Bence şimdilik neler olup bittiğini anlamak için çok zorlamamak lazım. Dünya ve karakterlerin tadını çıkarın şimdilik. Seri bittiğinde hala bir şey anlamadıysak işte o vakit topluca söveriz yazara.
Tolkien hakkında yapılan filmi seyrettin mi bir farkı var mı?
Evet eyrettim. Pek bir farkı yok. Ama düş gücü olarak film yazarın hayatını iyi yansıtmış diyebilirim. Evlilik hayatına ve sürekli ev değiştirmelerine değinmemesi de normal bence.
Bende yarısına geldim kitabın ve senin gibi düşünüyorum. Hatta görsellik avantajı ile dediğin gibi film daha iyi diyebilirim
Yarısından sonra kitap Yüzüklerin Efendisine geçince daha akıcı oluyor. Bir efsanenin doğuşundaki o minik detaylar şaşırtmıştı beni.
O zaman bende direk o bölüme geçeyim
Direkt geçmeyin ya kronolojik olarak gitmeniz daha iyi.
Üstat ben Hobbit’i okudum, Şuanda yüzük kardeşliğini okuyorum ara ara.
Tolkien kitabını sence ne zaman okumalıyım. Yazarın Türkçe’de çıkmış tüm kitapları var. Üçlemeden sonra okumak daha mantıklı geliyor gibi.
Hobbit ve Yüzüklerin Efendisini okuduktan sonra okumanız çok daha iyi olur. Silmarillion ve Bitmemiş Öyküler gibi diğer kitapları hakkında bu ikisi kadar spoiler niteliği taşıyabilecek bir şey yok.
O zaman bir bilgi de ben vereyim. Michael Moorcock bir yazısında Tolkien’in yazdığı Yüzük üçlemesinin yazıldığı dönemde eleştirmenler tarafından tür olarak bir çeşit nükleer kaza sonrasında geçen bir dünya yaratıyor olarak kabul edildiğini söylüyor. Yani bir zamanlar Yüzüklerin Efendisi serisi bilimkurgu türünde kabul ediliyormuş.
Aslında Tolkien, C. S. Lewis ile zamanında bir anlaşma yapıyor ve bir bilimkurgu öyküsü yazmaya başlıyor. Öykünün adını hatırlamıyorum şu an ama öykü tamamlanmamış sanırım. Bitmemiş Öyküler’de var mı yok mu onu da bilmiyorum. Beren ve Luthien ile ilgili zamanda yolculuğu içeren bir konusu varmış. Yani dediğiniz şekilde bilimkurguya dahil edilmesi hiç de şaşırtıcı değil.
İlk kitap çok sıkıntılı ama sıkıcı da değil. Başlarda anlamak çok zor ama zamanla oturmaya başlıyor. O yüzden sabır isteyen bir seri. Cinsiyetleri bile anlamıyorum ben. Kadın hayal ediyorum erkek çıkıyor ya da tersi Ama vıcık vıcık aşk yok hatta aşkla alakalı bir şey yok. O yüzden de seviyorum seriyi.
Yüzüklerin Efendisini düşünüyorum düşünüyorum ama bilim kurguya nasıl bağlamışlar çözemiyorum Fantastik bir evren ama sanırım o zamanlar fantastik tür pek yok ve Tolkien bu yüzden bu kitabı yazdığı için çok eleştirildiğini duymuştum bende.
Philippa Gregory’nin kitaplarını kronolojik sırayla okumaya başladım. Boleyn Kızı sonrası arka arkaya yayınlanan kitaplarını okuyalı 15-16 yıl olmuştur ama sonradan yayınlanan Kuzenlerin Savaşı diye de geçen Plantagenet serisini okumamıştım. Hem okumadığım kitapları okumak, hem önceden okuduklarımı bu sefer tarihsel bir sıralamayla tekrar okumak istediğimden seriye başladım.
Nehirlerin Kadını
Tudor & Plantagenet serisinin tarihsel olarak ilk kitabı. Beyaz kraliçe diye de bilinen Elizabeth Woodville’in annesi Lüksemburglu Jacquetta‘nın hikayesini okuyoruz. Jacquetta çok ilgi çekici bir karakter. Hayat hikayesiyle birlikte geleceği görme yada ailesindeki kadınların çoğunda bulunan ailesinden ölen biri olduğunda hissetme gücü gibi fantastiğe de kaçan özellikleri, hikayesini okumayı daha zevkli kılmış. Onun hayat hikayesiyle birlikte arka planda da York ve Lancaster sülalesi arasında başlayan ve git gide büyüyen Güller Savaşı (yada Kuzenler savaşı) diye adlandırılan iç savaşı da okuyoruz.
Şu üç kitabın içinde hem konusuyla, hem karakteriyle hem de kurgusal anlamda en iyisiydi bana göre. Tüm seriyi okuduktan sonra net karar vereceğim ama Boleyn Kızı kadar iyiydi.
Beyaz Kraliçe
Bu sefer Jacquetta’nın kızı Elizabeth Woodville‘in hikayesini okuyoruz. Aslında onun hikayesi de ilginç. Güller Savaşı bitmiş ve kazanan Yorklar olmuş. Elizabeth ve ailesi Lancaster tarafından olsalar da kaybedince Yorklara bağlılık yemini etmişler. Elizabeth’in eşi bu savaşlardan birinde ölünce kendisi iki çocuğuyla dul kalıyor ve yıllar sonra York’ların taç giyen kralı 4. Edward Plantagenet’la bir şekilde tanışıp aşık olup evleniyorlar. Edward’ın tahta kalma mücadelesini, Elizabeth’in entrikalarını falan okuyoruz. O da annesi gibi sürekli doğuruyor :d Yani bir Nehirlerin Kadını kadar değil ama yine de fena değildi. Ben bu kadına ve hırslarına uyuz olduğum için midir bilmiyorum ama hikayesini sanırım pek sevmiyorum
Kızıl Kraliçe
Evet bu üçleme boyunca en sıkıldığım kitaptı sanırım. Bu sefer de 8. Henry’nin büyükannesi Margaret Beaufort’un hikayesini okuyoruz. Kitabın arka planında Nehirlerin Kadınının ortalarından itibaren başlayan ve Beyaz Kraliçe boyunca devam eden olayları bu sefer Margaret’in gözünden okuyoruz.
Aslında bu kadının hikayesi çok trajik. Çok zengin ve soylu bir ailede doğduğu halde kız olduğu için bebekliğinden beri hor görülmüş ve sevgisiz büyümüş bir çocuk. Tek dayanağı din ve rahibe olmak isterken çocuk yaşta evlendiriliyor (Galler’de bir yerin kontu Edmund Tudor’la).
Zor bir doğumla ileride 7. Henry olacak bebeğini doğuruyor. Bundan sonra kafayı dinle bozması ve hafif de sıyırmasından mıdır nedir daha hamileyken bebeğinin ileride kral olacağına inanıp tüm hayatını bu amaca adıyor.
Tüm kitap Margaret’in kendini kutsanmış bir azize gibi görmesi, duaları, oğluşu da oğluşu ve Jasper Tudor aşkıyla (uzaktan) geçiyor. Sonlara doğru entrika dozu yükselince daha ilgi çekici hale gelse de en uzun sürede bitirdiğim kitap bu oldu.
Philippa Gregory’nin kronolojik okuma sırası olarak sitesinde de yer alan listeye göre sırada Kralyapanın Kızı var ama ben Beyaz ve Kızıl kraliçeler kitaplarında geçen olayları bu sefer başka karakterlerin gözünden yeniden okumak istemiyorum. Aslında Warwick’in kızlarının hikayeleri de çok trajik ve merak edilesi ama serinin sonlarına doğru bu kitabı okumaya karar verdim. Elimdeki kitap bitince Kızıl Kraliçe’nin devamı olan Beyaz Prenses’e başlayacağım.
@gozubocek’in seri hakkındaki yorumumu sorması üzerine kısaca hem seri hakkındaki fikrimi yazmak hem de kitapları ayrı ayrı ele almak istedim. https://forum.kayiprihtim.com/t/okuyorum-gorsel-baslik/34597/8460?u=dystopicanxieties
Üçleme gerçekten ilgi çekici ve kitaplığımda yer vermekten keyif aldığım bir seri oldu. Seri X Bölgesi olarak adlandırılan ve üst-akıl/zeki bir organizma tarafından istila edilen bir bölgeyi, neler olduğunu anlamlandırmak adına gönderilen keşif ekipleriyle beraber bölgenin harika bir ekosisteme sahip olduğunu ve medeniyetin izlerinin silindiği bir coğrafyayı ele alıyor. Yazarın yarattığı ekosisteme hakimiyeti ve olağan dışı bir görsel tasvire yer veren hayal gücü fazlasıyla keyifli ama genel itibariyle bölgenin istilası ve asimilasyonuna dair bende birçok soru işareti bıraktı, daha doğrusu son kitaptaki açıklamalar yeterli gelmedi. Bu sebeple her ne kadar seriyi okumaktan keyif alsam da üçlemeyi tavsiye etmekte çekimser kalıyorum. Belki aynı isimle uyarlanan Annihilation/Yok Oluş (2018) filmi seriye başlamadan bir fikir vermesi açısından izlenip karar verilebilir. Kitaptaki evrenin olağandışı görselliği yüzünden filmi izlemesi çok çekiciydi ama tabi kitaptaki bir iki temel noktayı alıp bambaşka bir film yapılmış o yüzden kitap ve film aynı konuyu ele alan paralel evrenler gibi benim gözümde. Seriye dair genel fikrime ek olarak aşağıda kitapları kısaca ele alıp bir fikir vermeye çalışacağım, umarım merak edenler için faydalı olur.
Serinin ilk kitabı Yok Oluş, X Bölgesi diye adlandırılan bir bölgeye gönderilen 12. keşif ekibinin gerilim ve gizem dolu anlarını ele alıyor. Kendilerinden önceki keşif ekipleri ya bölgede ölmüş ya da dönmeyi başarsalar dahi orada ne yaşadıklarına dair elle tutulur bir şey anlatamayan, içi boşaltılmış bir hale gelmişler. Bölgenin esrarengiz bir ekosistemi var ve yazar harika bir doğa sunmuş. Keşif ekibi üyelerinin isimlerinin bile olmaması, onları sadece Antropolog, Haritacı, Biyolog, Psikolog şeklinde tanımamız keşif görevine ayrı bir haz ve gizem katmış. Bu ilk kitabı okuması yaratılan gerilim atmosferini hissettirmesi açısından fazlasıyla keyifliydi. (1000kitap’ta bu kitaba zamanında 6/10 puan vermişim)
Yetki adındaki serinin ikinci kitabı ise X Bölgesi’ne gönderilen keşif ekiplerini ve bölgeyi inceleyen farklı departmanları idare iden Southern Reach’teki Merkez yönetimi ele alıyor. Merkeze yeni atanan Kontrol adındaki müdürle beraber Southern Reach yönetimi, bölgeye gönderilen keşif ekipleri, X bölgesini inceleyen bilim insanları ve teoremleri çerçevesinde ilerliyor. Yeniden bir keşif ekibi bölgeye göndermek yerine arka planda neler döndüğünü anlatması açısından hikayenin biraz geriye çekildiği hissiyatı bırakmıştı bende. Şaşırtıcı bazı gelişmeler ve ara ara yaşattığı gerilimle beraber yine okuması zevkliydi fakat X bölgesine dair soru işaretlerini tam olarak yanıtlamadığı için yine tam tatmin edememişti. (1000kitap’ta bu kitaba 5/10 puan vermişim)
Üçlemenin son ve en sevdiğim kitabı olan Kabulleniş ise yazım ve hikaye anlatma tekniği açısından okuması gerçekten haz vericiydi. Seride öne çıkan 4-5 farklı karakteri sırayla farklı zamanlarda olayların nasıl gerçekleştiğini kendi perspektiflerinden anlatıyor. Bu sayede hem henüz daha X bölgesi oluşmaya yeni başlamak üzereyken neler olduğunu hem de çok sonrasında bölgenin sınırı genişlediğinde neler olduğunu da ayrı ayrı okumuş oluyoruz. Hızlı bir akış olduğu için okuması keyifliydi fakat daha önceki soru işaretlerini açıklama kısmında yetersiz kaldığını düşünüyorum. Bölgenin istilasının nasıl ve neden gerçekleştiğine dair yapılan açıklamalar kısaca geçiştirilmiş gibi, daha uzun, ayrıntılı ve temeli sağlam açıklamalar yapılmış olsaydı çok daha iyi olurdu. (Bu kitaba ise puanım 8/10)
***Sanırım benzer sebeplerle yazar seriye ek bir kitap daha yazmış ve “Absolution” adındaki 22 Ekim 2024’te çıkacak kitap belki daha tatmin edici açıklamalar yapar diye ümit ediyorum.
Güzel incelemen için teşekkür ederim. Filmi sıkılmadan izleyip çok beğenmiştim. Kitapları ise hep beklettim. Şimdi okuma listesinde öne çektim.
Filmin çıktığı dönem radarıma almıştım ama okunacak çok kitap var diye elemiştim sanırım ( ya da çevirileri henüz tamamlanmamış da olabilir, hatırlayamadım ) .
Sonradan önüme çok çıktı, her seferinde arada kalıp almaktan vazgeçiyorum Geçenlerde bir youtuber da epey övmüştü, yine arada kalıp vazgeçmiştim
.
Bu seriyi okumadım fakat listemde. Yazarın Borne adlı romanını okudum. Bayıldım. Tavsiye ediyorum okumadıysanız.
@gozubocek ay böyle düşünmenize gerçekten çok sevindim. Umarım okuyunca da seriyi seversiniz
@Vordue sürekli radarınıza girip eliyorsanız bence bir şans verin derim çünkü belli ki her defasında ilginizi çekmeyi başarıyor
@annihilator konusuna bayıldım gerçekten, okuma listeme aldım. Tavsiye için çok teşekkür ederim
İlk kitap Ay Bahçeleri, özellikle ikinci kitapla beraber (karışık oldu biraz, kabul ilk kitabın ikinci bölümü diyelim) yani kısaca Darujhistan’a girdikten sonra çabucak açılıyor. İlk kitaba her şeyi anlamaya çalışmadan, üzerinize gelenleri tamamen teslimiyet halinde kabul ederek başlamak lazım. Özellikle reread için hazırlanan bir döküman vardı, -buradan bir arkadaş da Türkçe’ye çevirmişti zamanında- onu yanınızda bulundurursanız en azından Darujhistan’a gelene kadar neyin ne olduğu konusunda kafanızın karışmasını önleyebilirsiniz. Ama dediğim gibi Darujhistan’dan sonra hikaye ciddi anlamda açılıp çok daha akıcı hale geliyor.
Üstelik bir film senaryosundan çevirme olduğu için (ilk kitap özellikle), şahane bir sahne ekonomisine sahip. Gereksiz tek bir sahne bile yok. Yol kenarında kamp kurdular, kurutulmuş et ve peynir yediler gibi lüzumsuz sekanslar yok. Karakter odaklı değil, tamamen plot odaklı. Sürekli ilerliyor hikaye efendim durduramıyorsunuz. En azından ikinci bölümün sonlarına kadar bir şans tanıyın derim.