Fantastik kurgu ve bilimkurgu serilerini davet ettiğimiz ve uzun zamandır sadece Dune, Kara Kule ve İlahi Kentler serilerini ağırladığımız masamıza bugün Belgariad serisi konuk oluyor. Fantastik kurgu türünde olan serimiz kendine Kara Kule ve İlahi Kentler serilerinin arasında bir yer buluyor ve masamızın kuralları* gereği geldiği ilk gün kendisi hakkında konuşmak zorunda kalıyor. Konuşmasına serinin en basit bilgilerini vererek başlıyor…
Koyu bir Tolkien hayranı olan David Eddings tarafından yazılan serinin toplamda beş kitabı bulunuyor; Kehanetin Oyuncağı , Büyücüler Kraliçesi, Sihirbazın Tuzağı, Büyülü Şato ve Efsuncunun Son Oyunu. Seri yine beş kitaptan oluşan Malloryon serisiyle devam ediyor. Ayrıca her iki seriyle bağlantılı üç adet tekil kitap da bulunuyor ama maalesef bu tekil üç kitabın Türkçe çevirisi bulunmuyor. Ama zaten Belgariad ve Malloryon serileri bittiğinde hikaye toparlanmış ve kapanmış oluyor. Yani bu kitaplar hikayenin biraz daha çeşnisi, baharatı…
Artık bu kadar zaman geçtikten sonra bu baharatın çevirisi düşünülür mü bilmiyorum ama umarım bir gün çeviriler yapılır da biz de Belagriad evrenine tekrardan dönüş yapabilir, baharatın tadına varabiliriz. Neyse, şimdilik odağımızı yeniden ana yemeğe, Belgariad’a, döndürelim ve seriyi detaylandırmaya başlayalım.
Belgariad bir yolculuk ve büyüme hikayesi. Seri daha küçük bir çocuk olan ana karakterimiz Garion’nun tüm kıtayı katettiği yolculuğuna ve bu yolculuğun Garion’a olan etkilerine odaklanıyor. Tıpkı Yüzüklerin Efendisi serisindeki Frodo gibi Garion’da etrafında olan büyük olaylardan habersiz bir maceranın içine sürükleniyor;
Pol Teyzesiyle kasabadan hallice bir yerde mutlu çocukluk anılarını biriktiren Garion’nun hayatı, ara ara yaşadığı köye uğrayıp hikayeler anlatan, görünüşü yaşlı ama dinç, sevecen ama yakınlaşmaya çekinilen, aklı havada gibi gözüken ama bilge olduğu hissedilen, içmeyi ve sarhoş olmayı seven dilenci görünümlü Bay Kurt’un, Pol Teyzeyi yaşanmış çok büyük bir olayı çözmek için köyden götürmek istemesiyle tamamen değişiyor. Tek başına korumasız bırakılamayacak kadar önemli olan Garion bu olayın çözümü için gerçekleştirilecek olan yolculukta onlarla katılmak zorunda kalıyor ve böylece beş kitap boyunca sürecek olan yolculuk başlamış oluyor.
Tanıdık geldi değil mi? Frodo-Gandalf-Yüzük yolculuğu.
Fakat bu tanıdıklık hissi yolculuğu başlatan büyük olayın; gizemli, büyülü, müthiş güzellikte ve çok güçlü bir taşın çalınması olmasıyla biraz daha derinlik kazanıyor. Silmaril. David Eddings’in koyu bir Tolkien hayranı olduğunu söylemiştim değil mi? Ama merak etmeyin ufak tefek göndermeler hikaye ilerledikçe karşımıza çıkmaya devam etse de benzerlikler burada bitiyor. Yazar, anlatmak istediği yolculuk hikayesini bu taşın kovalamacası üzerine kuruyor o kadar. Zaten ne Bay Kurt Gandalf gibi, ne de Garion Frodo gibi.
Bay Kurt ile Gandalf arasındaki en temek fark Bay Kurt’un insan olması. Bay Kurt insanlara has tüm noksanlıklara sahip. Hisleri ile yanlış karar verebiliyor, yorulabiliyor, eksik veya hatalı düşünebiliyor vs, vs. Ayrıca her ne kadar büyünün Belgariad evrenindeki doğası gereği büyüyü kullanırken dikkatli davranması gerekse de bol bol büyü kullanmaktan da çekinmiyor. Garion ise başlarda Frodo gibi gözükse de aslında “kendisinden büyük bir yolculuğa çıkmak” dışında aralarında pek bir ortak nokta bulunmuyor. Garion daha çok Star Wars’daki seçilmiş kişiye benziyor. Seri boyuncada seçilmiş kişinin büyümesini, kendisini keşfetmesini ve seçildiği görevi tamamlamasını izliyoruz.
Peki ya Silmaril? O hikaye benzer mi? Taşın ne pahasına olursa olsun geri alınması ihtiyacı dışında pek değil. Tolkien evreninde büyük acılara ve büyük kayıplara sebep olan Silmaril’in peşinden gidilmesinin sebebinin onur meselesi olduğunu söylersem çok da yanlış sayılmam sanırım. Fakat bu evrendeki adıyla Aldur Taşı Belgariad evrenindeki 8 tanrıdan biri olan Aldur’un bizzat yarattığı bir taş. Dolaysıyla dengeleri değiştirecek ve kazanan tarafı belirleyecek muazzam bir güce sahip. Bay Kurt’un Pol Teyzeyi ve hazırlıksız olan Garion’u böylesine zorlu bir maceranın içine çekmesinin sebebi de tam olarak bu güç. Ama tabi ki Bay Kurt bu zorlu maceranın yardım alınmadan tamamlanamayacağının farkında. Dolayısıyla yolculuğumuz başlar başlamaz ekibe Bay Kurt’un arkadaşları katılıyor ve yol boyunca da katılmaya devam ediyor. İşte burası David Eddings’in parlamaya başladığı nokta oluyor: Arka plan hikayeleri kuvvetli yan karakterler ve karakter diyalogları.
Hikayeye giren, hikayenin sadece bir bölümünde hikayeye girip sonradan çıkan, hikaye üzerinde denk gelinip sadece iki üç kere konuşulan, kısacası hikayede karşılaştığımız tüm karakterler tamamen kendine özgü, özel ve farklı hissettiriyor. Bu da seri boyunca tüm dünyanın ana karakterlerimiz etrafında dönmüyor olduğunu, dünyanın kendi kendine yaşamaya devam ettiğini ve ana karakterlerimizin sadece o dünyaya katkı veren kahramanlar olduğunu hissettiriyor okura. Böylece fantastik kurguda okura belkide en zor aktarılan inandırıcılık hissi seri boyunca okurun kemiklerine kadar işlenmiş oluyor.
David Eddings’in bunu başarabilmesinin sebebi ise; müthiş diyalog yazma yeteneği. Kitapta karşılaştığımız istisnasız tüm karakterlerle yapılan diyaloglar; akıcı, sempatik, öğretici ve eğlendirici. Bir tüccarla pazarlık yapılırken bile gülümseten diyaloglar ortaya çıkartmayı başarabiliyor yazar. Çok büyük bir yetenek. Ve David Eddings bu yeteneğinin farkında. Çünkü tüm seri boyunca yazar elini korkak alıştırmıyor ve okurun üstüne bolca diyalog gönderiyor. Hal böyle olunca okur seride ne zaman beş kitap bitti, ne zaman Molloryon’a geçildi anlayamıyor. Sayfalar saatleri kovalıyor. Kitabın başında saatler geçip gidiyor. Düşük teknolojili zaman yolculuğu…
İyi karakterler ve bu karakterler arasında geçen iyi diyaloglar yazabilmenin yolu da tutarlı, inandırıcı, merak uyandırıcı, heyecan verici, gizemli ve katman katman örülü bir evren kurmaktan geçiyor. Yazar evrenini 8 farkı Tanrı etrafında bu tanrılara taparak tanrıların kişilik özelliklerine göre şekillenmiş toplumlarla kurguluyor ve bu toplumları okura müthiş yansıtıyor. David Eddings karakter yaratımında parladıysa evren kurma ve bu evrene göre toplumları şekillendirme de göz kamaştırıcı oluyor.
Şimdi burayı örneklendirerek biraz açmak istiyorum fakat, seri boyunca bu tanrıları ve toplumları keşfetmek kitabın en keyfili yanlarından biri olduğundan sadece en bariz ve en basit olan örneği biraz çarptırarak kullanıp keşfetme zevkinizi kaçırmayacağım. Yine de spoiler olacağını düşünenler aşağıdaki paragrafı atlayabilirler.
Kitaptan çıkartabileceğim en net ve basit toplum Yılan Tanrısı toplumu. Bu toplum temelinde yılanlara benziyor. Yılanların sevdiği ortamlarda yaşıyorlar ve tıpkı yılanlar gibi sinsi ve tehlikeliler. Fakat bunu sadece tek bir kişinin özelliği gibi düşünmeyin. Tüm toplum bu şekilde. Yani yasalar, gelenekler, alışkanlıklar ve yaşanan hayatlar bu özelliklere göre şekilleniyor. Örneğin; bir kişiye suikast düzenlenmesi toplum nezdinde gayet normal karşılanıyor ve başarısız suikastçılar bir utanç kaynağı olarak görülüyor. Dolayısıyla bu toplumdan kıtanın en değerli suikastçıları çıkıyor ama diğer toplumlar tarafından da “medeni” bulunmuyorlar. İşte seride böyle 7 ayrı Tanrı ve 7 ayrı toplum bulunuyor. Ayrıca Tanrısız toplumlar ve aynı Tanrıya tapan ama farklı şekillenen toplumlar da bulunuyor.
Çeşitlilikteki yaratıcılığı düşünmeyi size bırakıyorum ve serinin büyüye olan yaklaşımına geçip yavaş yavaş toparlıyorum.
Seride büyü sık sık kullanılıyor ve çoğu eserde olduğu gibi büyünün kaynağı, yakıtı, irade oluyor. Kendi iradesine veya bir başkasının iradesine söz geçirebildiği takdirde büyü kullanıcısının karşısında herhangi başka bir engel bulunmuyor. Yani büyü ile hemen hemen her şey yapılabiliyor. Fakat yazar, irade üstünden o kadar inandırıcı büyü anlatımı yapıyor ki okur, karakterlerin her şeyi yapabilecekken neden uçup kaçmadıklarını veya tek hamle ile rakiplerini yok etmediklerini hiç sorgulamıyor. Aksine büyük irade isteyen büyüler yapıldığında oluşacak olan durumdan endişe ediyor.
“Peki o zaman nasıl sık sık büyü kullanıyor?” dediğinizi duyar gibiyim. Diyet gibi düşünebilirsiniz. Sık sık ama azar azar. Serinin ilk iki kitabının tamamında ve üçüncü kitabının yarsında kullanılan büyüler çoğu zaman koruma, takip etme, illüzyon yaratma, şaşırtma ve iz sürme gibi fiziksel olmayan zihinsel büyüler. Ve bunun için yazarın kullandığı çok güzel bir bahane de var;
Karakterlerimizin Aldur Taşı’nın izini sürdükleri arayışlarını sessizce halletmeleri gerekiyor ve büyü büyük ölçekte kullanıldığında ses çıkartıyor. Bu nedenle karakterlerimizin olabildiğince büyüden kaçınmaları ve karşılaştıkları zorluklarda çeliğe başvurmaları gerekiyor. Ama bu ilgili kitaplarda(1-2-3/2) hiç büyük büyü yapılmıyor demek anlamına da gelmiyor. Yapılıyor, hatta bu zamana kadar artık sonuçlarının ne olacağını çok iyi kavrayan okur, büyünün serbest bırakılmasıyla yaşanan epik sahnelerden mest oluyor. Okuma keyfine keyif katılıyor. Tıpkı yıllarca olimpiyatlara hazırlanan bir atletin sonunda altın madalyayı kazanması gibi hissediyor.
Toparlayacak olursak; Belgariad serisinin Fantastik kurgu seven herkes tarafından mutlaka okuması gereken bir seri olduğunu düşünüyorum. Çünkü seri “Fantastik Kurgu: Bütün Fikirler Başlangıç Rehberi” gibi. Seri içerisinde birçok eserde kullanılan fikirlerin temelleri barınıyor ve yazar mutlaka bir tanesi ile sizi yakalamayı başarıyor. Fakat daha da önemlisi kitap okura ilginç bir şekilde huzur veriyor. Sayfalar tıpkı okyanusun ortasında fırtınaya yakalanan gemi tayfalarının sahil şeridine ulaştıklarında kavuştukları rahatlama hissi gibi bir yaratıyor okurun üzerinde. Ferahlatıyor, sakinleştiriyor.
Herkese iyi okumalar dilerim.
- Masa hakkında konuşmayacaksın.
- Masa hakkında konuşmayacaksın.
- Masada tek seferde bir kitap konuşulur.
- Masada konuşulan kitap hakkında spoiler verilemez.
- Eğer masadaki ilk geceniz ise mutlaka konuşmalısınız.