Kitabı çok beğendim, sanırım bende okuyacağım. Tam olarak 20 yılın özetini arıyordum, umarım aradığımı bulurum.
Spoilerı açmakla büyük hata ettiniz bence Son kitabı bitirip açsaydınız daha iyi olurdu.
Benim açımdan sıkıntı değil spoiler okumak hatta daha çok merak ettiğim için hemen okumak istiyorum
Kitap Hırsızı - Markus Zusak
Net olarak söyleyebilirim bence abartılmış bir kitap. Konu iyi yakalanmış. Anlatan kişinin dili diğer romanlara göre biraz daha ilginç biri olması farklılıklaşma adına çok iyiydi. Bunu ancak birtek şey bozabilirdi oda yazarın kendisi. Böyle bir konuyu bu kadar düz ve duygusuz nasıl anlatmaya çalışıyorsun hayret. Olay gelişimi nerdeyse hiç yok son 50 sayfaya kadar. Mesela ilk 50 sayfayı okuyun sonra açın 350 yi okuyun karakterde ve olaylarda nerdeyse hiçbir ilerleme yok. Neyse fazla gömmiyim ben kesinlikle beğenmedim ve ikinci dünya savaşı romanlarını seven biri olarak benim için hayal kırıklığıydı. 5/2.00
Harry Potter ve Melez Prens kitabını okuyorum.
Gerçekten mükemmel bir kitap ve birçok şey öğretiyor. Yaş seviyesi 9 yaş üstü. Kitabın türü ise bilim/kurgu romanı.
KONUSU:
Kitapta, Lord Voldemort, Draco Malfoy’u Albus Dumbledore’u öldürmekle görevlendirmiştir. Eğer Draco beceremezse bunu Snape yapacaktır; bunu kendi evinde, Bellatrix’in yaptığı bozulmaz yeminde söylemektedir. Draco, ailesinin geçmişini öğrenir; babasının bir Ölüm Yiyen olduğunu, Voldemort’un en sadık yandaşlarından biri olduğunu ve bu görevin ailesinde soydan gelen bir gelenek olduğunu öğrenir. Harry, Melez Prens’in iksir kitabının yardımı ile bir ödül olarak kazandığı Felix Felicis, (Sıvı Şans), adlı iksiri içer ve Slughorn’dan hortkuluklar hakkındaki anısını alır. Bundan sonra Dumbledore hortkuluklar hakkındaki fikrinden emin olur ve bunları Harry’e anlatır. Harry, hortkulukları bulmak için kitabın sonuna doğru Dumbledore ile bir mağaraya gider. Sonunda Hortkuluk’u bulurlar ancak onu alabilmek için bir iksiri içmeleri gerekir. Dumbledore iksiri içer ve içtiği iksir yüzünden zayıf düşer. Harry madalyonu alır ve okula gitmelerini sağlar. Okula döndüklerinde üzerinde Karanlık İşareti gördükleri için hemen Astronomi Kulesi’ne giderler. Orada Dumbledore Harry’i dondurur ve o anda da Draco Malfoy ortaya çıkarak Dumbledore’un asasını uçurur. Diğer Ölüm Yiyenler de okula gelir ve Draco’yu, Dumbledor’u öldürmesi konusunda kışkırtırlar. O anda Snape gelir ve Avada Kedavra Laneti ile Dumbledore’u öldürür. Harry daha sonra bunun planlanmış bir şey olduğunu ve Dumbledore’un zaten öleceğini anlayacaktır. Melez Prens ise aslında Snape’tir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar - Kuyruklu YIldız Altında Bir İzdivaç bitti.
1910 senelerinde Halley kuyruklu yıldızının geçişi esnasında ortaya çıkan bir aşkın kerevetine çıkıyoruz. Tabii bu esnada da o zamanki halkla da tanışmış oluyoruz. Düşünüşleri, yaşayışları, batıl inaçları vb.
Sade bir dille yazılmış bir hikaye. Yazar güncel bir olayı kullanarak güzel, hoş, sıkmayan, tatlı bir hikaye anlatmış.
NOT: Ucuz olsun diye aldığım yayınevinin sayesinde ortaya çıkan basım hatalarının vb. okuma eylemini katletmesinden bahsetmedim.
Parçalanmış İmparatorluk : Dikenlikler Prensi
Üç Cisim Problemi serisinin bitmesi ve hayatıma uyguladığı ambargonun son bulmasıyla bir süredir ötelediğim diğer sosyal ihtiyaçlara yönelebildim ve biraz kitaplara ara verdim. Bu ara vermeye sanırım birde arka planda hissettiğim; “Böyle etkileyici kitaplar çok nadirdir. Şimdi okuyacağım her kitap kusurlu gelecek” korkusu da etkili oldu. Velhasıl, okuduğum türü değiştirip tür içerisinde de biraz daha ortalama olarak atfedilen bir seri olan Parçalanmış İmparatorluk serisine başlamak en uygunu gibi düşündüm. Bir yandan da en azından ilk kitabı ileride tekrar okumayı da kafamın içerisine not ettim ve bu düşünceler içerisindeyken seriye ilk adımımı attım.
Kitabın konusuna geçmeden önce seriye başlamak isteyenlere farklı gelebilecek (benim için öyle oldu) iki konuya değinmek istiyorum. Bunlardan ilki; yazarın hikayeyi anlatış şekli. Yazar, hikayeyi ana karakterin ağzından anlatmayı tercih edip okuyucuya sanki bir günce okuyormuş gibi hissettirmeyi amaçlamış. Ben bu tarz bir anlatıya, özellikle bu türde, alışkın olmadığım için en başta biraz bocaladım. Bu da ilk sayfalarda kitabın içerisine çekilmemi az da olsa engelledi. İkinci konu ise; yazarın yazım biçimi. Yazar, bana şiirsel anlatım biçimi gibi gelen bir yazım tercih etmiş. Devrik cümleler, benzetmeler vb. Hem bu tarza alışkın olmadığım hem de pek böyle bir yazımı sevmediğim için bu tercih de aynı şekilde kitaba alışma sürecimi uzattı. Burada şunu belirtmek isterim; yazar ikinci kitabında bu yazım biçimini baya bir azaltmış.
Kitabın konusunu ise şu üç kelimeye etrafında şekilleniyor; Kan, İntikam ve Nefret. Yazar Mark Lawrence, 10 yaşında kan donduran bir olay yaşamış ve intikam ateşi ile yollara düşmüş Prens Jorg’un tüm insanlığa olan nefretini ve arkasında bıraktığı kan gölünü etkileyici bir şekilde aktarıyor. Kitap açılışı ile kalp atışlarımızı hızlandırıp zihnimizi karanlığa esir ediyorken ileride yaşanacaklar için de endişe duymamıza neden oluyor. Bu hızlı, kanlı ve nefret dolu açılıştan sonra yazar evrenini tanıtmaya ve büyü ile bizi tanıştırmaya başlıyor. Fakat yazar, belki de ilk kitabı olduğundan, evren hakkında bilgi verirken cömert davranmıyor. Hatta cimri bile diyebiliriz. Ufak ufak ilginç bilgi kırıntıları veriyor yalnızca. Bu detay eksikliği, ilk kısım içerisinde biraz kopukluğa neden oluyor. Şöyle ki; ana karakterimiz Jorg’un “dürtüleri” kitabın ilk yarısında tam anlaşılamıyor. Sonradan her şey yerli yerine oturuyor ama ilk kısımlara biraz daha evren ile ilgili detay işlense ve ikinci kitaptaki “Adalet” kısmı ilk kitapta olsa, bu “dürtüler” okuyucuya daha net geçer ve daha etkileyici olur diye düşünmeden edemiyorum.
İlk kitapta da ikinci kitapta da (tam ortasındayım şu anda) yazar yazdıkça gelişmiş gibi hissettim. Bu hissiyatla iyice içine girdim serinin ve sayfalar ilerledikçe daha çok bağlandım seriye.
Herkese iyi okumalar dilerim.
Not: Yazarın arka kapaktaki minik öz geçmişinde seçtiği özellikler bir garip geldi bana. "İngiliz ve Amerikan hükümetleriyle gizli işler yapıyor " yazılmış. İlginç.
Yusuf’un ruh hali beni aldı duvardan duvara attı. Yazar hikayenin olay kısmını anlatırken karakterin iç dünyasını da çok başarılı şekilde aktarmış bence. Henüz bitirmedim, az kaldı. Fakat öğrendim ki Sabahattin Ali kitabın üçleme olmasını planlıyormuş ama bu planını gerçekleştirememiş. Keşke yazabilseymiş çünkü çok az kaldı ama sanki yarım kalacakmış gibi hissediyorum. Yazarın diğer iki romanına göre anlatımı daha farklı, zaten ortam da çok farklı. İlk yazdığı romanı ama ben de okuduğum bazı eleştirilere katılarak diğer iki romanından daha başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
Kitabı alalı 6 yıl olmuş, yeni okuyabildim. Zengin züppe bir adamın gençliğinden yaşlılığına başından geçenleri anlattığı bir hikaye diyebiliriz kısaca. Oldukça akıcı, sürükleyiciydi. Öyle ki bazen kelimeler aradan çıkıyor da sahnenin içine giriyorum gibi hissettirdi. Karakterin başına bazen iyi, çoğunlukla kötü şeyler geliyor; kitabın adının da imlediği üzere, yaşamak tam da böyle bir şey diyorsunuz. Yine de, kahrolsanız da, tükenseniz de bir şekilde devam ediyorsunuz, etmek zorundasınız. Bu açıdan da motive edici bir kitaptı. Okumaktan sıkıldığınız bir dönemde hızlıca okuyabileceğiniz, okuma hevesinizi tazeleyecek bir kitap arıyorsanız tereddüd etmeden başlayabilirsiniz.
Bunu sevdiyseniz yazarın “Kanını satan adam” kitabını da tavsiye ederim.
İnsanın Anlam Arayışı - Viktor E. Frankl
Kitap yazarın kendi yaşam öyküsünde toplama kampında yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları ve toplama kampından kurtulduktan sonra yaşadıklarıyla temellendirdiği bir psikoterapi olan logoterapiyi anlatıyor.
Kitabın özellikle toplama kamplarını anlatan kısımları çok akıcı, kitabın ikinci yarısında ise logoterapi anlatılıyor ancak biraz bu kısım havada kalmış. Yazarın anlatmaya çalıştığı şeye vakıf oluyorsunuz ancak günün sonunda ikinci kısmın biraz daha uzun olmasını tercih ederdim.
Psikoloji bilimine dair bilgim sınırlı, ancak kendi hayat tecrübelerimden öğrendiğim ve kendi kafamda kurduğum prensiplerin kitabın temelini oluşturan logoterapi yöntemi ile uyuşması bir hayli mutlu etti. Ben dünyanın mutluluk dolu bir yer olduğunu düşünmüyorum, aslında hayatta nadir gerçekleşen güzel ve mutlu olayları yaşayabilmek için çok daha fazla sıkıntı ve zorluğa katlanıyoruz. Hayatın kendisi güzel kılan da biraz bu aslında. Günün sonunda zorluklara karşı çıkmak ve bu zorluklar sonunda oluşan mutluluk hissi.
Puanım 8,5/10
Not: Benzer kitap tavsiyelerine açığım.
Fareler ve insanlar
Şu kitapta anlatilan bircok sey cevremde cocukluğumdan beri defalarca yasandi. Bu yuzden klasik deniyor heralde.
Aşkın halleri alper hasanoğlu
Bunu hic sevmedim 80 sayfa zor okudum beklentimi hic karsilamadi
Parçalanmış İmparatorluk : Dikenlikler Kralı
Serinin ilk kitabı olan Dikenlikler Prensi kitabının ilk yarısında sanki yazarın üstüne bir uyuşukluk varmışta ancak sonlara doğru bir nokta da bu uyuşukluk kalkmış ve rahatlamış gibi hissetmiştim. Hatta ilk yarısı itibari ile de ilk kitabı ortalama, belki ortalama altı, bir kitap olarak düşünürken ancak sonlara doğru, bu uyuşukluğun kalkmasıyla, kitabı ortalama/ortalama üstü olarak düşmeye başlamıştım. Bu nedenle de Dikenlikler Prensi yazısında; “yazarın kitap sonlarına doğru geliştiği hissiyatı” diye bir cümle kurmuştum. İşte bu durum Dikenlikler Kralı için geçerli değil. Dikenlikler Kralı baştan sona yüksek tempolu, etkileyici, heyecanlı ve akıcı bir eser.
Hikaye tıpkı ilk kitaptaki gibi ana karakterin güncesinden okuyucuya aktarılıyor ve yine tıpkı ilk kitaptaki gibi belirli bölümlerden sonra 4 yıl önce yaşananların anlatıldığı kısımlar bulunuyor. Fakat bu kez ilk kitaptan farklı olarak geçmişte yaşanan olaylar günümüzdeki olaylara ya etki ediyor ya da günümüzdeki olayların devam etmesi için gereken materyali (bilgi, eşya vb.) sunuyor. Böylelikle geçmişteki ve günümüzdeki ayrı hikayeler birbirlerine bağlı bir sarmal haline geliyor. İki zamanda da anlatılan hikayeler akıcı, heyecanlı ve merak uyandırıcı iken üstüne birde özenle kurgulanan gerilim dolu epik sahneler de eklenince kitap okuyucuyu eline bir geçirdiğinde bir daha asla bırakmıyor.
Dikenlikler Kralı hissettirdiği duygular konusunda da ilk kitaptan daha farklı. Bu duyguları ilk kitaptaki gibi üç kelime ile anlatmak istersek sanırım şu üç kelimenin ön planda olduğunu söyleyebiliriz; Pişmanlık, Keder ve Sevgi… Kitap acımasızlığından ve dehşetinden hiçbir şey kaybetmeden her nasılsa bizi işte bu duygularla harmanlıyor. Yazar, Jorg’un acı ve nefretle dolu olan kalbini vücudundaki dikenlerden kalan yaralara sızan ince sevgi sızıntıları ile tedavi etmeye çalışıyor. Ortaya ise; kan dökme dürtüsünü bastıran, mantık ve duyguları ile hareket eden ama imparatorluk oyunu için de kan dökmekten çekinmeyen ve ayakları yere daha ağır basan gri bir karakter çıkıyor. Böylece ana karakter ile çok daha kolay bağ kurabiliyoruz. Bu durum aynı zamanda kitabı ilk kitaba göre okunması çok daha keyifli bir eser haline getiriyor.
Sonuç olarak; nefret ve sevgi çelişkileri içerisinde işlenen “canice günahların” düşünmeden ve pişmanlık duymadan işlenenlere göre üzerimizde çok daha büyük bir etki yarattığını ve iki kitap arasındaki en temel farkın aslında bu olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle ilk kitabın dehşet ve kanlı dilini sevdiyseniz Dikenlikler Kralı’na bayılacaksınız.
Herkese iyi okumalar dilerim.
Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı bitti.
1919 - 1920 yılları arasındaki İstanbul’ daki örgütlenmeler, Anadolu’ daki direniş faaliyetleri; özellikle askerlerin ve halkın durumunun Topçu Yüzbaşı Cemil Bey ekseninde anlatıldığı bir öykü. Memleketin ve insanımızın durumu, halkın iki arada kalmış olması, özellikle de askerin savaşlar sonucundaki ruhsal durumu anlatılıyor.
Akıcı ve sade bir dili vardı. Okurken hiç sıkılmadım.
Uzun zamandır Rıhtım’a bir şey yazmamıştım bununla birlikte o kapıyı tekrar açmış olayım. Kendi yaşamımda dikkatle ilgili sorunlar baş gösterince bu kitapları okumaya karar verdim. Tek sorunum bu değildi fakat bir şeylerin üzerine gidebilmem için dikkatimi kontrol edebiliyor olmam lazımdı. En azından şu anki halimden çok daha iyi olmalıydım. Ben de buralardan başladım işte.
Dağınık Zihin; dikkatin ne olduğunu, çeşitlerini, beynimizde bu işlerin nasıl yürütüldüğünü açıklayan ve bunları da evrimsel açıdan bakarak dile getiren bir kitap. Bu kitabı okuduğunuzda beyninizin sınırlarını bir güzel öğreniyorsunuz. Dikkat ve mekanizmaları hakkında bu kadar şey okuduktan sonra derdinize çare bulabiliyor musunuz? Kısmen de olsa bulabiliyorsunuz. Tabii bu yaşamınıza dahil etmeniz gereken bazı değişiklikleri de beraberinde getiriyor.
Çalınan Dikkat, yukarıdaki kitap gibi onlarcasını içinde barındırıyor diyebilirim. Şöyle açıklayayım, yazarımız kendinde dikkatiyle ilgili sorunlar görünce bu işin peşine düşüyor ve bu süreçte yaşadığı her şeyi, görüştüğü her uzmanı ve fikirlerini ve tabii kendi düşüncelerini bu kitaba yazıyor. Bu kitap benim için biraz daha ufuk açıcı oldu diyebilirim. Çünkü çok daha fazla bakış açısıyla konuyu ele alırken sizi başka konularda da bilgilendirmiş oluyor.
Tüm bu okumaların sonunda dikkatim ile ilgili bir şeyler yapabildim mi? Evet diyebilirim. Tabii çoğu şeyi tamamen çözmüş sayılmam fakat başlangıca göre daha iyiyim ve henüz uygulayamadığım şeyler var. Siz de bu konularda sıkıntı yaşıyorsanız, bu kitaplarla kendinizde ve çevrenizde bir farkındalık başlatabilirsiniz.
Sonunda bitti. Artık okumadım diyemeyeceğim bir eser. Söylenildiği gibi güzel bir kitaptı. Farklı, mizahi ve kurgusuna çok önem verilmese de konusu ile kendine bağlıyor. Douglas Adams’ın hayalgücüne ve her ne kadar bir hikaye gibi görülse de kahramanlarımızın uzayda ordan oraya gitmeleri ve metnin içine yerleştirilen küçük fikirlere hayran kaldım. Bir yazarsanız ve bir şeylerin olmasını bekliyorsanız bu kitap sizde bir değil onlarca kıvılcım yaratacaktır.
Kitabı genel anlamda beğensem de 4. Kitap benim için tamamen kayıp bir bölümdü. Oraya gelene kadar oldukça aksiyonlu olan hikaye orada duvara çarpmış bir araba gibi darmadağındı. O kısım bitince son kitaba geçiyoruz. Bu etki biraz daha devam etse de kalan sayfalar tekrar vitesi yukarı çekiyor.
8/10
Ben sadece ilk kitabı okudum ama yine de çok merak ettim neden 4. kitapta böyle hissettiğinizi. Biraz daha açar mısınız?
Olaylar daha çok Arthur ve sevgilisi etrafında gelişiyor 4. Kitapta. Bu da beni pek cezbetmiyor. İlk 3 kitapta sürekli maceradan maceraya gittiğimden bu durağan kısımı sevemedim ben.
Parçalanmış İmparatorluk : Dikenlikler İmparatoru
Dikenlikler İmparatoru kitabıyla açıkta kalan tüm konuları kapatarak Parçalanmış İmparatorluk serisine veda ediyoruz. Fakat bu veda tatmin edici mi ? İşte ondan emin değilim. Açıkçası kitap ile ilgili hislerim biraz karışık ama sanırım en baskın üzüntü hissediyorum. Serinin bitmesinden veya kitabın içerdiği hikayelerden kaynaklanmıyor bu üzüntü. Kaçırılmış fırsatlardan, daha büyük olabilecekken olamamasından ve alternatif fantastik kurgu isteyenlere gönül rahatlığı ile öneremeyecek olmamandan kaynaklanıyor. Hani televizyon kumandası koltuğun altına düşer de almak için kolumuzu uzattığımızda parmak uçlarımız kumandaya değip bir türlü alamayız ve sürekli deneme devam ederiz ya, işte kitap tam olarak böyle. Sürekli parmak uçlarıyla bizi yokluyor ama bir türlü tutup içerisine çekemiyor.
Birinci kitabın ortalarından itibaren yükselen “okuma hazzı” seviyesi ikinci kitapla arşa çıkmış ve kitabı bitirdiğimde üçüncü kitap için büyük bir beklenti içerisine girmiştim. Yazar ilk kitapta dehşet, gerilim ve aksiyonu çok iyi aktarabildiğini kanıtlamış ikinci kitap ile birlikte ise yarattığı dünyanın da ilgi çekici ve çok büyük potansiyelli olduğunu göstermişti. Fakat yazar nedense üçüncü kitapla dünyasını derinleştirip daha büyük oynamak varken o adımı atmamış. Özellikle atamamış değil atmamış diyorum çünkü yazarın bunu bilinçli yaptığını veya yazmaya üşendiğini düşünüyorum. Ya da böyle hissediyorum diyelim.
Bu kitapta da serinin tamamında olduğu gibi bir geçmiş hikayeler anlatılmış bir günümüz hikayeleri. Yazar, geçmiş hikayelerinin anlatıldığı kısımlarda ikinci kitabı yükselten bağlı hikayeler mantığı yerine ilk kitaptaki gibi bir yol izlemiş. Yani ana hikayeye pekte katkısı olmayan sadece aksiyonu ve dehşeti yüksek hikayeler anlatmayı tercih etmiş. Bu durum günümüz hikayelerinin anlattığı kısımlar için de geçerli. Yazar, ana olaylara ve arka plan hikayesine etki etmeyen ama okuması keyfili kanlı sahneler yaratmış sadece. Bu kitapta, diğer kitaplarından farklı olarak, düşmanın gözünden anlatılan kısımlar da eklenmiş. Ama bu kısımlar bana kalırsa en sıkıntılı kısımlar. Sanırım bu kısımlar “baş kötü” karakterin daha etkileyici olması için konulmuş fakat hem gözünden gördüğümüz karakteri tanıyacak kadar fırsatımız olmadığından hem de “baş kötü” için öyle etkileyici bir sahne olmadığından bu kısımlar istenilen etkiyi yaratamamış hatta negatif bir etki yaratmış. Bana kalırsa hiç olmasalar daha iyi olurmuş.
Hep kötü konuştum, farkındayım ama seriyi gerçekten sevdim ve bu kitap, en hafif tabirle, beni üzdü. O nedenle hep aklımda olmamış kısımlar yer etti. Kitap aslında kötü veya ortalama altında değil. Fakat tüm seri, hem bu kitap içerisindeki bölümlerle hem de ilk iki kitapla ortalamanın üstü hatta çok çok daha fazlası olabilirdi. Yazar, kitabın sonunda; “sündürmek istemedim, tadında bıraktım” gibi bir şeyler söylüyor ama bilemiyorum, böyle olacağına sündürseymiş keşke.
Herkese İyi okumalar dilerim.
Dördüncü kitap konusunda katılıyorum, olmasa da olabilir bir kitap ama olduğu için de okunmasa olmaz yani. Otostopçu öyle biraz, 4’ü okumasan rahat vermez, devamlı kaşınır, rahatsız eder oku diye. Bir yandan da sırf Bisküvi sahnesi için bile okunabilir.