Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)


Nihayet uzun zamandır ertelediğim Dante’nin İlahi Komedyası’nı okudum. Aslında bu zamana kadar bir şekilde okurdum ama kendimi buna hazır hissetmiyordum. Ne yazık ki çoğu kişi de hazır olmadan bu sulara kendini atıyor. Gerçek anlamda Danteyi okuyabilmek için ilk başta Roma mitolojisine hakim olmanız gerekiyor, daha sonrasında Vergilius, Ovidius gibi yazar ve şairleri tanımanız gerektiğini düşünüyorum.

Kitabı okumam birkaç ayımı aldı çünkü her kantoyu tahlil yaparak ilerlemeye özen gösterdim ve bu şekilde fazlasıyla verim aldım. Daha sonrasında İlahi Komedya üzerine yazılmış pek çok yazıya göz gezdirdim. Dante’nin İlahi Komedya’yı yazma amacısıysa insanlara, Tanrı’nın kurallarına uymadıkları sürece yaşayacakları o ızdırap dolu ahiret hayatına bir bakış sunmaktır. Dante her ne kadar bizlere biçeceğimiz dehşeti de resmetse aynı zamanda yaşayacağımız doğru hayat neticesinde gideceğimiz cennet yurdunu da göstermektedir. Bu yolculuk, kendi adıma çok yorulduğum ve ilmek ilmek düşünüp tarttığım bir süreç olsa da çok keyif aldım ve çok şey öğrendim.
Evet o zaman sizlere nasıl bir yolculuk yaşadığımı anlatma vakti geldi.

Dante’yle beraber 1300 yılının Paskalya haftasında ormanda yürürken bir anda kendimizi ruhlar aleminde buluyoruz. Yolculuğumuzun Cehennem ve Araf bölümlerinde bize Virgil yani bizim bildiğimiz diğer adıyla Vergilius eşlik etmektedir. Daha sonrasında ölüleri, Acheron ırmağından geçirip ruhlar dünyasına gönderen Kharoon’la yollarımız kesişir. Virgil yardımıyla bu ırmaktan geçeriz ve cehenneme ulaşırız. Dante’nin Cehennemi 9 çemberden oluşmaktadır ve çember aşağı yönde ilerlemektedir.

Birinci Çember “Limbo": Bu çember ateist olup da aynı zamanda dürüst olan kişiler için ayrılmıştır. Burada isimlerini çokça duyduğunuz ünlü düşünürlerle karşılaşacaksınız.
İkinci Çember “Lust” : Bu çember şehvet düşkünlerine ayrılmıştır. Şiddetli fırtınalarla cezalarını çekmektedirler.
Üçüncü Çember “Gluttony” : Cehennem köpeği Kerberos’un gözetiminde yağmurda çürüyen açgözlülere ayrılan kısımdır.
Dördüncü Çember’e “Greed”: Burada da hırstan gözü kör olan devlet adamları ve kendi kişisel zevkleri için durmak bilmeyen insanlara ayrılmıştır. Bunlar sürekli olarak devasa ağırlıkları sürüklemek zorundadırlar.
Beşinci Çember “Anger” : Öfke ve gazabın çemberidir. Bunlar devamlı bir nehrin üzerinde birbirleriyle savaşırlar ve nehrin dibinde de onlara azap veren bekçiler vardır.
Altıncı Çember “Heresy” : Bu bölüm ise sapkınlara ayrılmıştır.
Yedinci Çember “Violence”: Şiddet uygulayanların yurdudur. Onlara verilen ceza ise yanan kumlarda yürümek ve gökten düşen alevli yağmurlara maruz kalmaktır.
Sekizinci Çember “Fraud” : Burada ise sahtekarlar yer alır. Onlara verilen ceza ise canavarlar tarafından işkencelere uğramaktır.
Dokuzuncu Çember “Treachery” : Sonuncu ve en dipteki çember ise ihanet suçunu işleyenlere ayrılmıştır. Bunların cezası buz içinde yaşamaktır. Günahlarının şiddeti arttıkça da buz kütlesinin büyüklüğü artmaktadır.

Dante ve Virgil Cehennemden geçerek ikinci durakları olan Arafa gelirler. Dante’nin cennete ulaşabilmesi için bir arınma süreci geçirmesi gerekmektedir. Bu arınma Arafta olduğu kadar Cennetin üst kademelerine kadar devam etmektedir. Arafta arınmayı her tamamladığı kademe süresince kafasının üzerine yazılan 7 tane P harfi yavaş yavaş melekler tarafından silinmektedir.
Arafta tövbe etmeyi erteleyen ruhlar, vahşice öldükleri için tövbe etme fırsatı bulamayanlar, gurur, kibir, kıskançlık, öfke… gibi günahlardan sabırlı bir şekilde arınırlar.
Araf’ın ilk seviyesinde Dante, ruhların gurur günahının kefaretini ödediğini görmektedir. Bu kefaret için mermer yontmaları gerekmektedir ki bu da alçakgönüllüğe işaret eder.
İkinci seviyesinde Dante, çul giyen ruhlar görür. Bunlar kıskançlığın kefaretini ödemeleri ve dolayısıyla cömertliğin erdemini öğrenmeleri gerektiği için gözlerinin tellerle dikili olması gerekmektedir.
Daha sonra Dante, kalbi öfke ve uysallıkla karışık olan ruhlarla karşılaşır. Bu ruhlar kefaretini her yeri saran bir duman bulutuyla savaşarak ödemektedirler.
Daha sonra Dante, tembelliğin temizlendiği seviyeye gelir. Koşan ruhlar, önceki aylaklıklarını telafi etmek için birbirlerini daha büyük bir acele ve şevkle ileriye doğru iterler.
Dante Arafın yukarılarına çıktıkça ruhların içlerinde şehvet, oburluk, fesatlık, kıskançlık, kibir gibi duygular taşıyanların arındığına şahit olur. Arafın genelini gezdiği süre zarfınca da ruhların yakarışlarına şahit olur. Arafın sonlarına doğru geldiğimizde ise Virgil’e elveda deriz çünkü onun cennete bir yeri yoktur. Yolun bundan sonrasını Beatrice’yle devam ederiz.

Tanrının ışığının yansımasından bile gözleri kamaşan Dante’nin hâlâ arınma süreci devam etmektedir. Dante’nin Cehennem, Araf ve Cennet hiyerarşisi bizim kendi ahiret tasavvurumuzdan daha farklıdır. Dante’ye göre yerin alt katmanlarına doğru cehennem bulunur. Yeryüzü ve gökyüzü arasında ise Araf yer alır. Ay ve diğer gezegenlerden başlayarak ötelere gittikçe de cenneti görürüz. Ay, Mars, Venüs, Güneş, Jüpiter, Satürn, Sabit Yıldızlar kürelerinden sonra Tanrı’nın katı olan küre yer alır. Dante cennetteki yolculuğunda İsa peygamber başta olmak üzere bir sürü peygamber ve papazla karşılaşır. Yolculuk boyunca da içinde bulunan şüphe tohumlarını ise biricik aşkı Beatrice’nin yardımıyla yok eder. Ve Tanrının katına ulaşarak yolculuğunu tamamlar.

25 Beğeni

51cp3+IgEdL.SX342_SY445

Just one more thing… Columbo

Kitaba bayıldım, öncelikle bunu söyleyeyim. Beğendiğim öyküleri ve bana çağrıştırdığı modern izleklerini paylaşmak isterim.

Kitaba adını veren “Aynalar Cehennemi” benim favori hikayem olmadı, beğenmiş olsam da.

Onu takip eden “İnsan Koltuk” hem anlatısı hem sürpriz sonuyla beni yakaladı, Dickens’ın Pickwick’inde yer verdiği canlanan mobilyayı hatırlatarak.

“O-Sei Sahnede” gerilimin en çok hissedildiği hikayeydi ve mutlu sonla bitiyor olmaması da Poe’ya hayran yazarın kalemine yakışacak bir klastı. Kapalı kalınan sandığı/kasayı “kazıma” temasının Columbo’nun en iyi bölümlerinden Ruth Gordon’lu (Harold and Maude, Rosemary’s Baby) Try and Catch Me’de kullanıldığını söylemem gerek.

“Parmaklar” sinemada benzerini çokça gördüğümüz, (Michael Caine’in The Hand’i kötü bir örnektir) kitaptaki 10 sayfadan az süren kısa öyküler arasında (üç tane daha vardır) hatırda en çok kalandı.

“Kumaş Resimle Birlikte Yolculuk Eden Adam” fantastiğin kapılarını aralarken bana It’teki meşhur fotoğraf sahnesini hatırlattı. Dorian Gray’e de gönderme var muhakkak.

“Kırmızı Oda” yine ters köşeyle bitirirken bu sefer yarattığı etki büyüyü bozmak yönünde oldu. Twin Peaks’e selam.

“Psikolojik Test” Suç ve Ceza’dan Buzzati öykülerine değin klasik pek çok anlatıyı gözlerimizin önüne getiren, polisiye adına en başarılı öyküydü. Özellikle son dakika sorgusu (“Ah, unutmadan, bir şey daha vardı”) yine Columbo’nun alametifarikası olacak.

“İki Sakat”, tıpkı Parmaklar gibi, bu toplam içinde zayıf kalmasına karşın, hatırda kalan, vasat üstüne çıkabilmiş uyurgezerlik temalı bir öykü.

“Monogram” karma temalı duygusal bir kapanış veriyor ve yine son dakika golüyle gülümsetiyor.

Hikayelerde karşımıza çıkan aldatmacalar hem keyifli hem yarattıkları illüzyonu doğaüstünün esrar perdesini dağıtmak için kullanılmıyorlar. Bu yönden de çok beğendim.

Her kütüphanede yer bulması elzem bir eser, kesinlikle. Ayrıca bu serinin Şeytanın Çırağı ile birlikte en iyi kitabı, hatta oradaki iki öyküye karşın burada polisiye janrında O-Sei, Psikolojik Test ve Kırmızı Oda yanında, fantastik Kumaş Resim ile yine onun taşıdığı duygusal gerilimi sunan Monogram bu kitabı bir adım öne çıkarıyor.

11 Beğeni

Barker

Zaman Hırsızı - Clive Barker

Zaman Hırsızı, 1992 yılında yayımlanan, Clive Barker’ın çocuklar için yazdığı tek roman ama her yaştan okuyucuya hitap ediyor. İçinde yazara ait siyah-beyaz pek çok çizim bulunuyor.

Ana karakter Harvey, kısaca günlük hayatından bunalmış 10 yaşında bir çocuktur. Bir gün gizemli bir adamla karşılaşır ve bu adam, ona harika bir malikane olan Tatil Evi’nden bahseder. Çocuk daha sonra bu sihirli ve pek harika görünen malikaneyi ziyaret eder. Orada başka iki çocukla, çocuklar için leziz yiyecekler yapan yaşlı bir hanım da vardır. Malikanede eğlenerek geçen bir günde mevsimler değişir, çocukların neredeyse her dileği yerine getirilir ama Tatil Evi göründüğü kadar sevimli bir yer değildir.

Roman, tıpkı bir masal gibiydi ama karanlık bir masaldı. Tabii tüm masallarda olduğu ders verici bir yanı vardı. Dili basitti, belki gizemli yönünün doğası daha iyi açıklanabilirdi.

Aslında uzun zamandır kitap okumuyordum, yazarın okuduğum ilk kitabını yeniden okudum, çoğu şeyi unutmuşum sıfırdan okumuşum gibiydi. Yazarın hayal gücüne hep hayranlık duydum. :slight_smile:

Puanım: 9/10

19 Beğeni

Steven L. Peck - Kısa Bir Cehennem Ziyareti

43924811

-Also Sprach Zarathustra-

Tema ve mekan itibarıyla herkesin ilgisini çekecek biçimde başlayan kitap, yüzeysel bir anlatı sunuyor bizlere: Grup dinamiği bir süre sazı eline aldıktan sonra kahramanımız yüzyıllar boyu Havva’yı arayan Adem gibi bir o kadını (Rachel, Rachel) bir bu kadını (Gegen Die Wand) aramaya koyuluyor ve bu esnada Even Better Than The Real Thing klibindeki U2 solisti Bono gibi sonsuzluğa doğru sayfalar boyu düşüyor, düşüyor, düşüyor. Arada tırmandığı merdivenler ve Interstellar’daki gibi kitaplık raflarına süzülme çabaları herhalde kitabın son yarısını işgal etmekte. Meryl Streep ve Albert Brooks’un ölüm sonrası cennet romansı Defending Your Life filmini ansıtır bir romans da görüyoruz arada, onlarca yıl köpek taklidi yaparak yaşamak gibi uçuk hayaller biraz ket vuruyor hayalperestin damak tadına. Nihayetinde, sonsuzluğa uzanan yolculuk, kitabın adına kısalıkla verdiği ironiyi hayal gücü menzilinde de koruyor ve geriye Borges’in Asma Bahçeleri kalıyor, Babil Kitaplığı esiniyle.

Unutmadan, Cube serisine de feci derecede referanslar var. Zaten yayın tarihi 2012 imiş, yukarıda saydıklarımın hepsinden daha yeni.

10 Beğeni

Tanrıların Gölgesi - John Gwynne

Bir süredir yeni bir fantastik seri açlığım varmış, Tanrıların Gölgesini okumak bunu fark etmemi sağladı. Sade anlatımlı ama gereken yerlerde çok güzel betimlemelerini kullandığı tarzı ile John Gwynne ile ilk tanışmam da gayet olumlu oldu. Kitabını dolu dolu yazmış, bol aksiyon koymuş ama anlamsız aksiyonlar bütünü şeklinde sunmayacak bir birleşim de oluşturmuş. Aslında yurt dışında meşhur olduğu seri The Faithful and the Fallen, ama biz Bloodsworn Saga ile tanımış olduk.

Tanrıların Gölgesini ilk gördüğümde ben bunu okurum bir ara deyip listeme almıştım ama konusuna bile bakmadığımı kitabı okumaya başlayınca anladım :slight_smile: Nordik ve Viking temalı bir fantastik evren yaratmış Gwynne, meğerse bu tema benim ihtiyacım olan değişiklikmiş :slight_smile: En son History Channel’ın Viking dizisinin ilk sezonlarında böyle olduyduk. Gwynne’in tarihsel viking karakteristikleri ile nors mitolojisinden aldığı öğeleri kendinden fantastik unsurlar birleştirdiği bu dünya bilmediğimiz ama ihtiyacımız olan bir evrenmiş sanki.

Orka, Varg ve Elvar üzerinden anlatılan hikaye 3 POV akışa sahip. Kitabın sonuna kadar bu üç ana karakterimizin bakışı üzerinden maceralarını okuyoruz, ancak bu üç karakteri kesiştiren bir ana hikaye olmadığı için özellikle ilk başlarda zorlanabilirsiniz. Sonrasında yazarın bu bilinçli anlatım stiline alışılıyor, yine de bu seçim bir büyük ana hikaye koyamıyor bir türlü. Bu nedenle ilk kitap sanki kafasındaki büyük bir evrenin girişi gibi geldi bana açıkçası. Umarım serinin devamına da kısa sürede kavuşuruz.

Çoğunlukla tahminim dahilinde gelişse de kitabın şaşırtmacalı yerleri de güzeldi. Orka ve Varg kısımları daha çok beğendiğim kısımlar, ayrıca Orka ve Elvar gibi güçlü kadın ana karakterlerin olmasına elverişli bir evren yaratılması da takdir edilesi. Ama Gwynne’i asıl takdir ettiğim yeri, kitabı bitirdikten sonra dönüp tekrar bir düşününce fark ettim. Günümüz sjw akımlı woke kültürlü içerik dünyasında bunlara bulaşmayıp, taş gibi adult epic fantazi seriye girişip tertemiz bir iş çıkarmış. Adam kitabı benim gibi okurlara yazmış :smiley: Eksikleri de olmasına, arada bazı ufak yerleri çok damdan düşer bağlamasına rağmen bu nedenle benden tam puan aldı.

30 Beğeni

13 Kurt Adam Öyküsü

67991861

Kurt Adam öyküleri antolojisi olarak bu kitap ilginç bir deneyim oldu benim için zira 13 öykünün ilk beşi -ki en uzunu olan ilk öykü zaten kitabın beşte biri uzunluğundaydı- vasatın altında sonlanınca artık kitaptan umudum kalmamıştı. Neden sonra gelen altıncı öykü “Kostopchin’in Beyaz Kurdu” ve onuncusu “Hartz Dağları’ndaki Beyaz Kurt” işleri tersi yönde değiştirdi: Her ikisinde de arzunun nesnesi ölümcül kadın kendisine aşık olan babanın hayatını çocuklarını hedef alarak cehenneme çevirmekle kalmaz, bizlere üst düzey bir gerilim ve atmosfer sunar. İkinci öykü, anlatıcının kendi öyküsü içinde eriyerek, son lokmada ilk öykünün etkisinden uzak kalır.

Bu iki gerilim dolu öyküye katkı olarak, 5. öykü “Koşan Kurt” ve 12. öykü “Kurt Adam Hugues” de gerilimi duygusal boyuta taşırlar: İlkinde bir kızılderili lanetine uğramış kurdun insanla dostluğu (Beyaz Diş, sen misin?), diğerinde ise iki ters köşe barındıran hikayede tüm sülalesi kurt adamlıkla suçlanıp toplumdan dışlanan gencin aile sandığında bulduğu kurt adam kostümünü üstüne giyip eşkıyalık yapmaya başlaması ve bu esnada soyduğu kasabın yeğeniyle de romans yaşaması konu edilmekte.

20-30 sayfa civarı bu dört öyküyle birlikte, kitapta beşi uzun, 13 öykü var ve sadece onların alındığı 100-120 sayfalık bir toplam tadı damakta bırakarak serinin de devamını iple çektirirmiş zira Laputa kitabın sonunda 13 ile sınırlı olmak kaydıyla, “vampir”, “hayalet”, “gotik”, "tuhaf" ve “ustadan” öyküler adlarıyla yeni kitapları duyurmuş.

Korku folklorune ilgi duyan bir okur iseniz, şu 3-4 öykü sizi kitabı kütüphanenizden çıkarmaktan men edecek denli güçlü ve keyifli. Son öyküde kısa süreli de olsa psikolojik savaşın Buzzati’nin "C ile Başlayan Bir Şey"ine uzanması bile gotik edebiyat sevenlere hediye kıvamında.

Velhasıl, “kitaplığımda kurt adam öyküleri de olsun” diyorsanız sizi memnun edecek bir eser. Gerçekçi takılıyorsanız, övdüğüm iki öyküyü göz ardı edip, pas geçebilirsiniz.

11 Beğeni

Tohumdan Hasada//Octavia E. Butler

Kitabı bitirmedim henüz 150 sayfa falan kaldı ama fikrimin pek değişeceğini düşünmüyorum. Kitap öncelikle aşırı akıcı okurken tıkanmıyor hiç bence.
Adı üstünde örüntücü dörtlemesi 4 kitabın bir araya gelmesiyle oluşuyor kitap. İlk 2kitap kendi içinde tutarlı güzelce ilerliyor. 3.kitap hiiiiiiç alakasız birşeyler anlatıyor. 4.kitapta örüntücüler var şimdilik ortak bir noktaya bağlanacak mı çok merak ediyorum. Temelde kendi türünü yayıp çoğalma anlatılıyor hepsinde.
Ama birliktelikler kurulurken baba-kız-kardeş ilişkileri hiçe sayılmış ve sürekli dile de getiriliyor. Aşırı rahatsız edici bir ayrıntı. Genel olarak uzaklaştım kitaptan bu yüzden. Bilemiyorum

14 Beğeni

10 yıllık bir küs bir barışık geçirdiğim Zaman Çarkı yolculuğum bitti. Zaman Çarkı’nı devasa bir tek kitap olarak düşündüğüm için bu başlık daha uygun geldi. Güldük, ağladık, sevdik, sinirlendik ama en nihayetinde karanlığın karşısına dikildik. Eh Çark dilediğini dokur.

İlk 5 kitabı okumam yaklaşık 9 sene sürdü. Çok uzun harcadığım vakte değmez diyerek birkaç kere bıraktım seriyi. Her defasında dayanamayıp geri döndüm. Geçen senenin sonlarına doğru hayatımın yalnız hissettiğim bir döneminde tanıdık yüzler görmek amacıyla Kaos Lordu’na dönüş yaptım. Ta’verenlerin kaçınılmaz doğasına yakalandım sanırım bu sefer bırakamadım. Bu bir senelik süreçte en yakın arkadaşım oldular. Nyneave, Egwene, Rand, Perrin, Mat. İnsan arkadaşlarına da zaman zaman sinir olabilir değil mi?

Fantastik kitapların aslında yolculuk/büyüme hikayesi olmasını seviyorum. Herbirinin ayrı ayrı hikayesi çok özeldi. Evet uzun sürdü zaman zaman bıktırdı. Büyümek kolay değil sonuçta. Olmaları gereken insan olabilmeleri için bu süreç gerekliydi. Kahramanların hikayesini okumayı herkes sever.

Peki asıl kahraman siz değilseniz bu sizin hikayenizi daha mı az önemli yapar. Annesi-babası öldürülmüş bir sokak çocuğu mesela ya da asıl kahraman olduğunu düşünürken acınacak hale düşen bir adam. Dünyaya tepeden bakarken elinden her şeyi alınan bir kadın, sadece ülkesinin iyiliğini isteyen sadık bir asker. Bu hikaye Rand Al’Thor hakkında değil. Hiçbir zaman olmadı.

İyi ile kötünün mücadelesine şahit olmanın neden bu kadar cazip olduğunu düşündüm. İyilerin hep iyi olacağını bilmek güven verdiği için olabilir. Ya da uğruna savaşmaya değer şeyler olduğunu gösterdiği içindir. Belki de içten içe kendi iyiliğimiz ruhumuzun en derinindeki kötüyü yensin istiyoruz diyedir. Bilemiyorum.

Zaman Çarkı dönerken başlangıçlar ve bitişler yoktur ne de olsa. Belki bir gün yolumuz tekrar kesişir kim bilir.

39 Beğeni

Günler öncesinden farklı bir kitap okumak için Tanrı Yanılgısı’nı seçmiştim ve iyi ki bu kitabı da okumuşum diyorum. Evet ben de bir ateistim diyebilirim artık özgürce (daha önceden de ateisttim). :slight_smile: Korkmadan ve endişe duymadan söylemenin rahatlığıyla kitap hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum.

Richard Dawkins’in anlatımını oldukça beğendim. Kitap bir ateistin düşünceleriyle oluşan, Tanrı var mı yok mu? sorusuyla başlayıp Ahlak’a, evrime ve dinlere kadar birçok alana sorgulayıcı ve araştırmacı bir şekilde giriş yapıyor. Dawkins tüm bunları da kaynak göstererek ve mantığa uygun hale getirerek düşüncelerini yıkılması zor bir duvarın üzerine inşa ediyor.

Yazarın Ahlak kısmı hakkındaki tespitleri ve Ahlakın da dine ihtiyaç duymamasıyla beraber ondan çıkmadığını kanıtlaması en beğendiğim kısımdı. Tanrı neden yoktur? Dinin zararları nelerdir? Ateist olmanın kişiye bir faydası var mı? gibi çeşitli sorulara yanıt bulabileceğiniz Tanrı Yanılgısı’nı arada kalanlara ya da herkese öneriyorum. Kitaba puanım aşağıda. Kırdığım bir puan ise bazı yerlerde yazar aşırı uzatıyor konuyu. :slight_smile:

9/10

28 Beğeni

Keşke herkes aynı rahatlıkta olabilse. O kadar çok insan var ki korkuyla sinen. Topluma uyum için düşüncelerini gizleyen o kadar çok insan var ki.

Diğer yandan bu kitabın bu ülkede yayımlanabilmesi bile şaşırtıcı. Ben yıllar önce satın aldığımda korkmuştum: Acaba bu kitabı alanları bir şekilde mimliyorlar mı? Bu yüzden mi basılmasına izin verdiler?

Kitabın önsözünden:

Karım çocukluğunda okulundan nefret eder ve ayrılmayı dilermiş. Yıllar sonra yani yirmili yaşlarındayken bu tatsız gerçeği ailesine anlatınca annesi donakalmış: “Fakat tatlım, neden bize gelip bunu söylemedin?” Lala’nın buna verdiği şu cevap, kitabımın bugünkü metnini oluşturuyor:
“Fakat bunu yapabileceğimi bilmiyordum.”
Yapabileceğimi bilmiyordum.
Etrafta bir din içinde veya bir başkasında büyütülmüş olan, bu din içinde mutsuz olan, bu dine inanmayan veya bu din adına yapılan kö­tülüklerden endişelenen birçok insan olduğundan kuşkulanıyorum. Aslında bundan eminim. Bunlar, ailelerinin dininden ayrılmak için belirsiz arzular duyan ve bunu yapabiliyor olmayı dileyen ama gerçekte böyle bir seçenekleri olduğunun farkında olmayan insanlar. Eğer siz bu insanlardan birisiyseniz, bu kitap sizin için.

5 Beğeni

Bu zamana kadar ben açıkça olmasa da fikirlerimle bir şeyler söylemeye çalışıyordum ama Tanrı Yanılgısı ile Dawkins daha cesur olmama neden oldu. Bundan sonra konusu geçtiğinde ve inancımı sorduklarında Ateist olduğumu rahatlıkla dile getireceğim. Körü körüne öyle çok inanan var ki insan hayret ediyor. Neye inanıyoruz? İnandığımız şeye ne kadar sadığız diyen yok ama Ateistim diyince hemen bir saldırganca tavır ve küçümseme peyda oluyor. Oysa hem Ateist hem de iyi bir birey olan insan inanan ve neye inandığını dahi bilmeyen gösterişçilerden Tanrı varsa bile (ki yok diyoruz biz) onun katından bir adım öndedir. :smiley: @periyodiknesriyat kitabın sonunda gelen baskılar nedeniyle yayınlanmasına izin verildiği yazıyordu galiba.

4 Beğeni

Kiraz Çiçeklerinin Altında - Ango Sakaguçi

Puanım:8/10

İthaki yayınlarının Japon Klasikleri serisinin son üyelerinden biri olan ‘Kiraz Çiçeklerinin Altında’ kitabını severek okudum. Kitapta iki tane hikâye var, hem anlatımı hem de sayfa sayısı az olduğu için bir çırpıda okunabilir diye düşünüyorum. Yazarımız Ango Sakaguchi de tıpkı Dazai gibi karanlık, kasvetli, ve karamsar temaları kendine yurt edinmiş. II. Dünya Savaşı’nın izlerini hayatında da taşıyan Ango, gördüğümüz kadarıyla bunu hikayelerine de yansıtmış. Evet gelelim hikayelerimize…

1) Kiraz Çiçeklerinin Altında
Sakura yani bizim bildiğimiz adıyla kiraz çiçekleri Japon edebiyatının belli başlı imgelerinden biridir. Sadece edebiyat alanında değil hayatlarının her döneminde önemli bir simge olarak yerini almıştır. Sakura, Japon kültüründe ölüm ve yeniden doğuşun beraberliğini simgelemektedir.
Hikayenin başlarında büyülü bir sakura ağacı bizi selamlar. Daha sonrasında bir eşkıya ve kaçırarak evlendiği bir kadının hikayesine şahit oluruz. Fakat bu evlilik görünenden ötedir; şiddet, kan, vahşet ve saplantılarla sarılıdır. Metafor olarak da kullanılan sakuranın dönüşümüne şahit oluruz.

2) Aptal
Aptal, Ango’nun ikinci hikayesidir. Bu sefer II. Dünya Savaşı’nın tam ortasında kendimizi buluruz. Yıkık dökük harabe hayatımız çevrenin ve insanların halleriyle daha berbat bir hale gelir. Okurken Ryunosuke Akutagava havasını hissettiğim bir öykü oldu. Bolca karamsarlık size merhaba diyor.

Genel olarak kitabı beğendim, Japon klasiklerine yeni giriş yapan herkes rahatlıkla okuyabilir.

Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar - Nalo Hopkinson

Puanım:7/10

Ayrıntı bilimkurgu kitaplarının ikinci kitabı olan “Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar” uzun zamandır listemde olan kitaplardan biriydi. Kitapta 3 hikâye ve 1 adet röportaj bulunuyor. Genel olarak yazarın üslubunu ve işlediği konuları beğendim. Sırasıyla hikayeler;

1) Şişedeki Mesaj
Gsbli küçük çocuk Kamla’yla beraber kendimizi tuhaf bir durumun içinde buluyoruz. Tuhaf kurgu tadındaki bu hikaye “Çocukluğun Sonu” kitabına çok benziyordu. Devamının olmasını çok isterdim. Bana çok kısa geldi.

2) Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar
Kitaba da ismini veren hikayemize gelecek olursak, yazar Nalo’yla (aynı zamanda kitabın yazarının adı) beraber bir konferansa konuk yazar olarak katılırız. Hikayeyi Ursula’nın ekümen döngüsüne benzettim. Genel olarak ırkçılık teması üzerinden ilerliyor diyebilirim ki yazarımız da siyahi biri. Nalo, sanki bu ayrım ve ayrıştırmalarla mücadele etmek adına bu hikayeyi kaleme almış diyebilirim.

3) Değişim
Nalo, Shakespeare’in Fırtına adlı tiyatrosunu kendine özgü bir şekilde yorumlayarak bir hikaye çıkarmak istemiş. John Fowles’ın da hikâyelerinde kullandığı Caliban karakterine ek olarak Ariel, Miranda ve Sikoraks’la beraber bilinç ve bilinçaltı geçişli bir hikaye okuyoruz.

4) Dengeleri Ayarlamak
Terry Bisson ve Nalo Hopkinson’ın röportajını okuduğumuz bölümdür. Nalo’nun zihninde neler olduğunu hikayelerde neden bu konuları işlediğini daha net bir çizgide görüyoruz.

Genel olarak kitabı beğendim. Şişedeki Mesaj hikayesinin daha uzun olmasını isterdim. Bir Shakespeare hayranı olarak anımsatma hoşuma gitti, özellikle sevdiğim tiyatro eserlerinden biri olan Fırtına’nın işlenmesi. Bence Fırtınayı bir şekilde de olsa mutlaka okuyun çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi Fowles haricinde birçok yazarın eserinde Fırtına göndermesi bulunuyor. Okumak istediğiniz kitaplar için ön hazırlık olur diye düşünüyorum.

Buzun ve Tuzun Rotası - Jose Luis Zarate

Puanım:4/10

Genel olarak hikâyesini yetersiz bulduğum bir eser okuduğumu düşünüyorum. Fakat bana göre eserin en güzel kısımları, dilinin akıcı olması ve hikayenin kısa olması diyebilirim. Kitap, Dracula kitabı üzerinden ele alınan bir çeşit hayran kurgu. Kapağa aldanıp kaptan Jack Sparrow gibi macera arayışına gireceksiniz bence o toplara hiç girmeyin.

Hikayemize gelecek olursak, topraklarla dolu elli kutuyu Varna’dan Whitby’ye götürmek için yola çıkan Demeter adlı gemi ve onun eşcinsel kaptanıyla beraber yolculuğunun hikayesini ele alıyor. Hikâyenin ağırlıklı olarak kuir anlatımının baskınlığı üzerinden gitmesi bana göre okumayı baltalayan etkenlerden biri. Bu da okuma zevkimi ne yazık ki bayağı düşürdü. Kaptan eğer her sayfada, her paragrafta, cinsel hayatını bizim gözümüzün içine sokmasaydı belki de kitabı daha çok sevebilirdim. Hikayenin ivmesi sonlara doğru baya bir arttı. En sevdiğim kısımlar sonlara doğru olanlar oldu. Netflixteki Love&Dead Robot adlı dizinin “Kötü Seyir” bölümü tadında bir eser olduğu söyleyebilirim. Kitabın daha çok kuir anlatımı seven okurlara hitap edeceğini düşünüyorum.

16 Beğeni

COVENANT OF STEEL SERİSİ

KONUSU

Sorunlu Albermaine krallığında doğan Alwyn kanun kaçağı olarak büyür. Keskin zekalı ve bıçak kullanmada usta olan Alwyn, ormandaki özgürlükten ve hırsız çetesinin yoldaşlığından memnundur. Ancak uğradığı bir ihanet onu yeni bir yola sokar; kan ve intikam dolu bir yola. Bu dolambaçlı yol onu inanmadığı bir dinin ordusunda asker yapacaktır.

Rüyalarında kıyameti gören Leydi Evadine Courlain’in komutası altında savaşan Alwyn, intikamını almak istiyorsa savaştan ve soyluların ölümcül entrikalarından sağ çıkmak zorundadır. Hem fani hem de gizemli karanlık güçler Evadine’in yükselişine karşı çıkmak için bir araya gelirken Alwyn bir seçimle karşı karşıya kalır: O bir savaşçı olabilir mi, yoksa her zaman bir kanun kaçağı mı kalacak?

DÜŞÜNCELERİM

Genellikle ilk kitabı bitirince düşüncelerimi yazarım ama bu sefer seriyi bitirmeyi bekledim. Yavaş başlayıp gittikçe hızlanan bir ilk kitaptan sonra hikayenin nereye gideceğini görmem gerekiyordu.

Hikayesi bence serinin en kuvvetli yönü. Sıfırdan başlayıp yükselen ana karakterleri okumayı seviyorum. Hele bir de bu yükseliş elini kolunu sallaya sallaya olmayınca tadından yenmiyor. Konusundan da anlayacağını üzere maceramız bolca savaş ve entrika dolu. Benzeri birçok seriden farklı olarak sadece kralların ve düklerin savaşları değil, dini meseleler de hikayede büyük öneme sahip.

Kitap birinci kişi anlatıcıyla, Alwyn’in hatıraları biçiminde yazıldığı için Alwyn arada bir geleceğe dair ipuçları veriyor. Bu da okurken merak uyandırıyor. Ana karakterimiz kıvrak zekalı ve becerikli, ama mükemmel değil. Kusurlarını okuyucudan saklamıyor.

Dünyası da fantastik edebiyatta sıkça gördüğümüz bir yapıda. Merkezde feodal yapıdaki ana odak olan ülke var, kuzeyde savaşçı uzun boylu Vikingimsiler var, güneyde ise çölde yaşayan tuhaf kültürleri olan esmer tenliler var. Büyü kısmına gelirsek uzunca bir süre var mı yok mu emin olamadım, cevabımı aldıktan sonra bile gizemli kalmaya devam etti. Yani low fantasy diyebiliriz.

Özetle, dünyası veya yan karakterleriyle çığır açmasa da okuduğuma sevindiğim bir seri oldu. “Ben bolca büyü ve canavar olmadan yapamam.” demiyorsanız öneririm.

20 Beğeni

Bugün Jo Nesbo Harry Hole serisinden “Susuzluk” kitabını bitirdim. Her zamanki gibi elimden bırakamadım. Polisiye severlere tavsiye ederim.

3 Beğeni

Kitabı çok beğendim. Dili akıcı ve bir çırpıda okunabilecek bir kitap.
Konusu toksik ilişkiler üzerine. Bence okunması gereken bir kitap. İlişkinin en başından verilen toksik sinyalleri yakalamakta faydalı olabilir. Toksik bir ilişkiden çıkma çabası içindeyken bazı şeyleri görmemi sağladı. Faydalı oldu benim için.
Kitapta bir bölüm olay örgüsü ile karakterlerimizi ve olayları anlatırken diğer bölümde ise okuduğumuz olayların analizini anlatıyor.

5 Beğeni

Dikkatiniz ve ilginiz için teşekkürler Alper
-OD

4 Beğeni

NONZERO

Kitabın ele aldığı ana soru “Yaşamın ve evrimin bir yönü var mı? Yönü varsa bir hedefi var mı?”. Yazar var olduğunu savunuyor. Oyun teorisini kullanarak, ve doğal ile kültürel evrimi ilişkilendirerek bize bu tezini kanıtlamaya çalışıyor.

Kitap üç bölüme ayrılmış:

İlk kısım insanlık tarihinin bir özeti niteliğinde. İşbirliği, tarım, din, yazı, feodalite, coğrafi keşifler, bankacılık, matbaa vb. icatlar üzerinden kültürel evrimin ilerleyişi anlatılıyor. Roma’nın yıkılması kötü müydü, Batı medeniyeti Doğu’yu nasıl yakalayıp geçti, çok uluslu imparatorluklar neden çöktü, WTO ve IMF gibi organizasyonlar bir dünya hükümetinin habercisi mi gibi sorular oyun teorisi kapsamında cevaplandırılıyor.

İkinci kısım ise doğal evrim ile ilgili. Entropi ve hayat, hücre ve çekirdek, akraba seçilimi, canlı kolonileri gibi konular işleniyor. Sonucunda ise zeki bir yaşam formunun ortaya çıkışı kaçınılmaz mıydı sorusu üzerinde duruluyor.

Kitabın son bölümünde ise doğal seçilimin ortaya çıkışı, insanlığını geleceği ve evrensel biyosferle ilgili yazarın teorilerini içeriyor. Bu kısmı uçuk bulsam da okuması eğlenceliydi.

14 Beğeni

Daha önce de söylemiş olmalıyım. Neil Gaiman, bir şeyler anlatmayı fazlasıyla seven birisi. Ayrıca, bir başka anlatıyı yorumlamak onun hobilerinden biri olsa gerek. Biraz düşününce, Neil Gaiman’ın bazı eserlerinde onunla yakın arkadaş oluyoruz. Gün içi yaşadığı ilginç, sıradan, yahut anlatmaya değer gördüğü herhangi bir durumu yakınıyla paylaşıyormuş gibi.

Yani. Düşündüm. Düşünme kısmı uzun sürmedi. Değerlendirilebilecek bir eser değil. Vurucu değil. Öğütleyici değil. Mistik hikayesine çekebilecek kadar uzun ve derin değil. Öylesine bir anlatı. Hislerim bu yönde.

Okumasam da olurdu.

Hain yazar. Sandman eseriyle gönlümde taht kurmamış olsaydı, mesela bu çizgi romanına daha ağır yorumlarda bulunabilirdim. Çünkü onun anlatım tarzını bilmiyor olurdum.

Neil Gaiman’a aşina olmayan biri okumamalı. Muhtemelen daha sert yorumlarda bulunacaktır.

9 Beğeni

000

Rebecca - Daphne Du Maurier

“Dün gece rüyamda yine Manderley’deydim.”

Her şey bu cümleyle başlıyor. Otelde yaşayan evli bir çiftin günlük, sıradan ve sıkıcı yaşamından kesitler görüyoruz. Derken, birden anlatıcı geçmiş zamana gidiyor. Onun yakışıklı, zengin ve varlıklı bir dul olan, 42 yaşındaki Maxim de Winter ile nasıl tanıştığını öğreniyoruz. Yani kocasıyla…

Anlatıcı son derece silik bir karakter. Yaşayan ama etkisiz olan bir kadın, belki bu yüzden asla ismini öğrenemiyoruz. Ona kitapta Bayan de Winter deniliyor.

Kurguda garip bir tezat var. Ölmüş bir kadının hatırası, yaşayan birinden (anlatıcıdan) çok daha canlı duruyor. Bu kadın, kitaba ismini veren ilk eş Rebecca’dan başkası değil. Anlatıcımız büyüleyici, zarif, harika bir kadın ve eş olarak anılan Rebecca’nın varlığını, Manderley isimli bu özel mülkte hissetmeye ve kendisini onunla kıyaslamaya başlıyor. Rebecca onun olamadığı her şeydir.

Sayfalar ilerledikçe geçmişe dair uğursuz olaylar açığa çıkıyor. Bilinmeyenin karanlık yüzü aydınlanıyor. Gerilim ve sonrasında ne olacağına dair merak güçleniyor.

Bu roman Maxim, iki eşi ve Manderley’e dair bir romandı. Rebecca’yı severek okudum. Her ne kadar kitabın ilk 100 sayfasında anlatıcının düşük özgüveni beni çileden çıkarsa da devamında böyle bir şey olmadı. Karakterler güçlüydü. Bazen biraz delilerdi. Bir bölümde Bayan Danvers’ten biraz korktum. Betimlemeler çok canlıydı. Denizin kokusunu hissettim, koruda adeta ben de dolaştım. Manderley’in tüm odalarında anlatıcıyla birlikte ben de gezindim! Kitap pek beklemediğim şekilde bitti. Ama çok beğendim!

1938 yılında, yayımlanmış roman. Bu kitaba dair Jane Eyre’nin değişik bir yorumu da deniliyor. Ayrıca yazar, hem Rebecca’ya hem de anlatıcıya kendi kişilik özelliklerini vermiş. Kapağı da 1940 yılındaki Rebecca filminden sanıyorum.

Puanım: 10/10

Rebecca_ Going Back to Manderley Again

Filmdeki o sahneyi de arayıp buldum. :grinning:

20 Beğeni

Kitabı bugün bitirdim, zaten sizin okurken yaptığınız paylaşımı görünce ilgimi çekmişti ve uzun zamandır okunmayı bekleyen Rebecca’ya bir şans verdim ben de. Harikaydı gerçekten de. Çok güzel bir inceleme olmuş. Emeğinize sağlık :cherry_blossom:

4 Beğeni