Yazanlar var Mehmet Berk Yaltırık, Galip Dursun, Işıl Beril Tetik, Demokan Atasoy daha adı aklıma gelmeyen yazarlar var bizde korku tanzimant döneminden beri tukaka olarak görülmüş ama sağlam yazarlar var. En son aklıma gelen kişide Galip Tekin.
Tabi onları da okudum ama bu profesyonellikte değillerdi maalesef. Hepsi ilgi alanlarından esinlenerek yazıyorlar ama aksiyonu ve dramayı ayarlamak için kendi dilinin edebiyatına da çok hakim olmak gerekiyor sanırım.
Yorum da sayılmaz aslında yine de paylaşmak istedim.
Kitabı yarım bırakmak hiç huyum değildir zorlar okurum mutlaka ama gitmedi olmadı 100 sayfa kadar okudum daha fazla ilerleyemedim… Konusu da çok ilgimi çekmişti aslında. Umarım başka zamana…
P. D. James dedektif kitaplarıyla meşhur bir teyze, bu türe gitmemiş kalemi, zorlamamak lazım. Filmi var zaten.
Ben geçen sene fuardan alıp okumuştum finali çok vurucu film sadece kitabın temel konusunu almış olay örgüleri çok farklı.
Stand on Zanzibar’ı bitirdim. Üşenmediğim bir zaman bu inanılmaz kitap hakkında birkaç cümle yazmak isterim. Kitabı bitirip kapağını kapattığınız an Jean Baudrillard gibi bir insanın neden favori kurgu kitabının Stand on Zanzibar olduğunu kolaylıkla anlıyorsunuz. Üslubu ve kurgu tarzı Yeni Dalga türünün bir mahsülü olduğu için klasik yazarlardan çok farklı gelecek ama ilk elli yüz sayfa sonrası rahatlıkla alışıyorsunuz. 9.5/10
Yukito Kishiro - Savaş Meleği Alita, Cilt 7: Kaos Meleği bitti.
Hikaye biraz daha çetrefilleşiyor. Ne söylesem sürpriz bozarım.
Sarah Bakewell’dan okuduğum ikinci kitap. Yine enfes bir anlatım vardı.
Yazar bu kitabında, Montaigne ve onun yüzyıllara meydan okuyan eseri Denemeler’in hayatını anlatıyor. Bunu yaparken de ‘‘Nasıl yaşanır?’’ sorusuna 20 maddede cevap vermeye çalışıyor. Bu yolculukta Monteigne ve eserini daha çok tanırken, dönemin inançlarını, toplumun yapısını ve bazı önemli olayları da okumuş ve öğrenmiş oluyoruz.
Sakin bir kafayla ve Denemeler’le beraber okunabilecek (ben öyle yapmadım maalesef) çok güzel bir kitap.
9/10
DAN VE İSTANBUL’UN HAYALETLERİ - THOMAS TAYLOR
Serinin 3.kitabını bitirdim. Yazarın Tuhaf Deniz Kasabası serisinden sonra bu serisi de oldukça hoşuma gitti. Maceramız bu kez İstanbul’da geçiyor. Medusa’nın kalbinin çalınmasını engellemeye çalışan Dan ve Zeynep’in macerası ayrıca bu kitapta Tuhaf Deniz Kasabasından sürpriz bir karakterle de karşılaşıyoruz
Puanım: 9/10
Bunu bilsem almazdım. Henüz okumamıştım ama hayal kırıklığına uğradım… Teşekkürler inceleme için.
Başka gezegenlere yolculuk temasını sevenler bir göz atabilir ama bana basit geldi, atlaya atlaya okudum
Forumda aktifliğim azalmış durumda, bu sebeple kitap/dizi/film konularında biraz yüzeysel incelemeler yapayım da tekrar foruma karşı motive olayım dedim
Coğrafya Mahkumları - Tim Marshall - 9/10
Ülkelerin siyasetini jeopolitik açıdan inceleyen bir kitap. Açık konuşmak gerekirse bu tip konulara biraz yabancı sayılırım. Zaten bu yabancılıktan kurtulma niyetiyle bu kitabı elime aldım. Çok anlaşılabilir, oldukça az, öz ve faydalı bilgiler içeriyor. Benim gibi konuya hakim olmayan birisinin bile kafasındaki birçok şeyi açıklığa kavuşturacak cinsten bir anlatım olmuş.
İlgilisine kesinlikle öneriyorum, hem keyif aldım hem de birçok şey öğrendim.
Kitabın adı Oscar Wao’nun hayatı ama kitabın yarısında Oscar yok, ailesinin tarihini izliyoruz. Politik eleştirileri yüzünden Pulitzer ödülü almış bence. Yakın Dominik tarihine merakınız varsa okuyun, yoksa çok menem bir kitap değil.
Amerikan köle hikayeleri ilgimi çekmese de gerçekten olgun bir dille yazılmış sürükleyici ve gerçekçi bir roman okudum. Bilinmeyen bir sebeple zamanda yolculuk yaparak bir köle çiftliğine düşen zenci bir ablayı anlatıyor, kitaptaki tek doğaüstü element bu olduğu için bilimkurgu klasiklerine neden dahil edildiğine anlam veremedim. Yazarın diğer kitapları daha bilimkurgu tarzı gibi gözüküyor, mutlaka onlara da bakacağım. Tohumdan Hasada veya Lilith’in Dölünü okuyan varsa hangisini tavsiye edersiniz?
İki kitabı da tavsiye ederim. Her iki kitabın da tıpkı Yakın gibi güçlü toplumsal mesajları var.
Ama bir kitap önerilsin deniliyorsa önceliğim Tohumdan Hasada olurdu.
Tohumdan Hasada için şöyle bir yorum yapmıştım.
Tohumdan Hasada kölelik, sömürgecilik, ırk, cinsiyet eşitsizliği gibi önemli sosyal meselelerin yanı sıra yapay seçilim, güç, özgür irade gibi konularıyla felsefi ve etik sorgulamalara yer veriyor. Yazarın etkileyici ve sürükleyici dili hikayenin temposunu neredeyse hiç düşürmüyor.
Hikaye boyunca gördüğümüz güçlü ve karmaşık karakterler: Anyanwu, Doro ve diğer karakterler, derinlikli ve çelişkili kişilikleriyle öne çıkıyor. Her karakterin kendine özgü motivasyonları ve hedefleri var ve bu da hikâyeyi daha da sürükleyici hale getiriyor.
10 üzerinden tüm hikayeyi 4 kitabın ortalaması ile 8 olarak puanladım.
Yabani Tohum - 10
Zihnimin Zihni - 8
Clay’s Ark - 7
Örüntübaşı - 7
Johann Wofgang Von Goethe
Yazan: Jeremy Adler
İlhan İrem’i anladığınızda
O artık İlhan İrem değildir
Ya da siz siz değilsinizdir.
Ama bakmayın öyle iddialı iddialı
Anlayamazsınız siz onu.
Anladığınız vakit
O artık ölü bir kuştur avucunuzda.
Ölü kuşlarla kirlendi vatanımın nehirleri…
Diye sızlanan bir şair,
Kim bilir kaç tektonik sarsıntı sonrası
Nükleer bir ışıma içinde
Keşfetti İlhan İrem’i.
Ama bir uzay gemisine
Bindi ve gitti diye onu da anlayarak öldürdüler.
Geride,
Ufka doğru uzayıp giden
Leylek sürüleri,
Kayan bir yıldız
Ve denizin üzerindeki sisin kızarttığı
Kocaman bir akşam güneşi…
Ve tabi ki,
Uzak mesafeleri vurgulayan,
Çocuk sesleri kaldı.
Ve devasa bilbordlarda
İlhan İrem posterleri…
Babil kulesinden inerken,
Sağ eli cebinde, ağzında bir pipo.
Bir akdeniz güneşinin aydınlattığı
Geniş bir salonda,
Koltuğundan kalkmadan
Zorlanarak ileri doğru eğilerek,
Yıldızlı şapkasının altındaki
Sam Amca’nın sigarasını yakarken…
Anlaşıldığında anlaşılmaz olanın yeri
Müzelerdir.
Çünkü müzeler,
Anlamakta zorlananların
Anlayabileceği şeylere dönüşerek
Kendilerini kurtaran
İlhan İrem’lerin yeridir.
Posterlerdeki İlhan İrem
Bazen gözlerini oynatıyormuş…
Birinin kesin ölümünü sağlamak için, onu görkemli yas törenleriyle uğurlayıp, ona büyük ve gösterişli bir anıt mezar yapmak yeterlidir. Bedenini mezardaki kurtçuklara teslim eder etmez, maktulün geride bıraktığı mirasa üşüşenler ele geçirdikleri zenginlikle devasa anıtlar, katedraller, müzeler ve sonu gelmeyen metinlerle görünmez kentler inşa ederler. Onu, kayıp bir kıta şeklinde tasvir ederek, o kıtanın müphem sınırları içine koloniler inşa ederler. Yerin üstündeki kurtçukların iştahı maktulün bütün mirasını çürüterek dönüştürür bambaşka şeylere.
Peki zavallı Dr. Faust’umuz nerededir? Görünüşte her yerdedir, bilbordlatda, katedrallerde, müzelerde, bir konserde şişman, sarışın beyefendinin hafifçe gülümseyen dudağının kenarında…
Tamam, her biyografi bir yönüyle cinayettir kabul ediyorum. Peki saygıdeğer yazarımız Jeremy Adler, neden okuru peşinize takıp Goethe’nin anıt mezarları olan bu ölü şehirlerde gezdiriyorsunuz? Onu saklamak için neden bu kadar çıpınıyorsunuz? Aslında bilmelisin ki onu arayan gözler yok artık. Kimse aramıyor içiniz rahat olsun. Mesih’i anlamak onu katletmele mümkündü ve bizler de sizin suç ortaklarınız olarak Goethe cesetleriyle meşgul olmaktan gayet mutluyuz. Huzursuz Dr. Faust’unuz çoktan öldü ve siz onun ölüsünden bir Goethe yarattınız. Bu yazdığınız kitabın on katı sayfalar doldursanız hakkınız var yeridir. Zira iyi bir cenaze levazımatçısısınız.
@kolombre’nin yorumu sebebiyle aldığım Sadık ve Kader kitabını okudum. Gayet akıcı ve güzel bir masal. İçinden çokça ders çıkarılacak kadar iyi. Aklı, mantığı, bilgiyi ve bilimi öven, hurafeyi ve saçmalıkları yeren eser iyilikten maraz doğar lafının kanlı ve canlı bir örneğini sunuyor.
Kitapta Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın beraber geçirdiği yolculuğa benzer bir bölüm de var. Tıpkı Sadık gibi ‘ama’ derken Hz. Hızır bir anda yok oluyor. Hikaye her ne kadar mutlu sonla bitse de Sadık ve başından geçen maceraları okuru derin düşüncelere itiyor.
8/10