Victor Hugo - Notre Dame’ ın Kamburu bitti.
İlk yüz elli sayfada epey sıkıldım ama sonradan hikaye açıldı. Aralardaki bazı bölümlerde yine sıkıldım ama yine de bitti. Güzeldi. Zavallı Quasimodo!
Victor Hugo - Notre Dame’ ın Kamburu bitti.
İlk yüz elli sayfada epey sıkıldım ama sonradan hikaye açıldı. Aralardaki bazı bölümlerde yine sıkıldım ama yine de bitti. Güzeldi. Zavallı Quasimodo!
Evdeki Düşmanlar ve bu kitap hakkında yorumum:
https://www.instagram.com/p/DI8yBJjIvQy/?igsh=MTN2Z2x4NmF4bnV5Nw==
Warren Ellis, John Cassaday - Planetary Cilt 4: Uzayzaman Arkeolojisi bitti.
Nihayet dördüncü ve son cildi de bitirdim. Genel olarak serinin çok güzel bir hikayesi vardı. Çizimleri de güzeldi. Adeta bir X-Files hikayesi okur gibi oldum. Mis gibi çok uzatmadan öyküyü dört ciltte bitirmişler.
+
Selim Erdoğan’ın ilk kitabı Sakarya bitti.
Kitap oldukça detaylı bir anlatım yapısına sahip. Bir hayli emek harcanmış bu çok belli. Kurtuluş savaşını detaylı sekilde takip etmek isteyenlere şiddetle öneririm.
Ancak kitabın en iyi yönü bence aynı zamanda laneti de. Savaş anlatımları nerdeyse manga numaralarına kadar aktarıldığı için konuyu boğuyor. Ayrıca bir savaş anlatımı haritasız olmaz. Kitabın arkasına bir sayfanın yarısı boyutunda harita konması bunu telafi etmiyor. Önünüzde harita açık olmadan şu cümleyi anlamanız ve gözünüzde canlandırmanız çok zor ;
“Yunan ordusunun 3.grubu nun 2. Alayının 67. Tümeni, 4 Tümeni ve 2.Tümeni, Türk ordusunun 2. Grubunun 1.Alayının 72. ve 5. Tümeni ne Afyon yönünden taaruza geçti” (sayıları salladim ama anlatım bu sekilde)
Sayfa düzeni böyle sayı okumakla geçiyor. Savaştan kopup tümen ve alay numarası okur hale geliyorsunuz. Tesadüf eseri aşağıdaki linkte verdiğim video ya rastladım ve tüm kitabı özetlemiş oldu.
İlk Kitaba Puanım 5/3,5
Kitap sonunda bitti. Önceki iki parçada yazdığım gibi, anlatım iki bin yılı geçkin İskender dönemini de kapsayacak şekilde, ayrıntılara iyi çalışılmış derecede güçlü ve akıcı. Bir belgeseli izler, anlatılanları seyreder gibi okuyorsunuz. Akademikse de, kuru değil. Bu yönden çok beğendim. Başkaca belgesellerden öğrendiğim kimi detayları göremedim ancak bunlar muhtemel bir “kırpma” sonucu bütünden ayrılmışlardı. Yazarın Sezar’a ayrı bir hayranlığı olduğu da son cümlesiyle perçinlenmekle kalmıyor, suikasti üzerine ayrıca bir kitap daha yazmasıyla kendini gösteriyor.
Hannibal’e de bir ayrıcalık tanıyor: 15 yıl boyunca ordusuna hiç ayaklanma yaşatmamış olması onu diğerlerinin önünde en başarılı kumandan yapıyor.
Daha ne istenebilirdi? Belki Cengiz Han, Attila, Napolyon ve Timur eklenebilir, yahut İskender’in dahi kendisine model aldığı Pers komutanları gruba dahil edilebilirdi, ama o halde hem kütle inanılmaz ölçüde artacak hem okuma ve dahi birkaç kitaba yayılacak araştırma süresi yorucu hale gelecekti.
Kitap, okuma yönünden 4 yıldızlık olabilir ancak ön hazırlık safhasını da katar iseniz, ortaya 5 yıldızlık bir çaba çıkıyor ve ikisinin ortası da buna tekabül ettiğinden, tam puan vererek yazımı sonlandırıyorum.
Türk klasiklerinden çok ünlü bir kitap olduğu için tanıtmama lüzum yoktur herhalde. O sebeple direkt okurken ne hissettiğime geleyim.
Bir arkadaşım bu kitabı çok sevdiğinden geçen sene almıştım fakat okuyamamıştım.
Uzun zaman sonra ilk kez bir kitaptan Yeraltından Notlar tadı aldım. O kitabı da aynı bu hissiyatla okumuştum. Ancak bu ana dilimde yazıldığı için çok daha net geçti duygusu. Bazı yerler fazla deneysel. Bazı cümleler koca bir sayfayı kaplıyor ve takip etmesi aşırı zor oluyor. Ancak yazarın üslubu ve anlatış biçimi çok hoşuma gitti.
Ne ölü ne sağım.
Bir diğer benzer hissiyatı yaşadığım eser ise İnsanlığımı Yitirirken. (No Longer Human, Ningen Shikkaku)
Diğer saydığım iki eser de beni çok etkilemişti ancak dediğim gibi insanın ana dilinde olunca etkisi daha bir ayrı oluyor. Bunun bir sebebi de Türkiye kırsalını çok iyi resmetmesi. O yıllara ve kültürüne dair çok fazla şey görüyorsunuz okurken.
Ben her şeyiyle çok beğendim kitabı. Tam puan aldı benden.
Louisa May Alcott kaleminden çıkan İyi Eşler ve bu güzel kitap hakkında düşüncelerim
https://www.instagram.com/p/DJCJTWsolA-/?igsh=MXFvMnFsa2tjeWxnNg==
Yine renkler yine renkler
Julia - Öldüren Oyun
Bana hitap etmedi. Belki de bunu bilerek okumayı bu kadar geciktirdim. Zaten tek sayı, denemek için almıştım. Mister No da yarı maceralık bölüm olduğu için gitmişti, fumettide Dylan Dog ve Martin Mystere serileri kaldı elimde temsili. Bu defteri kapattım sanırım.
Fumettileri Bonelli logosuyla puanlıyordum, lakin bu seriden başka bir sayı okumadığım ve kıyas yapamayacağım için, bu seferlik pas geçiyorum.
hepsini aldım son sayısına kadar…umarım beğenirim…yoksa satışa cıkarlar…
İlk sayıda geçmişini anlatıyormuş, çokça da beğeniliyor, entelektüel bulunuyor. Bendeki sayı yavandı belki, umarım öyledir. Hiçbir seride her macera doyum vermiyor zira. Güzel yapmışsın. Satacak olursan Audrey Hepburn unsurunu kullan, oradan kurtarır.
Çar’ın Topu
Napolyon Savaşları döneminden, üzerinde Sanskritçe ve Çin Zodyağı sembolleri bulunan antika bir top, yanında Gobi Çölü’nün bereketli topraklar üzerine kurulu bir uygarlığa ev sahipliği yaptığı efsanesiyle birlikte ortaya çıkar. Fransızlar ve Ruslar, yüzyıllardır karşı karşıya geldikleri tarikatlerinin bu son savaşında Mystere ve ekibiyle birlikte üç kutuplu bir mücadeleye girerler. Körün taşı gibi, bunu okumak da biz fumetti okurlarına düşer.
Popüler bağlantı: Devere karakteri Ben Kingsley’e benzetilmiş.
Not: 160 sayfalık maceradır.
Eric H. Cline - M.Ö. 1177: Medeniyetin Çöktüğü Yıl bitti.
Geç Tunç Çağı’ nda M.Ö. 1177 ve civarında Ege, Doğu Akdeniz, Mısır ve Yakın Doğu’ daki pek çok uygarlığın(Mikenler, Minoslular, Hititler, Asurlular, Babilliler, Kenanlılar, Kıbrıslılar vb.) yıkılışlarının sebeplerini tartışan bir kitap. Sonuç olarak ortaya çıkan şey ise sebepler konusunda net bir bilginin olmadığı. Kitabın yayımlanışından(2013) bugüne geçen sürede elde edilen başka bilgiler olduysa değişkenlikler ortaya çıkabilir.
Kitabın üslubu akıcı. Sizi sıkmıyor. Doğal bir anlatımı var. İlkçağ Tarihi seviyorsanız okuyabilirsiniz.
+
Olmayan Ülke’ye Dönüş
Hayal kırıklığı olsa da, her zamanki gibi, gizemin sonlara doğru hikayeleme yoluyla anlatılmasıyla yarattığı nostalji duygusu, bu seferlik kitabı elden çıkarmaya mani oluyor. İyi de, bu 10-20 sayfalık flashback için macerayı 96 yerine 150’ye yakın sayfalık seri için genişletmeye gerek var mı? Bir de analitik anlatıyla, Peter Pan’a gücünü veren mitin (yine okumasını yapacağım) Yeşil Adam’dan Yeşil Şövalye’ye, oradan Robin Hood’a değin taşınması ipin ucunu biraz kaçırtmış. Kötü adamda bir tılsımın etkisi altında kalmış bir kitap karakteri var iken, büyülü bir karakter ise kitap boyunca esir ve pasif durumda. Üstelik kapakta olmasına rağmen! (merak etmeyin, bunu görmeniz çok uzun sürmüyor). Daha önce bir macerada daha karşımıza çıkan "Olmayan Ülke"nin oluşumunu anlattığı için değerli bir fasikül. Keşke 96 sayılık klasik macera olarak çizilseydi. Şu halde, dağ fare yarattı, diyorum.
Bir de serzeniş: Batı mitolojisi kendi mirasını yenilemede çok başarısız. Gerek diziler gerekse çizgi romanlar Peter Pan’ı, Tinkerbell’i ya pasif ya kötü karakter (twisted fairy tales) şeklinde resmediyorlar. Hangisi daha kötü bilmiyorum ama, karın doyurmayan bu tercihler, yarattıkları ukteyi git gide aç bırakarak okurunu/seyircisini mutsuz kılıyorlar.
Martin Mystere - Green Man, Yeşil Adam
Swamp Thing ve Mister No atmosferinde geçen bir macera, Arcimboldo sadece bu halk efsanesini tanıyan bir ressam olarak flashbacklerle anılıyor. Macera sonundaki bilgiler 160 sayfalık bu serüvenden çok daha değerli. Neler mi var: Yeşil Şövalye, Swamp Thing, Invasion of the Body Snatchers, Triffidlerin Günü, Quatermass, Little Shop of Horrors…
Martin Mystere - İmkansız Yaratıklar Hapishanesi
Çizimlerinden mitolojik yaratıklara, sürüngen insanlara ve yine dünya mitlerindeki yerlerine, tam da özlediğimiz gibi, dolu dolu bir sayıydı. Görsel eklemiyorum lakin kurt adam çizimleri özellikle başarılı.
Vladimir Nabokov’dan Lolita’yı okuyorum.
Daha kitabın çeyreğine bile gelmedim ama okuduğumun bu kadarı bile değişik türden şokları deneyimlememe neden oldu.
Öncelikle yazarın kaleminde okuyucuyu peşine takıp bırakmayan bir güç var. Nasıl açıklayacağımdan tam emin olamamakla beraber, basitçe, Nabokov’a kesinlikle bir edebiyat dahisi diyebilirim.
İkinci olarak kitap apaçık (hatta neredeyse açık saçık) pedofili konusunu işliyor. Yazarın var olan becerisini bu konuyu işlemek için sonuna kadar kullanması merak uyandırıcı. Bununla birlikte kitabı "güvenilmez anlatıcı"lı kitapları ararken bulmam kitabın sonuna dair merakımı katlıyor.
Çeviri ve editörlük tertemiz olmasa da orijinal metni okura aktarabilen kitap, belgelerin çoğunun yakılmış olmaları dolayısıyla elimize ulaşan az sayıda kaynağı derleme görevini kendince yerine getiriyor. Lakin kurgu masasında atılmış olması gereken pek çok bölüm var. Öyle ki, 110. sayfada ancak başlıyor hikayeleri: Öncesi, kapağı çevirmeseniz, İslam tarihi anlatan bir kitap izlenimi bırakacak denli kalabalık, lakin ne Halid Bin Velid var komutan olarak ne Çocuk Haçlı Seferleri, sonrasında. Yine de Martin Mystere tarzı hap bilgiler kitabın belli bölümlerine yedirilmiş. Notlar almadım ki bu sıcakta es verip yarıda bırakmadan devam edebileyim. Sonları geldi, bir-iki bölüm kaldı, ben de hatrımdakiler gitmeden bir şeyler kaleme alayım dedim.
İlk olarak, 1119’da kuruluyor Tapınakçılar. Hacıların Mısır yolunda baskın yememeleri adına yanlarına verilen İsa’nın “yoksul” hizmetkarları, öyle ki bir at üzerinde iki şövalye ile resmediliyorlar. Din adamlarına yaraşır günlük rutinlerine at bakımı ekleniyor, sabah 4’te kalkıp gece 9’da yatıyor, yemeklerde vaaz dinliyorlar. Fakat yapılan hazine yardımlarıyla krallara borç verebilecek denli zengin hale geliyorlar. Zaten Avrupa’nın ilk bankerleri oluyorlar.
Bu arada, Haçlı Seferi yakıştırması, tümü bitene kadar yapılmıyor. Kudüs’te düşen haçı geri almak adına bu tabir kullanılıyor.
Hospital şövalyeleri var bir de. Bunlar daha sonra Rodos’a, oradan da Tapınakçılar lağvedildiğinde Malta’ya geçiyorlar. Napolyon bunları 1 günlük kuşatmayla adadan sürüyor. Tapınakçılara da Kıbrıs veriliyor ama ellerinde tutacak güçleri olmadığından Fransız Kralı’na devrediyorlar. Sonları da onların elinden oluyor. Tarikata girişte -eğer Müslümanlara yakalanırlarsa yapabilmeleri için- haça tükürüp İsa’yı reddediyorlar (aynı ayinde haçı öpüyorlar, Papa’nın bile dinlediğinde kafası karışıyor), üstatlarının mahrem yerlerini öpüyorlar. Sodomize ilişki suçlaması da geliyor - ki kaybedilen savaşların faturası zaten hep onlara çıkmış ve zenginlikleri de göze batar olmuş uzun süredir. Papa’nın affı, Fransız kralının büyük üstatları dahil dört üst düzey tapınakçıyı idam ettirmesinden önce yayınlanmıyor. 1300’lerde yaşanan yakılma, idamlar sonrası, 19. yy.'a kadar ortaya çıkmıyor. Hatta Da Vinci’nin Şifresi sonrası Vatikan daha 2000’lerde ancak yayınlıyor kimi belgeleri. Torino Kefeni olduğuna inanılan keten parçasını da 100 sene boyunca bu tapınakçıların ellerinde bulundurduğu verisi bunlardan biri. Gerçekliği hakkında yorum yapılmıyor.
Gerek Memluklar gerek Moğollar birbirlerine karşı Hıristiyanlarla ittifağa girip farklı seferler için ön ayak oluyorlar. Tapınakçılara ilk ziyaretçiler arasında Ermeni gruplar da var. Kudüs’ü alan Eyyubi epey yer kaplıyor. Peygamberden çoban değil tüccar olarak bahsediliyor ve o dönemde İsa’nın tanrısallığını reddeden bir Hıristiyan mezhebinden (Ariusçuluk) yaka silken Katolikler, İslam’ı ilk olarak bu grubun bir uzantısı zannediyorlar, Dante o yüzden Hz. Muhammed’i “ayrılıkçı” diye cehenneminin dokuzuncu katına yerleştiriyor.
Tapınakçıların önderi Üstad-ı Azam Jacques De Molay yakıldıktan bir sene sonra Papa da (Clemens) Fransa Kralı da (IV. Philippe) ölüyor. O dönem İskoçlarla İngilizler arasında Bannockburn Savaşı yaşanıyor.
Kral Süleyman (Solomon) da epey yer kaplıyor ön bölümde. Yer yer İskender. Aslan Yürekli Richard, Eyyubi Kudüs’ü aldıktan sonraki Haçlı Seferi’ni organize ediyor.
Almanlar da tapınakçılar benzeri bir yapı kuruyorlar: Töton Şövalyeleri.
Haçlıların kurduğu ilk devletin adı: Urfa Kontluğu. Kaybedince panik oluyorlar.
Tapınakçılar savunma hattı için bol bol kale yapıyor (yaparım) (emret).
İlk başta 9 kişiyle, kimi kaynaklara göreyse 30 kişiyle kuruluyorlar.
Şövalyelik Rodos’takilere kaldığında Rusları bile büyük üstat yapıyorlar. Portekiz’de de benzer olaylar yaşanıyor.
Masonların onların uzantısı olduğu söylenceleri mevcut.
Zaten komplo teorileri bölümüne gelmişim. Oradan devam ederim.
Freemasonlar, tapınakçılar hakkında yazılmış romanlar, uyarlanmış diziler ve filmler ile kitabın son bölümü daha güncel ve ulaşabileceğimiz kaynaklara işaret etmesiyle daha keyifli.
Önce masonlar: Freemason olarak binanın dışını değil içini estetik biçimde boyama işini alan duvarcı ustaları, çırak, duvarcı ve duvarcı ustası (Gesualdo, sen misin?) adıyla üç derecelik bir hiyerarşi oluşturuyor ve parola, dışa kapalılık gibi bildik detaylar o zamandan peydah oluyor. Ayrıca hamileri nazarında popüler hale gelip, onların kabulüyle, bambaşka bir forma bürünüyorlar ve sonradan oluşmuş bu yapay tarikatin üstatları artık duvarcı ustaları arasından seçilmiyor. Mason tarihçesini tapınakçılara bağlamak da kendi mitlerini yaratma güdüsünden başka bir şey değil.
Kitaplara gelelim: Bizde devamı basılmayan, Maurice Druon’un 7 kitaplık “Lanetli Krallar” serisi, idam edilmeden önce Capet Hanedanı’nı lanetleyen üstad-ı azam De Molay ile açılıyor. TV’ye de uyarlanmış, Depardieu mini dizide oynamış. Kral tüm varislerini kaybedip, kendi de sağlıklı olmasına karşın aynı yıl ölmüş.
Cadfael serisi, Eco’nun Foucault Sarkacı, Da Vinci Şifresi, Last Templar ve Tapınak Şövalyelerinin Mirası kitapları da masaya yatırılıyor ve uzun uzadıya özet veriliyor.
Hatta birinde Torino Kefeni’ne sarılanın İsa değil De Molay olduğu gibi bir twist bulunuyor.
Birkaç kitap:
The Holy Blood and the Holy Grail (1982)
Baphomet’s Meteor (1972, Pierre Barbet)
Last of the Templars (1979, William Watson)
The Crusades Trilogy (1998-2000, Jan Guillou)
(bilimkurgunun da yer aldığı bu ilk grup dilimize çevrilmemiş)
Labyrinth (2005, Kate Mosse)
The Brotherhood of the Holy Shroud (2006, Julia Navarro)
The Last Templar (2005, Raymond Khoury)
The Templar Legacy (2006, Steve Berry)
The Brethren Trilogy (2006-08, Robyn Young)
Sinemada Blind Dead dörtlemesine ve National Treasure’a, müzikte Grave Digger ve HammerFall’a, video oyunlarında Medieval Total War’a ve Assassin’s Creed’e atıfta bulunulması da hoşuma gitti. Bu nedenle kitabın notunu bir puan artırıyorum.