Acı çeken herhangi bir kadını günlüğü gibi. George Sand’in (kadın olduğunu yakın zamanda öğrendim) kişisel günlüğü. 30 yaşlarındayken yazmış. Güzel, ince bir kitapçık. Son kaldığım yerde Venedik’i övüyor (bunu romantik bir dille yapıyor, sürekli ölmeyi isteyerek, sızlanarak).
“Böyle çok güzelsin, Venedik, senin gökyüzün altında ölmek, iki kez ölmektir.”
Başka bir gün şöyle yazıyor :
“Umut edemeden arzu etmek, bu öyle bir işkencedir ki, sosyal hayatın hiçbir felaketi onun acısına denk gelmez.”
Okuduğum diğer kitaplardan sıkıldığım için, kitabın inceliğine de güvenerek başladım, diğerlerine devam etmeden önce bunu bitirmeyi düşünüyorum.
Sayers önemli bir isim ancak maalesef serisinin en iyi kitapları dilimize çevrilmemiş. Van Dine de öyle. Klasik dönem polisiyeler.
Tess’in seriden zaten 8 kitabım vardı, Günahkar ile bu kitabı eledim.
Romanovlar’ın başında Korkunç Ivan çok yer bulmadan zaten ölüyor. Son hanedanlık belgeselde daha detaylı izlenebiliyor, burada kızlara giren süngüleri de okuyor ve Putin ile kapanış yapıyoruz.
Aztekler ve İnkalar, tüm tarafgirliğime karşın, katledildikleri ve medeniyetleri yok edildiği için, depresif bir okuma vadediyor bünyeme. Batılı gözünden yazılmamış olması avantaj oysa ki. Mayalar’a artık kısmet.
Dahl’ın iki öykü kitabından birini zaten okumuştum. Bunda da çok iyi fikirler var ancak vurucu sondan mahrum bırakılmış, özellikle kocasının beynini hayatta tutan eş öyküsünde (Cassandra ile tersini Netflix dizisi yapmışlar).
Son Yemek, Roza Hakmen çevirili, ancak yavan bir anlatım sunuyor. Steve Berry’ler “Üçüncü Sır” dahil, peşinde kovaladığı bilgiyi okurdan esirgiyor ve gizemi sürdürme kisvesi altında sonraki kitaplara mecbur bırakıyor.
Son Tapınak Şövalyesi, öyküsünün bir kısmını bizim topraklara taşıyor. Onun da daha iyi muadilleri varken ve alım (ve barındırma) gücü herkes için kısıtlıyken, bu grubun tümü gibi, kapsam dışında bırakılması zaruriydi.
Asimov okumayı cidden özlemişim. Daha önce serinin ilk iki kitabını okumuştum ve @yates232’in sorduğu bir soru ile seriyi bitirmeye karar verdim.
Üçüncü kitap tam bir devam kitabı ve Vakıf’a ve Susan Calvin’e de birer selam çakıyor. Psikotarih’in de çıkış noktası bu kitapmış meğer. Ama sürprizi söylememek en iyisi.
Kısa kesmek istiyorum. Daha ayrıntılı ve uzun bir incelemeyi önümüzdeki günlerde bilimkurgu kulübünde görebilirsiniz.
9/10
Tek puanı da Gladia ve cinselliğin biraz uzamasından kırıyorum.
Forumda genelde dizilerde ve kitaplarda cinselliğin olması/uzaması (olmasıyla uzamasını benzer bir yere yerleştirdim çünkü öznel bir yargı neticede, cinselliğe dair anlatımların ne kadar detaylı olduğundan ne sıklıkla geldiğine dair nicel bir değerlendirme çok mümkün değil) hep olumsuz değerlendiriliyor gibi geliyor bana. Siz ne düşünürsünüz? Böyle mi sahiden?
Benim gördüğüm kadarıyla da durum aynı. Gereksiz bir şeymiş gibi geliyor. Fakat Şafağın Robotları’nda yine de hikayeye katkısı olacak şekilde işlemiş Asimov. Ben sadece çok uzatıldığını düşünüyorum.
Atwood’un bu distopik dünyası ile karşılaşmam Hulu Dizi uyarlaması ile olmuştu. Çok beğendiğim bir uyarlama olduğu için, kitabı okumada belirli bir süre geçmesi ve hafızamdan biraz silinmesi adına kendime süre vermiştim. Pek de gerek yokmuş, hem dizi ( ilk sezonu dahilinde ) aslına çok sadık uyarlanmış hem de kitap ile aynı çarpıcılığa sahip. Bende pek unutmamışım, okuduğum her bölümde ister istemez dizi sahneleri çağrışımları kafamda belirdi. İki eseri de başarılı bulsam da dizi yer yer daha isyankar, daha asi bir ruh kazanmış diyebilirim. Sezonlar ilerledikçe kaynak materyalden çıkıldığından dizinin de tadı düşüyor maalesef.
Kitabın bayıldığım çok yeri var, ama bu kadar bilinen ve kendine yer edinen bir esere uzun uzun yorum yapmaya gerek yok gibi. Eğer bir ara duyup merak ettiyseniz ve geç kaldığınızı düşünüyorsanız mutlaka alıp okunmalı. Eğer benim gibi önceden diziyi izleyip ötelediyseniz yine mutlaka alıp okunmalı Offred’in gözünden birinci şahıs ile okuduğumuz Damızlık Kızın Öyküsü sırf yazım stili ile verdiği duygularla bile bu distopyayı tekrar ziyareti kıymetli hale getiriyor.
Çok keyifli, seriye ve dahi türün diğer eserlerine devam etme isteği uyandıran bir okumaydı. Bu ilk kitapta yazar, kullandığı mahlasla katilin kimliği arasında da ince bir nüans yaratmış. İyi ki bu kitaplığı oluşturmuşum ve güzel eserler okuyarak zamanımı verimli harcayabiliyorum, diyorum. Darısı öbür kitaplara…
Not: Kitabın ebatı da konforlu bir okuma ile birlikte nostalji duygusunu perçinlemeyi sağladı. Yayınevine buradan teşekkür ediyorum.
Fahrenheit’ın 70. Yılına özel bir araya getirilmiş 14 öyküden oluşan Tuhaf Bir Kıvılcım’ı okudum. Her bir öyküde Ateş, kül ve kibrit gibi unsurlar yer alıyor. Öykülerin bazısı bilimkurgu bazısı mitolojik bazısı da masalsı. Hepsi de kendini kolayca okutuyor. İyi öyküler çoğunlukta. Kendini geliştirmesi gereken yazarlar da yok değil. Genel olarak beğendiğim bir antoloji. Daha detaylı bir inceleme Bilimkurgu anlamında gelebilir.
Ben dizi ile girmiş bulundum ama öncelikle kitabı okumak daha iyi olur. Anlatım gücünü daha iyi hissedip zihinde canlandırmayı daha güzel yaparsınız ilk kitabı okuyunca. Ben bazı sahneleri okurken aklımda direk diziden kesitlerin çağrışımları oluştu çünkü.
Bir de yazım tarihi 1985 olduğu için kitaptaki Amerika da bu yıla uygun, ama dizi uyarlaması çekildiği yıla uygun. Bazı teknolojik öğeler falan daha güncel dizide.
Dizi zaten 1. sezon ( belki 2 nin ortaları civarı ) kitaptan ayrılıp kendi devamını yazıyor. Ama ilk sezon itibari ile aslına epey sadıktı diyebilirim.
Kitabı daha dün bitirdim. İlk düşüncelerim esprileriyle vb sanki filmi çekilsin diye yazılmış bir kitap gibi geldi. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Kitap oldukça akıcı. Ana karakterin geçmişi anlattığı kısımları beğendim. Bu sayede yazar bir evren kuruyordur belki de. Kitabın kapağında yazan resmen insanlığı kurtarmak için ölüyor dediği 200 kişilik bir toplulukmuş . Bu açıdan daha bireysel bir hikayede sorgulanan kararlar ve ahlaki ikilemler söz konusu. Dune kitaplarını filmlerden sonra okumuştum ve kitaptaki betimlemeleri filmdeki halleriyle hayal ediyordum. Bu sefer tam tersi olacağı için daha heyecanlıyım bakalım. Umarım filmide güzeldir.
Psikoloji ve felsefeyi harmanlayan güzel bir kitaptı. Ana teması ümitsizlik. Kişinin kendini gerçekleştirmesi, kendini bulması etrafında dolanan bir kitap. Ana karakterler tarihi kişiliklerden oluşuyor. Bu tarz kişisel gelişim kokan ve benzeri kitapları(bu öyle değil ama kokuyordu) sevmesem de bu kitap kendini okutturdu heyecanla. Nietzsche Freud gibi tanıdık simalar ve fikirleri kitabı okutturdu. Simyacı’ da olduğu gibi bir hayal kırıklığına uğrayacağımı düşünmüştüm ama olmadı. Okunur, okunması tavsiye edilir.
Sanırım benim için uyak şart bir şiirde ya da en azından biraz olmalı. Edip abinin bu kitabında da pek fazla yok. ‘‘Dilin alışılmış kalıplarını yıkmaya’’ çalıştıkları için içine girmesi zor şiirler. İçinize işleyen şiirler yok değil var ama…
Savaş Sonrası (1945 Sonrası Avrupa Tarihi) - Tony Judt
“Savaş Sonrası: 1945 sonrası Avrupa Tarihi”, Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 senesinden 2005’e kadar geçen 60 yıllık Avrupa tarihini inceleyen İngiliz tarihçi Tony Judt tarafından yazılan bir kitaptır.
2 . Dünya Savaşı’nın sona ermesinden 2005’e kadar Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve kültürel dönüşümünü ele alan kapsamlı bir çalışma olan kitabında Tony Judt Avrupa tarihine dair geniş ve detaylı incelemeler yapıyor.
Tony Judt, kitabında Avrupa’nın savaş sonrası yeniden inşasını, Soğuk Savaş’ın şekillendirdiği iki kutuplu düzeni, 1968 öğrenci hareketlerini, refah devleti politikalarının gelişimini, Sovyet Bloku’nun çöküşünü ve Avrupa Birliği’nin genişleme sürecini ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Kitap, özellikle Doğu ve Batı Avrupa ayrımını derinlemesine incelerken, bölgenin tarihsel bağlamını ekonomik, kültürel ve sosyal açılardan ele alarak çok yönlü bir analiz sunmaktadır.
Kitap, detaylara fazlasıyla yer vermesi nedeniyle genel okur kitlesi için zorlayıcı olabiliyor. Özellikle tarih bilgisi sınırlı okuyucular için bazı bölümler zorlayıcı gelebilir. Kitabın özellikle Batı Avrupa’nın ekonomik ve siyasi gelişmelerine daha fazla ağırlık verdiği söylenebilir. Balkanlar ve Türkiye gibi bölgeler hakkında çok sınırlı sayfalar ayrılmış bu bölgeler içinde daha geniş analizler olabilirmiş.
Avrupa’nın 1945-2005 arası, 60 yılını okumak, bugün olanları daha iyi anlamak, Avrupa’nın yakın tarihine dair kapsamlı bir bakış açısına sahip olmak isteyenlere bu kitabı okumalarını kesinlikle tavsiye ederim.
Filmini uzun yıllar önce izleyip çok sevdiğim için kitabı olduğunu görünce meraktan okudum. Çok farklı, çok beğendim. İkonik karakterleri aklımda yer edindi.
Yazarın hayatını okuduktan sonra kitabı daha farklı bir hisle okudum.