Handiyse (Türkçe): Yakın zamanda, hemen hemen. / Neredeyse.
Çotuk (Türkçe): Dışarıda kalmış ağaç kökü.
Mücessem (Arapça): Cisim durumunda olan.
Tali (Arapça): İkinci derecede olan, ikincil.
Duhul (Arapça): Girme, giriş.
Ceberut (Arapça): Acımasız.
Şüreka (Arapça): Ortak, yandaş.
Müfrit (Arapça): Aşırı
Bilahare (Arapça): Sonra, sonradan.
İstirham (Arapça): Yalvarma.
Cerahat (Arapça): Yara.
Kisve (Arapça): Kılık kıyafet.
Gıyap (Arapça): Yokluk.
Kâgir (Farsça): Taş veya tuğladan yapılan (yapı).
Hemhal (Farsça + Arapça): Aynı durumda olan.
Sümen (Fransızca): Üzerinde yazı yazmaya, arasında evrak saklamaya yarayan deri kaplı altlık. / Sümen atlı etmek: Hasır altı etmek.
Eviye (Fransızca): Mutfakta musluk altında bulaşık yıkamaya yarayan tekne.
Velur (Fransızca): Kadife
Tretuvar (Fransızca): Yaya kaldırımı.
Senkretizm (Fransızca): Birbirinden ayrı düşünce, inanış veya öğretileri kaynaştırmaya çalışan felsefe sistemi.
Korpus ( Fransızca): Konu külliyatı.
Aplik (Fransızca): Duvar şamdanı veya lambası.
İskandil etmek (İtalyanca): Denizin derinliğini ölçmek. / Bir işin içyüzünü araştırmak.
‘‘tüm söylenceler, beyazlara ya da yerlilere ait olsun, bazı atavistik hortlamaları saymazsak, on dokuzuncu yüzyılda ölüp gitmişti.’’
(Lovecraft, Karanlıkta Fısıldayan)
atavizm Fr. atavisme
a. ant. Atacılık.
atavizm İng. atavism
Organizmalarda evrimsel gelişim süresince ortadan kalkan bazı özelliklerin tekrar görülmesi; at yavruları yeni doğduklarında bazen görülen beş parmaklılık gibi.
atavizm İng. atavism
- Cedde çekme. 2. Bir hastalığın intikali. 3. Soya çekim.
Dromoloji: hızbilim
Paul Virilio isimli Fransız düşünürün Hız Toplumu isimli kitabında toplumsal gelişmeler üzerinde hızın belirleyiciliğini açıkladığı ve hızın toplumsal yaşantıyı teknolojik gelişmeler düzleminden ilerleyerek politika, enformasyon ve savaş sanayileri ile ele geçirdiğini açıklayan eleştirel bir kavram
uslamlama: Varılan yargının doğruluk ya da yanlışlığına bakmadan, yargılamada mantık biçimleri ve ilişkilerine öncelik vererek düşünme.
Az önce otoparkta yürürken öğrendim bunu çok ilginçmiş.
Tecessüs: Görme, anlama, aslını bilme merakı
Tuluat: Doğaçlama, akla geldiği gibi söz söyleme
Hünsa: Hem erkek hem dişi, iki cinsiyetli canlı.
Telkâri : Gümüşü ya da altını ince teller durumuna getirip örerek yapılmış olan (takı vb.).
Hemdem: (ﻫﻤﺪﻡ) i. ve sıf. (Fars. hem- eki ve dem “nefes; vakit” ile hem-dem) Birlikte bulunan, samîmî, canciğer arkadaş, dost.
Hemdem olmak: Arkadaş olmak, arkadaşlık etmek: Ben yâr ile şimdi hemdem oldum (Abdülhak Hâmit)
Meşveret(ﻣﺸﻮﺭﺕ) i. (Ar. meşveret)
Bir konu hakkında tecrübeli kimselere, o konuyle ilgili olanlara danışma, fikir alma, müşâvere etme.
Arkadaşlar 10-15 kelime yazmasak okunması daha kolay olur, bu şekilde okunmuyor, faydası olmuyor.
Delişmen : Delice davranışları ve tavırları olan, delidolu, şımarık (kimse).
Hadde: (ﺣﺎﺩّﻩ) i. (Ar. ḥadd “bilemek, keskinleştirmek”ten ḥādde) Ezilerek şekillendirilebilen madenlerin kütük, levha, çubuk şeklindeki parçalarını, aralarındaki mesâfeler gittikçe daralan bir dizi silindir veya makara arasından geçirmek sûretiyle saç, tel, ray vb. duruma getiren makine.
Haddeden geçirmek:
- Mâdenleri hadde denen âletten geçirerek inceltmek.
- mec. En ince ayrıntısına kadar incelemek. Haddeden geçmek: İncelmek, haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana / Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana (Nedim).
Sanırım bu banaydı . Yazdığım kelimeler genelde okuduğum kitaplardan bir seferde çıkan kelimeler oluyor. Özellikle son zamanlarda okuduğum kitaplar hep bilmediğim kelimelerle dolu çıktı. Bu yüzden de hepsini yazıyorum elimden geldiğinde gruplandırıp kolay okunacak şekilde. İleride buraya yazdığım kelimelere ihtiyacım olabilir diye de tüm bulduklarımı yazmak istiyorum. Bir de forumda ayrı ayrı sık cevap yazmak kurallara uymadığı için mecbur tek seferde yazıyorum. Yani elimde biriktirip tek seferde yazmıyorum .
Payanda: i. (Fars. pāyende “yerinde duran”dan) Bir şeyin sağlam olarak durmasını sağlamak için konan destek, dayak.
Payandaları çözmek: argo. Kalkıp gitmek, kaçmak, palamarı çözmek.
NÂGEHAN: (ﻧﺎﮔﻬﺎﻥ) zf. (Fars. nā-geh’ten nā-gehān) Birdenbire, ansızın: Yarılıp dîvâr çıktı evimden nâgehan / Üç bile hûrî bana oldu ıyan (Süleyman Çelebi). Nâgehan ol şâra (şehir) vardım / Ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile yapıldım / Taşla toprak arasında (Hacı Bayram Velî’den). Nâgehan âteş etti bir sayyâd (Muallim Nâci).
MİHNET: (ﻣﺤﻨﺖ) i. (Ar. miḥnet) Sıkıntı, zorluk, eziyet, zahmet, meşakkat: Derd-i Hakk’a tâlib ol / Dermâna erem dersen / Mihnetlere râğıb (istekli, isteyen) ol / Âsâna erem dersen (Niyâzî-i Mısrî). Hîleyle iş gören kişi mihnetle can verir (Neylî’den). Her mihnet kabûlüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden (Câhit S. Tarancı
Varyete (Fransızca): Farklı oyunlardan oluşan gösteri.
Cunta (İspanyolca): Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul.
Kesif (Arapça): Yoğun.
Massetmek (Arapça): İçine çekmek, soğurmak.
Akim (Arapça): Kısır, verimsiz. / Başarısız.
Vecd , vecit ya da ekstaz, kimi sözlüklerde «ruhun dünyevi gerçeklikten kurtulduğu kendinden geçme ve coşkunluk hali» olarak tanımlanmakta olup, kişinin bilinci ve hafızası yerinde olmakla birlikte kendisine (dünyevi-fiziksel varlığına, duyumlara) ilişkin hiçbir algılamasının olmadığı ve kişinin tümüyle kendisi haricindeki bir nesne ya da varlıkla (hayal, ruh, ilah vs.) ilgi kurduğu nadir şuur hallerinden biridir. (vikipedi)
Tarlatan (Fransızca): Elbisenin kabarık görünmesi için yapılan iç giysi.
Tansık (Türkçe): İnsan aklının alamayacağı, şaşırtıcı, olağanüstü olay, mucize.
Mesel (Arapça): Örnek alınacak söz.
Zındık (Arapça): Tanrıya, ahirete inanmayan kimse.
Hafiye (Arapça): Dedektif.
Nekahet (Arapça): Hastalıktan yeni kurtulmuş kimsenin durumu.
Havali (Arapça): Yöre.
Beis (Arapça): Engel, kötülük.
Münferit (Arapça): Tek, ayrı, kendi başına olan.
Hakketmek (Arapça): Maden, ağaç, taş üzerine elle yazı veya şekil oymak. / Yazı ve şekilleri kazıyarak silmek.
Muteber (Arapça): Saygın, itibarı olan. / Güvenilir.
Mülahaza (Arapça): Düşünce.
Mabut (Arapça): Kendisine tapılan varlık.
Mütecaviz (Arapça): Saldırgan. / -den çok, -i aşan.
Tahakküm (Arapça): Zorbalık, baskı.
Sürûr içinde dahi bir melâl hissederim.
Sürûr : Sevinç.
Melâl : Hüzün, Can sıkıntısı.
solipsizm: “Ben” felsefesi olarak bilinen, varlığı ben’in tasarımları olarak dile getiren felsefi görüş. Kuramsal bencilik olarak da belirtilir, buna göre bilinç içerikleriyle birlikte öznel ben varlık olarak kabul edilen tek gerçekliktir
Birkaç kere okusam anlarım herhalde değil mi…? Felsefeyi hiç almayan bir kafam var, ne güzel.
Mizansen (Fransızca): 1. Düzentileme (tiyatro). / 2. Düzenti (mecaz).
- “Piyes falsoları, yersiz mizansenleriyle devam ediyor.” (Cahit Uçuk)
- “Bu bir mizansendi, inceden inceye düzenlenmiş bir sahne.” (Tarık Buğra)