Jose Saramago - Körlük Kitabı Okuma Etkinliği

2 gündür iş temposundan dolayı doğru düzgün okuma yapamadım ama yarına kitabı bitiririm diye düşünüyorum. Sonra bende kendimce yorumlayacağım elbette :slight_smile:

1 Beğeni

Hehee yok önceki 7 kitabı okudum zaten ya, bu son basılan Fırtına Mevsimini beğenmedim :smile: Neyse bitiririm 1-2 güne umarım, tek avantajı fazla basit ve kolay okunması zaten :smile: .

2 Beğeni

Ben ilk kitapla karıştırmışım, pardon :sweat_smile: pek beğenmediğini de not aldım, ben bitmesin diye çok aralık koyarak okuyorum, daha ilk 5’i okudum sadece.

2 Beğeni

Dün sabah bitirmiştim, üzerine düşünüp içselleştirdikten sonra yorumumu yapacağım. Podcast harikaydı bu arada, çünkü Körlük çok güzeldi :slight_smile: iyice sindirdim gibi eseri.

2 Beğeni

Ben de kafama bu taş nereden geldi diyordum ki sen atmışsın :grin:

Anlatım şekli akıcı bence ama sen anlatıcının dahil olmasını sevememişsin. Bence o da renk katıyor anlatıma :slightly_smiling_face: Bir de anlatıcının okuyucuya ha bire laf soktuğu bir kitabı da var ama ismini hatırlayamadım onun :smiley:

Kız ona tekmeyi vurunca bir hoşuma gitti, içimin yağları eridi ama sonra açlık için kadınların diğer koğuşa yollanmasına epey sinirlendim, sizde karyola kırın demir yapın elinize. Yok neymiş silahı varmış adamın. Ulan sürünün hepiniz adam görmediği için boşa sıkar çömün az ama yok. Doktorun karısı da ayrı değişik zaten. Sen görüyorsun, sessiz sessiz git adamın yakınına kadar al silahı yargı dağıt ama yok, sonra da adamı öldürdü yine silahı almadı deli etti beni :smiley:

3 Beğeni

Etkinliği kaçırmışız sanırım ama ben daha önce başka bir etkinlikte bu kitabı okumak mecburiyetinde kaldığım için, -ne yazık ki mecburiyet, evet- katılamazdım zaten pek muhtemel.

Noktalama işaretleri ve tarzı sebebiyle zorlukla okuyabildiğim bir kitaptı. Üstelik genelde sol tandanslı yazarlarda pek çok kez üzülerek denk geldiğim vermek istediği fikri en kaba saba haliyle okurun gözüne sokan o didaktik, çiğ anlatıma da sahipti. Sırf insanların ne kadar kötü olduğunu göstermek için dümdüz kör etmekten daha usturuplu, doğal fikirler bulunabilir. İlk okuduğumda da bu yazar bana göre değilmiş dedirtmişti. Hala da aynı fikirdeyim.

2 Beğeni

Anlatıcının varlığına ihtiyacımız olan bir kitap değil. Akıştan kopmaya sebep oluyor. Bırak da hikayeyi okuyalım. Bu şekilde içerikte analiz yapınca roman sınıfına katamıyorum ben. Üniversite tezi gibi duruyor. Bundan sonra kendisinin kitaplarına makale gözüyle yaklaşacağım. Aksi halde bir daha okumayabilirim.

Kitaptaki her birey toplumun bir kesimini temsil ediyor ve öyle kolay değil gidip silahı almak. Çoğumuz korku yüzünden birçok şeyi görmezden geliyor ve katlanıyoruz. Bir avuç cesaretli insan da ya gösterilerde ölüyor ya da hapiste bir sebepten çürümeye terk ediliyor. Diğer açıdan karakterleri kendi karakterimizle yargılamak için sağlam empati yapmak gerekir. Kadının toplumdaki yeri maalesef kadınlara çekinik olmayı baskılıyor. Ataerkil bir dünyada kadın psikolojisini bana kalırsa yalnızca kadınlar anlar. Genelde beceriksiz, boş konuşan, fazla dinlenmeyen, saygı duyulmayan, ötekileştirilen, ihtiyaç dışında değersizleştirilen bir obje ve daha fazlası olarak her gün her saniye sokakta, medyada, yaşamda buna maruz kalıyoruz. Doktorun karısı gibi saygın bir tabaka sayılan kişi bile bundan kaçamıyor eninde sonunda. Toplum yozken bireyin aydın olması pek bir şey ifade etmiyor yani. Sonuçta her erkek içten içe kadınlardan daha güçlü olduğunu düşünerek bile kadını aşağı bir noktaya koyuyor. Bu durumda doktorun eşi neden herkesin iyiliği için çabalasın ki? Kendisi ve kadınlığın gururu için dövüşmesi bence daha makul.

1 Beğeni

Başladım bakalım, boş günde ne kadar okuyabilirsem kar bugün için :smile: .

3 Beğeni

Hep fantastik, bilimkurgu nereye kadar. Böyle kitapları da okumak lazım :smile:

3 Beğeni

Kitabı bitirdim ve neler yazmam gerektiğini düşünüyorum. Ama önce bir soru sorayım, bu romanı edebiyat evrenin de nereye koymalıyız. BK desem değil FK desem belkii

mı acaba?

2 Beğeni

Gerçeküstücülük olarak geçiyor ama bilimkurgu ve psikolojik gerilim türü diyebiliriz hocam. İnternetten baktığımda alegori, bilimkurgu, gerilim ve psikolojik bir roman olarak geçiyor.

2 Beğeni

An itibari ile kitabı bitirmiş bulunuyorum.

Çoğu kişiyi noktalama işaretleri ve yazarın anlatım tarzı başlarda üzecek ama ben alışkın olduğum için hiç zorlanmadan kolayca okudum. Umarım sizlerde kolayca adapte olabilmişsinizdir.

Yazarın anlatımını ve kitabın içeriğini ben çok seviyorum zaten. O konuda diyeceğim bir şey yok. Konusu ise bence muhteşem. Aslında burada bence körlük tam olarak bir körlük değil yani gerçekleri görememek, onları görmezden gelmek ve ahlaki olarak bir çöküntü olarak yorumladım. Zaten şu cümle de aslında bunu kanıtlar nitelikte, kitabın son sayfasında ki muhabbette ‘‘biz aslında kör olmadık zaten kördük, gördüğü halde görmeyen körler’’ cümlesi.

En çok etkileyen sahne ise yemek yiyebilmek ve koğuşlarındaki erkeklerinde karınlarını doyurabilmek için kadınların diğer koğuşa gitmeleri oldu. O kısım beni deli etti ve doktorun karısının neden silahı bir türlü almadığı kısım. Ama sonra @Agape bana neden öyle olduğunu anlatınca bana da mantıklı geldi ve daha anlaşılır buldum o kısmı ama yine de sinirim ve üzüntüm geçmedi tabi. Bayağı etkileyici bir sahneydi o kısım. Kolay kolay unutulacak türden değil.

Kitap beni bayağı etkiledi ki bu benim kitabı 3. okuyuşum. Sanki ilk kez okumuşum gibi etkiledi beni. Kitaba puanım ise 10/10.

4 Beğeni

İlk 100 sayfa itibari ile ben de yoruma geleyim artık :smiley: .

Yazarın yazım tarzında ben daha önce 1-2 kitap okudum, ama ne okuduğumu hiç hatırlayamıyorum. 20 sene öncelerinden lisede falan kütüphanede ne bulsam öğüttüğüm dönemlerde Saramago da okudum hatta ama hangi kitabını okudum onu da hatırlamıyorum :smiley: Neyle karşılaşacağımı biliyordum aslında, o nedenle sakin ve dinlenik olduğum bir günde başlamak istedim kitaba.

Şimdilik bir sorunum yok yazım tarzı ile. Bazı yerlerde tek cümle içinde bol virgülle ayrılan 2 farklı kişinin diyaloğu birbirine girebiliyor ama odaklı bir okuma anında çok da sıkıntı değil. Biraz okuma hızımı da yavaşlattı tabi ister istemez.

Şimdi benim temel sıkıntım filmi birkaç sene önce izlemem oldu sanırım. Unutmuşumdur diyordum ama okumaya başlar başlamaz acayip bir şekilde bol ayrıntısıyla hatırladığımı anladım. Her yerden Mark Ruffalo ve Julienne Moore fırlıyor benim kafada :smile: İlk vakalar, karantinaya alınmaca ve hastane kısımları ile beraber film ve kitap epey paralel gidiyor gibi.

Kısacası bana hiçbir şey sürpriz ya da şaşırtıcı gelmiyor şu an, filmin sonu falan da kitapla aynı olduysa komple yavan bir okuma olacak gibi benim adıma ama hayırlısı bakalım :smile: Bende biraz daha karakterlerin hislerine, psikolojilerine, düşüncelerine odaklanmaya çalışarak okumaya devam ediyorum. Okuma zevkim karakter odaklı değil de olaylar, yaratımlar, dünyalar üzerine olduğundan ve kendi spoiler ımı kendime yıllar önce yedirmiş olduğumdan biraz arada derede bitireceğim gibi bu etkinliği.

Bir şüphem de acaba Körlüğü mü okudum ki 20 sene önce falan :thinking: Ayda 20 civarı kitap gömdüğüm o gençlikte her şey ihtimal dahilinde :joy: Okuduğum her sayfada bir hatırlama geliyor :joy: .

3 Beğeni

70’li sayfalardayım.

Kitap, Lost’u çağrıştırıp duruyor bana nedense, İkisinin başrolünde de doktor var, ikisinde de garip ve gizemli olaylar oluyor, Enteresan. Sonu da aynı olacak bence, eğer finali gözlerin açılışıyla yaparsa.

,. (Gülme emojisini Saramago böyle yapıyormuş.)

Devlet yetkililerinin muamelesi de ibretlik, Şerefsizler.

3 Beğeni

Filmini izlemedim ama tamamen aynı olduğunu sanmam, illa ki bir iki değişiklik yapmışlardır. Yapmamışlarsa da helal olsun derim :smiley: Bildiğim kadarıyla Can Yayınları çevirisini okumuş olabilirsin ve muhtemelen Körlük kitabıdır. Çünkü Can 2-3 kitap çevirip sanırım telifi Kırmızıkedi’ye kaptırdı. O kadar yıldan sonra hala aklında kaldıysa kitap seni de etkilemiş demek ki zamanında ki unutmamışsın :smiley:

@Lorien_archers gülme emojisini böyle yaptığını bilmiyordum, etkinlik sayesinde yeni bir şey öğrendim :slight_smile:

3 Beğeni

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki en zor işlerden biridir Eleştirmek, yani bilerek isteyerek hakkında konuşmak, fikir yürütmek. Bunu kendimden biliyorum. Yaklaşık on günde okudum kitabı ama bu satırları yazabilmek için üç dört gündür kafamın içinde ne olması ve nasıl olmasını düşünüp duruyorum. Neden derseniz okuması bu kadar zor olan bir kitap hakkında yazmak daha da zor olmalı diyorum. -Eskilerin deyimiyle- daha on fırın ekmek yemem lazım diye düşünüyorum. Nereden başlasam nasıl söylesem derken önce bu roman hangi türdür sorusuna cevap aradım. Sonuç olarak Büyülü Gerçeklik diye bir akıma ait olduğunu öğrendim.
Masalsı da olsa Fantastik kurguyu andırsa da bir roman türüdür Büyülü Gerçeklik. Büyülü gerçekçilik, akıl sınırlarını zorlayan, mantık dışı öğeleri, sihirli şeyleri içinde barındıran ve bunları ütopik ya da karşı-distopik bir kurgu düzleminde ortaya koyan bir akımdır. Büyülü gerçekçilik, “büyüleyici gerçekçilik”, “olağanüstü gerçekçilik” “Büyülü Akım” şeklinde tanımlandığı da olmaktadır. Kökleri çok daha eskilere uzanan büyülü gerçekçilik 1920’li yıllarda Almanya’da resim sanatında Franz Roh’un çalışmalarında ortaya çıkar ve oradan edebiyat alanına yayılır. Daha çok Latin Amerika diyebileceğimiz ülkelerde yaygınlaşan bir edebiyat akımıdır. Jorge Luis Borges, Isabel Allende, Gabriel García Márquez, Mikhail Bulgakov, Salman Rushdie, Günter Grass, büyülü gerçekçi romancılar arasında bize tanıdık gelen isimlerdir. Kendi yazarlarımız arasında da Latife Tekin, Nazlı Eray ve Sema Kaygusuz gibi yazarlarımızın isimlerini sayabiliriz.
Büyülü Gerçeklikte, anlatıcı ve anlatı kişilerinin, fantastikten farklı olarak, doğaüstünü doğal bir durum olarak karşılamaları gerekir. Ayrıca Büyülü gerçekçi metinlerde yazarın ağız sıkılığı da çok önemlidir. Anlatıcı-yazar ile anlatı-kişileri, anlatıda öykülenen doğaüstü ile gerçekçi olayların uyumlu bütünlüğünü bozacak biçimde açıklama yapmamalı ve yaklaşmamalıdırlar. Görüldüğü gibi Jose Saramago bu edebiyat akımının bütün bu kurallara uymuştur.
Uzun bir girişten sonra Körlük romanına gelirsek arkadaşların söyledikleri gibi okunması zor olan bir roman. Uzun paragraflar, farklı noktalama işaretleri, sayfayı tamamen dolduracak kadar kelimeler. Gerçi bir giriş yaptıktan sonra çok da zorluk çekmiyorsunuz ama alışasıya kadar bir hayli yoruluyorsunuz. Hani denize girenlere -özellikle Kuzey Ege kıyılarında- derler ya su soğuk mu? Sorusuna cevaben derler ya “Girince alışıyorsun.” İşte öyle. Yine de biraz dikkatin dağıldı mı sözün ucu kaçıyor ve kimin ne söylediğini ve nasıl bir cevap aldığını anlamak için biraz gerilere gitmek gerekiyor. İlk başlarda aklıma şu şeytanlık da gelmedi değil; Saramago Üstad matbaaya gittiğinde matbaacı “bu çok sayfa tutar” dediyse O’da o zaman bende kelimeleri bitiştirip yerden kazanayım”demiştir gibi geliyor bana.
Konuya yani romana gelirsek-bekâra hanım boşamak kolay- diyebilirsiniz ama bence konu çok orijinal değil. Ama daha önce kaynağının Hz Süleyman’a -bu Süleyman kurdun kuşun dilinden anlayan Hz Süleyman- veya Marie Antoinette dayandığı söylenilen bir sözü bir kere daha tekrar edeceğim. “Güneşin altında yeni bir şey yoktur.” Bu yüzden Körlük Romanının konusunun Zombi konusu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Zombi kelimesinin arkasına saklanıp 320 sayfalık romanı hafife almak değil amacım. Kazanılmış koskoca bir Nobel ödülü var bu işin sonunda. Portekiz’in aldığı ilk ve tek Nobel Edebiyat ödülünü almıştır Saramago Üstad. Ama ha yürüyen ölüler ha kör olup ölmekten beter olan bir kent sakinleri demeden de geçemeyeceğim. Üstelik bu konu güzel ve derinlemesine işlenmiş. Bir insanın başına gelebilecek en zor kazalardan biridir kör olmak. Hele bütün bir toplum kör oluyorsa o zaman iş daha zor ve daha ilginç bir hal alıyor. İyi işlenmesi detayların vurgulanması gerekiyor. Düşünsenize bütün kültürünüz, sanayiniz, teknolojiniz, eğitiminiz ve her türden üretiminiz görmek üzerine kurulmuş. Ne büyük bir hata. Bunu Jose Saramago bu zafiyetimizi gözümüze sokmuş ama sanırım yetkililerden bir düzeltilmesi veya önlem alınması konusunda bir çaba yok. En azından ben duymadım.
Bir başka nokta da beni kitabın sonuna kadar sürükleyen ve Aziz Hayri ölçüsünde bile hızlı sayılabilecek şekilde okumamı sağlayan ses. “Sonu ne olacak acaba deyip duruyordu. Ama yukarıda belirtiğim gibi -Büyülü Gerçekliğin olmazsa olmaz “Neden ve nasıl olduğu açıklanmamalıdır” kuralı gereği açıklanmıyor. Haa bu iyi de olmuş, bu sayede büyü bozulmamış. İlk başlarda bu kadar insan hep çekirdek aile midir demiştim kendi kendime. Neden bunların yakınları anne babaları, teyzeleri, amcaları çoluğu çocuğu yok. Belki o zaman iş daha çok dallanıp budaklanacaktı. Sonra böylesi daha iyi olmuş dedim.
Toparlamam gerekirse bizim zaaflarımızı ve hayvanlar ile aramızda ince bir sınır olduğunu belirtmesi açısından çok iyi bir eser. Bir daha okur muyum diye kendime sorduğumda -eğer zamanım olursa neden olmasın” diyorum.

Not: Böyle bir başlık açıp bu romanla ve yazarla tanışmama yardımcı olduğu için MelihAntepli arkadaşa çok teşekkür ederim.

5 Beğeni

Benim Körlük yorumum;

Kitabın türü falan doğrusu ilgilendirmiyor beni, çünkü anlatmak istediklerini anladıktan ve bunları içselleştirdikten sonra diğer birçok şeyin pek bir önemi yok benim gözümde.

Bilinmeyen bir ülkede yaşanıyor olaylar ve insanları sadece görünüşleriyle çıkarabildiğimiz bir eser Körlük. Burada ilk önce kıyamet, felaket veya büyük bir sorun yaşanmıyor. Herkes konfor alanında ahlaklı, mutlu ve itaatkâr yaşarken aniden bir adamın trafiğin ortasında kör olmasıyla başlıyor her şey. İşte felaket bu oluyor artık. Birbiri ardına kör olma haberleri geliyor.

İnsanların adım adım kaosa sürüklenmesini okumuş oluyoruz böylece. Hükümetin ve ordunun yaşananlar karşısındaki tutumuna şaşıramadım bile; acımasızlar, bilinçsizler ve halkı önemsemiyorlar kesinlikle. İnsanları uzun zamandır kullanılmayan eski binalara zorla götürerek karantinaya alıyorlar, duyurular yapılıyor falan derken aslında bir süre sonra körlerin kaderine terk edildiğine şahit oluyoruz.
Açlık, her türlü temizlikten yoksunluk, duygusal krizler, düşüncelerin çıkmazında kaybolmak, yalnızlık ve son olarak da AHLAKSIZLIK. Özellikle kadınların maruz kaldığı olaylar silsilesinin vahşi boyutunu okumak epey zordu.

Bunun gibi yaşanması imkânsız şeyler insanların başına geldiğinde genelde çoğu ailesini, çevresini, yakınını umursamaz. Bencilce bir yaşama savaşı, hırsı insanın benliğini ele geçirir. Artık bildiğimiz hayat yok çünkü, yani hayatta kalma duygusu diğer her şeye baskın gelerek aklımızı ve kalbimizi ele geçirir. Yazarın bunları başarılı bir şekilde anlattığını düşünüyorum. Her yaştan bireyi kitabına koyması ve o çaresizliği hissettirmesi mükemmel olmuş.

Göz doktorunun ilginç bir şekilde kör olmayan karısı sayesinde o dehşetin içinden biraz olsun başımı kaldırıp nefes alabildim. “Doktorun karısı” diye bildiğimiz bu kadın kitap boyunca en sevdiğim karakter oldu. Yalnız iki yerde ondan başka bir hareket beklerken tam tersi tavır sergilmesine ayar oldum. Mesela ahlaksızlar koğuşunun liderini elinde makası olduğu halde hemen öldürmemesi… keşke o kadar beklemeseydi. Sonra kocasının başka bir kadının yatağına gitmesine sessizce müsade etmesi…
Ama yazar burada konfor alanından çıkan insanların hayvanlarda bile olmayan vahşi yanını gerçekçi bir şekilde yansıttığı için yaşanan gelişmeleri kanıksayıp okumaya devam ettim. Karantinadan kurtulup özgür olduklarında aslında özgürlüğün bu olmadığını, kör olmadan önce de kör olduğumuzu, fiziksel körlüğün ahlak körlüğüne nasıl dönüştüğünü okumak beni sıkmadı, neler olacabileceğini tahmin etsem bile heyecanlandım. Üslubu çok akıcı, seçtiği dil basit. Aslında konu da çok basit. Yaşanan körlük sadece bir süs. O süsün arkasında çirkin bir canavar saklanmış bizi bekliyor: İnsanların, durumlar değiştiği zamanda hayvanlardan bile nasıl korkunç olabileceği gerçeğiyle yüzleşmek.

Kör olmak karanlığa hapsolmaktır fakat eserde ki körlük beyazın içinde kaybolmak gibi, kara bakarken insanın gözü kamaşır, onun gibi. Ama bu göz kamaşması hiç geçmezse işte bu çok kötü. Kitapta “beyaz felaket, süt denizi” diye adlandırılmış bu salgın. İsabet olmuş.

“Körlük” salgınının insan vücudunda yarattığı fizyolojik değişikliklerden, bulaşma yollarından, vb durumlardan bahsedilmemesi aslında kitabın ana temasının salgın değil de çok daha derinde yatan bir şeyin olduğunu apaçık gösteriyor zaten.
Yazarın sürekli kitaba dahil olmasından belli. Sanki okuru tutup sarsıyor ve işte insan doğasının acımasız gerçeği bunlar diyor. Ve çok hoşuma gitti böyle yapması.

Noktalama işaretlerini yazarın kendi tarzında kullanması ya da kullanmaması beni yormadı. Akış hiç kopmadı ben de, başladığım gibi bitirdim. Saramago’nun daha birçok kitabını da okumak istiyorum.
Puanım 9/10, bir puan kırdım. Nedeni ise keşke biraz daha detaylı olsaymış, uzun bir okuma yolculuğu yaşamak isterdim bu kitapla. Herkese tavsiye ederim.

5 Beğeni

Değerli görüşleriniz ve katkılarınız için asıl ben teşekkür ederim :slight_smile:

@sultiderler yine çok güzel yorumlamışsın. Bence de kitap biraz daha detaylı olabilirmiş, yaşananlara sinirlenip sonra düşününce az bile diyorsun :joy:

2 Beğeni

Teşekkür ederim. Belki yazar yaşananları genel ve basit tutup ana soruna odaklanmamızı istemiş olabilir :slight_smile:

Bu arada ben de bu güzel kitabın etkinliği için çok teşekkür ediyorum @MelihAntepli :blush::cherry_blossom: Görmek etkinliği de bekliyorum olursa :slight_smile:

2 Beğeni

Asıl ben teşekkür ederim. Bende anket açacaktım akşam bu konuda. Hatta şimdi açayım, akşam oldu sayılır :smiley:

2 Beğeni