Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım - Herta Müller
Bilinç akışı hastası olduğum halde zar zor bitirebildim “Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım”ı. Nedenleri üzerine konuşmak isterdim ama masaya yatırabileceğim elle tutulur bir şey yok aslında, bir olmamışlık hissi okuma boyunca peşimi bırakmadı sadece. Bu tür kitaplardan aldığım edebi lezzeti tadamadım. Belki de başlığı sayesinde büyük beklentilerle başladığım kitabın bana hayal kırıklığı yaşatması tek sebep bile olabilir. Beklentiye girdiğim çoğu zaman bu duruma düşüyorum, ama Nobel edebiyat ödüllü bir yazar olması ve eserin konusu bakımından ilgimi çekmesi gibi nedenlerden dolayı beklentiye girmeden de duramadım doğrusu.
Kitapta adı geçmeyen ülkenin Romanya olduğunu, totaliter ve faşist rejimin diktatörünün Çavuşesku olduğunu öğrendim. Bu diktatörlükten bahsetmem gerekiyor, çünkü kitapta adını bilmediğim bir kadının sürekli tramvaya binip çağrıldığı bir yere gitmesi ve her anlamda korku duyması tam olarak bu meseleyle ilgili. Araştırmam sırasında Çavuşeski rejiminin detaylarını okurken tüylerim ürperdi, birçok yönden o kadar çok tanıdık geldi ki. Kadının yaşadığı korkuları ben de yaşadım sanki. Güvenli bir şekilde yürüyüş bile yapamadığımız parklarda ve sokaklarda yaşıyoruz artık. Zaten kadın olmanın günden güne zorlaştığı ülkemizde, sistematik bir şekilde cinselliğimize, kadınlığımıza ve tercihlerimize karışılıyor. Aile olmanın önemi vurgulanırken, kadına şiddete karşı üç maymunu oynayıp nasıl doğum yapacağımız hakkında ahkâm kesiyorlar.
Kitabı okurken kasvete boğulmamın ve elimde sürünmesinin nedeni, bunun bir kurgu değil de paralel evrende yaşadıklarımızı tanımlayan bir şeye dönüşmesini fark etmemdi. Gerçeklerle yüzleşmek bazen yorucu olabiliyor çünkü. Bu arada araştırma yaparken Herta Müller’in hayatına baktım; Romanya Almanları’ndanmış. Gizli servisle çalışmayı reddettiği için Almanya’ya göç etmek zorunda kalmış. Yaşadığı ülkede azınlık olması ve halkın çilesine tanık olması, onu bu kitabı yazmaya iten nedenlerden birkaçı gibi görünüyor.
Her bir karakterin adı var, ama onun yok. Kadının adı yok. Onu çağıran ve tuhaf sorular soran adamın adı var, onu zor durumda bırakan patronunun adı var, yaşlı erkeklerden hoşlanan arkadaşının adı var, alkolik kocasının ve daha nicelerinin adı var, ama onun yok. Ve bu kadının hayatına, tramvayda karşılaştığı insanlar ve manzaralarla, kendi hayatının dönüm noktalarıyla ve tanıdıklarıyla şahit oldum. Yalnızca bunlar da değil, kendi içinde yaşadığı çatışmalar, beklentiler, korkular ve umutlar da sayfalarca yer edinmiş kendine.
Buraya kadar her şey iyi gibi, nasıl etkileyici bulmadın ve sevemedin diye düşünebilirsiniz. Belki doğru bir zamanda okumadım ya da ülke gündemimiz yüzünden böyle hissettim, bilmiyorum. Yazımın başında da belirttiğim gibi, edebi lezzeti alamayınca zor bir okuma oldu benim açımdan. Yazarın başka kitaplarına da şans vermek istiyorum ama hâlâ. Çünkü bu olmamışlık hissinin benden kaynaklandığını düşünüyorum bazen. Son zamanlarda odak sürem çok bozuldu; günlük hayatımın ve gündemin, okumalarımı olumsuz etkilediğini fark ettim. Çok sıradan bir hayat yaşıyorum aslında, fakat kafamda bir ton şey olmasından dolayı bazen her şey arap saçına dönebiliyor. Bu bir süreç tabii ki.
İncelememi paylaştığım platform: https://www.instagram.com/p/DQrIIPjiNY6/?igsh=YWFtNzFmM2UwZnRz









