Malazan Book of the Fallen

Yazdıklarını okursan hocam insanların korkması normal :rofl:

Yanınıza A2 kağıt alın karakterleri not alın diye belirtmen lazımdı :sweat_smile:

Hahah. Okurken hiç not almadım açıkçası. Paragrafları birkaç kez okuduğum oldu ne olduğunu anlamaya çalışarak. Kakaka kikiki tadında giden diyalogların bir anda 180 derece döndüğünü de gördüm. Adını, kim olduğunu hatırlayamadığım karakterler de olmadı değil. Ama bunlara hiç eksi olarak bakmadım. Çünkü yazarın amacı biraz da buydu. Soru işaretlerini sonraki paragrafta gidermek istemiyordu, ya da bilge ihtiyara dünyayı şıp diye anlamamız için bilgi yığdırtmıyordu. Bunun yerine daha doğal bir öğrenme süreci gördüm, okudukça anlayarak veya çaba sarf ederek. E sonuç olarak bana sadece yazara saygı duymak kaldı.

1 Beğeni

Acayip yükseldim seriye, acil çevirmeleri lazım bunu. Fantastikteki mottom her zaman; “Evren ne kadar büyükse seri o kadar iyidir.” olmuştur.

4 Beğeni

Adam çok sosyal bir insanmış demek ki. Yüzlerce karakter yaratmış. :sweat_smile: Benim asıl merak ettiğim yan rolleri ve figüranları saymazsak karakter gelişimi nasıl yansıtıldı? Düşüncelerine yer verildi mi? Onları yeterince tanıyabiliyor muyuz?

Bu da çok tartışılan başka bir konu seri hakkında. Şimdi dürüst olayım iki üç örnek dışında karakter gelişimi yok. Yani karakterler aşağı yukarı hikayeye nasıl başladılarsa öyle devam ediyorlar. Bunun nedenleri var tabi ki, kadronun geniş olması gibi. Ama daha mantıklı olansa bizim hikayeye başlangıcından itibaren tanıklık etmiyor oluşumuz. Yani bridgeburnerların nasıl bridgeburner olduklarını görmüyoruz, zaten bridgeburnerlar. Bunun dışında seride monolog baya var ve hiç beklemediğin bir karakterden seni düşüncelere sevk edebilecek tiradlar da duyuyorsun. Herkes kendi çapında ufak bir filozof anlayacağın. Bence karakter gelişiminin minimal olması onları kötü karakterler yapmıyor. Hatta bazı karakter arketiplerini en iyi kullanan yazar aynı zamanda Steven Erikson.
Ama kitabın çoğunluğunda görmediğimiz için karakterlerle bağ kuramayan ya da basitçe ilgilenmeyip bırakan insanlar da yok değil.

3 Beğeni

Cevap için teşekkür ederim. Aslında kendi açımdan düşündüğümde farklı bir deneyim olacaktır. Bana katacağı şeyler olacağını düşünüyorum. Bakalım önümüzdeki 30 seneye gelmezse @Ozgur tamamlayacakmış zaten. Ondan okuruz. :sweat_smile:

1 Beğeni

Zaman Çark için de betimlemesi bazıları için sorun oluyor. Betimlemeleri sevdiğim için beğenerek okudum ama sadece kapıdan başını uzatıp birinin geldiğini haber veren isimsiz bir karakterin bile yarım sayfa betimlemesi oluyor ve bir daha görmüyorsun zaten.

1 Beğeni

@HamdemitAbi Mbotf genel olarak okuyucunun içine düştüğü, karakterle bir olduğu sürükleyici bir tarzla mı yazılmış; yoksa karakterleri ve olayın heyecanını okuyucuya mesafeli bir şekilde mi aktarıyor?

Mesela Zaman Çarkı’nda çok ana karakter olmasına rağmen karakterlerle duygusal bir bağ kurabiliyiyordum, ancak Yerdeniz serisinde tek bir karakteri okumama rağmen bir türlü hikayenin içine giremiyordum.

En azından yazarın; yazım tarzını, fantastikliği sağlayan hayal gücünü, evrenin küçük bir kısmını nasıl yarattığını görelim.

Askere gitmeden ilk 10 sayfasını çevireceğimi umuyorum…en kötü prologue bölümünü çeviririm diye umuyorum. (Söz vermiş saymayın yine de, aslında Ihsan beyle aynı yerde yaşasam günlük kahvesini falan ikram ederek türlü oyunlarla ben bikaç sayfa çevirtirdim de :sweat_smile::sweat_smile: @mit ) Arkadaşın bahsettiği kadar içine girmedim serinin ilk mesajından sonrasını da okumadım hatta :joy:çünkü karakter gelişimi de dahil seri hakkındaki diğer yorumları bana spoiler geliyor. O yüzden kitap hakkında güzeldi, kötüydü, sıkıcıydı hariç pek fazla yorum okumam mümkün oldukça. Ve bence ilk 10 sayfda yazrın üslubunu da görebilirsiniz bence. Zaten olaylsrı yda gelişecek şeyleri kitabın ilk on değil ilk yarısından bile anlayamamamız lazım. 10 kitaplık seri de herşey normale göre yavaş işlemeli, finalinr gelene kadar tuğla tuğla kurulmalı serinin kalesi. Sadece şiirleri için bile okurum ben bu seriyi, fantastik şiirleri, ağıtları ve hatta ninnileri çok seviyorum.
Mesela şöyle birşey tüylerimi diken diken edebiliyor

8 Beğeni

Bilemedim şimdi,ne olduğuyla değil de nasıl olduğuyla ilgili sorulara cevap vermeye çalışmıştım :slightly_frowning_face:. Serinin fanı olduğum için düşüncelerim belliydi zaten. Ama onun dışında katılıyorum size, arkasını bile okumadan başlayacaksın, hele google’a hiç sorulmamalı. Hele o otomatik tamamlama yok mu? Herkese en çok spoiler veren oluşumdur bence :smile:.

Biraz araştırma yaparken eski forumda yazarın kitaba önsöz olarak koyduğu kısmı bir arkadaş çevirmiş. Gayet de güzel görünmekte. Burada da olsun diye ekliyorum. Arkadaş muhtemelen yeni forumda yok. Olsa kendisi eklerdi zannedersem.

Arkadaşlar, ingilizce bilgim iyidir ama çeviri bambaşka birşey. Bu nedenle anlam kargaşası olmuş olan yerler olabilir. Ama zor bir dille yazılmış. Zaten kitabın kendisi de zor. Ama elimden geldiğince merak edenler için önsözü çevirdim. Bazı kelimeleri özellikle ingilizce yazdım. Bazılarında da türkçe birkaç karşılığı aktardım, daha iyi anlamanız için.
İşte Malazan İlk kitabı Gardens of the Moon yazarın önsözü. Kitap türkçeye çevirilirse mutlaka okuyacağım ama -yazarın yaklaşımını ve kitabın içeriğini çekici bulsam da- ingilizce pek niyetim yok. Zaten bu bile zorladı, o kadar zamanım yok :)

Bir şeye ambition( arzu ,hırs,tutku…) olmadan başlamanın anlamı yoktur. Hayatımın birçok alanında bu düşünceyle hareket ettim ve birçok kez kayaya tosladım. Hala, benim ve Cam(Ian C. Esslemont’un) yazdığı film ve televizyon serilerini satmak için o kadar uğraşırken aldığı cevapları hatırlarım: “Harika! Eşssiz! Çok komik, çok dark… Ama şu an Kanada’da, biz böyle şeylere bütçe yetiştiremeyiz… Size bol şanslar!”
En sert öneriler birçok yönden bunun peşinden geldi, “Daha… basit birşeyler deneyin. Herkes gibi. Daha az… arzulu.”

Toplantılardan mutsuz, ümitsiz, afallamış çıkardık. Bayağılık için mi davet alıyorduk? Evet, öyle gözüküyordu.
Öyleyse s.kt.r et!
Gardens of the Moon(Ayın Bahçeleri). Sadece bu başlık hakkında düşünedurmak bile arzunun bütün nosyonlarını, benim sürekli duvardan duvara toslamama neden olan o gençlik çılgınlığını diriltmeye yeterli. Çabalama ihtiyacı. Alışılagelmişe karşı koy! Go for the throat! (Bunu çeviremedim ya, ama direk muhabbete gir gibi birşey, oyalanma, dolaylama, sallama dallama vs. direk saldır, gırtlağından yakala, finish him gibi)
O zamanlar ne yaptığımın tamamen farkında olduğumu düşünmeyi yeğlerim. Bakış açımın tamamen net olduğunu ve her ne kadar hoşlansam da, türün içine etmeye hazır olduğumu. (nasıl sevmezdim ki? her ne kadar türün değiştiği yönden haz etmesem de onu okumayı çok seviyordum.) Şu an bundan emin değilim. Anlık içgüdülerle hareket ederek, sonradan arkaya bakıp yerinde giden herşeyi ciddi akılsızlık olarak değerlendirmek (yerinde gitmeyenleri gözardı ederek)… Bu çok kolay.

Yıllar içinde çıkan birçok roman, birçok olguyu netliğe kavuşturdu. Gardens of the Moonla başlayacak olursak, okuyucular benim işimi ya sevecek ya da nefret edecek. Ortası yok. Doğal olarak ben, herkesin sevmesini tercih ederim, ama bunun olmayacağını anlayabiliyorum. Bu tembel bir seri değil. Öyle başlayıp da sırayla hızlıca yutamazsınız. Daha büyük sorun ise şu; ilk kitap giden bir maratonun yarısında başlıyor - ya koşarak başlayıp ayağınızın üzerinde durursunuz, ya da ezilirsiniz.

Bu önsözü yazmam gerektiğinde, bir süre bunu esintiyi hafifleştirme yolu olarak düşündüm, çok yüksek bir yerden derin sulara düşmenin şokunu hafifletmeye kitabın birinci sayfasından başlama yolu. Bir takım background, tarih, sahne kurma gibi şeyler yapmayı hiç doğru bulmadım. Frank Herbet Dune’ü yazarken böyle birşey yaptığını hatırlamıyorum, ve eğer bir yapıt, temel olarak bana ilham olmuş olacaksa bu Dune’dür. Tarih ya da kurgu yazsam da yazmasam da, tarihin gerçek bir başlangıç noktası yoktur. Medeniyetlerin inişleri çıkışları (başı sonu itibariyle) bizim düşündüğümüzün aksine çok daha karmaşıktır.

Gardens of the Moon ilk olarak bir rpg oyunda hayat buldu. İlk draftı Malazan dünyasının iki yaratıcısı olan ben ve Ian Esslemont tarafından uzun metrajlı film olarak yazıldı, ve senaryo gerekli ilgiyi görmediği için ilerleyemedi. (“Biz fantasy filmleri yapmayız çünkü onlar b.k gibidir. Bu ölü bir türdür. Kostümleri falan içerir ve kostüm dramaları Westernler kadar ölüdür”- önceleri yığınla yapım şirketi bu gerçekliği yüzlerine vuruyordu, hepsi Lord of the Rings beyazperdeye gelmeden çok önceydi.)

Ve böylece beklediğimiz yere gelmiştik. Yeterli malzememiz vardı. Yetişkin Epik Fantezi film sektörünün son keşfedilmemiş türüydü -Willow’u saymadık çünkü bizim gözümüzdeki tek değeri crossroads sahnesinden ibaretti; geri kalanlar da çocuklar için yapılmış şeylerdi. Bu türdeki yapılan filmlerin diğerleriyse, ya düşük bütçeli ikinci sınıf filmler ya da bizim gözümüzde son derece hatalı filmlerdi. (Conan’la yaptıklarına bak!)Biz, şu O’Toole ve Hepburn’un The Lion in Winter (Kış Aslanı) tarzı birşey istiyorduk. Ya da Michael York, Oliver Reed, Raquel Welch, Richard Chamberlain’li Üç Silahşörler filminin büyü katılmışını. Tv yapımlarından favorimiz, Dennis Potter’ın Singing Detective’i (Şarkı söyleyen dedektif) idi. Gördüğünüz gibi, sofistike zımbırtılar istiyorduk. Fanteziyi o ağızları açık bırakacak kadar hayranlık uyandıran, içleri kıpırdatan, göz kamaştırıcı içeriğe doğru sürüklüyorduk. Başka bir deyişle, dibine kadar arzuluyduk.

Ama bunun yanında muhtemelen, pek de hazır değildik. Yeterli değildik. Becerilerimiz ötesinde düşünüp, tecrübesizlik kapanına kısılmıştık. Ya da gençliğin laneti.
Hayat beni ve Cam’i farklı yönlere savurduğu zaman, ikimiz de yaratılmış koca bir dünyanın notlarını yanımızda götürdük. Saatlerce oyun oynayarak inşa edilmiş dünya. Kocaman bir içerik vardı, 20 romanlık malzeme, iki katı kadar da film… Ve ikimizde de kimsenin istemediği senaryoların çıktıları vardı. Malazan dünyası yüzlerce elle çizilmiş harita, sayfalarca kaba notlar, karakter künyeleri, mekan planları, eskizler… ne ararsan.
Malazan dünyasının tarihini yazma kararı birkaç sene sonra verildi. Ben senaryoyu bir romana çevirecektim. Cam de bununla alakalı Return of the Crimson Guard (Kızıl Muhafızın Dönüşü) isimli bir roman yazacaktı. (ve şimdi uzun yıllar sonra, Night of Knives’ın (Bıçakların Gecesi) hemen üzerin Cam’in ilk epiği olan Kızıl Muhafızın Dönüşü yayınlanacak) Kurgu işlerinde olduğu gibi, yazarlık, asıl yazar, kelimeleri ardı ardına sayfalara dizen kişiye ithaf edilir. Gardens of the Moon için, senaryo çevirisi neredeyse sıfırdan başlamak gibiydi. Senaryo Darujhistan’da kurulmuş üç ayrı bölümden oluşuyordu. Ana olaylar damlardaki suikastçi savaşları ve büyük şölendeki büyük finali kapsıyordu. Başka da ciddi birşey yoktu. Ne arka hikaye, ne içerik, ne gerçek bir karakter tanıtımı… Aslına bakılırsa, Kış Aslanı’ndan ziyade, Raiders of the Lost Ark (İ.Jones: Kutsal Hazine Avcıları) gibiydi.

Ama hırs, tutku asla bitmez. Biraz çalkalanır, iniş çıkış olur, ayaklar yere sürer, ama sadece farklı bir yöne gitmek için, bir sonraki projeye. Hayır’ı cevap olarak kabul etmez!
Gardens’ı yazarken, hemen anladım ki, arka hikaye, ne kadar arkaya gidersem gideyim sorun teşkil edecek. Ve anladım ki, potansiyel okuyucularıma olayları altın tepside sunmadığım sürece (ki bu yapmayı tercih etmediğim birşeydir, bize aptal muamelesi yapan fantazi yazarlarına yeterince sövüp saymış biri olarak) herşeyi basitleştirmediğim, daha önceki olay örgüsünün içine kaymadığım sürece, okuyucularım debelenecekti. Sadece okuyucular da değil, editörler, yayıncılar, menejerler…
Ama bir okuyucu, fan olarak, debelenmeyi hiç sorun etmedim, en azından bir süreliğine ve hatta uzun süreliğine. Diğer şeyler beni sürüklediği sürece sıkıntı yoktu. Unutmayın, Dennis Potter’a hayrandım. DeLillo’nun The Names and Eco’s Foucault’s Pendulum’un da. Benim kafamda okuyucu, fazla yükü kaldıracak kişidir, cevapsız soruları, gizemleri, belirsiz işbirliklerini…

Tarih şunu kanıtladı ki, okuyucular ya Gardens of the Moon’un ilk üçte birlik kısmında kitabı bıraktı, ya da sonraki bütün kitaplarda seriyi takip etti. Bana dediler ki, daha önceden böyle olacağını bilseydin yine aynısını yapar mıydın? Dürüst olayım buna bir cevabım yok. Belki bazı elementleri değiştirebilirdim, işte ufak tefek şeyleri ama temel olarak neyi farklı yapabilirdim bilmiyorum. Ben kesinlikle, arka hikayeyi, tarihi vs. sadece bilgi vermek amacıyla paylaşacak bir yazar değilim ve olmayacağım. Eğer bu yaptığım, birden çok fonksiyonu olmayacaksa, o zaman beni tatmin etmez. Ve sonra olacağı şu; daha çok fonksiyon işleri daha komplike hale getirecek ve yavaşça iş rayından çıkacak ve bütün bu arka hikaye elementleri yavaşça derinlere gömülecek.
Buna hızlı yazma diyoruz, ama ayrıca, hala nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde yoğun yazma. Yani Gardens sizi çok hızlı bir okumaya davet ediyor. Ama yazar olarak tavsiyem, bu cazibeye aldanmayın.
İşte yıllar sonra buradayız. Bu çiftkutuplu davetten ötürü özür mü dilemeliyim? Böyle bir önsözle kendi bindiğim dalı mı kesiyorum? Ve bu roman benim tek ayak üzerinde dans etmemi mi sağladı? (değişik bi deyim ilk kez rastladım, yere sağlam basmamamı sağladı falan demek istemiş sanırım)

Belki evet. Ama bazen, kendime soruyorum; eğer bazı (Son derece başarılı) fantazi yazarları gibi, tahta kepçeyle bütün bilgileri okuyucunun boğazından aşağı dökseydim ne olurdu? Bestseller olur muydum? Dur bir dakika, burada ultra populer fantazi yazarlarının, okuyucularının beğenilerine göre yazarak başarıyı bulduklarını mı ima ediyorum? Aslında değil, yani en azından hepsi değil. Ama sonra kendi açımdan bakıyorum. Gardesn of the moon için yayıncı bulmam, 8 sene ve İngiltere’ye gitmemi gerektirdi. 4 sene de Amerika’ya gelmesi sürdü. Şikayetçi miyim? “Çok karmaşık, çok fazla karakter, çok… tutkulu” Geniş açıdan bakmayı tercih edip, Gardens’ın nasıl da türün klasik klişelerinden ayrılıp, ve her ayrılışın bir dirençle karşılaşacağını söyleyebilirim. Ama egom bu kadar kabarık değil. Bu bir ayrılış gibi hissettirmedi. Glen Cook’un Dread Empire ve Black Company romanları zaten yenilikleri getirmişti. ve ben bunları okudum, daha fazlasını istedim ve istediklerimi de kendim yazmak durumunda kaldım. Ve benim yazı şeklim, taklitçiliğe hiç bir zaman geçit vermese de, (Cook kısa ve öz yazar) aynı şekilde moral bozucu ton, çarpık alaycılık, duygusal çelişme ve benzer atmosferde yazmaya çabaladım. Belki klasik İyi - Kötü çekişmesinden koptuğumun farkındaydım, ama bu sadece büyümenin bir yan ürünü gibi geldi - gerçek dünya böyle değil ki, neden sürekli fantazyayı realiteden bu kadar koparmaya çalışılır?

Aslında bilmiyorum. Sadece düşünmek bile yorucu.
Gardens gördüğünüz gibidir. Revizyon yapmayı düşünmüyorum. Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.
Sanıyorum ki okurlara, ilk kitabın ilk kısımlarında ayrılma opsiyonunu vermek, 5-6 kitap onları sürükleyip sonunda keyiflerini kaçırıp, iğrenerek bırakmalarını sağlamaktan iyidir. Belki pazarlama açısından bakarsan ikincisi daha iyidir, en azından kısa dönem için. Ama Allah’a şükür, benim yayıncılarım çakma ekonominin ne olduğunu görünce anlayabiliyorlar.

Gardens of the Moon bir davettir. Buyrun gelin beraber yola çıkalım. Sizi eğlendirmek için en iyisini yapmtığımı söyleyebilirim. Küfür ve şerefe, gözyaşı ve kahkaha, hepsi burada.
Yeni başlayan yazarlara da bir çift sözüm var. Arzu kirli bir söz değildir. Ödün vermenin üzerine tükürün. Go for the throat! T.şş.klarınızla, yumurtalarınızla yazın. Tabiki de daha zor bir yolculuk olacak ama bana bakabilirsiniz, fazlasıyla değiyor!

Cheers,
Steven Erikson
Victoria, British Columbia
December 2007

Çeviren Rang Baru.

13 Beğeni

Kesinlikle heyecanlandırıcı. Umarım hakettiği şekilde yayımlanır tüm kitapları.

Serinin son durumu hakkında bilgisi olan var mı? Gerçi bundan sonra çevrilse bile 20 kitabı 20 senede anca çevirir ithaki gibi yayınevleri.

1 Beğeni

Hani küçükken kulaktan kulağa oynardık ya onun gibi işte. Biri keşke x bassa diyor, o cümle dönüyor dolaşıyor x basacakmış oluyor. Ama bir gerçek var, o da hiçbir yayınevinin seriye en ufak bir yaklaşımda bulunmaması. Yakın zamanda da basılacağını veya bu yönde bir haberle karşılaşacağımızı düşünmüyorum. Umarımzaman beni haksız çıkarır da bu girimi silmek zorunda kalırım ancak benim görüşüm bu yönde.

4 Beğeni

Çevrilmeden bu kadar yorum almış çevrildiği zaman ne olacak acaba.

2 Beğeni

10 senede tamamlanmazsa en az taht oyunları kadar efsane olur.

2 Beğeni

Yabancı forumlarda çok mesaj görüyorum, insanlar bir heyecanla başlıyormuş, sonra kitap ağır gelip de bırakan çok olmuş. Bizde de öyle olacak muhtemelen, şimdi aramızdan çok bekleyenleri ufak ufak kaybedeceğiz kitaplar çıktıkça. O zaman gör sen yorumları. :smile:

5 Beğeni

Umarım o masadan eksilen dostlardan olmam. :smiley:

1 Beğeni

Aslında kitaplar ilerledilçe değil. Sadece ilk kitapta öyle oluyor genelde. Yazar da ön sözünde beliriş zaten :grin:.

1 Beğeni

Sanırım bu seriyi kemik fantastikçiler haricinde beğenen olmayacak.(tabi çıkarsa :wink: )

6 Beğeni