Mata Onaji Yume wo Mite Ita (I Had That Same Dream Again)
“I Want to Eat Your Pancreas” hikayesinin yazarı Yoru Sumino’dan okuduğum ikinci eser. Yazar, dümeni “ölüm” temasından "mutluluk"a kırıyor.
4.Sınıf öğrencisi Nanoka Koyanagi’nin, sınıfta verilen bir ödev neticesinde mutluluğun ne demek olduğunu ve kendindeki mutluluğu arayışını anlatıyor. Bu yolda ilerlerken cana yakın ve sevimli siyah bir kediyle, kendine zarar veren liseli bir kızla, hayat kadını olan gizemlı bir genç kadınla, son yıllarını küçük evinde huzurla geçiren yaşlı bir kadınla, fikrini belirtmekte zorlanan ve “ezik” olan sıra arkadaşıyla yolları kesişir. “Mutluluk hareket edemez, siz ona yürürsünüz” fikri sonucunda bu insanların birbirlerinin hayatlarına nasıl dokunduğunu gözlemleyeceksiniz. Belki de kendi mutluluğunuz üzerine düşüneceksiniz, ben düşündüm şahsen. Bir iki saatte okuyabileceğiniz, içinizi ısıtan bir hikaye olacağına eminim.
Mangayla olan tek sorunum, sonuna doğru hikayenin nasıl sonlanacağını tahmin edebiliyor oluşunuz. Son, hikayenin mesajını karşısında sönük kalıyor. Biraz aceleye gelmiş hissiyatı yarattı bende. Hikayenin ana fikrini tamamen çöpe atıyor. “Herkes farklıdır ama herkes aynıdır” ya da “mutluluğu kendinde aramak” gibi mutluluk üzerine düşündüren kısımlar havada kalıyor herkesin mutlu olduğu kısmı ve onların özelliklerine kopyaladım, ha bu arada ilkokuldaki arkadaşımla bir şeyler yaşıyorum şu an diye tatmin etmeyen bir sekansla son buluyor. Bunun dışında herhangi bir problemim yok manga ile alakalı.
Arata Kaizaki, 27 yaşında “neet” ('not in employment, education, training yani hiçbir meşgalesi olmayan kişi) bir kişidir. İş aramakta zorlanırken annesinden gelen bir telefonla sıkıntılı bir çıkmaza girer: Ailesi artık ona para yollamayacaktır. Tüm bunlar olurken, iş arama koşuşturmacasının arasında onun hakkında epeyce bilgiye sahip görünen gizemli biriyoe tanışır, bu kişi Kaizaki’yi “ReLIFE” adında ilginç bir deneye davet eder. Deneyin bir parçası olan kişiye bir hap verilir, bu hap sayesinde denek on sene gençleşir, bu gençleşmek dış görünüş anlamındadır sadece. Gençleşen denek, deneyi yapan araştırma şirketinin belirlediği bir liseye bir seneliğine öğrenci olarak yerleştirilecektir. Hapın yapısı nedeniyle lisede geçirdiği anılar sadece deneğin aklında bulunacak, gerçek liseli gençler ise deneği ve denekle geçirdikleri zamanı hatıtlamayacaklardı. Bir senenin ardından denek kendini geliştirmiş ve deney başarıya ulaşmış ise önüne garanti iş fırsatları sunulacaktır. Kaizaki teklifi hemencecik kabul eder. Yata otura geçirilen bir senenin ardından havadan üzerine düşecek kariyer yolları onu cezbetmiştir. Kimseye değmeden, dokunmadan geçip gidebilmekse o kadar kolay olmayabilir.
İşte manganın sorduğu sorulardan biri de bu kanımca: Sayılı vakit belli iken her şey anlamsızlaşır mı? Her çaba boşuna mıdır?
İlk cildin biraz sıkıcı oluşu, hapın işlevinin tam olarak açıklanamaması, unutma işinin nasıl olduğu ve deneklerin insanların hayatından nasıl silindiğinin tam olarak anlatılmaması dışında klasik iki Latin sözüne göndermelerde bulunduğunu hissettiğim (“Memento mori” “Carpe diem”, her ne kadar klişe olsalar da), alt metin bakımından beni tatmin etmiş bir mangaydı ReLIFE. Bir gün her şeyin yitip gideceğini bilen insan oğlunun “Yaptığım her şey anlamsız mı?” sorununu bana göre güzel işlemişti.
An itibariyle Manga sektöründe Seinen kategorisinin Berserk’ten sonraki ikinci ağır topu olan Vagabond’u da bitirdim. Berserk’in 33 yıllık bir manga olmasının yanı sıra Vagabond da 23 yıldır süregelen, sektörün kemik serilerinden biri zira. Berserk, Vagabond, Vinland Saga, Gantz gibi mangaları okudukça neden Seinen türünün bu sektördeki en iyi tür olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyor insana. Yahu böyle mangalar var, pardon manga değil SANAT ESERLERİ var ve millet körkütük Shounen falan okuyor anasını. Ya öncelikle şunu belirteyim, ben Shounen düşmanı değilim. Fakat Vagabond gibi ciddi anlamda olgun, ciddi anlamda felsefik şeyler okuduktan sonra One Piece falan komedi gibi geliyor insana. Fakat gel gör ki, en dandirik Shounen’in gördüğü ilgiyi bu Seinen türü görmemiştir.
Mangaya gelince öncelikle manga bitmiş bir manga değil. Mangaka mental sağlık sorunlarından dolayı 6 yıldır yeni sayı çıkarmıyor. Çok çok büyük ihtimal Berserk gibi Vagabond hikayesinin de sonunu hiçbir zaman göremeyeceğiz. Bunu göze alarak başladım ve yine Berserk’te olduğu gibi hayatımda okuduğum en iyi 2-3 şeyden birini okumuşumdur. Kitap tiryakisiyim ben, hani yılda bilmem kaç kitap okuyorum fakat ne bileyim Vagabond gibi bir şey okumamışımdır. 327 sayılık müthiş bir macera oldu.
Manganın çizimleri kendini aşmış resmen. Mangakalık mesleğine, sanatına resmen saygı duyuyor insan bunu okuduktan sonra. Kim bilir kaç güne çizmiştir adam o doğa manzaralarını. Çok çok fazla emek isteyen ve saygı duyulası bir iş. Tablo yapıp asmalık kareler dolu. (642 tane screenshot almışım mangayı okurken gerisini siz düşünün)
Manganın en iyi yanı benim için aksiyon falan filan değil de felsefik yönü oldu. Hani sürekli çata küte dövüşten kandan ibaret bir manga değildi. Hatta ful aksiyon bekleyen çok hayal kırıklığına uğrar bile diyebilirim. Manganın çoğu zaman 10 sayı falan arka arkaya durgun geçtigi oluyor. Zaten manganın konusuda bu. Ana karakterin yolculuğu sırasında öğrendiği, yaşadığı şeyler ve bunlara getirdiği sorgulama. Çoğu zaman bir sayıyı okuyup yarım saat düşündüğüm olmuştur. Bu felsefik yönünün yanı sıra Vagabond birde baya kültürel ve yöresel bir seri. Geçtiği dönemi, içinde bulunduğu Japon kültürünü bu kadar yakından ve sadık bir şekilde anlatan çok az eser görmüşümdür. Sadece tüm sayının Japon kültürünü, düşünce sistemini, geleneklerini, dinini anlatmaya ayrıldığı çok fazla chapter var seride.
Musashi Miyamoto ise hayatımda okuduğum/izlediğim/tanıdığım/gördüğüm en mükemmel 3 kişilikten biridir. Zaten isimden de malum gerçek hayattaki bir Samurayı anlatıyor manga. Ve tamamen kurgusaldır kafasıyla başlamışken mangaya, biraz araştırınca gördüm ki aslında mangaka baya gerçek tarihle uyumlu yazmış mangayı. Mangada gerçekleşen büyük olayların neredeyse hepsi tarihte cidden olmuş olaylar. Bu tarihsel yanınında getirdiği zevkle en muhteşem manga okuyuşlarından biri oldu benim için.
Lütfen herhangi bir yüzyılda bu manganın bir anime uyarlamasını yapmayın.
Gereklişeyler’den Old Boy’un ilk cildini okudum. Çizimlerini de hikayesini de çok sevdim. “Özel” bir hapishanede tutulan Gorou, neden oraya kapatıldığını bilmeden 10 yıl boyunca esir olmuştur. On yıl sonra birden serbest bırakıldığı söylenir ve Gorou ona bunu yapanları bulup intikam almak için araştırmaya başlar.
İntikam hikayelerini okumayı seven biri olarak ben keyif aldım, siz de seviyorsanız bir şans verin derim. İlk defa manga okuyacaklara da önerebilirim.
Okuduğum ilk manga. 1,5 senedir kitaplığımda kuzu kuzu yatıyordu. Sonunda okudum ve çoook sevdim. Bu kadar eğlenceli bir olaydan bu kadar uzak kaldığıma inanamıyorum.
Serimiz kısaca, Kurouzu kasabasının sarmal lanetinden nasibini alması sonucu yaşananları anlatıyor. Baş karakterimiz Kirie yaşadıklarını ve şahit olduklarını bizimle paylaşıyor.
Korku mangası olması ve 3 ciltte tamamlanması sebebiyle seçmiştim. Gerçekten korkunun hakkını veriyor. Özellikle ilk cildi okurken ara ara kalbimi yokladım. Saykodelik çizimleri ve deli manyak karakterleri ile beni kazandı.
One Piece başta olmak üzere, Black Clover ve Solo Leveling (webtoon/manhwa) serilerini okuyorum. Aslında daha fazla seri okuyordum ama ara verdim diğer serilere.
Zaten bu seinen şonen ayrımı hangi dergide çıktığı ile alakalı. Misal JoJo serisinin bazı partları seinen, bazıları şonen dergide çıkıyor. o tür sadece üç büyüklerden ibaret değil.
Slam Dunk(yazarı Vagabond’un mangakası Inoue)FMA, SnK, Death Note, Shigatsu wa kimi no uso gibi seriler de şonen.
Bu arada seinen türü gayet ilgi görüyor. Kingdom satışlarda genel olarak ilk 5’de. Çoğu Seinen yazarı(Urasawa, Inoue gibi) işin ustaları olarak kabul görüyor ülkede.
Ha bir şonen’e kıyasla ilgi görmemesi doğal, çünkü farklı kesimlere hitap ediyorlar. Genç okuyucunun sayısı olgun kesime göre bir hayli fazla Japonya’da.
Benim en sevdiğim iki seri seinen(3-gatsu no Lion, Vinland Saga) ama şonen serileri de gayet keyifle takip ediyorum. Ne beklediğinle ilgili biraz.
SnK başlarda shounen’di sonradan seinen oldu. Death Note’un da en başından beri shounen’le alakası yoktu. Bu ikisine kıyasla Kingdom daha çok shounen özellikleri gösteriyor.
Her şonen “battle” olacak diye bir şart mı var? Dövüşle hiç ilgisi olmayan Shokugeki, Shigatsu, Koe no Kataçi gibi serilere ne diyeceğiz? Mücadelenin farklı şekilleri var. Ki sport şonenler de epey popüler.
Death Note’da şonen dergide yayınlandığına göre şonen’dir. Jump’da yayınlanan seri başka ne olacak?Zaten en başta dediğim gibi hangi dergide yayınlandığıyla ilgili bir durum.
Umaru-chan adlı mangaya bak mesela soft komedi mangası. Ama seinen. Karakter pofuduk tatlış tatlış. İnsanın içi ısınıyor. Yani Death Note, HxH gibi serilerin de seinen olmaması şaşırtıcı değil.
openingi harikadır tavsiye ederim.
Not: Bu arada SnK hala Şonen Magazin’de yayınlanıyormuş. Seinen dergiye geçmişse bile haberini görmedim.
Serinin içinde geçtiği evrene (gerçekçi, vahşi mi, abartılı şiddet ögeleri kırpılmış mı),
Serinin konuyu ele almasına (saf duygusallıkla mı yaklaşmış, yoksa mantıklı temellere mi dayandırmış) bakarak karar veriyorum.
Snk, İlk başlarda bile insanı depresyona sürükleyen vahşet ögeleriyle ve içinde bulunduğu evrenin gerçeklerini acımasızca göstermesiyle tam olarak shounen sayılmazdı. Ancak son sayılarında karakterlerin düşüncelerinin olgunlaşıp, davranışlarının sadece intikam boyutundan ayrılıp bir temele oturmasıyla iyice seinen özelliklerini göstermeye başladı
Death Note, Ana karakterinin belirli bir süre için küçük yaşta olmasından başka shounen özelliği yok. Ne ana karakteri etkileyen bir duygu yoğunluğu, ne gençlere hitap edecek heyecanlı sahneler, ne aptala anlatır gibi anlatılan olaylar… Bunların hiçbirisi yok. Aksine her şey tutarlı ve olgun bir mantık çerçevesinde işliyor.
Dergi etiketine bakıp “Üstünde shounen yazıyor, bu kesin shounendir.” demeyin. Önce bir bakın bu seri kimlere hitap ediyor, kimlerin ilgisini çekiyor.
Umaru benim de çok sevdiğim bir animedir. Geeklerin özdeştirme yapması amaçlandığı için seinendir. Ama shounen - seinen konusu konusu açıldı mı “neye göre, kime göre” sorusu akla gelir. Myanimelist’in seinen dediği bir animeye anidb shounen diyebiliyor veya tam tersi olabiliyor. Seinen dergide çıkan bir manga shounen özellikler gösterdiği gibi shounen dergide çıkan bir manga da seinen özellikler gösterebiliyor. Bunların hepsi satış politikası. Eğer tutmuşsa, iyi satıyorsa mangakaya biraz daha serbest alan veriyorlar. Bu nedenle SnK seinene doğru kaydı.
Slice of life animelerini ise tamamen farklı kategoriye koymak lazım bence. Shounen anime izleyim deyince kimsenin aklına slice of life gelmez. İnsanların aklına girmiş bir “shounen tarzı” var.
Manga yapım aşamalarını anlatan Bakuman animesini tavsiye ederim. Mangakaların nelerle uğraştığını bilmek için birebir. Editörler için mangayı rezil de eder, vezir de eder sözünü bu animede yaşıyoruz resmen.
HxH, One Piece, Ashita No Joe ve Berserk okumaktayım.
HxH’da, Crunchyroll üye olmadıysanız anime izlemesi bence kanser bir site olduğundan mangasından devam etmeye karar verdim. İlk arcini zaten (anime kültürüne yıllardır hakim veya bu kültürde yıllardır olan bir insan evladı değilim, yaşım 18. Aslında genel olarak geek ve edebiyat kültürü hakkında, çocukken kitap okumuş bir insan olmama karşılık bir coğunuz gibi derin bir geçmişim yok, neyse.) manga olarak okumuştum ve ne yalan söyleyeyim çizimlerinden dolayı ve bence yazıların biraz dağınık olmasından dolayı pek zevk almamıştım. 2.arci ise anime olarak izledim. 3.arci ise manga olarak devam etmek niyetindeyim. Bu kafadaki shonen serilerini manga olarak tüketmeyi daha eğlenceli bulduğumu fark ettim. Sebebi nedir inanın bilmiyorum. One Piece’de ise yaklaşık New World arcinin başlarındayım. Macera atmosferini, geniş evrenini, karakterlerin motivasyonlarının farklı yerlere gitmesi ve karakter bolluğu faktörünü sevmeme karşılık Oda’nın o evreni anlatma şeklinden dolayı da yeri geldiğinde sevmediğim hatta nefret ettiğim bir seri. Tahmini bir buçuk sene içerisinde güncele gelirim. Bakalım bu macera sona erdiğinde neler hissedeceğim.
Gelelim biraz daha yapı taşı olmuş serilere; Ashita No Joe, yapılan referanslarından dolayı uzun zamandır radarımda olan bir seri idi. Sonunu bilmeme karşılık seri beni farklı şekillerde şaşırtıyor. Hem iyi, hem de kötü anlamda. Bunlardan gelecekte uzun uzun bahsetmek niyetindeyim lakin özet geçmek gerekirse Rikishii karakterini (en azından şimdilik) bu kadar seveceğim hiç aklıma gelmezdi. Kötü anlamda ise Joe’nun karakter gelişiminin bu kadar çabuk olacağını hiç mi hiç beklemiyordum. Seri ilerledikçe karakter hakkında daha fazla detay görürüz diye umuyorum.
Gelelim Berserk’e. Berserk yıllardır duyduğum lakin hiçbir zaman, zaman bulamadığım serilerden birisi oldu. Yaklaşık 6 ay önce okumaya başlamıştım ve ne yalan söyleyeyim oldukça sarmıştı. Geçen gene okumaya başladım ve eskisinden bile daha fazla sardı. Bu mangayı yıllar önce okumadığım için kendime çok kızıyorum. Neyse.
Bu serilerde bir noktaya geldiğimde de, Gundam Thunderbolt, Kengan Ashura, Aku no Hana, Jujutsu Kaisen ve Tsutomu Nihei’nin yapımlarini okumak niyetindeyim.
Elime birkaç dk önce geçti ve baskısı muhteşem olmuş. Ayracına bile hayran oldum diyebilirim. Hikâyesi ise muhteşem ötesi zaten, umarım kalanı da bir an önce çıkar.