Diaspora (Fransızca): 1. Herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer. / 2. Herhangi bir ulusun yurdundan ayrılmış kolu, kopuntu. / 3. Yahudilerin ana yurtlarından ayrılarak yabancı ülkelerde yerleşen kolları, kopuntu.
Virtüöz (Fransızca): 1. Herhangi bir müzik aracını büyük ustalıkla çalabilen sanatçı. / 2. Herhangi bir işte usta olan kimse.
İçkin (Türkçe): 1. Varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmış olan, mündemiç (felsefe). / 2. Yalnızca bilinçten olan, yalnızca bilinç içeriği olarak var olan, mündemiç. / 3. Deney içinde kalan, deneyi aşmayan. / 4. Dünya içinde, dünyada olan.
Hasep (Arapça): Kişisel özellik, nitelik. Hasep nesep: Bütün soy ve hısımlar. Hasebiyle: Nedeniyle.
Allame / Allameicihan (Arapça): Çok ve derin bilgisi olan, çok bilgili.
Kadit (Arapça): 1. Çok zayıf. / 2. Güneşte veya hafif alevde kurutulmuş et. / 3. İskelet. Kadidi çıkmak: 1. Çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek. / 2. İskeleti görünmek.
Hasıl (Arapça): Olan, ortaya çıkan, görünen. Hasılıkelam / Hasılı: Kısacası.
Hançere (Arapça): Gırtlak.
Dirim (Türkçe): 1. Hayat, yaşam. / 2. Yaşama gücü. Dirimsel: Hayatla ilgili veya hayata bağlı olan, dirimlik, hayati.
Tekellüf (Arapça): 1. Zahmet veren bir iş görme, güçlüğe katlanma. / 2. Bir işi gösterişli bir biçimde yapmaya çalışma, özenme, gösteriş. Teklif tekellüf: Samimi olmama, resmî olma durumu, teklifli olma.
Lala (Farsça): 1. Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiyle görevli kimse. / 2. Şehzadelerin özel eğitmenleri. / 3. Padişahların vezirlerine seslenirken kullandıkları bir söz. Lala paşa eğlendirmek: İşini gücünü bırakıp karşısındakinin hoş vakit geçirmesini sağlamak.
Temize havale etmek: 1. Uzayıp giden bir işi bitirivermek. / 2. Yiyeceği yiyip bitirmek. / 3. Kısa yoldan çözümlemek, çabucak bitirmek. / 4. Ortadan kaldırmak, öldürmek. / 5. Kumar oyunlarında öbür oyuncuların bütün paralarını almak.
Eklektik : Seçmeci (sıfat, felsefe)
Kurulmuş olan dizgelerden değişik düşünceleri seçip alan ve bunları birleştirerek kendi öğretisi durumuna getiren (yöntem, düşünce, filozof). Bir öğreti ya da dizge kurmak istemeyip, ortalıkta olan düşünceler dağarcığından kendilerine uygun gelen bir bu, bir şu düşünceyi alarak benimseyen.
Eşkin (Türkçe): 1. Atın dörtnal ile tırıs arasındaki hızlı yürüyüşü. / 2. Filiz.
İspritizma (Fransızca): Ruhun ölmediğine inanan, gereğinde ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış.
Taammüm (Arapça): Yayılma, genelleşme.
Taammüt (Arapça): 1. Bir işi veya suçu bile bile, tasarlayarak yapma. / 2. İşlenecek bir suçun daha önceden tasarlanması.
Merhale (Arapça): 1. Derece, basamak, aşama, evre. / 2. Varılması istenen noktaya kadar aşılması gereken yerlerin her biri, konak, menzil. / 3. Bir yolcunun sekiz saatte gidebileceği mesafe.
Nedim (Arapça): 1. Arkadaş, yakın dost. / 2. Yüksek makamdaki kişileri hoş sözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren kimse.
1.sıfat Yaşlı, kocamış olan, pir (kimse), genç karşıtı:
" Bir gün odama kızgın bir ihtiyar girdi, elindeki bir tomar kâğıdı neredeyse fırlattı masama." -Ayşe Kulin
2.sıfat Cansız, sönük:
" Genç olmasına karşın bakışları çok ihtiyardı." -Ayla Kutlu
3.sıfat Eski:
" Şu ihtiyar toprak neler götürmüştür neler." -Ahmet Kabaklı
Bir şeyi, bir olayı olduğundan büyük veya çok gösterme, abartmak.
TDK’da bir anlamını bulamadım ama İngilizce sözcük olan “Exaggerate” Türkçeleştirmesi olduğunu düşünüyorum.
Düzenleme:
Şöyle bir bilgi buldum;
Egzajere
~ Fr exagérer abartmak ~ Lat exaggerare yığmak, biriktirmek, büyütmek < Lat ex+ agger yığın, küme ex+ agger yığın, küme
Tarihte En Eski Kaynak
[ m (1968) : Niçin egzajere ediyorsun? Biliyorsun ki darling sana karşı çok ay lav yu’yum. ]
Önemli Not: Bu kaynak kayıtlara geçmiş ve bu kelimenin kullanıldığı yazılı ilk kaynaktır. Kullanımı daha öncesinde sözlü olarak veya günlük hayatta yaygın olabilir.
Eşraf (Arapça): Bir yerin zenginleri, sözü geçenler, ileri gelenler.
Hasretmek (Arapça + Türkçe): Bir şeyin bütününü birine, bir şeye ayırmak, vermek.
Kebir (Arapça): 1. Büyük, ulu. / 2. Yaşça büyük, yaşlı. Kebire: Dinen yasaklandığı konusunda kesin delil bulunan ve hakkında dünyevî veya uhrevî ceza öngörülen davranış.
Suyolu (Türkçe): 1. Bazı giysilerin yaka, kol, cep vb. yerlerini süslemekte kullanılan işlemeli şerit. / 2. Bazı kâğıtların dokusunda bulunan, ışığa tutulduğunda görülebilen çizgi, resim veya yazı, filigran. / 3. Kâğıt üzerine konulan noktaların aralarını çizgilerle birleştirerek oynanan bir çocuk oyunu.