bıraktım. Köpek Kalbi’ydi galiba bir tanesi de.

3 Beğeni

Gayet lezzetli görünüyor hocam, teşekkür ederim yorum için. Cradle 12’den sonrasına bunu sıkıştırıyım araya. Biraz mizaha hayır demem (alışıyorum yavaş yavaş :sweat_smile: ), konu da Planescape Torment’i çağrıştırdı hem. :+1:

2 Beğeni

Pir-i Lezzet! - Saygın Ersin

Fazla beklenti ile başlamadığım Pir-i Lezzet tahminlerimin ötesinde bir keyif verdi bana. Yedi Kartal Efsanesi ile fantastik yazarlığını bildiğim Saygın Ersin, Pir-i Lezzet ile çok hoş bir tarihi kurgu yaratmış.

Tarihi kurgu seven bir okurum, ancak Osmanlı tarihi kurgusu pek sevmem. Yerli pek çok yazarımız Osmanlı kurgularına özenir ama çoğunlukla beni tatmin etmez, gereksiz övgüler de amaçsız yergiler de bol olur bu alt türde. Ersin’in ilk başarısı bizi temiz bir şekilde Osmanlı ve Saray dünyasına taşıması. Kitabının ana hikayesini ve kurgusunu yansıtırken çok güzel bir altyapı ve arkaplan yani Osmanlı Tarihi, amaç olarak kendini öne çekmiyor.

Burada Ersin’in anlatım için güzelce seçtiği uygun dili ve belli ki iyice araştırma yaparak bize sunduğu tarihi öğeleri devreye giriyor. Başarısız kurgularda gördüğüm gereksiz ağdalı diller, süslü püslü kelimeler kitabın her yerine yayılmamış. Ersin ana anlatımında olayları sunarken yalın bir dil tercih ediyor. Ancak karakterlerin birbirleri ile konuşmaları, mekan/nesne tasvir ve isimleri ya da yemekler ve malzemeler gibi durumda eski Türkçe ve Osmanlıca terimlere geçiyoruz. Bende bu anlatım seçimini çok beğendim; hem gereksiz bir şekilde ağdalı dil e boğulmuyoruz hem de kendimizi o dönemden uzak hissedecek kadar düz bir Türkçe görmemiş oluyoruz.

Başkarakterimiz Aşçıbaşı yiyeceklerin özüne diğer insanlardan çok farklı şekilde yakın olabilen özel bir yetenekle doğmuş: Tat duyusunun keskinliği ile daha çocuk yaşta kendini belli eden bu yeteneğinin günden güne nasıl geliştiği ve evirildiğini maceraları ile beraber sunuyor bize Pir-i Lezzet kitabı. Kitabın adı da zaten Aşçıbaşının sıfatı yani lezzetin piri olmasından geliyor. Yemek yapma sanatında kendini geliştirdikçe bu özel yeteneği ile beraber yaptığı yemekler insanların duygularına nüfus eder oluyor, yemeğini yiyenleri bir nevi manipüle edebilen büyüvari bir dokunuşa dönüşüyor.

Konuya biraz daha girersem spoiler olacağından Ersin’in Pir-i Lezzet ile hem farklı hem de güzel bir edebiyat sunduğunu rahatlıkla söyleyerek kitabı önermek isterim. Özellikle yemek yapılan sekanslar aç karnına zor, insanın iştahı kabarıyor :slight_smile: Tatlı, akıcı, masalsı bir macera Pir-i Lezzet. Eksik olarak göreceğim tek yeri kitabın başlarındaki gibi detaylı yemek yapımlarının ya da bazı plan ve olay örgülerinin final macerasında aynı şekil sunulmamış olması sanırım. Kitabın finali biraz hızlı kapanıyor, ancak çok da dert değil. Zaten yeterli bir okuma hacmi mevcut ve kendi içinde sonlanan bir macera olduğundan kısa süreli boşluk periyotları / tatil / yıllık izin gibi bir dönemde rahatlıkla tercih edilip kısa sürede keyifle okunabilir.

23 Beğeni

Devlet Ana

1968 yılında Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’ne layık görülen Devlet Ana, Türk Edebiyatı’nın şahsına münhasır en önemli tarihi romanlarından biridir. Üretken bir yazar olan Kemal Tahir’in magnum opus’u olarak bilinir. Devlet Ana’daki zaman dilimi, Osmanlı’nın kuruluş evresinin hemen öncesinde bulunan Osman Bey’in babası Ertuğrul Bey ile başlar ve Osmanlı Devleti’nin kurulma sürecindeki olayları konu edinir. Osmanlı Beyliği kurulmadan önce Türklerin aşiret halindeki yaşamından devlet çatısı altına girişini ve bu süreçteki olayları tarihi şahsiyetlerin de mevcudiyetliyle birlikte anlatır. Türk Devleti’nin ve Türk töresinin müspet özelliklerini yansıtır ve Batı’dan farklı olduğu aktarır. Devlet Ana altı bölümden oluşmaktadır; bunlar sırasıyla: Kancık Vuruş, Uyandırılan Işık, Dost Çelmesi, Fal, Derin Geçit, Kerimcan’ın Yolu’dur. Kitap iki öykü üzerine kuruludur: Birincisi, Osmanlı beyliğinin genişlemesi, ikincisi ise, Bacıbey’in oğlu Demircan’ın öldürülmesi ve kardeşi Kerimcan’ın düşmanlardan öç almasıdır.

Kitabın ilk bölümü olan Kancık Vuruş’ta, Napoli kralının piçi olan Notüs Gladyüs’ün, yardakçılarıyla birlikte Bitinya bölgesindeki Bizans tekfurları ile Türklerin arasını bozması ve bu karmaşa sayesinde bölgede kendi beyliğini kurmak istemesi anlatılmaktadır. Gladyüs, Ertuğrul Bey’in savaş atlarını çalarak bölgede bir kargaşa yaratmak istemektedir. Hırsızlığı Karacahisar tekfurunun üzerine yıkmayı planmaktadır. Gladyüs zevk ve sefaya düşkün, acımasız ve kan dökmeyi seven, kısaca iğrenç ve pislik bir karakteri temsil etmektedir. Bölgede bulunan ve Mavro ve Liya adlı iki kardeş tarafından işletilen bir handa konaklayan ve ortaklarıyla buluşmayı bekleyen Gladyüs, Mavro’nun ablası olan Liya’yı elde etmek için Mavro’yu şövalye yardımcılığı gibi boş vaatlerle kandırmaya çalışır. Liya, Demircan’la evlenme arifesinde olan hristiyan bir kızdır. Bu sebepten dolayı Demircan’ın annesi Bacıbey, oğlunun hristiyan bir kadınla evlenmesine şiddetle karşı çıkar, razı olmaz. Handa Liya’yı elde etmeye çalışan Gladyüs, karşısındaki iffetli kızdan bir karşılık alamaz ve hain planına Liya’dan alacağı intikamı da ekler. Ertesi gün Gladyüs, keşiş Benito ve bir Türkopol olan Uranha planlarını hayata geçirmek üzere yola çıkar ve Benito rehberliğinde bataklıkların içinden geçerek Karacahisar toprağına ulaşır. Demircan’ın çadırına yaklaştıklarında Liya’nın kendilerinden önce Demircan’a ulaştığını anlarlar. Gladyüs, ortalığı karıştırmak gayesiyle Demircan’ı Karacahisar tekfurluğunun okunu kullanarak öldürür. İğrenç zevklerini tatmin ettikten sonra Liya’yı da öldürüp bir kilime sararak Karacahisar tekfurluğu yanına bırakır. Çaldığı savaş atlarıyla birlikte ortadan kaybolur ve ilk bölüm bu şekilde tamamlanır. Kemal Tahir ilk bölümde Türkler ile haçlı Frenklerin değer yargılarındaki farklılıkları efendi-köle ilişkisiyle tanımlar. Türklerde bulunan dayanışma teşkilatı olan ahilik anlayışının, batılıların ve hristiyanlığın kendi köylü ve esnafına bakış açısından çok farklı bir yapıda olduğu belirtilir:

"-Bundan böyle aklına yaz, hiç unutma! Şövalye adayısın! Dahası benim bayraktarımsın! Soylu Hıristiyan hiç suçlu olmaz. Çünkü soylunun soyluluğu gibi, yaptığı da hep Allah’tandır. Pazar baçını artırmaya geldi mi, senyörün keyfinedir. Kimse karışamaz. Kendi toprağında dilediğini yapar. Çünkü toprağı da soylular için yaratmıştır, Allah! Salt toprağı değil, üstündeki köylüyü de bağışlamıştır mal diye, canı çekerse, asar!
— Asar mı? Asar da, nasıl öder kanını?
— Kanı sorulmaz köylü takımının soylulardan… Mavro bir şeyler hatırlamaya çalışarak daldı, sonra çekinerek sordu:
— Böyle midir gerçekten sizin oraların zagonu?
— Elbet…
— Sizin soylunuz, neden asar köylüyü? Durduğu yerde mi?
— Yok… Gölünde, deresinde, izinsiz balık tutanı asar, ormanında avlayanı, çalı keseni… Angaryasından kaçanı, harmanda, bahçede soylu payına hile katanı… Sıkı çalışmayan kunduracıyı, demirciyi de canı çekerse asar, acır da bağışlarsa, demire vurur ölene kadar…
— Ahiler ne der bu işe aman şövalyem, çarşıyı dar etmez mi soyluların başına?
— Ahi de neymiş?
— Bizim buraların çarşısı pazarı ahilerden sorulur. Subaşı da karışabilemez, tekfur da… Kadı karışır az biraz, kitabın yazdığı kadarcık…
— Bunlar hep kâfirliktir, Allah’ın emrine karşı gelmektir. Boşuna mı, Müslüman ayağı altında kalmanız…"

Uyandırılan Işık adlı ikinci bölüm, kitabın iki öykü üzerine kurulu olduğu sinyalinin verildiği ilk kısımdır. Demircan’ın kardeşi olan Kerim Çelebi, molla olmak isteyen bir gençtir. Savaşçılığı benimsemeyip okumaya yönelmesi, annesi Bacıbey’in tepki göstermesine yol açar. Demircan’ın katledilmesinden sonra Bacıbey, oğlu Kerim’den abisinin intikamını almasını ve savaşçı olmasını ister. O taraklarda hiç bezi olmayan Kerim’e sözle yaptığı baskının sonuç vermeyeceğini anlar ve oğlunu kırbaçla döver. Hem abisinin kaybı, hem de üzerine dayak yemesi Kerim Çelebi üzerinde büyük bir etki yapar. Zorla da olsa molla kıyafetini çıkarır ve üzerine savaşçı kıyafetini giyer, artık Kerimcan adını alır. Kerimcan, Mavro ile birlikte silah eğitimi almaya başlar. Kurulan komplo, Osmanlı beyliği ile Karacahisar tekfurluğunu savaş hazırlığına sokar. Kamagan Derviş, Keşiş Benito’nun faaliyetlerini Osman Gazi’ye haber verir. Toplumdan uzak ve sade bir hayat yaşayan Kamagan Derviş, bölgenin haberleşme ile ilgili bilgilerine sahiptir ve edindiği bilgileri doğrudan Tebriz’de yaşayan İlhanlı hükümdarına ulaştırmaktadır. İşbu sıralarda beyliğin başı Ertuğrul Gazi de vefat eder. Kendi çıkarları doğrultusunda Demircan’ın öldürülmesini bahane olarak öne sürüp akın çağrısını yineleyen Dündar Bey ile Osman Bey arasında yaşanan gerilim sonucunda halkın desteğini alan Osman Gazi, bey seçilir. Kerimcan’a, abisinin kanını yerde koymayacağının sözünü verir, fakat bu işin aceleye getirilmemesini salık verir. Uyandırılan Işık, dönemin Osmanlı Beyliği’nin uçbeylikleriyle, Konya Sultanlığıyla ve Moğollarla ilişkisini konu eder. Osman Bey’in genişleme politikası ile birlikte ana hikayenin Kerimcan’ın etrafında şekillenmeye başlaması, hikayenin ne yöne meyledeceğini gösterir. Fakat bu kitap salt tarih öğrenme amacıyla okunmamalıdır. Gerçek tarihi şahsiyetlerin etrafında dönen bu eserde yer yer anakronizm kullanımı görülür. Yazar tarihi bilgileri sıralamaktan ziyade Osmanlı’nın ve Türklerin toplum yapısını, ve bu toplumun devlete neden ihtiyaç duyduğunu belirtir. Batıya körü körüne hayranlık duyanları eleştirir. Bunu da inanılmaz akıcı ve lezzetli bir Türkçe kullanımıyla yapar.

20 Beğeni

Çok zaman önce okumuştum ve okumaktan büyük keyif almıştım. Ben de arkadaşlara naçizane olarak okumalarını öneririm. (bu arada iyi bir değerlendirme yazdığınızı da söylemeliyim)

2 Beğeni

Biz arkadaşlarla bu kitabı okumuş hemen ardından, Tarık Buğra’nın Osmancık kitabını okuyup birlikte değerlendirmiş ve karşılaştırmıştık. Ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum 12 sene olmuş ama çok hoşumuza gitmişti. :smiley:

2 Beğeni

Halaskâr - Ş. Yüksel Yılmaz

Entropi ve yaşamın doğası hakkında düşündürücü sözlerin yer aldığı bu romanda, insanlar, Dünya’nın tüm kaynaklarını tüketmiştir. Yeni bir gezegene göçmek zorunludur artık. Semele adındaki gezegen, iklim şartları ve özellikleriyle insanların yaşamına uygundur. Halaskâr (kurtarıcı) adı verilen keşif birlikleri bu gezegene gönderilir. Ne var ki Semele’nin üzerinde zaten yerli, ilkel ve zeki bir yaşam formu vardır. Halaskâr ekibi, Semele’yi dünyalaştıracak, ilkelleri etkisiz hale getirecek ve gezegeni sivil insanlara elverişli hale getirecektir. Görevleri budur.

Askerler toplu halde konuşlandığında yaşanan bazı sorunlardan dolayı her askere bir kod ve bir bölge verilmiş, o bölgede tek başına bırakılmışlardır. Serkan bu askerlerden biridir ve bir gün başka bir askerin durumunun tehlikede olabileceğine dair bir aciliyet mesajı alır. Diğer askerin bölgesine gitmeli ve onu kurtarmalıdır. Süvari 548 kodlu askerin bölgesine yaptığı yolculuk bütün olayların başlangıcı olur.

Farklı türlerin hakimiyet mücadelesi, beklenmedik olayların ve bolca aksiyonun fitilini ateşliyor. Baş karakterin insanlığın evrendeki yerine dair iç sorgulamaları da dozunca yer alıyor, bu sürükleyici bilimkurgu kitabında. Uzay romanları sevenlerin rafında yer almalı.

16 Beğeni