Aspern’in Mektupları
Henry James garip bir adam. Amerika’da doğup Avrupalı olarak yetişiyor ve İngiliz kimliğine bürünüyor, bu edebiyata ürünler veriyor ve kitapları bir bir sinemalaştırılıp ismini popüler tutmayı sürdürürken, buna karşın sohbetlerde (ve dahi puanlamalarda) Joyce, Orwell vb. isimlerin gerisinde kalıyor. Ünal Aytür’ün adına Roman Sanatı kitabı yazacağı denli önemsediği yazarın, The Wings of the Dove, The Innocents ve The Heiress uyarlamaları sonrası, Daisy Miller novellasıyla kalemine giriş yapmış ve tersten tanımlayacak olursam, film gibi kurgu yarattığını görüp çok beğenmiştim (storyteller sinemacılar: Kubrick, Kazan vb.). Kısıtlı zamanda düşük hacminden dolayı Aspern’in Mektupları’nı elime alıverdim. Henüz gelmeyen ışık siparişimin de gölgelemesiyle, ilk yarısını ne okuduğumu tam da anlayamadan geçtiğimi, ikinci yarı başlarında dikkat kesildiğimde duyumsadım. Hikâyeci de ustalığını burada göstermeye başlıyordu.
Hayranı olduğu ve hakkında kitap yazmak üzere araştırmada bulunduğu şairin bir dolu mektubunu bir asırdır elinde saklayan âşığına ulaşan anlatıcımız, bunları eline geçirmek için yeğeni Miss Tina’yı etkiler ve heyecan dolu bir kedi-fare oyunu başlar. Her biri farklı tutkulara yönelmiş üç kişi arasında geçen hikâye, son ana değin, bu yüzyıla miras kalacak kâğıtlara ne olacağına, kadının sır gibi sakladığı yüzünün görünüp görünmeyeceğinden yeğenin platonik aşkına karşılık bulup bulmayacağına ve anlatıcının bir noktada karakter değişimi yaşayabilirliğine dair merak duygusunu korumayı başarıyor ve bunu geçmişin tragedyaları gibi diyaloglarla zenginleştirebiliyor olması, yazarın kaleminin gücüne tanıklık etmemizi sağlıyor.
135 sayfalık kitabı YKY basmadığından, çeviri, Aytürlere değil, İletişim çatısında Hasan Fehmi Nemli’ye gitmiş. İlk yarıda kitaptan kopan bir okuru yakalamak kolay değildir, bu dalgınlık benim hatam olsa da, kitabın gücünü göstermek adına bunu tekrarlamak isterim.
Tek eleştirim şu olabilir, güzelim İletişim Klasikleri tasarımlarına yakışmayan diğer serilerdeki yavanlıktan kelli, keşke bu kitap da o seriden çıkmış olaymış. Kapağı “gel beni al” demiyor, orası kesin. Ben mi kaçırdım diye yine baktım, dışarıda en beğenilen kitaplarının çoğu bizde (en azından büyüklerde) basılmamış, okunmamış. Başta söylemek istediğim buydu belki de. İsmi edebiyat dünyasında büyük ancak bizde külliyatı niyeyse rağbet görmemiş. Bunu değiştirmek gerek.
(Ara not: Everest de ayak fetişli kapaklarından nasiplendirip kitabı basmış.)
Bu kitap özelinde, Wiki’de gördüğüm kadarıyla bir Shelley güzellemesi daha var (Frankenstein, Byron vb): Eserin esin kaynağı, Percy Shelley’in, ikinci eşi Mary’nin üvey kardeşine yazdığı ve onun da ömür boy sakladığı mektuplarmış. Yani edebiyat hakkında bir hikâye, edebiyat dedikodularına malzeme olacak bir hikâyeden doğmuş. Çok lezzetli.
Birkaç alıntı ekleyeyim, gelenek yerini bulsun:
“Şimdiki zaman geçmişi fena halde ayağının altında çiğniyor.” (S.86)
“Biliyorum ki dünya çok hızlı değişiyor ve bir nesil bir önceki nesli unutuyor.” (S.89)
“Cenaze törenlerinin esas olarak yaşayanları eğlendirmek amacıyla düzenlendiğini düşünüyor olmalıydı.” (S.115)
Raf Ömrü: Benimkinden uzun.