Okuma Etkinliği - Ölühane Kapıları (Malazan #2) - Steven Erikson

Ben şöyle anladım o kısmı:

Yaralıları her halükarda karşıya geçirdiler, sonra onları indirip geri geldiler (yaralılar taş bloklar üstünde yatıyormuş). Zaten normalden fazla araç da kullandılar. Arabaları direkt olarak nehir zeminine sıralayıp yol yaptılar. Derinlik atıyorum 2 metre ise, arabalar sayesinde diz boyu derinlikle karşıya geçebildiler. Arabaların üst kısımları su içinde kaldığı için de görünerek planlarının bozulmasına engel oldular.

3 Beğeni

İşte ya, merak ettiğim buydu. Ama Duiker devamında yok nehirden şunlar çıktı bunlar çıktı diyince dedim böyle bir şey mümkün mü? Neyse ki değilmiş. :sleepy:

1 Beğeni

Hahah reddit bir ben demişim, ama bence daha işlevseller. Aslında aynı stildeler, tor özetlerken 1-2 cümle fazla kurmuş ya da biraz daha açıklayıcı olmaya çalışmış gibi geldi bana.

Benim özette aradığım o değil ama, en önemli yerlere kısa ve anlaşılır değinmesi ve unuttuğum yeri hatırlatması yeterli. O yüzden reddit slaytları daha hoş gibi.

1 Beğeni

Hocam genel olarak Tor vs. Reddit değildi sorduğum.

Ay Bahçeleri etkinliğine gidersen, orada bu kitaba dair Reddit’te yayımlanmış bir rehberin Türkçe çevirisini bulabilirsin. Bu etkinlikte ise Tor’daki özetleri Türkçe’ye çevirdim.

Sormak istediğim, bu ikisinden hangisinin daha faydalı olduğu idi.

1 Beğeni

Pardon (/▽\)
Fark etmemisim…

  1. bölüme kadar geldim, kitabın sonunda sayılırım artık. Heyecanlı gidiyor bayağı, ne olacağını hiç kestiremiyorum. :slight_smile: Ancak bu Azath Hanesi’ni pek çözemedim nedense. İsimsizler de aynı şekilde. Doğrusu onları az çok anladım galiba ama Azath’lar aklımda hiç şekillenmedi resmen. Çok soyut kaldı. Bu Azathlar ne oluyor tam olarak? Oturmaması normal mi? RAFO mu? Wiki’ye falan bakmaya yeltendim ama vazgeçtim spoiler alırım diye. :slight_smile:
5 Beğeni
  1. bölüm bitti.

İlk kitapta Kellanved ve Dansçı’nın ölmediğini ve Gölge Hanesi’ni kurduklarını tahmin etmiştim, bunu doğrulamak için fandoma da bakmıştım ve tahminimi doğruladıktan sonra seriyi daha da çok merak etmeye başlamıştım. Bu sırrın bu kadar erken ve bu kadar basitçe ortaya çıkmasını beklemiyordum. Sha’ik’in ölmesini bekliyordum, bakalım yeniden dirilecek mi?

4 Beğeni

İkinci kitap itibariyle birçok ipucu mevcut, bunları yorumlamaya çalışabiliriz:

Önce kendi çıkarımımı paylaşayım: House of Azath benim zihnimde özellikle kötüleri cezalandıran ve bir nevi hapishane işlevi gören oldukça güçlü bir kovan olarak canlanıyor.

Şu ana kadar Azath hakkında öğrendiklerimiz:

  1. Icarium reyizin Azath’a yönelik izlenimleri:

“There are some who claim the Azath are in truth benign, a force to keep power in check, that they arise where and when there is need. My friend, I am beginning to see much truth in those claims.”

Tremorlor suffers, Mappo. It fights alone, and its cause is just. I mean to help the Azath, and so to Tremorlor lies the choice—to accept my help or not.”

  1. Azath’in geçmişte (kötü, yaramaz? :slight_smile: ) tanrıları bile hapsettiği biliniyor:

“It’s said,” Fiddler murmured beside him, “that the Azath have taken gods.”

Mappo fixed the soldier with hooded eyes.

Fiddler squinted as he studied the riotous walls on all sides. “What Elder gods—their names forgotten for millennia—are caged here? When did they last see light? When were they last able to move their limbs? Can you imagine an eternity thus endured?” He shifted the weight of the crossbow in his hands. “If Tremorlor dies…imagine the madness unleashed upon the world.”

  1. Azath’ın bir diğer özelliği içerisinde uzay-zamanın durması, aynı kara deliklerdeki tekillik gibi. Bunun yanı sıra House of Azath’ların diğer tüm haneleri bunların kovanları aracılığıyla birbirine bağladığını biliyoruz.

Mappo spoke in a low voice beside the sapper. “It’s said the Azath bridge the realms—every realm. It’s said that even time itself ceases within their walls.”

7 Beğeni

Hocam Malazan’ın kozmolojisini de çok beğeniyorum şahsen. Bunlar sonraki kitaplarda biraz daha açılan konular, ve ne desem spoiler olma potansiyeli taşıyor sanırım, ne kadar yorum yapsam bilemedim o yüzden :thinking:

Ama 2. kitap itibariyle bildiklerimizi güzel özetlemişsiniz orası kesin, elinize sağlık. :hugs:

2 Beğeni

The Blacktongue Thief’den sonra MoI’ye başlasam mı diye düşünüyorum. 5-6 aylık bir ara vermiş oldum Malazan’a, devam etmek keyifli olabilir. :slight_smile:

2 Beğeni

Bence sonraki kitap olarak bir Malazan her zaman iyi bir fikirdir hocam :roll_eyes:

3 Beğeni

Bunu bir hayat standardı haline getirmek gerek. :smiley:

4 Beğeni

Çok teşekkürler, böyle toparlayınca oturdu şimdi. Gözümün önündeki şeyi görememişim biraz. :slight_smile:

3 Beğeni

Ben de ikinci kitabı tüm okumalar itibarı ile bitirdim ve yazın dünyamda işgal ettiği yeri tarif dahi edemem. Daha sonra detaylı bir değerlendirmeyi hakettigini düşünüyorum.

4 Beğeni

Heyecanla bekliyoruz. :slight_smile:

1 Beğeni

En sonunda kitabı bitirmiş bulunuyorum. 20. bölüm itibariyle kısa yorumlarımı yazıp sonra kitap hakkında küçük bir inceleme yazacağım. Tabii kafam allak bullak olduğu için ne desem, hangi birini yorumlasam hiç bilmiyorum. Dolu dolu bir serüvenin sonuna gelmenin haklı şokunu yaşıyorum resmen.

Apsalar herhalde. Şaşırdım bu kısmı okuyunca, beklemiyordum. :slight_smile:

Bu ikili favorilerim arasına girdi hemen. Sonraki kitaplardaki rollerini çok merak ediyorum.

Bu bölüm gerçekten kitabın en can alıcı noktasıydı. Dehşet içinde okudum, her şey çok gerçekçiydi. Bir yandan da nasıl öylece durabilirler diye kendi kendime isyan ettim. Pormqual’ın bu derece aptal olmasını beklemiyordum, o rütbeye nasıl gelmiş bu aptallıkla…

Bu kısımda o kadar kafam karıştı ki. Ne olduğunu hala tam oturtabilmiş değilim. Laseen şahsen orada mıydı, değil miydi? Değilmiş galiba. Kalam, Laseen’in orada olmadığını anladı mı anlamadı mı? Peki Laseen’in peşini bırakması fazla kolay olmadı mı yani? Laseen sandığımız kadar kötü değil miymiş? Ne düşünmem gerektiğini bilemedim hiç, arada kaldım.

Son bölümlerde açığa çıkanlar şaşırtıcıydı, art arda geldi hepsi. Gothos ve Dujek’e çok şaşırdım. Karakterlerin seçtikleri yollar da aynı şekilde, aklımın ucundan geçmeyecek şeyler oldu. Özellikle Kalam’ın Minala ile 1300 çocukla ilgilenecek olması… Apsalar ve Crokus ise var ama yok gibiydiler bu kitapta. İkisinin de ilk kitaptaki öneminden sonra burada yardımcı karakter gibiydiler. Evlerine dönmeleri de serideki rolleri bitmiş gibi hissettirdi ama umarım bitmemiştir.

Son dakika dahil olan bu karakteri çok merak ettim. Kapı meselesi de yine kafamı karıştırdı. Ejderhanın geçtiği yer asıl bahsedilen kapı olsa gerek. Peki bu kapı nedir? Kavuşum falan diyorduk. O kısım havada kaldı sanırım. Sormaya da korktum şimdi yine anlamadıysam diye. :slight_smile: Bu arada bu ejderhayı da aşırı merak ediyorum. Genel olarak merak ettiğim o kadar şey var ki kafam allak bullak oldu. Halbuki kitabı tane tane anlayarak okudum sanıyorum.

Ben bunu anlamamıştım… Şu an aydınlandım. Bu kitap duygu açısından fazlasıyla yoğundu gerçekten. Her açıdan keder doluydu.

Böyle nereye kadar devam edecek acaba?.. Icarium’un aslında Mappo’nun yaşadığı yere saldırmamış olduğu gerçeği nedense daha üzücü geldi bana, umarım kısa sürede ortaya çıkar.

Genel olarak Ay Bahçeleri’ni daha çok sevmiştim ama bu kitabın da aşağı kalır yanı yok, hatta daha yoğun olduğu ortada. Sanırım ilk Ay Bahçeleri’ni okuyunca daha çok bağlandım. Dolayısıyla bu kitapta da öncekinden tanıdığım karakterleri daha büyük bir zevkle okudum. Tabii sonlara doğru yeni karakterlere de alışıp benimsediğimi fark ettim. Özellikle Mappo-Icarium ikilisi, Duiker, Heboric ve şaşırtıcı bir şekilde Felisin… Genelin aksine Felisin’e özellikle sonlarda çok ısındım. Mappo ve Icarium’un ilişkisi dostluk açısından şimdiye kadar okuduğum kitaplardan en iyi yansıtılmış olanıydı diyebilirim. Coltaine’i de es geçmek olmaz tabii, inanılmaz bir fedakarlık söz konusuydu. Yeni doğmuş hali ileride konuya dahil olur sanırım. Genel olarak Wickan kabilesini çok ilgi çekici buldum zaten. Davranışlarından, geleneklerinden bahsedilen kısımları ilgiyle okudum. Burada Erikson’ın antropolog tarafı kendini göstermiş.

Başka ne desem bilemedim, daha diyecek çok şeyim varmış gibi hissediyorum. Ama kitabı bitirmenin şokuyla ne aklıma geldiyse onu yazdım şimdilik. :slightly_smiling_face:

10 Beğeni

Azath ile ilgili güzel bi’ reddit yorumu okudum. Yazan kişi şöyle bir şey demiş “Azath evleri kan içindeki alyuvarlara benziyor, tehlike olarak gördüğü şeyi hapsediyor. Devasa büyü güçleri Azath’ı tetikliyor. İlk kitapta Jaghut Tiran’ı hapsetmesi de bu sebepten olmuş olabilir” Tabiki bu okuyucunun kendi yorumu, bana göre de Azath bir hapishane. Ve görünüşe göre kendisine gardiyanlar seçecek kadar akıllı ve canlı. Aklımda deli sorular.

Burn’ü de Azath mı yuttu acaba?

4 Beğeni

Şahsen orada değildi, işlerin ters gidip Kalam’ın onu öldürmeye karar vermesi olasılığına karşılık bir cesetin ağzından konuşuyordu. Kalam onun orada olmadığını anladı, Laseen’e söylediği son söze dikkat.

I’d not thought acting one of your fortes, Laseen…“You could have begged for your life. You could have given more reasons, made more justifications. Instead, you spoke, not with your voice, but with an empire’s.” He turned away. “Your hiding place is safe. I will leave your…presence—”

Laseen’in peşini bırakmaya karar verdi çünkü Laseen’in savunmasının dürüst olduğunu düşündü. Özellikle Bridgeburners’i yok etme emrini vermemiş olmasını ve Dujek’in hain ilan edilmesinin bir hileden ibaret olmasını inandırıcı buldu.

Laseen sanıldığı kadar kötü müdür bilemem, ancak Malazan’da gerçekten iyi ve kötü gibi kavramlar yok, bunu karakterlerin hemen hemen hepsinde gördük. :slight_smile:

6 Beğeni

İllüzyonlarına ihtiyacın yokmuş kısmını okurken şahsen gelmesine şaşırdı sanmıştım. O yüzden kafam karışmış, şimdi tekrar bakınca anladım. :slight_smile:

Evet, gerçekten karakterlerin büyük çoğunluğu gri. Laseen ilk kitaptan beri ana düşman olarak gösterildiği için düşündürmüştü sadece. :slight_smile:

Açıklamalarınız için teşekkür ederim, daha iyi anladım. :blush:

3 Beğeni

Etkinlik cayır cayır ilerlemiş vallahi çok sevindirici. :sunny:

Hepsini okuyamadım ama benim biraz içimi burkan şey aradığım kadar ‘‘reaksiyon’’ yorumu görememiş olmak. Favori bölümleriniz nelerdi? Ben 13. ve 15. bölümlerde dizelerin karanlığında kaybolmuştum özellikle.

Duiker’ın yorumları… Nil ve Nether’ın yaptıkları büyü sonrası vaziyetleri…

…Duiker alimlerin tüm çabalarına rağmen savaşın ardından insan düşüncelerinin karamsar akıntılarına açıklama getirelemeyeceğini bilirdi. Tek yapması gereken Nil ve Nether’ın bulundukları yere inerken verdiği kendi tepkisine bakmaktı. Yalpalayarak yanlarına gittiğinde bağcılar terden ve kandan yapış yapış olmuş ellerini hala ayakta ölü bir kısrağın böğürlerine (daha ilk bakışta gördüğüm yazım hatası, kim bilir neler var daha.) bastırıyorlardı. Yaşam neredeyse akıl almayacak kadar büyük bir güç barındırırdı ve beş bine yakın hayvanın dudak uçuklatıcı bir kuvvet ile iradeye kavuşması için tek birinin feda edilmesi görünüşte saygın ve soylu bir eylemdi. Kalbi kırık iki çocuğun sevecen elleri altında kendi sonunu idrak edemeden ölen hayvanı hesaba katmazsan.

…Ölüme iştirak etmeye gidiyoruz. İşte böyle anlarda -kılıçlar çekilmeden, kan toprağı ıslatmadan, çığlıklar havayı doldurmadan önce- beyhudelik hepimizin üstüne çöker. Sanırım zırh giyiyor olmasaydık hep beraber hüngür hüngür ağlardık. Akıl almaz kaybın yaklaşan vaadine başka nasıl cevap verilir ki?

Meşhur ölenlerin isimleri ile ilgili alıntıyı yazmaya üşendim. O da 13. bölümde yine.

Peki 15. bölümdeki Lull’ın eski köle, yeni 7. bölük askerlerine yaptığı efsanevi konuşma?

…‘‘Bir canın parayla satın alınamayacağı bir zaman gelip çatar. O çizgi geçildikten sonra geri dönüş yoktur. Sizler artık askersiniz. Yedinci’nin askerleri. Her biriniz piyade bölüğümün muvazzaf mangalarına katılıp asker arkadaşlınızla omuz omuza duracaksınız - daha önce ne olduğunuz zerre kadar umurunda değil.’’ Çavuşa doğru döndü. ‘‘Bu askerleri görevlendir, Çavuş.’’
Duiker töreni ses çıkarmadan seyretti. Bir erkeğin veya kadının adı bağırılarak üniformalar teker teker teslim edildi ve mangalar öne çıkıp yeni mensuplarını aralarına aldılar. Abartılı, zoraki hiçbir şey yapılmadı. Eylemin üstünkörü profesyonelliğinin kendince bir ağırlığı vardı ve sahne derin bir sessizlik içerisinde cereyan etti. Tarihçi kırklı yaşlarda erler görse de hiçbiri kifayetsiz değildi. Onlarca yıllık ağır işin ve iki muharebenin ayıklanmasının ardından geriye sadece hayata sıkı sıkıya tutunan inatçı insanlar kalmıştı.
Ayakta duracaklar. Hem de dimdik.
Yüzbaşı yanında belirdi. ‘‘Uşaklar olarak,’’ diye alçak sesle konuştu Lull, ‘‘sağ kalabilirler, diğer soylu ailelere satılabilirlerdi. Şimdi ellerinde kılıçlarla can verecekler. Şu sessizliği duyabiliyor musun, Duiker? Ne anlama geldiğini biliyor musun? Bence biliyorsun - hem de çok iyi.’’
Ne yaparsak yapalım sonunda gülümseyen Hood olur.
‘‘Bunları yaz, ihtiyar.’’
Duiker, yüzbaşıya göz attığında bitik bir adam gördü. (Duiker glanced at the captain and saw a broken man.)

Bence bu çok çok iyi bir edebiyat. Bu tarz vurucu bir edebiyatı ben, çok bir kıyas yapmak değil de daha çok yarattığı etki bakımından hissiyat benzerliği diyeyim, John Steinbeck’in Cennetin Doğusu kitabında okumuştum.

3 Beğeni