Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dead Space Martyr’ı okudum. Aslında bitireli bayağı bir süre geçti. Forumda bulunsun diye hakkında bir şeyler yazdım sanıyordum, yazmamışım :slight_smile:

Dead Space Martyr, ilk oyunun 300 yıl öncesinde, lore’un sıfır noktası diyebileceğimiz Black Marker’ın keşfedilişini ve Altman’ın Church Of Unitology’yi kuruşunu konu alıyor. Dolayısı ile kitabın ilk oyunda vuku bulan olaylar ile herhangi bir bağı yok. Oyunu oynamamış olsanız da okunur.

Özet geçmek gerekirse, gerçekte de var olan Yucatan Yarımadası açıklarında bulunan Chicxulub kraterinin derinliklerinde (bu arada Google’a Chicxulub yazıp aratırsanız ekrana meteor düşüyor :slight_smile:) Altman ve diğer bilim adamlarının saptadığı yerçekimsel anomaliler sonucu DredgerCorp şirketi durumu araştırmaya karar verir ve Black Marker ile karşılaşırlar. Michael Altman, Black Marker’ı bulunduğu yerden yüzeye çıkarma işlemi sırasında mürettebatta görülen cinnet halinin sebebini çözmeye çalışırken DredgerCorp’da bir yandan olayların duyulmaması için her yola başvurur.

Reddit başta olmak üzere muhtelif sosyal medya platformlarında hakkında olumlu şeyler okumuştum. Belki bu yüzden beklentiyi yükselttim fakat umduğum gibi çıkmadı, gayet ortalama bir şekilde dümdüz ilerleyen ve sayfa sayısı artırmak için bilinçli olarak sündürülen bir işlenişi vardı. Çok çok daha güzel işlenebilecek bir hikaye iken yazarın amatörlüğüne kurban gitmiş diyebilirim.

17 Beğeni

2024’te okuduğum kitapları anlattım. :slight_smile:

10 Beğeni

:open_book: Hacer Öztürk - Bosna’nın Hazineleri

Bosna’ya dair çeşitli öyküler var kitapta. Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’yı fethedişinden, İnat Evi’nin hikâyesine; oralara İslâm’ı götüren erenlerden olan Ayvaz Dede’den, Bosna savaşına kadar…

Benzetmeler ve betimlemeler oldukça hoş. Kullandığı teknikler özgün. Edebi yanı güçlü. Örneğin, bir yazma eserin dilinden anlatılmış bir öykü var. Hatta adını son öyküden alan kitabın adı da bir benzetme ve anlayınca, tahmin etseniz bile, sarsılıyorsunuz.

“Evet, tüm bu buldukları onun için bir hazine idi.”

Kitabı nasıl bitirdiğimi anlamadım, hemen aktı gitti. Tavsiye ediyorum.

9 Beğeni

Bosna’nın kendisi de güzeldir. 2017’de gitmiştim. Bozulmamış bir Osmanlı kenti gibiydi.

1 Beğeni

Kesinlikle… Ben de geçen yaz oradaydım. :smiling_face:

1 Beğeni

Devler

Köy muhtarının oğlu Torquell’in, köyüne vergilerini toplamaya gelen toprak ağası Dev Sör Peter ve oğlu ile yaşadıkları ile başlayan Devler ilk başta basit bir ezilenin kahramanlığı hikayesi sunacak gibi geldi bana. Novella olması ve sayfa sayısı ile de ilk başlarda fazla beklentiye girmedim. İlerledikçe katmanlaşan, derinleşen, günümüz sosyolojik durumlarına dokundurup düşündürecek yerlere varan hızlıca okunabilecek bir distopya sunmuş Tchaikovsky. Kendisiyle ilk tanışmayı güzel yaptık diyebilirim.

Kitap Torquell’in köyündeki ilk maceraları ile bir giriş sunuyor. Bilimsel araştırmalar yapan Dev Isadora’nın yanına geldiğimizde hikaye Torquell’in öğrenme ve dünyayı tanıma evresi ile beraber gelişiyor ve sonrasında koşarak sonuçlanıyor. Bu yorumun spoilersız olması için burada bırakmak lazım, zira konuda hangi ufak yere temas etmek istesem okurun kendi keşiflerinin tadını kaçırabilir.

Ancak anlatım yapısına değinmesem olmaz, çünkü 2. tekil şahıs ile anlatımdan hiçbir zaman hoşlaşmam :slight_smile: . Tchaikovsky’nin bu kitaptaki tercihi de maalesef bu olmuş, okuyup bitirdiğimizde bu tercihin nedenini anlayabiliyor ve biçim ile anlatımı birbirine oturtabiliyoruz aslında. Novella kısalığı da 2. tekil şahıs anlatımı zulme çevirmeden kitabı tadında noktalatıyor bize.

Puanım 4.5’tan 4 :slight_smile: . 5’e değil de 4’e yuvarlanmasının 2. tekil şahıs anlatım haricinde bir nedeni daha var, o da kitabın ikinci yarısı ile beraber derinlik artarken benim istediğim detayları alamamam. Bazı noktalar çok yüzeysel kalıyor, çok hızlı geçiliyor ve belli kabul şartlarında olup bitiveriyor. Gerçi bu durum çoğu novellada olabiliyor ki benim de bu tarz kısa kitapları pek sevmememin ortak nedeni oluyorlar.

Yine de bu demek değil ki Tchaikovsky üstün kötü bir iş ortaya çıkarmış, tam tersine bu kısa metin ile verilebileceğini düşündüğümden çook çok fazlasını vermiş. Beğenimin nedeni de bu başarısı diyebiliriz. Ben aynı hikayeyi 300-400 sayfalık sindirilmiş bir okuma ile alsam daha memnun olurdum sadece :slight_smile: .

Dilimize kazandırılmasına sevindiğim bir eser oldu Devler, okuma etkinliği ile beraber okumak da zevkimi arttırdı. Ancak çeviri ve editörlük kısmından da hiç memnun kalmadım. Bazı ölçüler, birimler ve terimlerdeki yanlışlıklar zaten 2. şahıs anlatımı ile kolay anlaşılamayan bir yapıda inanılmaz kafa karışıklığı yaratmış. Başında da sonunda da bu hatalar kaynaklı takıldığım yerler oldu. Eksikparça yayınevi yazarın külliyatına da girişiyor gibi duruyor, umuyorum diğer eserlerinde çok daha özenli ve kaliteli bir iş ortaya koyarlar.

20 Beğeni

Simülakron-3 - Daniel F. Galouye

Matrix’in ilham kaynağı apoleti ile dikkatimizi çeken Simulakron-3 merkezine koyduğu sanal dünya ile gerçekten de ilk metaverse fikirlerinden birini büyük bir yaratıcılıkla oluşturmuş. İç içe geçen simülasyon dünya ve gerçek dünya arasındaki bağlantılar ve sistemler yazıldığı 1964 yılını da hesaba kattığımızda muhtemelen çok özgün fikirler.

Ancak 21. yüz yıl içinde maruz kaldığımız içerik bombardımanı ile biz bu konuları çok gördük/okuduk/izledik diyecek okurlar da olacaktır, ki bu da kitabın heves kıracak önemli bir faktörü. Simulakron-3 günümüzde oluşan bu eksiğini anlatımı ve akıcılığı ile nötrlemiş diyebilirim.

İnsanlardan edinilecek geri bildirimleri hızlı, bol ve spesifik olarak elde edebilmek için anketörlerin (Reaksiyon Gözlemcileri) kapı kapı dolaştığı, sokakta sizi görünce çevirip çat diye size özel açılmış bir anketi doldurtup veriyi topladığı bir dünya yaratılmış bu kitapta. En önemli/en çok insanın çalıştığı meslek bu diyebiliriz. Ana karakterimiz Douglas Hall ise bu verilerin çok daha basit ve hızlı toplanabileceği bir simülasyon yaratan şirkette, bu projenin önemli bir geliştiricisi konumunda.

Bu şirketteki önemli birinin ölümü ile gelişen olaylardan anlıyoruz ki Daniel F. Galouye hikayesini ağır bir bilimkurgudan ziyade bir polisiye gibi, dedektiflik hikayesi gibi sunuyor bize. Bilinmezlikler, gizli amaçlar, ufak entrikalar derken hikaye epey dinamik işlenmiş. Kitabın ikinci yarısı ile bazı gerçekleri anlamamız ve temponun da artması ile Simülakron-3 sıkılmadan 2 günde bitirdiğim bir kitap oldu.

Kitabı beğenmeme rağmen çağın da gerisinde kaldığını kabul etmem lazım, artık çok daha girift hikayelerle bilimkurguda bu tadı bulabiliyoruz. Karakterlerin motivasyonları da hep bir ufak soru işareti kalıyor, özellikle Jinx ve Dorothy gibi kadın karakterlerde bu durum biraz tırmaladı. Dilimize 80 ler, 90 lar gibi kazandırılsa ve ben de 20 sene önce falan okumuş olsam muhtemelen çok daha fazla keyif verirdi.

Ben Kayıprıhtım’ın YKY ile işbirliği sonucu gerçekleşen çekiliş sayesinde edinip okuma listeme aldım, keyifli bir okuma oldu. Türün gediklilerinin, klasik bilimkurguları sevenlerin zevkle okuyacağını düşünüyorum. Telifi düşmüş olsa, ya da bilimkurgu temalı bir dizinin altında basılsa çok daha fazla okura çoktan ulaşmıştı muhtemelen :slight_smile: Oysa ki YKY tertemiz bir iş çıkararak dilimize kazandırmış, ilgisini çekenler şans verebilir.

18 Beğeni

Ellery Queen - Siyamlı İkizler

Bu eski basıma dair en sevdiğim şey dili oldu. Kapalı oda esrarına uygun şekilde, kalabalık bir malikaneye sığınan dedektifimiz ve babasının kaldıkları ilk gece işlenen cinayeti çözmeye dair birbiri ardına kurdukları başarısız hipotezlerin her birinin küçük finaller gibi olması, kitabı olduğundan daha uzun hissettirip okuru yoruyor. Yani, kitap güzel, ancak kendi evimde dahi bir başkası daha okur mu diye, iş elde tutmaya gelince maalesef eksi puan veriyorum. Yazar çiftinin The Tragedy of X (Ölüm Otobüsü) ve The Tragedy of Y (Y’nin Esrarı) ile Çin Portakalı (cinayet mahallinde her şey tersine kurgulanmıştır) kitapları daha cazip görünüyor, henüz alıp okuyamadığım için yorum yapamıyorum.

212447_9786050381245

Ian Rankin - Siyah ve Mavi

Bu kitabı yazarı en iyi kitabıyla tartmak amacıyla, Pardayanlar setini alırken 18 TL’ye önceki yayınevi baskısı ve aynı çeviri ile ekletmiştim. Sözümona modern çeviri dilinin de olumsuz etkisiyle, sevemedim ve yarıda bıraktım.

418itM49KqL.SY445_SX342_PQ37

Roald Dahl - Senin Gibi Biri

Bu kitabın ilk öyküsünü KY’den merak uyandırıcı kısmıyla okumuştum, devamını ve sonrasını okumak gayesiyle sipariş ettim, bir ay sonrasında okumaya başladım. Çok çok iyi başladı fakat Anthony Jeselnik stand upları gibi bir süre sonra kendini tekrar etmeye ve ne geleceğini tahmine götürür hale gelmeye başladı. Lezzet giderek azalınca, orta karar bir antolojiye dönüşüverdi. Yer yer iğrençliğe varan (fare yutmak gibi) meydan okumalar da eğriyi yükseltmedi ve geriye kitabın kapağını tekrar açıp hızlı bir tarama ile en beğendiklerimi paylaşarak yeni okurlarını eziyetten kurtarmak kaldı:

Tat (tek olarak da basıldı): 10/10 kara mizah. Şarap tadımında bahsin konusu her şey olabilir dediniz ve…
Kurbanlık Kuzu: 10/10 polisiye. Rope ve Fried Green Tomatoes izleyip sevmiş olanlar bu hikayeye bayılacaklar.
Güneyli Adam: Puan vermiyorum, bunu hem Alfred Hitchcock (Presents: Steve McQueen, Peter Lorre) hem Tarantino (Four Rooms) TV ve perde için çektiler. Şöhreti yeter.
Asker: Geçiniz.
Güvercinim Sultanım: Cincinnati Kidvari, kumar oynayan iki çift ile Raymond Carver tarzına kayıyor. Bitiş zayıf. 8/10
Ganyot: Sonraki benzerleri ile tekrarların başlangıcı. Yine bahis, bu sefer mekan gemi. 7/10
Dörtnal Foxley: Ucu açık biten ve ayrıca sinir bozan hikayeler başlangıcı. Mekan tren, geri anlatıdaki antagonist okulun kabadayısı. 7/10
Deri: Carver tarzından Buzzati’ye geçiyoruz. Öykünün adı sırta nakşolmuş resmi ve kazandığı değeri yansıtıyor. İlk yarıyla yormasından kırıkla 8/10
Zehir: 10/10 başlayıp 6/10 biten bir öykü. Üstünüzde uyuyan bir yılan, eve gelen arkadaş, çağrılan Hint doktor. Nasıl batırabiliriz, denmiş ve piç edilmiş.
Dilek: Geçiniz.
Boyun: Geçiniz.
Ses Makinesi: 10/10 olacakken 8/10 biten bilimkurgu. Weinbaum mizahında ve Fitz-James O’Brien (Elmas Lens) merhametinde.
Nunc Dimittis: Geçiniz.
Otomatik Dev Grameritör: Yapay zekanın bugününü öngören, keyifli bir öykü. Yazarlar yerlerini bilgisayarlara bırakabilir mi? Bitişe doğru kayıp bu sefer daha az. 8/10
Claud’un Köpeği: Fare yutan fareciyle başlayan 70 sayfalık öyküler yumağı, dörtte biri ölçekteki öncülerinin tadını vermiyor. Eh, 70/315 ile tüm kitabın %22’sini kapsayınca antolojinin de değerini düşürüyor. İronik biçimde, benzer kıldığım yazarlardan Buzzati’nin kendi antolojisinde benzer bir yer tutan Tanrıyı Gören Köpek’le kıyaslandığında durum daha vahim bir hal alıyor.

Diğer antolojiler “Öptüm Seni” ve "Şeker Henry"i de almak istiyordum ama öncelik kılmaktan cayacağım sanırım, Etgar Keret’ten vazgeçtiğim gibi.

14 Beğeni

Cengiz Aytmatov -Toprak Ana

7 Beğeni

Burak Cem Coşkun - Kusur

Fizik bilimindeki keşiflerin duraksadığı ve eski teorilerin yenilenemediği bir gelecekte geçen bir bilimkurgu romanı… İtalya’daki Troggia Şelalesi’nde ortaya çıkan, mevcut fiziksel yasalara uymayan garip yansımalarla başlıyor kitap. Yöre halkının “kusur” olarak adlandırdığı bu fenomen, insanların zihinlerine farklı bir etki yaparak, onların düşünce alanını genişletiyor.

Dr. Fazıl ve ekibi, Birleşmiş Milletler’in yönlendirmesiyle bu gizemi araştırmaya giderken, şelalede farklı bir boyuttan oluşan garip bir labirentin içine düşüyorlar. Labirent, onları geçmişle ilgili vizyonlarla karşı karşıya bırakırken, her bir karakterin derinlemesine bir yolculuğa çıkmasını sağlıyor. Bölüm başlarında matematiğin, fiziğin dili olduğunu anlatan alıntılar var.

“Kusur”, bilimsel kavramları ustaca işleyerek, Klein şişesi, Breather yüzeyi ve ince ayar sabiti gibi terimlerden faydalanıyor. Kusur, yeni keşiflerin ve doğaya dair yeni anlayışların kapısını aralıyor.

16 Beğeni

Bu sıralar kitap okuma alışkanlığı kazandırıyorum kendime. En sık polisiye türü okusam da hemen her türde okumaya alıştırıcam kendimi inş.

620 sayfalık biraz uzun bir kitap. Son 50 sayfası kaldı. Fransa Kongo ve Belçika ama ağırlıkla Fransa’da geçen, enteresan cinayetlerin çözümlenmeye çalışılması üzerine. Ana karakter (karakterler) aile üzerinden yürüyor. Aile iç dinamikleri de çok iyi hazırlanmış. Devam kitabı olan Kongo’ya ağıtı da okumak için sabırsızlanıyorum. Kesinlikle Polisiye severlere tavsiye ederim.

14 Beğeni

duyguların çok gerçekçi biçimde yansıtıldığı, ikizlerin "büyük"lüğünü kah gülümseyerek kah hayrete düşerek seyrettiğimiz fevkalade başarılı bir roman.

İşin aslı, Judit ve sonrası - Sándor Márai

Uzun süredir kitap okumuyordum. Bu kitapla yeniden okumaya başladım, birkaç gün evvel Macar yazar Sándor Márai’ın eserini bitirdim. Kitapla ilgili düşüncelerim çok karışık. Benim için ilginç bir okuma deneyimi oldu. Sinirlendim, üzüldüm, açıkçası kitap beni rahatsız da etti ve yine de merak edip okudum. Hikayede sosyal sınıf ayrımı epey belirgin. Burjuva - köylü - zengin - yoksul ayrımının detaylarının bu kadar incelikle gösterilmesi hayretler vericiydi.

Kitap üç karakter üzerinden ilerliyor. Bunlar; burjuva sınıfından bir adam, onun biraz düşük burjuva soyundan gelen karısı ve son olarak hizmetçi Judit.

Üç bölüm var, aynı hikaye ve daha fazlası bu üç karakterin bakış açılarına dayalı olarak onların ağzından anlatılıyor. İlk bölümde burjuva sınıfına ait ama kocasına kıyasla fakir aileden gelmiş olan hanımefendi var. Anlatım adeta sohbet havasında, epey akıcı ilerliyor. Kadının hikayesinin odak noktası bencil, saplantılı bir aşktı…

İkinci bölümde beyefendi var, onun anlatımı yoğun ve bilinç akışıyla konuşuyor gibi konuşuyor, düşünceleri sürekli dağılıyor ve esas olayı anlatmak için araya yüz farklı şey koyuyordu. Bu durum biraz sinirimi bozdu.

Son bölümde, alt tabakadan gelen Judit’in anlatımıyla hikayenin düğümü çözülüyor. Bu kısımda İkinci dünya Savaşı’nın bitimi ve halk üzerindeki etkileri de görülüyor. Aile, aşk, evlilik, boşanma, sadakat, ihanet, yalan, burjuva, fakirlik, zenginlik, yalnızlık, edebiyat ve dahası üzerine bir hikaye. Ama eser hepsinden çok sosyal sınıf farkını ve bunun insan ilişkilerindeki etkilerini gözler önüne seriyor gibiydi. İnsanların birbirlerini bu kadar yanlış anlaması veya daha doğrusu hiç anlamaması düşündürücüydü.

12 Beğeni

Savaş Naraları - Diskdünya 21

Ankh-Morpork ve Klatch arasındaki denizin tam ortasında bir anda beliren bir ada ( kardak kayaları sen misin? ), iki ülkeyi çalışmaya sürükler ve Savaş Naraları başlar! Diskdünya serisini yarıladığım kitap olan Savaş Naraları aynı zamanda Bekçiler alt serisinin de 4. romanı. Ve bekçilerimiz yine hayal kırıklığına uğratmamış, Terry bize mükemmel bir macera sunmuş.

Ana temasına savaşı oturtunca Pratchett dokundurmalarına çok güzel materyaller bulmuş. Ankh-Morpork Diskdünyadaki en kozmopolit şehir olmasına rağmen bir anda vatandaşların Ankh-Morpork milliyetçiliğinin başlaması, şehirde yaşayan Klatch’lılara karşı oluşan önyargılar ve ırkçı tutumlar günümüz için derslik malzemeler olmuş. Özellikle Çavuş Colon ve Nobbs arasındaki diyaloglarda , cahillik ve eğitimsizliğin bu tarz savaş atmosferinde siyasetle insanları nasıl yönlendirme aracına dönüştüğünü çok güzel yaşattı bize roman. Savaşın toplumun kodlarına nasıl hemen etki edip bozabildiği ustalıkla işlenmiş.

Önceki bekçi romanlarında genelde bir yeni karakter daha tanıyıp, teşkilata dahili ile beraber yaşanan ana olayları okuyorduk. Savaş Naraları’nda beğendiğim bir güzellik, bu sefer böyle bir yeni karakterin öne çıkmaması ve önceden tanıdığımız çoğu karakterin rollerini tertemiz paylaşmaları oldu. Daha çok olay örgülü bir kitaptı diyebiliriz ancak Vimes ve Vetinari de kesinlikle öne çıkan karakterler oldu. Sanırım Kumandan Vimes iyice favori karakterim oldu ve bu kitabın da mvp siydi. Havuç’un yeri gönlümüzde ayrı olsa da, Havuç yine bildiğimiz Havuç :slight_smile:

Bu kitapta yeni tanıştığımız gizemli ve tehlikeli Klatch’lı 71 Saat Ahmet ( evet, isminin kaynağını kitapta ilerledikçe öğreniyoruz :slight_smile: ) ve Vimes arasındaki dinamik de çok iyiydi. Kitabın en bayıldığın duo su diyebilirim.

Ataerk Vetinari ise fazla bir rolü olmayacak gibi düşünürken ince hamleleri ve yoğurduğu politikalar ile mevkiinin hakkını verdi. Diskdünya’nın da Vinci si Leonardo da Quirm ile beraber bizi şaşırtacakları kesindi zaten, Colon ve Nobbs ile yolları kesiştikten sonra da bu ekibin mizah dozu çılgın seviyelere yükseldi :slight_smile:

Nobby’nin karşı cinse karşı artan ilgisi ile oluşan absürtlükler epey komiklik sunsa da, sonrasında kadın kostümü giyme zorunluluğunda kalması ve kıyafetle inmiş gibi bir anda kadınları çok daha iyi anlamaya başlamasıyla büründüğü kişiliği sanırım kitabın beni rahatsız eden tek eksisi oldu. Pratchett’ın burada işlemek istediğini anladım ama pek olmamış gibiydi, beni ufaktan rahatsız etti ise kadın okurları daha fazla rahatsız edebilir.

Sun Tzu’ın Savaş Sanatından Kennedy suikastına, Büyük İskender’den Arabistanlı Lawrence’a yine pek çok göndermesi mevcut bir Diskdünya romanıydı. Ancak hepsi ufak ufak ve çoğu kolay yakalanabilir referanslar, herhangi biri ana temayı oluşturmuyor. Bu nedenle okuması kolay, hızlı ve çok keyifliydi. Belki bir önceki Bekçiler romanı Kilden Ayaklar’ın bir tık altında kalmış olabilir ancak benden tam puanı aldı.

21 Beğeni

Kediler Padişahı- Tahir Alangu

İlginç bir derleme. İçinde yedi adet masal bulunuyor. Büyülü Fasulyeleri ve Üç Turunçlar masallarının benzerlerini daha evvel okumuştum sanıyorum, ikisi tanıdık geldi. Kitaba ismini veren Kediler Padişahı masalını da sevdim. Çizimli, tekerlemelerle dolu içerik…İçinde devler, dev anaları, keloğlanvari tembel ve pekala zeki bir oğlan, ihtiyar analar, güzel kızlar vs…var. Arkada bir sözlük de bulunuyor.

Kitap çocuklara göre değil. Bazı masallarda korkunç eylemler var ama bu eser, kitap satış sitelerinde çocuk kategorisinde yer alıyor nedense…

12 Beğeni

:open_book: Roket Dergisi 5. Sayı

Roket’in bu sayısında bazı yenilikler var. Öykü sonlarında yazarların kısa biyografileri yer alıyor, böylece kelimelerin arkasındaki kalemi daha iyi tanıyorsunuz.

Bu sayının kapağını beğenmedim. Hem klişe geldi bana hem de çözünürlüğü düşük. O sayıdaki öykülerin temasına göre bir kapak çalışılabilir, hani filmlerde o filmde geçen objeleri ya da metaforları anlatan afişler yapıyorlar ya bazen… Ama kapak sadece bir ayrıntı. Önemli olan öyküler. O halde geçelim,

Ars Longa, Vita Brevis (Fatih Aşgün): Öykünün adı “sanat uzun, hayat kısadır” anlamına gelen Latince bir deyişten geliyor. Okunacak, dinlenecek, izlenecek sonsuza yakınsayan sanat eseri vardır ama ömrümüz bunlardan azını sığdırmaya yeter. Öykü, çalışarak hayallerine kavuşabileceğine inandırılmış fakat çok çalışmasına rağmen vasat altı hayat şartlarına ve sevmediği bir işin mecburiyetine sıkışmış bir adamın kaçak bir teknolojiyi kullanarak bu durumdan kurtulma çabasını anlatır. Hayalleri için ihtiyaç duyduğu asıl şey, bir sıvının içindedir ama beynini yok edebilecek bir riski de almak zorundadır. Alice Harikalar Diyarı’na gönderme içeren, keyifli ve sonuna kadar merak ettiren bir biyolojik bilimkurgu öyküsüydü.

İstasyon 581C (Gökcan Şahin): Nefis bir alıntıyla başlayan öykü, kısa olmasına rağmen ilk paragraftan itibaren atmosferi kurup okuru taşıyor. Harabe bir yeraltı şehrinde yaşama mücadelesi veren, birbirinin eşyalarını çalan insanlar var. Gökyüzü yok, deniz yok. Neler olduğuna ilişkin bir sürü kesişmeyen söylenti var ama kimsenin bir fikri yok. Derken tahmin edemeyeceğiniz fakat oldukça olası bir sonla bitiyor. Sayıda en sevdiğim üçüncü öykü.

Merhaba (Ali Burak Özkaya): Ay’da bir laboratuvar… Murat en sevilen çalışanlardan biriyken uyduda yere gömülü simsiyah silindirik tuhaf bir cisim keşfettikten sonra müdür tarafından mobbing’e uğrar ve kovulur. Murat ise bu durumu hazmedemez ve geri döner. Keşfinin boşa gitmesine izin vermeyecektir. Heyecanla okuduğum bir ilk temas öyküsü.

Resif (Esra Altun): Bir uzay operası. Yayılmacı politikalar nedeniyle aç kalan koloniler için tohum çalmaya çalışırken hapishane işlevindeki bir gezegen uydusuna gönderilen Atlas, Düşünce Gözlemcileri karşısında konuşma yasağını aşmamak için kendini tutmaya çalışır ama pek başarılı olduğu söylenemez. Karakterin yediği yemekleri, içerideki tür çeşitliliğini tarif etmesi çok eğlenceliydi. Keyifli bir üslubu vardı, sevdim.

Sarmalın Döngüsü (Elif Kalay): Bir simülasyonun içindeki nihai rolünü seçmek için testten geçen bir karakterin yaşadıkları. Başarılı bir öyküydü. Black Mirror izliyormuş gibi hissettirdi, bir de öyküyü okurken Ekşi Sözlük’teki “NPC* olduğundan şüphelenilen insan tipleri” başlığı geldi aklıma.

  • NPC: “non-player character”, bilgisayar oyunlardaki figüranlar, bilgisayarın yönettiği oyun içi karakterler. Aynı zamanda sorgulamadan, robot gibi yaşayan insanlara internet âleminde yapılan bir benzetme.

Orion’un Kolları (Nedim Gökhan Aydın): Fantastik bir kurgu olarak da kabul edilebilecek bu öyküde ölenler Orion’a gider. Yaşayanlar kuvars kolye aracılığıyla yapılan bir ritüel ve vücut bütünlüklerinden fedakârlıkla Orion’u ziyaret edebilir, aradıkları cevapları bulurlar fakat ruhları değişir. Gökyüzüne gidip gelenlerin getirdiği bilgiler ölüm korkusunu, kapitalist sistemi ve savaşları ortadan kaldırmıştır. Sonunda karakterin kristale yazdığı mesajı anlayabilseydim, öykünün taşları benim için daha çok yerine oturacaktı.

Yeşili Koru (Süleyman Sönmez): Kusursuzluk ölümcüldür. Bir insana görev verirseniz yorulup bıkar, ama bir bilgisayar ve yapay zeka döngüyü sürdürmeye devam eder. Bunun üzerine kurulmuş bir öyküydü. Artık kimseye ait olmasa da korunan tarlalardan yiyecek çalmaya çalışan, makinelere zıt düşmüş insanların bu öyküsü bu sayıda en sevdiğim ikinci öykü oldu.

Müesses Nizam ve Ahtapot (Sinan C. Güldal): Mevcut düzene yergi içeren bu distopik hikaye, kırılma noktasında ahtapot kollarının uzandığı düşsel bir kapıyı açıyor. Ahtapot nedir, manası nedir, öykünün baş karakterine niçin yardım etmektedir; bunları yorumlamak okura bırakılmış. Hayal gücüne alan açan bir öykü.

Son Görev - Ramo (İnan Sabırcan): Yapay zekânın insanlara hâkim olduğu bir dönemde geçen bu öyküde, insanlar öğrenme, idrak etme temel yetilerini yitirmiştir. Okuma yazma bile öğrenmelerine gerek kalmamıştır. Yalnızca çok az insan eski temel zihinsel yeteneklerini korumaktadır. YZ, bu eski insanları hayatta tutarak bedenlerini yapay dokularla donatmakta yani siborg’a çevirmektedir. Baş karakter Ramo isimli eski arkadaşına ulaşmaya çalışır. Ramo menenjit hastalığıyla konuşma yetisini kaybetmiştir.

Zamansız (Barış Toprak): Üç parçalı bu öyküde Serpentia gezegenine giden bir aklın uzay aracında yaşadıklarını ve Serpentialılarla karşılaşmasını anlatıyor. Öyküyü birkaç kez okumam gerekti ama hâlâ anlamadığım yerler var. Örneğin son kısımda zihnini robotun zihnine aktaran kim? Bir insan mı yoksa uzay gemisinin aklı mı, ikincisiyse neden gece göğünü muhteşem buluyor ya da nefes alması gerekmediğini düşünüyor? Tamir robotu mağarayı niye patlattı? Mağarayı patlattıysa, maymunsu uzaylılar Tanrı sözcüğünü nereden öğrendi? Anlatımın süsü, kurgunun üzerini örtmüş ve anlaşılmasını zorlaştırmış.

Yavruağzı (Ekin Açıkgöz): Ordudan ihraç edilen bir subay ve askerî savcı arasında geçen bu öykü, sayıdaki favorim oldu. Düşünce ve duygular - duygular ve hormonlar arasındaki ilişkiyi, soyut sandığımız kararlarımızın ve hissettiklerimizin aslında beynimizde salgılanan hormonlar gibi oldukça somut parametrelere bağlı olduğunu tartışan tam ve gerçekçilik payı yüksek bir bilimkurgu öyküsüydü benim için. Yan etki olarak da insanlık yararına var olan bir teknolojinin, insanlık zararına ve sistem çıkarına yontulması. Gerçek, olası, oluyor.

Ŝargŭ’nun Çığlığı (Liven Dek - Türkçeleştiren: Vasil Kadifeli): Esperantodan çevrilen bu öykü, bilinmeyen bir gezegene çarpıp kaza yapan uzay aracından sağ kalan tek kişi olan bir kadını anlatıyor bize. Hem mekânsal hem duygusal betimlemeleri çok sevdim. Kadının yalnızlığını, gezegene tutunma ve alışma çabasını hissettirdi.

12 Beğeni

Cumhuriyet’in İlk Yılı (29 Ekim 1923-29 Ekim 1924)

29 Ekim’den 29 Ekim’e, Cumhuriyet’in ilk yılı nasıl geçmiş ve neler yaşanmış sorularına mükemmel bir kaynak olarak hazırlanmış bu kitap. Ay ay bölünerek kategorize edilmiş, her ayın büyük olay ve gelişmelerine bir inceleme yapılmış. Bu ayların son sayfalarına da gün gün neler olduğuna değinilen mini köşeler ayrılmış.

Kitabı derlerken ana kaynak olarak günlük gazeteler kullanılmış. Gerek haberler, gerek yazarların kaleminden makaleler ile oluşturulan içerikler harika görseller ve fotoğraflar ile zenginleştirilmiş. Bize anlatılan günü yaşatıp adeta o tarihin içine çekmiş. Cumhuriyetçi görüşlere sahip yazarların yanında, muhalif köşe yazılarının da paylaşılması ile o günün siyasi ve politik ortamına her açıdan değinmeye çalışılmış.

Ancak Cumhuriyet’in İlk Yılı ile beğendiğim farklı bir açı daha oluşturulmuş, o da gün gün işlenen gazete haberleri sayesinde Türkiye’nin sosyal ve ekonomik hayatına da birebir değinilmesi. Sadece politik gelişmeler eşiğinde bir derleme yapılmamış, hayatın her alanında halkı ilgilendirilebilecek konular gazete kaynaklarından kitaba taşınmış. Spor müsabaka sonuç ve gelişmeleri, yıldız futbolcularla röportajlar, olimpiyat kafilesi, patenli hokey maçı vs gibi onlarca spor yazısının yanında ekmeğin fiyatından ithal şeker analizine, aktif sinema/tiyatro salonlarından gösterilen oyunlar hatta çekilen Türk filmleri hakkındaki gelişmeler ile kitap 100 sene öncesindeki hayatı bana yaşatmayı başardı.

İçerik olarak dolu ve doyurucu bir derlemeydi, okuması zor bir macera oldu. Herkese önerilebilecek bir kitap değil ancak ilgisini çeken kişinin de kaçırmaması gereken evladiyelik bir baskı. Biraz sistemli okuyup her gün en az bir ayı kapsayan bölümü okuyarak tamamladım. Açıp hızlı hızlı okunabilecek bir kitap değil, biraz daha kaynak kitap tadındaydı. Uzun bir periyoda yayarak, sakin şekilde okunması en doğrusu olabilir.

14 Beğeni

Bitik Adam - Giovanni Papini

İtalyan yazar, Giovanni Papini ile tanışma kitabım. Roman sanıyordum ancak, yazarın 30 yaşında yazdığı otobiyografik eseriymiş. Papini’nin hayatından çok düşüncelerinin ağır bastığı bir eser bu. Yazarın iç dünyasını, düşüncelerini tanımak için okunabilir, ne var ki herkese hitap etmeyecektir. Çünkü Papini son derece garip, aykırı, nevrotik, deli ve dahi görünümü çizen biri.

Papini kadınları bazı sözleriyle aşağılıyor, emperyalizme milliyetçilik ismini atfediyor, insanlardan ne derece nefret ettiğini sayfalar boyu durmadan anlatıyor. Kendisinde bir nevi büyüklük hastalığı var. Diğer yandan, çocukluğundan beri sevilmediğine ve çirkin olduğuna yürekten inanmış. Kendi sözlerine göre nefret ettiği insanları kurtarmak istiyor. Kitapta birçok güzel alıntı da mevcut.

Kitaptan alıntılar:

Saçma bir dilek, gülünç bir istek, imkansız bir varsayım bu: Çok teşekkürler! Fakat kendimi böyle hissetmekten alıkoyamıyorum: Çılgınlık derecesinde, kusursuz bir borçlanma karşıtı.

“Ölümün izini taşımayan hiçbir
düşünce doğmaz içimde” diyordu ihtiyar Michelangelo; benim içimde ise küçümseyişin acı tadını barındırmayan hiçbir düşünce doğmuyordu.

Yitirilen hakikatin ve söndürülen havasının öcünü almak adına başkalarının inançlarını eritip çürüterek, kuram ve yargı denemelerini altüst ederek, sadece onların zayıflıkları ve cahillikleriyle değil kendi inançsızlığı ve berbat iradesiyle de övünerek kendini eğlendiren bir nevi kahvehane Gorgias’ı olmuştum.

Ben zengin, lüks, güneyli ve tropikal kırlar için yaratılmadım; göz alıcı renkte çiçekler, olgun meyveler, güneş için dünyaya gelmedim.

Aslında kimse kendini tanıyamaz; hissettiği, düşündüğü ve yaptığı her şeye ciddiyetle bakıp açık açık söyleyemez. Zeki öz sevgi, pek kurnaz kendini beğenmişlik, çıkar hesapçılığı, korkak utanç, yüzsüz böbürleniş her daim gizlemek, örtmek, bahane üretmek ve aklamak için orada durur. İçimde taşıdığım çürüğü görmeyişimin ve kendimin saçma bir mükemmellik abidesi oldu­ğunu düşünmemin nedeni bu olmalı.

8 Beğeni

Shirley Jackson - Tepedeki Ev

Lanetli, ürkütücü, perili olduğuna inanılan bazı evlerden bahsedilir. “Tepedeki Ev” de bu evlerden birisi ya da söylentilere göre öyle. Hikayemizdeki karakterlerden biri olan Doktor Montauge, bu yüzden bir ekip kurarak söz konusu evdeki doğaüstülükleri incelemek için evi sahiplerinden kiralıyor. Hikaye de böyle başlıyor…

Anlatım epey akıcı, karakterlerin havası Shirley Jackson’ın daha evvel okuduğum eserlerindeki delilik hissini güçlü şekilde veriyor. Özellikle hikayenin biraz daha merkezinde yer alan kadın karakter için söz konusu durum böyle. Hikayesi gizemli, ancak gizem sanki yeterince aydınlatılmamış gibi duruyordu.

Osamu Dazai - Öğrenci Kız

Eserde çocukluktan çıkmış, genç kızlığa ulaşmış birinin yaşamından kısa bir parçayı görüyoruz. Anlatım samimi, doğal bir havada sakince ilerliyor. Anlatıcı hayatını, çevresine bakışını, iç dünyasını, eleştirilerini, mutsuzluğunu, yalnızlığını ve geçmişe olan özlemini, içtenlikle ortaya seriyor. Bu eserle, Dazai’nin tarzını biraz daha iyi anladım sanıyorum. Anlatıcı öğrenci kız sevdiklerini (daha doğrusu annesini) mutlu etmek isteyen ama bir yandan kendi benliğini sürdürmek/korumak kendisini de mutlu etmek isteyen birisi gibi duruyordu.

16 Beğeni


Şirin Devrim - Şakir Paşa Ailesi bitti.

Daha önce Halikarnas Balıkçı’nın kitaplarını okumuştum ve yazarın babasını öldürdüğünü biliyordum ama nedeniyle pek ilgilenmemiştim. Şakir Paşa Ailesi’nin dizisi çıkınca merak edip aileyi araştırdım ve hem Şakir Paşa’nın ölümünü hem de ailenin diğer fertlerini ilgi çekici buldum. Kitabı olduğunu da öğrenince dizisini izlemek yerine kitabı okumayı tercih ettim.

Kitabın yazarı Şirin Devrim, yazar İzzet Melih Devrim ile Şakir Paşa’nın kızı olan Fahrünnisa Zeyd’in kızıdır. Büyükbabası Şakir Paşa’dan başlayıp da kitabı yazdığı zamana kadar ailenin başından geçen önemli olayları kısa kısa anlatmaktadır. Kitapta öyle olaylar anlatılıyor ki bazen yazarın sallayıp sallamadığını kontrol etmek için internette araştırma ihtiyacı duydum ve araştırmam sonucunda hepsinin de doğru olduğunu öğrendim.

Kitapta Mustafa Kemal Atatürk’ten Adolf Hitler’e, Irak Kralı Gazi’den Kraliçe 2. Elizabeth’e kadar çeşitli siyasetçilerle aile üyelerinin arasında olan ilişkilere yer veriyor. Aile fertlerinin diğer sanatçılarla olan ilişkilerini de saymakla bitiremeyiz, yazar da böyle düşünerek bu sanatçıları üstünkörü geçmiş.

Kitapta ailenin hemen hemen her üyesi tanıtılmakla birlikte bazı üyelerine yeterince yer verilmemiş. Ağırlık yazarın kendisine ve yazarın annesi Fahrünnisa Zeyd’e ayrılmış. Füreya Koral ve yazarın abisi Nejat Melih Devrim’den çok az bahsedilmiş. Bunları da yeterince tanımak için ek okumalar yapmam gerekecek.

Kitabı sanattan ve sanatçılarının hayatlarını okumaktan keyif alan herkese tavsiye ederim.

15 Beğeni