Liseden beri nadiren kullandığım Almancam için biraz pratik yapabileyim diye arada bir Almanca kitap okumaya karar verdim. Hem polisiye romanları sevdiğim için hem de bu türdeki romanların dili genelde daha basit olabildiği için Almanca polisiye romanlarına baktım. Goodreads puanları fena olmadığı için Charlotte Link’in Kate Linville & Caleb Hale serisindeki kitapları okumaya başladım. Yazar Alman olmasına ve Almanca yazmasına rağmen bu kitap serisindeki olaylar İngiltere’de geçiyor.
Suçsuz anlamına gelen Ohne Schuld romanı bu serinin üçüncü kitabı. Daha önce serinin ilk kitabını da okumuştum ama ikinci kitabı bulamadığımdan onu atlayıp üçüncü kitaba geçtim. Bu kitabın kimin yazdığını hiç bilmeden okusam bile Charlotte Link’in yazdığını anlardım, çünkü ilk kitapla tamamen aynı formül kullanarak yazılmış. Kitabın başında geçmişte yaşanmış olan ve biraz üstü kapalı şekilde anlatılan trajik bir olay görüyoruz. Sonraki kısımda bu olaydan 10-15 sene sonrasına gidiyoruz ve ilk bölümdeki olayla bağlantılı bir intikam hikayesi okuyoruz. Ayrıca kitap içerisinde bir erkekten duygusal ya da fiziksel şiddet gören bir kadın oluyor. Bu anlattıklarım, yazardan okuduğum her 2 kitapta da olan şeyler.
Bunları bir kenara bırakırsak kitabı genel anlamda başarılı buldum. Yazar belki polisiye dünyasına çok bir yenilik getirmiyor ancak kitap boyunca heyecanı yüksek tutmayı başarıyor. Özellikle kitabın son üçte birlik kısmında heyecan ve aksiyon oldukça üst seviyedeydi. Polisiye hikayenin yanı sıra kitapta karakterlerin özel yaşamları ve iç dünyalarındaki sorunlar da işleniyor ve bunlar karakterlerin aldıkları kararları etkileyebiliyor. Bu durum hikayeye daha fazla gerçekçilik katıyor.
YKY’nin tek kitapta topladigi 2 Balzac novellasini (Sarrasine, Bilinmeyen Saheser) İs Kultur ve İletisim’den almistim. Cocugun ogle uykularinda okuyabildim dun ve bugun. İkisini de begendim. Sarrasine asagida spoiler’a verecegim filmleri animsatirken, digeri Fowles’in Abanoz Kule oykusuyle butunlesti, keske bu temadaki oykuleri toplayan bir sanat kitabimiz da olsa. YKY edisyonunu da alip yer tasarrufu saglamayi dusunuyorum.
Kitap kusursuz olmasa da bir korku romanı olarak yeterince güzeldi. Bazı yerlerde yazar biraz uzatmış gibi hissetsem de korku unsurları, gerilim, mekanlar gibi unsurlar oldukça iyiydi. Adam Nevill günümüzde yazan korku yazarlarının içinde dili en edebi olanlardan birisi. Kitapta yer yer tempo düşse de üç gün içinde kitabı bitirdim. Korkuseverlere tavsiye ediyorum bu kitabı.
Raflara yerleşemeyen kitaplar nedeniyle “ne eleyebilirim?” düşüncesiyle elime aldığım iki Zweig kitabından bahsetmek istiyorum.
Rahel Tanrıyla Buluşuyor ve Gömülü Şamdan. İş Bankası baskısında Gülperi Sert’in önsözde bahsini geçtiği üzere, 5 menkıbeden üçü ilk kitapta, bağımsız bir diğeri ise ikinci kitapta bulunuyor.
İlk kitabın ilk 2 hikâyesi daha dine dayalı öyküler olmakla birlikte, sonuncu ve en uzun öykü, Tolstoy’dan Anar’a, Buzzati’den Calvino’ya değin aşina olduğumuz halk hikâyelerini takip ediyor. Adaletin anlamını arayan kraliyet yargıcının bu yolda empati kurma ve her şeyden vazgeçme çabasının sonuçlarıyla yüzleşerek günbegün olgunlaşma anlatısı bir hayat yolculuğuna dönüşür.
İkinci kitaptaysa bayağı “hard jew-fi” bir öykü var. Felsefe derslerinde Yahudiliğe dair öğrendiğimiz ne varsa bu kitapta bir gömlek üstüyle mevcut. Roma döneminde geçmesi (seriye bir başka kitapla konuk olan Belisarius da var) ve bir nevi kutsal kâse yolculuğu içermesi nedeniyle (Kudüs’teki iki dinî merkezden bir diğer göçebe toplum olan Yahudilerin kendi gözünden tarihlerine bakış atmaya, Venedik Taciri’nde gördüğümüz düşmanlığa kadar) pek çok paralel bilgi tarihsel perspektiften bizlere sunuluyor.
Her iki öykü de ustalıkla kotarılmış. Velhasıl, raflarımdan koparamadığım iki kitap hakkında kısa bir şeyler karalamak için girdiğim yazı da burada sonlanıyor.
Usta yazar Wells’in Dünyalar Savaşı tamamen yazıldığı döneme göre yorumlanmalı. Günümüz eserleriyle ve ona yakın olanlarla karşılaştırırsanız büyük hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. O yüzden Dünyalar Savaşı’nı henüz bu türün daha yeni yeni ortaya çıktığı dönemde okuyormuş gibi yapmalıyız. Ayrıca kitap, gerçekliğe yakınlığıyla ve bilimsel finaliyle okunması gereken bir eser. Yazarın dini inancı bir yana bilime bakış açısı ve bu kitap özelindeki nasihatleri paha biçilemez bana göre. Oldukça karamsar bir havada ilerleyen hikaye nasıl sonlanacak derken finaldeki çözük deherkesin içini rahatlatacak cinsten.
Carl Sagan’dan alanı olmayan ama üstesinden hayli hayli geldiği bilgi dolu harika bir kitap. İnsan beyninin evrimi hakkında kolayca anlaşılacak bir eser. Herkese tavsiye ederim. Hem insan beyninin hem de insanlığın evrimini aynı anda okumak iyi bir deneyimde.
Alfa’dan çıkan son Asteriks cildi "Beyaz Süsen"i Goodreads’te aldığı yüksek puanlar nedeniyle Goscinny dönemini geri getirir bir keyifle okurum umuduyla koyuldum yola. Ancak daha ilk sayfalardan Saadet Özen’in Olcay Kunal’dan devraldığı çeviri serbestisi gözümü kanatmaya başladı.
Popüler kültür (“güç seninle olsun!”) kullanımlarını beğensem de, yöre ağzı ve yerel kültüre dair kalıpların daha önce bu denli çiğ durduğunu da görmemiştim:
Ama en çok, genç-yaşlı, çoluk-çocuk, hepimizin Hopdediks’ten Toptoriks’e, leziz çevirilerine aşina olduğumuz isimlerde geldiğimiz nokta canımı sıktı. Şöyle ki;
Bu mizah herkese hitap etmeyebilir. Bu denli ana akım bir markada “dili bal s*çmak” * gibi bir çeviriyi ben içime sindiremedim. Saadet Hanım uygun görmüş olsa bile editörün de bir “durun bakalım, değerlendirelim” demesi uygun olurdu, bu bir serinin 40. kitabı ve böyle bir şeyi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.
Konu da çok tanıdık, tekrar ve tekrar suyunun suyu olunca kendini unutturamadı. 100-150 liraya satılan ciltlerin kalitesi eskinin altındayken bari çeviriden ve editörlükten yana sıkıntı görmeseydik.
Alfa’yı Asteriks’e bulaştıran yeni- eski herkesin diline bal, cebine eşek arısı diyor ve hüsranımı - sonraki sayıya taşıyana dek - sonlandırıyorum.
“Dilibal Sıçanyus” denmek istenmişse, bu şekilde ayrı yazılmadığı sürece yine aynı çağrışımı yapacağı için, eleştirim olduğu yerde kalmış oluyor.
Meşhur Kunta Kinte’ nin ve sonraki 6 neslin romanı. Eskiden ve yakın zamanlarda (sanırım) dizisi de yayımlanmış. Afrika’ dan kaçırılıp ABD’ ye köle olarak getirilen Afrikalı insanların çektiklerinin romanı. Okurken içimden ‘‘işte ABD’ den nefret etmek için bir sebep daha’’ diye geçirmeme sebep oldu.
Balzac’ın, tıpkı Zola gibi, diğer pek çok eserinden karakterle zenginleştirdiği novellasında, David Copperfield’in usta-çırak ilişkisinden Bovary ve Karenina’nın ihtiraslarına değin bildik tatlar almak olası. Lakin eserin “kötüsü” eli sıkı tefecimiz değil, ölüm döşeği etrafında dans eden sadakatsiz eş. Pek çok yöne gidebilecek öykü, Goriot Baba’nın kızı olan bu güzel hanım etrafında şekillenmeyi seçiyor. Bize de tadı damağımızda bırakan bir kitabı noktalamak kalıyor.
Tefeci konseptine doymak isteyenleriyse şöyle alalım;
Sabah 6 seansından sonra, çocuğun öğle uykusunda “belki elerim” turunda elime gelen ilk kitap, 3.45 puanına güvendiğim Yeşil Işın oldu. Rohmer’in The Green Ray’iyle alakası yoktur umuduyla başına oturduğum eser, lanet olası pastoral İskoçya arka fonunda Bunuel’in Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’ni andıran bir kara mizah silsilesi içinde, görülmesi her seferinde kılpayı kaçırılan Yeşil Işın’ın peşinde koşarken, bunu evlenmek için şart koşan hanım kızımızın da finalde Türk filmlerine taş çıkaran biçimde yazarın kalemine cuk oturmasıyla yüzleri güldürür. Kitabın puanını kıran belki kadınların bilim dünyasındaki yoksunluğuna dair gevezelik ettiği paragraf olabilir. Şu hâliyle 3.60-3.70’lik kitaplardan aşağı kalır yanı yok. Tek eleştirebileceğim nokta, HAY’da pek tercih etmediğim Bertan Onaran’ın yer yer çiğ kalan çeviri dili oldu. Çocuk kitaplığı için elde tutulabilir olmasından dolayı sevdim, yazarın çekirdek eserlerini okuyup halkayı genişletmek isteyenler için tavsiye edilebilir.
Not: Esinlenme varmış. Hayal meyal ufku seyir hatırlıyorum, zaten filme de 7/10 vermişim.
Jules Verne’le çıktığım ikinci raund Karpatlar Şatosu’nda gerçekleşti. Hikâye lanet olsun ki gayet iyi gidiyordu. Gotik edebiyatın temel taşlarındaki gibi, dağın eteğindeki tekinsiz şatonun esrarı yaşamlarına sinmiş ahali, artık canlarına tak deyip, köy hanında oraya bir gezi düzenlemeye karar verir. Buna sebep, bir gezginin sattığı dürbündür. Yolculuk yapılır, esrar sürmektedir. Dönüşte hana gelen iki yabancının da katılmasıyla öykü yokuş aşağı yol alır. Tam “neler olacak” derken de bitiverir, bunu da günümüz okuruna en saygısızca sayacağımız, erken dönem gotik eserlerden Ann Radcliffe ve kimi önemli yazarın tercih ettikleri gibi, doğaüstü unsurlara mantıklı açıklamalar getirir biçimde yapar. Dolayısıyla, en lezzetli lokma olması gereken son lokma yani final, tüm öyküyü çöpe çevirir. 1/10.
Bu erken sonlanan öyküden sonra kitabın yarısında ikinci bir öykü daha bizi karşılıyor: Piyango(Bileti).
Burada da bir kazaya uğrayan denizci, elindeki piyango biletini arkasına bir veda mektubu yazarak sevgilisine gönderir. Bilet büyük sansasyon yaratır. Lakin olaylar Waking Ned Devine filmindeki ya da Shirley Jackson’un Piyango’sundaki gibi gelişmez, daha çok Verne’in Yeşil Işın’da da gördüğümüz romantik (yumuşak) karnındaki gibi seyreder. Doğaüstünün eksiltildiği gotik öyküden sonra bu romansın mucizelerle bezenmesi kitaptan iyiden iyiye soğumama sebep oldu. Dolayısıyla, ben de arkasına görünmez mürekkeple veda yazısı döşendim ve talihlisinin kazanması üzere sahafa bilet olarak ayırıp kitaplığımdan gönderdim.
Erteleme Sanatı - John Perry
Kitabı satın alırken Türkçe detaylı yoruma denk gelmediğim için yazıyorum, belki alacak kişilere faydası olur.
Kitap aslında Yazar John Perry’nin erteleme üzerine yazdığı bir makalenin detaylandırılıp, uzatılıp kitap haline getirilmiş hali. Kendisi felsefe alanında çalışan bir akademisyen.
Kendisi hayatında herşeyi erteleyen, bunu ara ara çözmeye çalışsa da çok kafasına takmayan birisi.
En önemi nokta, hayatınızda ertelemeden şikayetçiyseniz ve bu kitabı satın alıp bir fayda görmek istiyorsanız sakın satın almayın. Çünkü 110 sayfa kitabın en fazla 10 sayfası okumaya değer nitelikte.
Kitabın başında yazar bir yardım kitabı yazmadığını aksine ertelemenin temelleri hakkında bir kitap olduğunu belirtiyor ama bence kitabın büyük kısmı geyik muhabbeti. Yazar kendini komik zannediyor ama komik de değil. Bu konuda Cal Newport’un kitabını da okuyorum, eğer bu konuda arayaşınız varsa kesinlikle o kitabı alın. Bu kitap tamamen zaman kaybı. Bir yayıncının, tutmuş bir makaleden nasıl para kazanırız düşüncesinin bir sonucu.
Kızımın öğle uykusunda Cobra Kai izlemezden evvel kitaplığından seçtiğim eski basım kitap, Tahsin Yücel çevirili Yağmur Yağdıran Kedi idi. Çok da güzel başladı, ancak "büyükler"in kediyi çuvala tıkıp sopalarla dövüp ırmağa atmak peşinde koştuğu plan bozularak sertlik ikinci plana düşse de, Goethe’nin Kurnaz Tilki’si gibi başlayan ikinci öykü “sen ne yapıyorsun Can Çocuk?” dedirtti. Fotoğraf çektim unutmamak için, aynen aktarıyorum:
“Tilki dilini tutmadığı için onu cezalandırmak istemiş, bir pençede öldürmüştü zavallıyı. Yerden aldıkları zaman sıcacıktı daha. Tuzlayıp biberleyip sofraya getirdiler.”
Roma’yla kölelerin savaşı gibi, kaç tavuğun, horozun telef olduğunu hatırlamıyorum. Küçüklerin de umrunda değil işin güzel tarafı. Bakalım tilkinin “efendileriniz sizi erken öldürmezse burada (ormanda) dişleriniz çıkar” diye kandırdığı horozun tüm kümesi ormana taşıma fikrine ne diyorlar:
“Bir gün dişlerin çıkar mı bilmem. Olabilir. Ne olursa olsun, fırında nar gibi kızarmış bir pilicin tadına doyum olmaz. Bir kez de bir horoz yahnisi yemiştik, o da çok güzeldi.”
Tabii sonrasında bu horozun da akrabalarıyla birlikte tilkinin de çocuklara “sizi yeriz” tehdidi şanına mum dikiyor.
Çocuklar için “acımasız” masallar istiyorsak zaten Grimm vb. içinden seçki yapılacak denli geniş bir havuz oluşturuyor. Bu şekilde sunulmaksızın şirinlik muskası kapaklarla böyle içeriği paketlemek bana ticari olmaktan çok düşüncesizlik, umursamazlık gibi göründü. Paylaşmak istedim.
Eşim “eski kitap olduğu belli” dediğinde, “yine basılmıştır” savımı doğrulamak için baktım, gırla basımı var. Alacakları uyarmak ister, herkese keyifli okumalar dilerim.
Not: Bir domuzun başrolünde olduğu bir üçüncü “Tavuskuşu” öykü de var. Sahaftan alacakları mutlu edecektir.
Sabah okumalarında 40 sayfalık London kitabını bir solukta bitiriverdim. Tıpkı Kızıl Veba’daki gibi, tabiri caizse önce ateş başında toplanılıp daha sonra hikaye birinin ağzından anlatılmak üzere dümeni devralıyordu. Yaklaşık 20-25 sayfada koca bir romana (filme) sığacak “tretman” intikam hikayesine dönüşerek maceradan maceraya koşturdu. Sonu beklediğimiz kadar sert olmasa da, aynı yumuşaklıkta bir twistle sonlanarak, memnun ayrılmamızı sağladı. Tipik IGN puanlaması olarak 7/10 veriyor, başka maceralara doğru yelken açıyorum.
Bu kitap çıktığında sonuna dair spoiler yemiş, almamaya karar vermiştim ancak neden sonra bilmediğim bir nedenden ötürü kitaplığıma katmışım (bkz: sürmenaj olayları). Hanım ve çocuk uyuyorken ve midemde açlıktan eşşekler tepiniyorken dikkatimi dağıtmak üzere okuyayım dedim.
Kitap, yine bir üçüncü ağızdan, ancak boksör gencimizin nişanlısı genç kızın perspektifinden anlatılıyor. Onun duyguları, hissedip açığa vuramadıkları ön planda yer alırken, arkada London’un kalemi boksa dair gördükleri ve bildikleriyle mürekkebini döktürüyor. Öyle ki boks maçını herhalde bir otuz sayfa kadar okuyoruz - kolay iş değil. Lakin London’dan beklenmeyecek olan belki Harlequin tarzına bu denli yaklaşmış olması olur: Biraz zorlasanız erotik külliyata rahatlıkla girebilecek, beyaz/pembe/kırmızı (her ne ise) dizi yazarlarının parmaklarını yedirecek satırlar mevcut. Özellikle “gencin cildi kadın teni kadar güzel, hatta daha da ipeksiydi; o akça-pakça parıltısını bozan ilkel kıllar yoktu.” kısmı ve rakibin erkeksi kıllarıyla köpeğe benzetilmesi pek hoş hissettirdi eril bünyemi. Kitaba puanlamamı şu şekilde yapmayı uygun gördüm:
Bir Rocky Serisi vardır,
Bir de The Set-Up (1949), Champion (1949), The Champ (1931, 1979), Raging Bull (1980), Million Dollar Baby (2005) gibi filmler.
Nihayetinde, “ya günün birinde kızım boksörün birine tutulursa” düşük ihtimaliyle (lanet olsun bazı sorcerer supremeler), biyografisinin de yardımıyla, tanık göstermek üzere, kitabı elimde tutmaya karar verdim.
Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı ile London’un köpekleri başrole koyduğu hikayelerin nasıl su gibi akıp gittiğini biliyoruz. İş Bankası’nın bu kısa seçkisi de hiç aşağıda kalmayan biçimde zevkli ve akılda yer edici.
Tümü kızak köpeği olan 3 öykü kahramanının ilk ayağı "Kahverengi Kurt"ta Kaliforniya’daki sakin yaşama alışan köpeğimizin eski sahibinin kendisini arama yolculuğunda kapıda bitmesiyle gelişen olayları tüm heyecanıyla okuyoruz. Şu öykülerden her biri Shirley Jackson, Raymond Carver vb. için altın değerinde olur, kitaplarını parlatırdı.
İkinci öykü "Ah O Benekli"de sahiplerinin ağzından her türlü uğursuzluğu başlarına sardığı ve batıl inançlarını körüklediğini okuyoruz -ki bu ve takip eden öykü kara mizah unsurlarıyla bezenmekte (Alakasız çağrışım: Tanrıyı Gören Köpek@Dino Buzzati).
Son öykü “Batard” ise, sahibinden dayak ve işkence görmüş kızak köpeğinin “intikam soğuk yenir” deyimini haklı çıkaran biçimde bir western sahnesi koyar önümüze. Samuel Fuller (“White Dog”) ve Eli Wallach buna bayılmıştır.
Her üç öykü içinde, ilk öykünün finalindeki “kararsızlık” ve “kararı kendisi adına bir başkasının vermesi beklentisi”, tiktakları saniyesiyle duyduğumuz geri sayım içinde, heyecanı dorukta tutarak, bayrağı göğüslüyor. Son öykü de finaliyle pik yaparken, ikinci öykü Çehov sonrası modern öyküde daha sık gördüğümüz “mutluluk varılacak yer değil, yolculuğun kendisidir” felsefesini benimseyerek, bütünüyle daha yoğun bir tat sunuyor. Her şekilde, bütünlük sağlayan ve üst kalitede lezzet sunan bir kitap var karşımıza. Seçene de, çevirene de (tek bir typo mevcut), basana da teşekkürler olsun.
8/10 (iki puanı Stephen Kingvari olayların geç gelişimi, girizgâhın kurgusal atıllığı adına kırıyorum).
Tarihe merakı olanların özellikle İslamiyet Öncesi Türk Tarihi’ ne merakı olanların kütüphanesinde olması gereken bir kitap. Ders kitabı biçimiyle akıcı bir tarih kitabı biçimi arasında bir anlatımı var. Tarih sevmiyorsanız illaki sıkılırsınız ama seviyorsanız hemen bitirirsiniz. İçindekiler, dizin, kaynakça bakımından güzel ayrıca son sayfalarda en başından sona kadar ki Türk boylarının yazılı olması da güzel.
Kitapta fazlaca basım hatası vb. var. Bazı yerlerde yazım hataları var ve okumayı güçleştiriyor. Bilge Yayınları, 24 basım yapmış kitap! Lütfen 25. için daha dikkatli inceleyin.
Ve bir de şu çince kelimelerin okunuşlarını parantez içinde yazın lütfen.
Şimdilik ara versem de yaz boyu Philippa Gregory kitaplarını okumaya devam ettim. Kronolojik sıralamada atladığım iki kitap var. Onları en son okumaya karar verdim.
Beyaz Prenses
Annesinin türlü entrikalarıyla tahtı ele geçiren 7. Henry ile evlenen Plantagenet prensesi Yorklu Elizabeth’in yaşadıklarını ve onun hikayesinin yanında eşi ilk Tudor kralı 7. Henry’nin tahtını elinde tutma mücadelesini okuyoruz.
Kitap akıcıydı ama Elizabeth çok sinir bozucu bir karakter ya. Annesiyle zamanında yaptığı entrikalar karşısına geldiğinde hep bilmiyorum bilmiyorum demesi ayrı, sürekli amcası Richard’a duyduğu aşktan bahsetmesi ayrı (o senin amcan amcan), kendi çoluğu çocuğu olduğu halde tahtı kardeşi olup olmadığı belli bile olmayan birinin ele geçirmesini istemesi ayrı sinir etti beni. Sonunda biraz mantıklı düşünmeye başlıyor allahtan.
Mahkum Prenses
İspanya Kraliçesinin kızı Catalina’nın bebekliğinde yapılmış evlilik anlaşması sonucunda 7. Henry’nin oğlu Galler Prensi Arthur’la evlenmesi için 14 yaşında İngiltere’ye gelmesi ve çektiklerini okuduğumuz kitap.
Catalina (Katherine) Arthur’la evlendikten bir kaç ay sonra Arthur ölüyor ve gencecik yaşında dul kalıyor. Bu sefer kocaman bir belirsizlik oluyor Catalina şimdi ne yapacak? Bebekliğinden beri Galler Prensesi diye çağırılan, İngiltere kraliçesi olmak için yetiştirilmiş bir prensesin ülkesine dönüp basit bir dükle evlenmesi kendi açısından kabul edilemez bir şey oluyor ve Catalina her şeye rağmen İngiltere kraliçesi olmak için planlar yapıyor ve bekliyor.
Yazık valla hem gençliğinde hemde yaşlanınca çok çekmiş bu kadın.
8. Henry’nin en sevdiğim eşi ve gerçek kraliçesi o. Tam bir queen :d Zaten ondan ayrılınca Henry iyice sıyırıyor totosu başı ayrı oynuyor :d
Bu arada kitabı ikinci okuyuşum. Yıllar önce okuduğumda pek sevmemiştim ama şimdi Gregory kitapları içinde top 5’e koyuyorum.
Kralın Laneti
Plantagenet’lerin son üyelerinden, 4. Edward ve 3. Richard’ın kardeşleri Clarence dükü George’un kızı Margaret Plantagenet’in (Pole) hikayesi.
Kendisi önce babasının vatan hainliğinden idamını görüyor sonra da kardeşinin kuleye kapatılıp yıllar sonra sırf soyu ve 7. Henry’nin tahtı iyice sağlama alınsın diye idam edilişine şahit oluyor.
Bu kitapta da kardeşinin idamı sonrası ölene kadar yaşadıklarını okuyoruz. Kendisi prenses olduğu halde soyunun değeri azalsın diye basit bir şövalyeyle evlendiriliyor. Hem fakirliği dibine kadar yaşıyor hem de ileride babasının mirasına kavuşuyor ve çok zengin oluyor.
Bir yandan da aynı dönemde geçen diğer kitaplarda üstün körü bahsedilen kilise reformunu ve yaşanılanları daha ayrıntılı okuyoruz.
Margaret Pole’un hayat hikayesini tam bilmediğimden sonuna çok şaşırdım ve bir kez daha 8. Henry’nin tam bir ruh hastası olduğunu anladım.
Boleyn Kızı
Bu kitabı yıllar önce okuduğumda çok beğenmiştim. Şimdi tekrar okuduğumda aslında çok harcanmış bir kitap olduğunu düşünüyorum. Elinde Anne Boleyn gibi dönemine damga vurmuş çok zeki ve entrikacı bir kadın varken ana karakter olarak kardeşi sıkıcı Mary Boleyn’i seçip Anne’in yaşadıklarını özet olarak okutmak kimin aklına gelmiş acaba ya? Mesela kitapta bazen Mary çocuklarını görmeye aile evine gidip aylarca orada kalıyor bizde sayfalarca o sıkıcı anları okuyoruz, sonra Mary saraya gidince olan biten yaşanan önemli şeyler kısacık anlatılıyor.
Cidden okurken çok sinir oldum. Düşünün dönemin en önemli kişilerinden Thomas Cromwell’in adı bile bir iki defa geçiyor, kilise reformu üstün körü anlatılıyor resmen harcanmış ya.
Ne Anne ve George Boleyn’in mahkemeleri var ne de Anne’in idamı falan hakkıyla yansıtılmış.
Boleyn Mirası
Bu kitap Boleyn Kızı sonrasını konu alıyor. Jane Seymour ölmüş Henry tabi ki yeni eş bakıyor ve protestan ittifakını güçlendirmek işin Cleves’li Anne ile evleniyor. Sonrasında Henry’nin delilikleri sayesinde bu evlilikte bitiyor ve Anne Boleyn’in kuzeni 15 yaşındaki Katherine Howard’la evleniyor.
Bu sefer hikayeyi üç kadının gözünden okuyoruz. Cleves’li Anne, Jane Boleyn ve 8. Henry’nin idam ettirdiği ikinci eşi olan Katherine Howard.
Bence okuduğum diğer kitaplara göre zayıf kalan bir kitaptı.