Güzel yanıtınız için çok teşekkür ederim. O zaman keyifli okumalar şimdiden
Sayende okumuş kadar olduk. Güzel bir inceleme olmuş. Yazının sonunda Kvothe’yi etiketlemişsin diyorum ki acaba bana niye bildirim gelmedi. Ufak bir platformlar arası gelgit yaşattın.
Çok teşekkür ederim. Upuzun bir inceleme okuduktan sonra kafan karıştı bence
Marcus Aurelius - Kendime Düşünceler
İmparator filozof, “Başkalarının sözlerini dikkatle dinlemeye alıştır kendini ve konuşanın zihnine girmeye çalış elinden geldiğince.” demiş. Hadi ben de nice zamandır okuduğum bu kitabın satırlarıyla Marcus Aurelius’un zihnine girmeye çalışayım.
Marcus Aurelius, Roma İmparatoru ve bir stoacıdır. Stoacı felsefede, dış dünyadaki olaylar kontrol edilemez ve bu yüzden onlara karşı duygusal tepkiler geliştirmek anlamsızdır. Önemli olan, insanın sadece kendi düşüncelerini ve tepkilerini kontrol edebileceğini fark etmesidir. Bu bağlamda Stoacılar, kaderci bir bakış açısıyla yaşamın getirdiği zorlukları kabul ederler ve bunlara karşı direnç geliştirmeye çalışırlar.
Temel ilkelerinden biri "duygulara kapılmamak"tır. Yani, sevgi, öfke, üzüntü gibi duygular yerine, mantıklı ve soğukkanlı bir tutum benimsemek esastır.
Kitaptan şu alıntıyla stoacılığı özetleyebiliriz: “Ben başıma gelenin kötü bir şey olmadığını düşünürsem ondan bana zarar gelmez.”
Kendime Düşünceler, Aurelius’un kendi kendisine yönelik öğütlerinin yer aldığı 12 kitapçıktan oluşur. Bazı kitapçıkların altında nerede kaleme aldığını da yazmıştır, filozof: Quadi topraklarında ya da Carnuntum’da gibi… Haritadan yazıldığı yere bakıp oranın iklimini, Roma dönemindeki halini, Marcus Aurelius’un -heykelinden yola çıkarak hayal ettim- kıvırcık saçlarını, düşük göz kapaklarını, mum ya da antik lamba alevinde parşömene tüy kalem batırışını hayal etmek oldukça eğlenceliydi.
Neyse, kitaba dönelim. Kitaplar çoğunlukla notlar ve maddeler halinde. Her sayfada değerli tespit ve tavsiyeler var. Tek seferde hızlıca okunup kaldırılacak bir kitaptan ziyade, hep el altında durası ve sık sık rastgele bir sayfa açılıp okunası bir başvuru kitabı. İlk kitapta hocalarından ve ebeveynlerinden neler öğrendiğini anlatan imparator, onları onurlandırıyor.
Aurelius’un “tanrılar” ifadesini çoğul kullanması onun bir politeist (çok tanrıcı)-pagan olduğunu düşündürmemeli. Evrensel ilkeye ve evrenin özünün bir olduğuna yaptığı vurgu, panenteist ve tevhidi (tek tanrısal) kavrayışını ortaya koyuyor. Bu, onu evrensel ve zamansız hikmetlere ulaştırmış.
- kitaptaki şu alıntı bu konuda gayet açık, hatta Aurelius’un inancının özeti gibi:
“Yani evren herkes için bir ve aynıdır; tanrı da tektir ve herkese içkindir; düşünen tüm canlıların özü, yasası, gerçeği, ortak aklı da tektir; elbette aynı kökeni ve aynı aklı paylaşan bütün canlılar için tek bir mükemmellik vardır.”
Kitaplar kronolojik olarak sıralanmışsa eğer, filozofun fikirlerindeki ufak değişimleri görebiliyorsunuz. Mesela önce tek başınalığa vurgu yapmış fakat zamanla gerekli olduğunda başkasından yardım almayı normalleştirmiş.
Roma zalim ve cahil imparatorlar gördü. Roma, filozof ve bilge imparatorlar da gördü, Marcus Aurelius gibi. Roma yıkılalı çok oldu ama bu kitabın bugünün okuruna söyleyeceği çok şey var.
Mükemmel bir kitap. Bilimkurgu da olsa fantastik de olsa sıradan edebiyat da olsa bu türden hikayeler okumaya bayılıyorum. Düşünce okuyan Selig’in iç dünyası. 250 sayfaya ne çok duygu sığdırmışsın. Joyce’da çok etkilenmişsin, Sanatçının Genç Portresi’nden esintiler var. Cinselliği bu kadar ağır işlemeseydin seni Peyami Safa veya Sabahattin Ali ile rahat aynı kefeye koyardım. Herkese tavsiye ediyorum.
Kitabın sonundaki Tanrı hakkındaki görüşlerini okurken içimden hep “Allah dünyayı Cennet ve Cehennemden parçalarla yarattı. Bu dünyadaki adaletsizlik ve acıdan şikayet edebilmek için mutluluktan ve zevklerden de şikayet etmek gerekir. Eğer hem ötedünyada hem fani dünyada huzur istiyorsan şımarıksın demektir, ikisine de layık değilsin demektir.” diye geçirdim.
Kitap hakkındaki tek şikayetim İthaki’nin yeni kapağının berbat olması. Eski kapak ne kadar iyiymiş, iskeletin kafasındaki kurtçuk bile kitapta geçtiği için manidar.
Holly Karakteri Beni De Yakaladı
“Holly karakteri beni yakaladı,” King böyle diyor ve bu romanı kaleme alıyor. Bill Hodges üçlemesinin yan karakteri olan holly ise artık bir ana karakter oluyor.
Holly bana biraz x-files’daki Dana ve Fargo’daki Molly karakterlerini hatırlattı. Çok zeki, çok çevik, çok güzel değiller ve gayet sıradanlar ama bu karakterlerin ortak özelliği potansiyellerini göstermemek oluyor. Gerek toplumsal gerek mevki gerek aile baskısı gibi çeşitli etmenlerle etraflarına duvar örmüşler. Günümüzde çoğu insan kendini olduğundan daha zeki ve daha üstün göstermeye çalışırken bu karakterlerin böyle yapmamaları ve potansiyelinin altında kendilerini göstermeleri garip bir çekim yaratıyor.
Holly’de baskı annesinden gelmiş ve eserde kendisini gösteriyor. Annesi ile ilgili çok geri dönüşler yaşıyor ve cam duvarı hep etrafında. Bu biraz sıkıyor ama gerilim yaratıyor. Eserdeki durumsal iki gerilim den biri bu ve diğeriyle karakterlerin birbiriyle konuşmaması…
Yani holly’nin potansiyelini kullanmasını istiyor insan olmayınca geriliyor. Aynı şekilde birbirine yakın karakterlerin kendi aralarında farklı nedenlerle son yaşadıklarını anlatmaması da insanı geriyor. Anlatsalar olay anında çözülecek.
Başta bu iki durum beni sinir etmişti ama sonradan anladım ki eserin itici gücü olan unsurları bu gerilimler. Her sayfada olsun istiyorsunuz olmuyor ve yeni sayfalar yeni sayfaları getiriyor.
Esere genel olarak baktığımızdaysa kedi fare oyunundan çok gizlenme ve açığa çıkarma polisiyesi diyebiliriz.
Eserin eksik yönüyse aynı yerde olan kaybolma olayların yıllarca sürmesi ve insanların çok fazla umursamaması olduğunu düşünüyorum. Belki Amerikan toplumunda normal karşılanıyor olabilir ama bizim toplumumuzda aynı yerde olan kaybolmalar illaki toplumun dikkatini çeker ve benzer bir kaybolma yıllar önceki olaylarla hemen ilişkilendirilir. Yani bir sokakta birden fazla kişi kaybolmuşsa arası da 5-10 sene varsa kimse o sokağı kullanmaz. Lakin orada toplum çok kolay kayıplara çekti gitti yakıştırması yapabiliyor demek ki…
Sonuç Olarak: Eksiklerine ve okumada itici güç için gerekli olsa da sevemediğim gerilim unsurlarına rağmen güzel bir eserdi. Holly için başka romanlar gelse onları da okurum.
Yanmayan Kitap - Kütüphane Üçlemesi 1 - Mark Lawrence
Dev bir Kütüphane’de geçen, kitapları merkezine koymuş bir kitap mı? Toplanın kitapseverler, Mark Lawrence kitaplara aşkını merkezileştirip gerçek bir aşkı da hikayesine oturttuğu fantastik bir evren yaratmış.
Yanmayan Kitap, Livira ismindeki küçük kızımızın Dust’taki yokluk içindeki küçük köyünden başlayıp başına gelenler ile krallığın başkenti ve oradan da Kütüphaneye uzanan yolculuğu ile bizi evrenine sokuyor. Bu ilk kısımda Livira’nın başına gelenler biraz sert, biraz vahşetli. Ben daha önce Mark Lawrence’ı okumadım, tanıyan okurlar için bu durum ilk başta normal gibi duruyor. Lawrence’ın kitapları genelde grimdark öğeleri ile ön planda. Ancak sonrasında kitabın tonu gayet normal, çoğunlukla gizemler ve bilinmeyenlerin çözümü üzerinden akıyor. Yer yer eğlenceli ve romantik anları da mevcut. Kısacası bu kitap kesinlikle Grimdark değil, Lawrence ismi ile bu beklentiye girilmemesi gerektiği gibi, ilk bölümlerden sonra da okuma tonunun yumuşayacağı göz önünde bulundurulmalı.
Sayısı bilinmeyen kitaplara sahip, henüz keşfedilmemiş odalarıyla engin büyüklükteki Kütüphane ile elimizde bilginin ve kitapların güç merkezine konduğu bir kurgu mevcut. Ekosistem tamamiyle kütüphaneden elde edilecek bilgi ve irfana dayalı. Unutulup tekrar hatırlanacak her yeni keşif medeniyeti bir basamak öteye taşıdığı gibi kütüphane çevresine oturmuş ülkeye ve krala da o oranda bir güç veriyor ki bu kısımlarda bilginin iyi/kötü etkilerinden kral kontrolündeki propaganda aracı olmasına kadar çok hoş ufak etik dokundurmaları var Lawrence’ın.
Livira’nın stajyerliği ile beraber biz de Kütüphane’nin bu engin dünyasını keşfetmeye başlıyoruz. Kütüphanecilerin işlevini, çalışmalarını, dış dünya ile soyut gibi duran Kütüphane’den çıkan bu bilgilerin asıl etkilerini ilmik ilmiş işlerken önümüze sürekli yeni merak unsurları ve bilinmeyenler sunuyor Lawrence. Bir labirentte gibiyiz adeta ve her satırla, her bölümle yeni bir düğümünü çözüp bir şeyler öğreniyoruz. Livira büyüyor, zaman akıyor ve hikaye katmanları açılırken bir yandan da sürekli merak edip bizi şaşırtan yeni bilgilere koşturup duruyoruz.
Kitabın bir diğer ana karakteri Evar, Kütüphane’nin giriş ve çıkışlara kapalı olan izole bir odasında 4 kardeşi ile beraber kapalı kalmış. Evar’ın oradaki maceraları da kitabın diğer anlatıcı gözünü oluşturuyor. Kitabımız ilerledikçe bu hikaye akışlarımız kesişecek ancak spoilersız bir inceleme yapmak istediğim için Evar ile bu kadar bilgi yeterli.
Yanmayan Kitap çok akıcı, çok sürükleyici bir stile sahip. Kafanızı karıştırabilecek bir sürü yeni bilgiyi fırlattığında bile akıcılığından bir şey kaybetmemesi ve taze tuttuğu merak duygusu ile 3-4 günde bitirtti kendini bana. Fantastik olarak da biraz soft kalan öğelere sahip, asıl fantastik unsur genelde kütüphanenin kendisi ve sahip oldukları diyebiliriz. Bu özelliği ile de her okura rahatlıkla hitap edebilir.
Birebir benzetmek gibi olmasın ancak Kütüphane’nin fantastikliği demişken, biraz değişen-yaşayan engin bir mekan gibi olması ile beraber, Yanmayan Kitap bana Piranesi’nin atmosferini bolca hatırlattı. Piranesi’yi sevenlerin de Yanmayan Kitabı okurken +1 zevk alabileceğini düşünüyorum.
Sonu itibari ile hissettiğim hafif aceleye gelmiş bir kısım var ve bu kısım ile beraber devam kitaplarına açılan yoldan çok emin olamadım kendi adıma. Bu nedenle ufak bir puan kırarak 4.5/5 şeklinde değerlendirdim. Yine de kafamda oluşan bu şüphenin usta bir yazımla gayet iyi bir şekilde ikinci kitapta bağlanması oldukça olası Lapis yayınlarına da 2023 ün en popüler kitaplarından birini dilimize kazandırdığı için teşekkür edelim. Üçlemenin son kitabının ana dilinde beklenen çıkış tarihi nisan 2025 olarak gözüküyor, umarız bu arada 2. kitap da dilimize kazandırılmış olur.
Yüzüklerin Efendisi- Yüzük Kardeşliği - J.R.R. Tolkien
Hayatım boyunca kitap okumayı çok sevsem de fantastik edebiyata bir türlü giremedim. Bu türe girmek için en öncelikli olarak Yüzüklerin Efendisini okumam gerektiğini biliyordum ama bir türlü başlayamadım. Hatta bu yüzden yıllarca Yüzüklerin Efendisi filmlerini bilerek izlemedim, hiçbir fragmanı görmedim. Öncelikli olarak kitapları okumayı sonrasında filmlerini izlemeyi kendime hedef edindim.
Bu yılın başlarında Hobbit’i okuyarak Orta Dünya’ya daldım. Hobbit tam da beklediğim gibi güzel bir kitap çıktı. Sonra araya başka kitaplar girse de nihayet Yüzük kardeşliğine başladım.
Kitapla alakalı önce beğendiğim sonra da beğenmediğim kısımları paylaşacağım. Kitapların hayranlarını okumalarını pek tavsiye etmem, çünkü büyük ihtimalle “Sen kimsin fantastik edebiyat mı biliyorsun” diyecekler. Kendileri haklılar.
Olumlu yönlerden başlamak gerekirse, bir dünya oluşturma konusunda Tolkien çok başarılı. O dünyanın tarihi, yapısı, dengeleri, coğrafyası çok iyi oluşturulmuş. Hem Hobbit’i hem bu kitabı okurken sürekli harita üzerinden takip ettim.
Kitabın yazıldığı zaman göre değerlendirdiğim zaman alternatif bir evren yaratımı konusunda inanılmaz bir iş başarılmış, Tolkien’e duyulan saygının buradan geldiğini düşünüyorum.
Kitabın geçtiği coğrafyalar, karanlık ormanlar, puslu vadiler, sürekli alttan alta verilen o tekinsiz ortam insanı günümüz dünyasından alıp o döneme götürüyor. Hatta bunda o kadar başarılı ki , aslında günümüzde komik gelmesi gereken elfler, cüceler gibi kavramlar insana komik gelmiyor.
Ana hikaye konusunda ise konu her ne kadar iyi ile kötünün savaşı gibi çok klişe bir temele dayansa bile bu konu insanlık tarihi boyunca iyi işlenirse her zaman okuyucu bulur. Tolkien ise bu konuyu en iyi işleyen yazarların başında geliyor.
Yine özellikle karakterler çok hoşuma gitti. Özellikle Frodo’nun yaşadığı tereddütler ve korkuları çok gerçekçi ve güzel geldi. Gandalf çok iyi yaratılmış bir karakter, ancak Saruman karakteri üzerine daha çok şeyler okumak isterdim. Karanlık tarafa geçme hikayesinin düzgün bir temele oturtulmasını beklerdim. Ayrıca Elflerin güzelliği ve bilgeliği de biraz fazla abartı geldi. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama Elfler fazla "Akıllı, Ahlaklı, Beyaz Bilge Adam’ı " andırdı.
Gandalf karakterine ayrı bir parantez açarsam, büyü kullanımının az olması benim çok hoşuma gitti. Çünkü polisiye eserlerde kötü ama çakal yazarlar sürekli rüya ve hayal görme klişesine girerler. 100 sayfa okutup ama aslında bunlar rüyadır derler. Aynı problem büyü için de geçerli. Zorluklarla dolu bir dünya oluşturup herşeye büyü yapan bir karakter hem saçma hem de tatsız olurdu.
Olumsuz yönlerden başlarken en büyük kızgınlığım Metis Yayınlarına, kitabı çok küçük puntolarla basarak okunması hayli zorlaştırmışlar. Kitabı azcık okuyunca başıma ağrılar giriyordu.
Diğer taraftan kitabın genel bir akıcılık sorunu olduğunu düşünüyorum. Yine çok kızabilirsiniz ama kitap bazı yerlerde haftalarca elimde süründü, küçük puntoyu da işin içine katınca iyice zorlaşan bu durum yüzünden araya başka kitaplar alıp okudum. Hikaye yönünden Elrond’un Divanı çok önemli bir bölüm ama bölüm bitmek bilmedi. Artık şu Divan bitse de yola çıksalar diye söylenip durdum. Genel olarak kitapta aksiyon ve hareket eksikliği olduğunu düşünüyorum. Umarım diğer kitaplar daha hareketli geçer.
Şu şarkılar ve şiirler. Bilmiyorum eski fantastik kitaplarda böyle midir ? Ancak her defasında bu şiir ve şarkılara denk gelince hızlı hızlı okuyup bu şiirlerin içerisinde konuyla alakalı bir bilgi yakalamaya çalıştım. Bunca sıkıntının ortasında böyle şarkılar şiirler bana komik geldi. Tamam konu epik, kahramanlık ama genelde kahramanlık öyküleri kahramanlardan sonra anlatılır.
Frodo’nun hissiyatının çok iyi geldiğini söylemiştim ama nedense karakterler çok idealist. Biraz daha insan gibi hissetmelerini beklerdim. Bu sadece Boromir karakterinde biraz oldu o kadar sayfa boyunca. Saruman ve Gollum’un kötü tarafa geçişi güzel verilmemişti. Ayrıca Aragon’u çok sevdim ama sevilecek kadar detay verilmedi bence. Kitap direkt bu esas oğlandır al bunu sev dediği için biraz sevdim gibi geliyor.
Sonuç olarak çok fazla olumsuz yorum yaptım ancak kitabı sevdim. Seriye kesinlikle devam edeceğim. Kitaba olan bakış açımızın biraz yaşadığımız çağ ve zamanla ilgili olduğunu düşünüyorum. Kitabın basıldığı yıllardaki dünya ile şimdiki dünya arasında çok fark var. Artık dünyaya çok daha farklı bakıp yaşıyoruz.
Puanım 8/10
Cok keyifli bir yorum olmus. Uc kitabi da okuduktan sonra filmlerle beraber toplu incelemeniz, tarafsiz bir gozle, cok degerli olur.
Eserin, bugun kult olan diger pek cok fantastik eserle beraber, kitlelere hizlica ulasim saglayan sinema ve sosyal medya kanaliyla yaygin sohrete kavustugunu dusunuyorum. Fi tarihte bu video dukkanlariydi. Kulaktan kulaga fisilti gazetesiyle bir yere kadar nam salarsiniz. O bile zaman alir. Doksanlarin ortasindan beri hayatimizda internet var ve dun yazilan eserler bile bugun cekilen kaliteli bir uyarlamayla torpil etkisi yasiyor. LOTR edebiyat dunyasinda zaten bilinir olsa da sokaga inmesi filmler sayesinde oldu. Tolkien’in basli basina film gibi gorunen akademik macerasi da elbette bunda etkili. Her sekilde, kendisinden onceki soylenceleri ve mitleri alip ona yeni bir form ve hikâye kazandirmis bir yaratici var onumuzde ve bu yetkinligin sihir gibi gelmeye başladığı modern yokluk diyarinda kendisini gereksiz yarislar icine sokmadan ona saygi gostermemiz gerektigini dusunuyorum.
Kitapta dört farklı öykü bulunuyor ve dördü hakkında da ayrı ayrı hissettiğim duyguları ve düşünceleri dökmek istedim. Kitabı anlatmayı çok fazla sevmiyorum o yüzden kitabı okuyan arkadaşlar açısından bu yazılar daha bir anlam ifade edebilir. Keyifli okumalar…
Ev Sahibesi
İlk öykümüz Ev Sahibesi, okunduğu kadar kolay anlaşılabilecek bir öykü değildi bence. Son zamanlarda kendimi papağan gibi tekrar ediyorum sanırım ama olsun birazcık da zor eserlerle sınırlarını zorlaması gerekir insanın.
Bu öyküde gerçekler, hayaller, mistizim, din ve bir tutam bilim tutkusu birbirine karışmıştı. Başlangıçta Ordınov’ un gözünden Katerina öyle güzel anlatıldı ki şimdiye kadar okuduğum ve duyduğum birçok sevgi sözcüğü yanında pespaye gibi kaldı. Gözümde Katerina gittikçe büyüdü ama sonra “Dur bir dakika ya! Ben Dostoyevski okuyorum kesin bunun altından pis bir şeyler çıkacak.” dedim ve yanılmadım. Başlangıçta kapıldığım o efsun her sayfayı çevirişimde biraz daha etkisini yitirdi ve nihayet öyle bir noktaya geldik ki kim doğru söylüyor kim yalan söylüyor ipin ucunu kaçırdım. Geldiğimiz son noktada ise yaşam öykülerini anlatışları açısından Murin’ in de Katerina’ nın da iş birliği içerisindeki yalancılar ya da ikisinden birisi yalancı veyahut ikisi de kendi bakış açılarından baktıkları için doğruyu söylüyor olabilecekleri düşüncesine kapıldım. Nasıl ikisi de doğruyu söylüyor olabilir? Şöyle ki belki Murin bilmeden de olsa din kisvesi altında zamanla Katerina’ nın zaten yaralı olan zihnini daha da bozmuştur ve Katerina’ nın en başından beri içten söylediği sözlerin ve yaptığı davranışların özü buna dayanıyordur. Yani bozuk bir zihinle içtenlikle söylenen sözler, söyleyen kişi açısından doğruluğunu koruyabileceği gibi biz okurlar açısından da oldukça inandırıcı gelebilir. Nitekim bana öyle geldi. Diğer bir ifadeyle belki Murin’ in sonlara doğru anlattığı Katerina’ nın hikayesi doğrudur. Sonuç olarak her şey belirsiz… Üstüne üstlük bu kadar belirsizlikten sonra kitabın sonunda Yaroslav İlyiç’ in de o evdeki suç çetesi hakkında söylediği sözler ile birlikte Murin ve Katerina’ nın da o suç çetesine mensup olup olmadığına emin olamadım ki bu nokta da “ikisinin de yalan söylüyor olabileceği” düşüncesine kapıldığım yer. Özellikle Murin’ in o mistisizmle ilgili yanını düşününce… Neyse. Belki de bu kadar tahlile ve düşünmeye gerek yoktur ve Dostoyevski dahi tam olarak ne anlatmak istediğini bilmiyordur -Muhtemelen çok iyi biliyordur. Ya da ben fazla kuşkucu bir yaklaşımla tam olarak anlamlandıramamış olabilirim ^^
Bay Proharçin
Başlangıçta öykü ilgimi çekti, sonu da benim için başından belli olmasına rağmen fena değildi ama gelişme kısmı… Bence gelişme kısmı gerek yazım dili, gerek olayların kurgulanışı açısından çok ama çok sıkıcı bir öykü olmuş. İster istemez Ev Sahibesi ve diğerleri ile karşılaştırdığımda bu öykü gözümde üvey evlat muamelesi görüyor.
Dokuz Mektupluk Roman
İkinci öyküden çok daha fazla hoşuma gitti ama ilk öykü kadar da iyi değildi sanki. Ev Sahibesi’ nde anlatılan o sürükleyici heyecanı mektup formatında kurgulanmış bir öyküde yakalamam doğal olarak çok da mümkün olmadı ancak buna karşın okumaktan keyif almadım da diyemem.
Polzunkov
Ah be Osıp Mihaylıç, seni tufaya düşürmüşler be saf arkadaşım… Bence bu öykü de çok iyiydi. En az Ev Sahibesi kadar beğendim bu öyküyü. Çok mütevazı bir adam olan Polzunkov namıdiğer Osıp Mihaylıç, (Kim kimdir hemen bir yerlere not aldığım için artık karışmıyor isimler ) yaşadığı olaydan sonra bir kumpanyada “soytarılık” personasına bürünüyor ki bu konuda kendisini suçlayamam. O dolandırılma psikolojisi çok berbat bir şey, nereden bildiğimi sormayın -gerçi burada Polzunkov’ un durumu biraz daha farklı çünkü bir rüşvetçiden rüşvet alıp sonra o rüivetçi tarafından dolandırılmak, evet epey farklı-… Yine Ev Sahibesi’ ne göre dili çok daha akıcı ve konusu daha anlaşılır bir öyküydü bana kalırsa. Bu nedenle Ev Sahibesi’ nin o anlaşılması güç gizemli yönünü barındırmaması açısından bence daha güzel bir öykü olmuş.
GENEL YORUM
Bence Dostoyevski’ nin okuduğum diğer dört kitabına göre Netoçka Nezvanova ve Öteki’ den sonra gelebilecek bir kitap. İçlerinde Ev Sahibesi ve Polzunkov çok iyi gibiydi. Dokuz Mektupluk Roman da “meh” dedirtti ama Bay Proharçin’ i çok beğenemedim. Düşününce Dostoyevski gibi bir yazarın bile her yazdığı mükemmel olmak zorunda değil ki zaten henüz ilk dönem eserlerini okuyorum hâlâ. Bu noktada bu öykü kitabı Dostoyevski’ nin farklı şeyleri test ettiği bir tür deneme tahtası gibi görünüyor. Hani bu deneme tahtasında yaptığı pratiklerden sonra Netoçka Nezvanova çıkıyor kaleminden. Ki Netoçka Nezvanova içerisinde yaptığı denemeler ve sonrasında kişisel hayatında edindiği birtakım başka deneyimleri sonucu diğer büyük eserlerini yazmış diye tahmin ediyorum ama bunun hakkında Netoçka Nezvanova incelemesinde de belirttiğim gibi tam olarak diğer eserlerini okumadığım için bilmediğim bir konu hakkında net ifadeler kullanmam doğru olmaz. Sonuç olarak Dostoyevski’ nin kalemiyle çıktığım bu yolda maceraya düşe kalka hâlâ devam ediyorum. Güzel bir deneyim oluyor ^^
NOT: Bu arada söylemeyi unuttum öyküler arasında bazı yan karakterler, Yaroslav İlyiç gibi, bir başka öyküde de belirebiliyor. Biraz isimler farklı olduğundan tabii birde bazı öykülerde karakter bolluğu yaşandığından -Bay Proharçin’ in bina sakini arkadaşları gibi…- isimler karışabiliyor. Genel bağlamda bunu fark etmesi biraz zor olabilir ki zaten bir iki kere denk geldim ben.
Elinize sağlık, çok net ve güzel bir şekilde aktarmışsınız. Yoğunluğum sebebiyle anca vakit bulabildim yazınızı okumaya kusura bakmayın.
Okuyup geribildirimde bulunduğunuz için çok teşekkür ederim ederim Ne kusuru estağfurullah, hiç önemli değil
Luis Sepulveda - Aşk Romanları Okuyan İhtiyar
Pastoral bir atmosferi zihnimizde kurgulatmakta zorluk yaşamayan, insanoğlunun kana susamışlığını ve bunun vahşi sonuçlarını Amazon ormanlarının birbirinden güzel sakinleri eşliğinde kaleme döken yazarımız, merkezine bu yaşama saygı duyan ihtiyarımızın düşüncelerini koyarak bizlerle konuşur, kaçak avcıların katlettiği hayvanlara ve dahi geride kalan aile üyelerine empati kurmamızı bekleyen satırları, intikam için bekleyen jaguarımıza ulaşana dek, Moby Dick’i, daha yakın bir familya üyesiyle The Ghost and The Darkness’i andıran destansı bir iz sürüşle heyecanı körükler, güzel de bir finalle, kırk katıra bağlanmadan kapanır.
Latin Amerika Edebiyatı Şili sularından mürekkep akıtan Sepulveda’nın bu kısa soluklu cangıl macerası her şekilde rutininden bunalmış okurlar için puslu yağmur sonrası çekilmiş taze bir nefes olacak.
Not: Kitabın hakkı 3.5 puan, ancak ben tek başıma bir hayvanlar ansiklopedisi çıkaracak denli taksonomiyle de bozmuşluğum olduğu için ekstra keyif aldım.
Bozkırı Çiçeklendirmek - Kemal Seli
Konya’da varsıl bir ailenin çocuğu olan Kemal Seli’nin, babasının vefatıyla yurtdışından dönüp bir işletmeyi hayata geçirişini anlattığı anı kitabını çok beğendim. Yazar, yalın bir dille akıcı bir şekilde yazmış anılarını.
Kitapta Kemal Seli, çocukluğunu, üniversite tahsili için önce Almanya sonra Amerika’ya gidişini, Amerika’da iş kurmasını akabinde Türkiye’ye dönüp işletme kurmasını anlatmakta. Tabi bu süreçte 1930-1960 arası dönemine de anılarda şahit oluyoruz.
Kitapta yazar çocukluk ve yurt dışı anılarını detaylı anlattıktan sonra Türkiye’ye döndükten sonra yaşadıklarını hızlıca geçiyor. Bu bir bilinçli bir tercih mi bilmiyorum. Nitekim İsmet İnönü, Konya’da evinde kalmasından ötürü dönemin Demokrat Partililerine karşı endişe duyduğu gibi devletle yaptığı iş birliği 1960 darbesi sonrasında Demokrat Partili sıfatı giymesine neden olduğundan araştırıldığını ve korktuğunu kitapta yazmaktadır. Belki de karşılaştığı olumsuzlukları pek dile getirmek istememiştir ancak o dönemi daha detaylı okumak isterdim yazarın ağzından.
Peki hangi işletmeyi kurmuş Türkiye 'de. Devam eden bir kuruluş mudur?
Sorunuz üzerine biraz daha detaylandırayım.Seli Endüstri İplik ve Halı Fabrikası adında bir işletme kuruyor Konya’da. Günümüze ulaşmış bir işletme değil.
Yazar 2. Dünya Savaşı başladığından Berlin’deki eğitimini bırakıp Amerika’ya gidiyor. Savaş sırasında Amerika’da gördüklerinden çok etkileniyor. Her şehir her kasaba savaşta Amerika’ya katkıda bulunacak bir ürünü veya ürünün parçasını üretiyor.
Bunu Türkiye’de hayata geçirmek için öncelikle Konya Sille yolunda bir iplik fabrikası kuruyor. Akabinde halı atölyeleri açıyor. Ancak bunu fabrikasının yanına değil, kalkınmaya ihtiyacı olan yerlere açıyor. Örneğin Konya’nın Ladik ilçesinde 100 kadının çalıştığı halı atölyesi açıyor, oradan Isparta’nın bir ilçesinde başka bir atölye açıyor.
Bu eylemleriyle siyasilerin olumlu anlamda odağı oluyor. Demokrat Parti dönemi Çalışma Bakanı, kendisinden Doğu Karadeniz’de de fabrika açmasını istiyor ve bunun için Ziraat Bankası’ndan kişiye özgü uygun bir kredi ayarlıyorlar Kemal Seli iki tane halı atölyesi daha kuruyor Doğu Karadeniz’e. Çalışanlar hep kadın. Çalışma Bakanına sunum için 27 Mayıs 1960 gününe randevu alıyor ve Ankara’ya geldiğinde darbeyi öğreniyor. Devlet kendisine uygun kredi verdiğinden askerlerin de hedefi oluyor ancak tanıdık albay sayesinde kurtulduğunu yazmış ancak stresli bir dönem geçirdiğini ifade ediyor.
12 - 13 yıldır Türk sanayinin içindeyim ve. bahsettiğiniz kişinin şirketini duymamıştım ama şaşırmadım.
Aslında kurulan fabrika ve işletme bakımından kötü değiliz ama işletmelerin büyümesi ve markalaşması çok devamlı olmaz ülkemizde.
O yüzden Cumhuriyet ve sonrasında çok fazla işletme ve fabrika açılsa da çok azı günümüze ulaşmıştır.
Tabi bahsettiğiniz üzere siyasi çalkantılar ve olayların da payı büyük.
Hizmetçi Serisi - Fredia Mcfadden
Çekilin bakayım, Freida ablamız nasıl sürükleyici kitap yazılır, onu öğretecek.
1- Hizmetçi - Freida McFadden
Aylardır okuma hızım sürekli düşük seyrediyor, elime aldığım her kitabı 40-50 sayfa okuyup kenara bırakıyordum. Bir taraftan özel sektördeki yoğun iş hayatı diğer taraftan 2 çocuklu bir aile babası olmanın verdiği yoğunluk sebebiyle kesintisiz zaman bulamıyor, bulduğum zamanlarda ise beni alıp götüremeyen kitaplar sebebiyle kitap okuma serüvenim adeta sürünüyordu.
Bu sebeple oturup önce ingilizce aramalar yaparak son yıllarda yazılmış akıcı kitaplar aramaya başladım ve her yerde Freida Mcfadden ablamızın Hizmetçi kitapları öneriyordu. Zaten serinin ilk kitabı goodreadste yaklaşık 1.7 milyon değerlendirmeyle 4.3 puana sahip Link burada
Ancak diğer taraftan kitabın kapağı bayağı tırt duruyordu. Önyargı ile hemen bu kitabın genç kadınlara yönelik aşk romanı olduğunu düşündüm ancak internetteki yorumlarda kitaba önyargı ile yaklaşmamanızı kesinlikle bir şans vermenizi söylüyordu. Ne de olsa 1.7 milyon kişi yanılamazdı, bu kadar kişi aptal olamaz diye düşündüm. Gerçi çiftlikbankta yanılmıştı ama o buranın konusu değil
Uzun bir girizgahtan sonra konuya gelecek olursam, kitap 1. tekil şahıştan anlatılan , kahramanımızın hapisten çıkmış bir hizmetçi olduğu, çalıştığı evde karşılaştığı gariplikler ve bu garipliklerin başına açtığı bir olay örgüsünden oluşuyor.
Aslında ilk başlarda kitap çok akıcı ancak bu kadar puanı bu kitap nasıl almış diyorsunuz. Olaylar ilerledikçe sonunu tahmin edebileceğinizi düşünürken olaylar tersine dönüyor ve hikaye çok farklı yönlere akıyor.
Kitabın hikayesiyle ilgili sürprizbozan vermeyeceğim ancak son zamanlarda okuduğum en şaşırtıcı sona sahip bir kitap oldu. Özellikle kadınların gözünden kadın bakış açısıyla yazılması çok hoşuma gitti . Aslında kitabın en başından beri ilmek ilmek örülen hikaye çok güzel düğümlenip önünüze enfes bir yemek olarak servis ediliyor. Polisiye ve gerilim sever arkadaşlara kesinlikle tavsiye ederim.
Ayrıca kitabın yarısının bir şahısın gözünden diğer yarısını başka bir şahısın gözünden anlatıp bu kadar güzel bağlaması bu kitabın çok güzel filminin çekilebileceğini düşündürttü.
Ama dünyadaki tek zeki ben değilmişim Holywood zaten kesenin ağzını sonuna kadar açıp Sydney Sweeney ve Amanda Seyfried gibi yıldızlarla kitabın filmini çekmeye başlamış. [The Housemaid - IMDb]
Kitabın kapağına aldanmayın polisiye seviyorsanız bir şans verin.
Bir polisiye sever olarak biraz abartılı puanım 9/10
2- Hizmetçinin Sırrı - Freida Mcfadden
Her mantıklı insan gibi eğer bir kitabınız çok beğenilirse siz de oturur devam kitabını yazarsınız. Yazarımız da aynı bunu yapmış ve çok iyi yapmış. Ancak buradaki mesele şu, 2. kitap olan Hizmetçinin Sırrı kitabı başlı başına çok güzel olsa da ilk kitabın hemen arkasından okununca biraz zevki azalıyor. Aslında 2. kitap kronolojik olarak ilk kitabın devamı olsa da sırayla okunması gereken bir kitap değil. Zevkin azalmasının sebebi ikinci kitabın şablonunun ilk kitapla aynı olması. Yani kitabı okurken şunu biliyorsunuz, ben ne tahmin edersem edeyim Freida ablamız her türlü bizi terste bırakıp şaşırtacak, yani şaşırtılacağını düşünen insanın şaşırma hissiyatı azalıyor. Biliyorum kulağa saçma geliyor ama öyle. İçerik olarak bu kitapta da yine kahramanımız doğru tarafta olmayı, zor durumda olan insanlara yardım etmeyi seçiyor ama yine yanlış tarafı seçiyor.
Sonuç olarak yine şaşırtmacalı sonu çok iyi bağlanmış güzel bir polisiye gerilim kitabı. Ancak ilk kitabın hemen sonuna okunması tavsiye etmiyorum.
Puanım 8.5/10
Kapağa aldanmayın demiş miydim?
3. Hizmetçi İzliyor - Freida Mcfadden
Hizmetçi serisinin üçüncü kitabı olan Hizmetçi izliyor maalesef diğer kitapların seviyesinden bir hayli uzak.
Yazarın en güçlü olduğu tarafı olan akıcı yazım bu kitapta diğer kitaplar kadar mevcut değil. İlk iki kitap kadınların gözünden yazılmış, kadınların hissiyatlarını sevgisini aktaran bir kitap olmasına rağmen duygusallık bataklığına düşmeden, taktik maktik yok bam bam bam diye ilerlerken bu kitap vıcık vıcık dırdır batağına düşmüş. Burada dırdır diye bahsettiğim cinsiyetçilik olarak anlaşılmasın, sadece ana karakterin kuruntuları içimi baydı. “Yok kocam beni sevmiyor, yok kocam beni aldatıyor, yok kocam çok yakışıklı ve kaslı ben pasaklıyım” İçim şişti.
3. kitap için konuşursak kapağa takılın efendim takılın, 3. kitabı kesinlikle önermiyorum. Ayrıca dırdırın yanında bu kitabın sonunun bağlanması biraz kekremsi olmuş, diğer kitaplardaki ilmek ilmek işlenme kısmı burada olmamış. Ayrıca yazar kitabın sonuna eklediği notta bu kitabı okurların baskıları sebebiyle yazdığını söylüyor, o sebeple bence sırf emrivakiyle yazılmış kitaptan ancak bu kadar olur diyoruz.
Puanım maalesef 6/10
Bu arada ilmek ilmek nedir yahu, yok ılgıt ılgıt
Sonuç olarak 10 günde yaklaşık 1050 sayfa kitap okumuşum. Bu benim gibi biri için rekor sayılabilir. Yazarın kalemine sağlık. Kendimi durduramıyorum, bu akşam klişelere bulandım. Kalemine sağlık nedir yahu
2 ve 3 iptal. 1 ekledim, filmi çekildiği için o da kaçsa üzülmem artık. Eline sağlık.
Monte Cristo Kontu - Alexandre Dumas
Alexandre Dumas(1802- 1870), doğum adıyla Dumas Davy de la Pailleterie, Fransız oyun yazarı ve romancıdır. Alexandre Dumas Pere olarak da bilinir. Kendisi gibi yazar olan Alexandre Dumas Fils, onun gayri meşru oğludur.
Bazı eserlerinin yazarlığı tartışmalıdır.
Kendi zamanının birçok eleştirmeni, Dumas’ın Auguste Maquet olmak üzere gölge yazarlara başvurmasından şüphelenmiştir. Çağdaş araştırmalara göre Dumas, 1844- 1850 yıllarındaki başyapıtlarının tamamını Auguste Maquet ile işbirliği içinde yazmıştır. Dumas, genel temayı, karakterleri seçmeye özen göstermiş ve Maquet’in eskizlerini daha dinamik hale getirecek şekilde değiştirmiştir.
Yazar, çağdaşları tarafından melez ve Afrika kökenli ataları nedeniyle ırkçılığa maruz kalmıştır. Babası (Bir Fransız kolonisinde Kreol Generali) Thomas - Alexandre Dumas, Fransız bir asilzadenin ve Afrika kökenli bir köle veya azat edilmiş kadının oğluydu…
Kitabın konusu ise şöyle; bir denizci olan Edmond Dantés genç ve saf yürekli, 19 yaşında bir oğlandır. Sırf saf kalbi ve iyi niyetleri nedeniyle insanların çirkin yüzünü göremez. İftiraya uğrar, en korkunç suçları işleyenlerin kapatıldığı bir yer olan İf şatosuna atılır. Özgürlüğünden, babasından, sevdiği kızdan olur ama onun esas hikayesi tam bu noktadan sonra başlar. Bu adaletin, intikamın, umudun, aşkın ve merhametin hikayesidir.
Toplamda 1552 sayfa olan bu eseri okuduğum için mutluyum, bitmesini hiç istemediğim bir okuma oldu. Kitabın bu kadar uzun olması sizleri korkutmasın. Anlatımı çok sürükleyici, olayları, karakterleri canlı. Kitaptaki karakterlerin her birinin hikayesi eksiksiz bir şekilde tamamlanıyor. Kitabın bir bölümünde yer alan Başrahip Faria ise gerçekten yaşamış ve İf Şatosuna girmiş birisidir. Ancak kurgusal rahibin kısmen tarihi kişilikle benzer olduğu söyleniyor.
Monte Cristo, İsa Dağı anlamına gelen bir sözcük. Burada adeta yeniden bir doğuş oluyor. Okurken kendimi ana karakterin bazı sözleri nedeniyle delirip delirmediğini düşünürken buldum ama o, delirmemiş, sadece haklı ve kaçınılmaz olarak değişmişti…
Kitaptan fark ettiğim bir şey var, kötülerin evlatları da kötü olur veya bir ebeveyni iyiyse o evlat iyidir, böyle bir durum varmış gibiydi ya da sadece bana öyle geldi…
Kitaptan beğendiğim birkaç alıntı:
“İntikam almaya karar verdiğim gün yüreğimi söküp atmadığıma göre, aklımı kaçırmış olmalıyım,”
“Ey insanlık!” diye mırıldandı d’Avrigny. “Hayvanların en bencili, tüm yaratıkların en benmerkezlisi, dünyanın sadece kendisi için döndüğüne, güneşin sadece kendisi için parladığına, ölümün sadece kendisini yok edeceğine inanır…”
"Bir hukuk deyişi, suçtan kimin yararlanacağını araştır, der…
Sevgili Kont, sizin yanınızdayken yaşanmıyor, düş görülüyor.