Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dumas’ın her kitabı güzel ama İş Bankası nedense basmıyor Üç Silahşör’ün devam kitaplarını. Kayıprıhtımın başında çaresiz bekliyorum haberini :smiling_face_with_tear:

4 Beğeni

Üstat iş bankası basımı var bende, ayrıca 5 ciltlik Alfa Serisi var. Alfa’nın serisinin sen de olmama ihtimali yok. Onu neden okumuyorsun?

2 Beğeni

İnanmayacaksın ama yok, almadım :sweat_smile: İş Bankası basar diye bekledim bekledim ama basmadı :face_holding_back_tears:

2 Beğeni

Yahu senin İBB’den aldığın kitaplarla İstanbul’un metrolarının yarısı finanse ediliyor :slight_smile:
Nasıl almazsın

2 Beğeni

:joy:

Serinin biri farklı diğeri farklı olmasın, takım olsun diye öyle bekledim. Bende de böyle bir takıntı var :sweat_smile:

2 Beğeni

Anlıyorum, aynısı bende de var.
Malazan’ın ilk cildini karton kapak aldım. Sonrasında ciltliye geçeyim dedim ama ilki karton kapak diye diğer 4 tanesini de karton kapak aldım. Ancak 6. kitabı ciltli alacağım, bu kadar takıntı yeter.

Not: Malazan ilk 5 kitabı karton kapaklı kitaplarımı citliler ile değiştirmek isteyen varsa aradaki farkı ve kargo ücretini ödeyebilirim :slight_smile:

2 Beğeni

images

Dan Wells - Ben Seri Katil Değilim

Bu kitabı uzun bir süre önce satın almış ve kütüphaneye atmıştım. Geçenlerde canım bir polisiye roman okumak istediğinde, okumadığım kitaplar arasında görünce alıp okuyayım dedim.

Kitap başlarda beklentimi tam olarak karşıladı. Hikaye 15 yaşında olan John Wayne Cleaver adındaki çocuğun bakış açısıyla, birinci tekil şahıs anlatımlı olarak ilerliyor. Ana karakterimiz olan John seri katillere çok yoğun ilgisi olan, seri katillerde yaygın olacak görülen bazı özelliklere sahip (empati yoksunluğu, hayvanlara kötü davranış, geceleri yatak ıslatma gibi) sosyopat bir kişilik. Bu konuda terapi de görüyor. Aynı isimli dizisinden bildiğimiz Dexter karakteriyle John arasında birçok paralellik görmek mümkün. Her ikisi de kendisinde cinayet işleme dürtüsüne sebep olan şeye “canavar” diyor. Her ikisinin de kendilerine koydukları kurallar var, ama bu kurallar birbirinden farklı. Dexter sadece başka katilleri öldürmek şeklinde kural belirlemişken, John ise cinayet işleme dürtüsünün ortaya çıkmasını önlemeye yönelik farklı kurallara uyuyor. Dexter polis departmanında kan analisti olarak çalıştığı için cesetlere yakın olurken, John ise annesi ve teyzesiyle birlikte cenaze levazımatçısında çalıştığı sırada cesetlere ulaşabiliyor.

John’un yaşadığı yerde cinayetler işlenmeye başlayınca bu durum ana karakterimizin ilgisini çekiyor ve katili bulmak için kendi araştırmasını yürütüyor. Bunu yaparken kendince katilin bir profilini çıkarıp neden öldürdüğü, bundan sonra ne zaman öldüreceği gibi konularda tahminlerde bulunuyor. Kitap bu şekilde ilerlerken yaklaşık üçte birlik kısmı tamamlandığında konu bir anda doğaüstü olaylara dönüyor. Kitap adıyla, kapağıyla, tanıtım yazısıyla ve ilk bölümleriyle tam bir polisiye kitap şeklinde giderken böyle bir dönüş beklemiyordum doğrusu :slightly_smiling_face:. Kitabın kalan kısmı için ise polisiye demek çok mümkün değil, daha çok gerilim kitabı denilebilir. Bu kısımlar da kötü değil ama ana karakterimizin sosyopat olması dışında benzer gerilim kitaplarından ayrışan bir özelliği de bulunmuyor.

Kitabın yazarı olan Dan Wells, hali hazırda Brandon Sanderson ile birlikte Intentionally Blank adında bir podcast düzenliyor, geçmişte de yine Brandon Sanderson ve birkaç başka yazar ile birlikte Writing Excuses diye bir podcast yapıyordu, oralarda denk gelmiş olabilirsiniz. John Wayne Cleaver serisi olarak 2 üçleme şeklinde toplam 6 kitap yayımlamış, Türkçeye sadece ilk kitap olan bu kitap çevrilmiş. Geçen zaman dikkate alındığında muhtemelen diğer kitapların çevirisi gelmez, ama bu kitabın hikayesi kendi içerisinde sonlanıyor, dolayısıyla tekil kitap olarak okunabilir.

Kitabın ayrıca aynı isimde bir film uyarlaması var, IMDB linki aşağıda yer alıyor.

11 Beğeni

Dan in yazar olduğunu biliyordum da, Türkçeye çevrilen kitabı var mı diye hiç bakmamıştım valla :smile: Sanderson ile olan podcast inden biliyorum bende.

1 Beğeni

:open_book: Ken Watanabe - Problem Çözümüne Giriş 101

Kitap beş ayrı karakter üzerinden problem çözme tekniklerini anlatıyor: Bayan İç Çekiş, Bay Muhalif, Bayan Hayalperest, Bay Girişimci ve Problem Çözen Çocuk. İlk dört karakterin problemleri çözüme ulaştıramamasına neden olan huyları vardır. İsimlerinden az çok anlamışsınızdır.

Henüz ilk sayfalarındayken, “Bu kitabı çözümsüz olduğunu sandığım meseleler içinde boğulduğum o ilk gençliğimde okusaydım, her şey çok farklı olabilirdi.” hissiyle yüzleştiğim bir kitap oldu. Derken hayatta her şeyin bir zamanı olduğunu hatırlattım kendime. Bu kitabın kaderimdeki yeri de şimdiymiş.

Kitap, çözüm tekniklerini, üç bölümde örnek sorunları öyküleştirerek anlatıyor. İlkinde seyircilerini arttırmak isteyen bir okul rock grubu, ikincisinde para biriktirip bilgisayar almak isteyen bir çocuk ve üçüncüsünde de futbol kariyeri için iki okulu kıyaslayıp daha iyisini seçmeye çalışan bir çocuk var. İsteklerini, tespitlerini ve eylem planlarını adım adım işlerken farklı problem çözümü araç setlerini de tanıtıyor.

Örneğin mantık ağacı, bir insan, nesne ya da kavram grubunu kategorilendirmeye yarıyor.

Kitap okurları → Kurgu okuyanlar, kurgu dışı okuyanlar.
Kurgu okuyanlar → Romantizm okuyanlar, polisiye okuyanlar, korku-gerilim okuyanlar, bilim kurgu okuyanlar vs.

Diğer araç setleri de evet/hayır ağacı, taslak planı, hipotez piramidi, olumlu/olumsuz yönler ve kriterler tablosu.

Hem çocuklara hem yetişkinlere hitap eden ve bizi mantığımızın sesine kulak verip gönlümüzde yatan hayatı inşa etmeye çağıran bir kitap.

8 Beğeni

Kadın için “iç çekiş, hayalperest” erkek için “muhalif girişimci” ve bir de yanlarında “problem çözen çocuk” var. İlginç, feminen bir eleştiri yapsam mı yapmasam mı bilemedim. Her yerde de bir bit yeniği aramamak lazım, diyorum ama diyemiyorum da yahu bilinç altı işte…

2 Beğeni

6 Beğeni

Problem çözen çocuklar hem kız hem erkek olarak görselleştirilmiş. (Yan yana iki çocuk). Problem çözemeyen çocukların ikisini kız ikisini erkek yapmışlar.

2 Beğeni

Ulu Bilge - Büşra Bulut

Destansı ve masum bir hikâye okudum öncelikle. Bir gün içinde başlayıp bitirdim çünkü neler olacağını merak ettim.

Demir Han ve Alkım Hatun’un birbirinden farklı huylara ve özelliklere sahip üç oğlu var. Üçüz kardeşler: Gök, Dağ ve Deniz… 12. yaşları yaklaşırken tüm oba heyecan içindedir. Heyecanlı bekleyişin sonu geldiğindeyse ‘’Hanlık Töreni’’ için herkes bir araya gelir. Bu törende üç kardeş ruhsal ve fiziksel anlamlarda zor sınavlardan geçeceklerdir.

Bu sınavların içerisinde en önemlisi ise obaya bir av hayvanı ile dönmek… Avlanan hayvanlar obanın ileri gelen kadınlarına hediye ediliyor. Ve tören, sınavlardan geçenlere ‘’han’’ unvanı verildikten sonra sona eriyor. Sizce Gök, Dağ ve Deniz’in bu süreçte başlarına ne gelecek?

Oba ahalisi ve hatta aile üyelerinin gözünde, isminden ziyade ‘’Ulu Bilge’’ diye anılan biri var bu kitapta. Üç kardeşten biri bu. İnsanları iyileştirecek şifalı bitkilerden karışımlar hazırlıyor, kendini doğanın içine atıp kafasını dinlerken bir yandan da yararlı bitkileri toplayıp sevdiklerine, yardıma muhtaç insanlara koşuyor. En çok sevdiği şey bunlar. Ve bunları zoraki değil, içinden gelerek yapıyor.

Diğer kardeşleri de kendi karakterleri çerçevesinden bakıldığında çok iyiler. Biri babasından sonra han olmaya uygun, cevval ve cesaretli. Diğeri ise herkesin sevgisini kazanan, koşuk okuyan, eğlenceli biri. Ebeveynler de oğullarına düşkün ama onları şımartmadan yetiştirmiş, aile olmanın en güzel halini temsil eden iki insanlar. Oğuz Türkleri’nin geleneklerine de tanık oldum bir yandan. Yer sofraları, koşuk okumak, kopuz çalmak, avlanmak… Ve sıcak bir yuvanın kokusunu buram buram hissettim.

Ulu Bilge’yi okurken işte bir aile böyle olmalı dedim içimden. Çünkü bana göre aile şudur: Ne hata yaparsak yapalım, bu hataları büyütmeden ve birbirimizi kırmadan, birlik halinde olabilmektir. Ve içimize atmadan her şeyi açıkça konuşabileceğimiz bir ortamın olmasıdır…

Maalesef günümüzde ‘’aile’’ kavramının temelinin gittikçe oyulmaya başladığını görebiliyoruz. Herkesin birbirine karşı beklenti halinde olduğu bir ortam oldu artık aile yuvaları. İyilik için yapılan şeyin sadece kötülük olduğu, ‘’aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey’’ modunun her zaman açık olduğu, kavga çıkmasın ve kırgınlık olmasın diye biriktirilen her şeyin insanı adım adım zehirlediği yerler olmadı mı sizce? Arada istisnalar olsa da gün geçtikçe bireyselleşen ve bencilleşen toplumun akışında aile kavramının da etkilenmemesi absürd olurdu zaten. Modern dünyanın aile tablosu böyleyken Ulu Bilge’nin satırlarını okumak içimi ısıttı haliyle…

Ulu Bilge kısacık bir metin ve yalın dille yazılmış destansı bir masal olsa da alt metninde değinmek istediği konular oldukça net. Bana kalırsa aile-çocuk etkinliklerinde okunabilecek güzel bir kitap. Neden ‘’aile-çocuk’’ diyorum? Eser beraber ele alındığında; hem çocuklar hem de ebeveynler, aslında hataların hayati önem taşımadığını, birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmenin ve kendimiz olmanın kimseyi mahvetmeyeceğini anlayacaklar.

Ulu Bilge, Oğuz Türkleri’nin bir destanı gibi tat veriyor insana. Konularla bağlantılı şekilde ilerleyen çizimler de ayrı bir hoşluk katmış. Bir gün içinde başlayıp bitirdiğim bu eseri birçok açıdan beğendim, keşke daha uzun olsaymış bile diyorum. Yazarın kurguya kattığı merak ettirici unsurlar ve oluşturduğu sürükleyici atmosfer birçok okura hitap edecektir. Yazarın ve kitabın basım sürecine dahil olan herkesin emeğine sağlık…

Puanım: 8/10

Yazarla yaptığım kısa bir röportaj ve daha fazlası için:

11 Beğeni

Maja Lunde/Arıların Tarihi

Okuduğum en iyi kitaplardan biri.

Kitap üç farklı kişinin bakış açısıyla, üç ayrı zamanda anlatılıyor: William, 1852, İngiltere. George, 2007, Amerika. Tao, 2098, Çin. Arka planda arıların varlığı üzerinden anlatılan sıradışı bir kitap. Distopik, özellikle Tao’nun zaman dilimi düşünüldüğünde. Ama üç zaman için de geçerli olan konu aile kavramı, ebeveyn-çocuk ilişkisi.

Aile ilişkileri sıradan bir konu gibi görünebilir ama Maja Lunde anlatımıyla kitabı bambaşka bir noktaya taşımış. Yazarın gözlem yeteneği ve bu gözlemi aktarım gücü inanılmaz. Kitabın genelinde arılar hakkında sıkmadan, kurguya güzelce monte edilen bilgiler var. Bu bilgileri öğrendikten sonra arılara hayran kalmamak imkansız.

Ne kadar vurgularsam vurgulayayım yetersiz kalıyor: Yazar anlattığı şeyi o kadar iyi anlatmış ki konu ne olsa kendini okutur. Benim için iyi bir anlatım kurgudan önemlidir. Bu kitabın kurgusu zaten iyi ama anlatım gerçekten başka bir seviyede. Bazı yazarlar -mesela Charles Dickens, Robert Mccammon-alışveriş listesi yazsa okurum, Lunde de benim için artık o yazarlar arasında yerini aldı.

Bu arada dilimizde Kardan Kızkardeşim adında bir resimli çocuk romanı da var, onun da çok güzel olduğunu ve her yaşa hitap ettiğini belirteyim.

Son olarak çevirmenden, Dilek Başak’tan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Kitabın hakkını sonuna kadar vermiş. O böyle iyi çevirmeseydi bu güzel kitabın da anlamı olmayacaktı.

22 Beğeni


Mario Vargas Llosa - Zor Zamanlar

Bana göre yaşayan değil tüm zamanların en iyi yazarı olan Llosa’nın en iyi romanlarından biri olmuş bu ve yayınlandığında (2019) 83 yaşındaydı.

Aldığım ama henüz okumadığım günlerde t24de hakkında bir eleştiri okumuştum. Yazıda büyük yazar darbeye çok sağdan baktığı için eleştiriliyordu. Doğru yanlış bilemem de doğru olsa bile “so what”. Sonuç itibariyle bu bir belgesel değil, bir kurgu. Kurguda ise en ufak bir abeslik, eğretilik yok. Söz konusu eleştiride Llosa’ya geçmişte veya bu kitap özelinde benzer eleştiriler yönelttiği için yazıya dahil edilmiş nobelli Asturias da dahil hiçbiri Llosa etmez zaten.

Bazı yerlerde denildiği gibi Teke Şenliği benzeri bir kitap değil, o diktatoryal roman denilen türdeyken -ve bence en iyi örneğiyken- bu politik bir roman. Aslında tek cümleyle özetlersek; bir soğuk savaş romanı. Teke Şenliği’nin iki baba kötüsünü görünce hortlak görmüş gibi oluyoruz, o kitapla bağlantısı bu. Bu eski dostlarla hangi bağlamda karşılaşıyoruz peki; 1954 Guatemala darbesini yapan Carlos C. Armas sözümona , bir er tarafından bir akşam öldürülüyor. İşte Llosa bu suikastin ardında Teke ve has adamı J.G.Abbes olduğunu kurguluyor. Abbes’i ilk kez Dominikli adıyla görünce kırmızı mendilinden O’nun olduğunu anladım.

Peki niye 1954 Guatemalasındayız. Llosa kendini de kurguya yerleştirdiği son bölümde bu darbe olmasaydı ne Küba, ne Fidel, ne Che şimdiki yerinde olurdu diyor, tartışmalı bir söylem. Ama şurası kesin ki; Orta Amerika hatta soğuk savaş için çok kritik bir olay.

Benim çok sevdiğim fakat ortalama okuyucusunun karışık bulduğu geçişli dialoglar sadece bir bölümde var.
Teke Şenliğinde olduğu gibi bu romanda da bir El Turco mevcut. Latin Amerikada soyu Osmanli göçmeni Araplardan gelenlere Turco deniyor. (Kırmızı Pazartesinin unutulmaz kurbanı Nasar da hatta mevcut El Salvador başkanı Bukele de bu anlamda bir Turco)
İyi edebiyatı sevenlere tereddütsüz tavsiye ederim.

17 Beğeni

Smallwood Katili

Smallwood Katili’ni aynı dili konuştuğumuz bir yazar tarafından yazılmış ana yemeği zaman yolculuğu olan ve gizem sosunu bolca kullanarak merak tadını baskın kılan akıcı bir bilim kurgu romanı olarak tanımlayabiliriz. Yazar Yusuf Kudsi Koç’ un anlatım dili oldukça sade* ve hedefe yönelik. Okur kitap boyunca hiçbir şekilde sıkılmıyor aksine merak içerisinde sayfaları ardı ardına geçiyor ve ne zaman sona ulaştığını anlayamıyor.

*Türk kahvesi sadesi gibi. Şeker dominant bir karaktere sahip olduğu için herhangi bir şeyin içine konulduğunda o şeyi bastırma eğilimindedir. Gerçek gurmeler her şeyi sade tüketirler. (Linç yükleniyor.)

Kitap ilk bölümüyle Silo kitabına benzer distoptik bir evrende zaman yolculuğu fikrini sunarak açılışını yapıyor ve Yusuf Bey’in “okurlar nasıl avuç içine alır?” isimli çalışmasıyla devam ediyor. Bu çalışmanın ana odağını da; bölümdeki karakterin evren hakkında gizemli bilgiler içeren ve zekice kurgulanmış diyalogları oluşturuyor. Yazar bu diyalogları kullanarak yavaş yavaş Avuç İçi çalışmasını sürdürüyor ve fark ettirmeden bizi çalışmasının asıl tamamlandığı yer olan ikinci bölüme geçiriyor.

Kitabın ikinci bölüm itibari ile geçmişe(günümüze)* dönüyor ve korkunç bir cinayetin işlendiği Smallwood kasabasına geliyoruz. Burada kasaba haklının kendi aralarındaki konuşmalarından cinayetin az da olsa detaylarını öğreniyoruz. İşte burası yazarın Operasyon Avuç İçi’ni tamamlandığı yer oluyor. Çünkü bu bölüm ile yazar aklımıza; “hmm zaman yolculuğu ve cinayet… O zaman sanırım cinayet engellenecek veya olaylar zinciri o cinayete neden olacak” gibi düşünce tohumları ekiyor ve bölüm boyunca da attığı bu tohumları hafif hafif suluyor. Yani üstümüze yavaş yavaş parmakları kapatıyor. (Elden Ring Parmaklarına Selam!)

*“Günümüz bir zamanların geçmişidir” gibi felsefik(?) bir yaklaşım değil, hayır. İlk bölüm gelecekte geçiyordu. Tabi günümüzü baz alırsak. Ama eğer yarını baz alırsak o zaman…ııı, eee, şey, çok karıştı buralar…

Kitap boyunca hikaye bir geçmiş bir gelecek olacak şekilde iki koldan ilerliyor. Geçmiş; yani Smallwood kasabası ve cinayetin gizemi, gelecek; yani zaman yolculuğunun bulunduğu Silo vari distopya. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere hikayenin özü çoğunlukla Smallwood kasabasında yattığı (ya da gömüldüğü veya aside tutulduğu da denilebilir) için kitap daha çok Smallwood bölümlerinden oluşuyor. Fakat gelecekte geçen bölümlerin sayısı da az değil. Hatta oldukça tatmin edici çoğunlukta diyebiliriz.

Kitabın içindekiler kısmındaki bölüm isimlerinden de bunu görebilirsiniz. Smallwood kısımlarını anlattığı bölümlerin isimlerini Normal rakamlar* ile, gelecekte geçen kısımları ise Roma rakamları ile gösteriliyor.

*Matematiğin keşfinin doğa yürüyüşü sırasında yanlış yola sapan bir turist tarafından olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Normal rakamlar, doğal sayılar ve rasyonel sayılar işte bu keşif sırasında doğada kendi kendine yetişmiş halde bulunan olgulardır. İnsanlığa kendi bilgilerini bahşetmeyi seçmişlerdir. Tabi bu seçim turistin Matematiği ilk gördüğünde yemeye çalışmasının sonucu da olmuş olabilir. Matematik yenme korkusuyla insanlığa açılmış olabilir.

Yazar gelecekte geçen bölümleri 2-3 karakter üzerinden anlatırken geçmişte geçen bölümler için tüm kasabayı kullanıyor. Bir olay olduğunda bunu ya kasabanın yaşlı dedikoducu kadınlarından, ya restorandaki garsondan, ya kasabalı meraklı çocuklardan ya da kasabanın şerifinden deneyimliyoruz. Bana kalırsa yazarın bu tercihi bir hali cesur bir tercih. Çünkü sayfa sayısı az olan ve hikayesi iki ayrı koldan ilerleyen bir kitapta okura karakterler ile bağ kuracak vakit pek kalmaz. Bu nedenle okur karakterlerin başına bir şey geldiğinde empati kuramaz ve dolayısıyla olay etkileyiciliğini kaybeder. Fakat yazar da bu durumun farkında ve bu durumun önüne geçmek için çok güzel bir yöntem uyguluyor. O da tüm kasabayı tek bir karakter gibi kullanmak.

Bunun için de yazarın kasabayı önceden aşina olduğumuz şekilde sunması gerekiyor. İşte o yüzden Smallwood kasabası tam anlamıyla bir Amerikan kasabası. Dizilerde, filmlerde, oyunlarda gördüğümüz klasik Amerikan kasabalarının tüm özellikleri barındırıyor. (Aklınıza Breaking Bad, Alan Wake (çılgın tipleri çıkartın), Under The Dome vs getirebilirsiniz). Fakat işte bu tanışmışlık ve küçüklük hissi hikayenin ortalarına kadar çok iyi işlese de hikayemizin ana kahramanı Nolan’nın mesleğinin açıklanmasıyla çelişki yaşamamıza neden oluyor. (Spoiler nedeniyle mesleği ve bu durumun açıklamalarını yazamayacağım.) Bu da okuru biraz kitabın gerçekliğinden kopartıyor. Tabi ufacık bir kopukluk ama yine de kopukluk.

Geleceğe tekrar dönecek* olursak bu kısımlar Asimov’un Sonsuzluğun Sonu kitabına aşina olanlar için anıları canlandıracak nitelikte olup daha çok dünyanın o an ki durumunu anlatan ve zaman yolculuğu ile ilgili teorilerin konuşulduğu bölümlerden oluşuyorlar. Tıpkı Sonsuzluğun Sonu’ndaki gibi Zaman, bir organizasyon tarafından kontrol ediliyor ve zaman ile uğraşıldığında kimse gerçekten hangi zamanla uğraştığından emin olamıyor. Fakat tabi ki küçücük bir fark da bulunmuyor değil. Smallwood Katili’nde zaman organizasyonun altındaki toplum Zaman’a tapıyor.(Dediğim gibi minicik, ufacık bir fark.) Ve tabi ki her dinde olduğu gibi Zaman dininin de peygamberi bulunuyor. Eh, tahmin edin zaman organizasyonunun başında kim bulunuyor? Evet, bu peygamber.

*Back To The Future çok güzel filmdir. İzleyiniz.

Yazar, Smallwood cinayetini, yaşanan gizemli olayları ve bu peygamberin kimliğini zaman yolculuğunun potansiyelini kullanarak(herkesin herkes olabilmesi) çok iyi gizliyor. Okur yazarın sunduğu her ip ucuyla olayları tahmin ettiğini sanıyor ama her seferinde olaylar farklı bir yönde ilerliyor. Üçüncü bölümün sonunda ise yazar ipin kendisini gösteriyor ve gizem tülünü aralayarak okuru çok cezbeden bir yola sürüklüyor.

Fakat maalesef o yol okuru sadece cezbetmekle kalıyor. Çünkü heyecanla kitabın başından beri olayların akışını tahmin etmeye çalışan okura son, biraz hızlı sunuluyor. Örneğin; hayatı boyunca (zamanı) nefret ile büyüyen bir karakter ufacık bir söz veya eylem ile kararından vazgeçebiliyor. Veya ancak kitabın sonunda kim oldukları açıklanan iki karakterin motivasyonları bu hızdan dolayı okura tam olarak geçemiyor. Ayrıca yazar bu iki karakterden birisi için çok ilginç bir yoldan da bahsediyor ama nedense o yolu kullanmıyor. Belki kitabı uzatacağı için o yoldan gidilmemiştir ama ben şahsen o yoldan çıkacak sonucun daha ilgi çekici olduğunu ve yazarın, kitapta gösterdiklerinden yola çıkarak, çok rahat bunu yapabileceğini düşünüyorum.

Sonuç olarak Smallwood Katili, hikayesini iki ayrı koldan anlatan ve bu hikayeleri birleştirmek için zaman yolculuğunun birleştirici gücünü* kullan her sayfası merak uyandırıcı bir eser. Buna bir de yazarın akıcı kalemi eklenince eser, kahve yapmak için ara verdiğimiz sırada gözümüzün sayfa sayısına takılmasıyla bulunduğumuz sayfaya inanamadığımız kategoride bir esere dönüşmüş oluyor. (Bu noktada saate bakmanız tavsiye edilmez.) Kaleminize sağlık.

*Japon yapıştırıcısından sonra bilinen evrendeki en büyük yapıştırıcı.

Yazar Yusuf Kudsi Koç’un kaleminden çıkacak bir sonraki öyküyü merak ile beklemekteyim.

Herkese iyi okumalar dilerim.

14 Beğeni

Elinize sağlık çok güzel bir inceleme olmuş. Genelde KDY ile çıkan kitaplara mesafeliyim. Ama kitabı anlatış şeklinizden anladığım normal yayınevleri bu kitabı keşfedememiş.

3 Beğeni

Çok teşekkür ederim. Benim keyifle okuduğum bir kitap oldu. Nasıl başladı, bitti anlayamadım. :slight_smile:

2 Beğeni

Dead Space Martyr’ı okudum. Aslında bitireli bayağı bir süre geçti. Forumda bulunsun diye hakkında bir şeyler yazdım sanıyordum, yazmamışım :slight_smile:

Dead Space Martyr, ilk oyunun 300 yıl öncesinde, lore’un sıfır noktası diyebileceğimiz Black Marker’ın keşfedilişini ve Altman’ın Church Of Unitology’yi kuruşunu konu alıyor. Dolayısı ile kitabın ilk oyunda vuku bulan olaylar ile herhangi bir bağı yok. Oyunu oynamamış olsanız da okunur.

Özet geçmek gerekirse, gerçekte de var olan Yucatan Yarımadası açıklarında bulunan Chicxulub kraterinin derinliklerinde (bu arada Google’a Chicxulub yazıp aratırsanız ekrana meteor düşüyor :slight_smile:) Altman ve diğer bilim adamlarının saptadığı yerçekimsel anomaliler sonucu DredgerCorp şirketi durumu araştırmaya karar verir ve Black Marker ile karşılaşırlar. Michael Altman, Black Marker’ı bulunduğu yerden yüzeye çıkarma işlemi sırasında mürettebatta görülen cinnet halinin sebebini çözmeye çalışırken DredgerCorp’da bir yandan olayların duyulmaması için her yola başvurur.

Reddit başta olmak üzere muhtelif sosyal medya platformlarında hakkında olumlu şeyler okumuştum. Belki bu yüzden beklentiyi yükselttim fakat umduğum gibi çıkmadı, gayet ortalama bir şekilde dümdüz ilerleyen ve sayfa sayısı artırmak için bilinçli olarak sündürülen bir işlenişi vardı. Çok çok daha güzel işlenebilecek bir hikaye iken yazarın amatörlüğüne kurban gitmiş diyebilirim.

18 Beğeni

2024’te okuduğum kitapları anlattım. :slight_smile:

10 Beğeni