- bölüme kadar okudum şimdi.
İlk olarak Köpekler Zinciri bölümünün sonundaki hanımefendinin Felisin olması beni ŞOK etti. Evet çölde Apsalar ve Felisin hariç Shaik tasvirine uyan kadın yok ama yine de kendimi Apsalar’a o kadar endekslemişim ki Felisin aklımın ucundan bile geçmedi. Bunu dediğim için @isos81 kızar mısınız bilmiyorum ama muhtemelen Apsalar gözümde asil biriyken Felisin ezik büzük biri gibi olmasından kaynaklı olarak hiç aklıma gelmedi.
Belki de dış görünüş olarak Apsalar iyi giyimli, güzel ve temiz biri gibi kafamda canlanırken Felisin hep yara bere içinde, paçavra giyen per perişan bir halde anlatıldığı için öyle hissetmişimdir. Muhtemelen Tor okumalarının sonunda o kişinin Felisin olduğunu görüp spoilerımsı yemeseydim Ölühane Kapıları’nın başında Felisin olduğunu okuduğumda daha çok şaşırırdım.
Ama şöyle bir bakınca Felisin bu nefretle -eğer yeniden doğum olursa- yeni rolünü çok iyi üstlenir diye düşünüyorum. Tabii hiçbir şey düşündüğüm gibi çıkmıyor ama olsundu. Yine de yeni Shaik’in Felisin olmasını isterim. 
Bunun dışında Icarium olayı benim için o kadar büyük bir muamma ki onun hafızası ile ilgili sahneleri hiçbir şey anlamadan okuyorum. Hatta şimdi 15. bölümde kovan, eski krallık ve şehirlerden bahsedildi. Mappo acayip triplere girdi ve ben acaba durum açıklandı da ben mi bir şey kaçırıyorum yoksa hala açıklanan bir şey yok mu diye düşünmeye başladım.
Duiker’e nedensizce o kadar ısındım ki onun bakış açısını çok severek okuyorum. Coltaine’in çok ilgi çekici ve gizemli bir aurasının olmasındandan da kaynaklanıyor bu ama reise çok yer vermemişler. Yani karakter bazında ona da çok yer verilse de tadını ala ala okusam diye düşünmeden edemiyorum. Bu hissi ilk kitapta Anomander Rake kısımlarında yaşamıştım.
Minala ve Kalam ikilisini shiplemiyor değilim ama nedense Minala çok üzülür gibime geliyor. Ama yine tamamen yanlış tahmin yürütüyorum muhtemelen. 
Bunun dışında neden üzerine pek konuşulmamış anlamadım ama Kulp ve Baudin’in ölümüne -ve ölümlerinin AŞIRI trajik olmasına- o kadar üzüldüm ki. Çok üzüldüm. Hatta bir süre “yok canım ölmemişlerdir” diye düşündüm ama Kulp o POV’da baş karakter gibiyken Erikson abimiz bi’ anda harcayıverdi Kulp’u. Baudin de aynı şekilde. Hani onun bir questi/taskı vardı ve kendi çapında bunu başarmak için elinden gelenin en iyisini yapınca hayatı sonlandı desek, yine dr o kadar kötü bir ölümü hak ediyor muydu… Bilemem. Bir de mesela acaba Felisin’e aşık mıydı diyorum. Çünkü Tavore’a o kadar da bağlı mıydı ki? Bilmiyorum.
Kısacası bilmiyorum bilmiyorum. 
Bu arada bu kitapta karakter gelişimine ve düşüncelerine yer verilmesine hayran kaldım. Yani karakter derinliği öyle bir verilmiş ki iç dünyaları ve bütün karamsarlığı 1-2 cümlede okuyucuya yansıtıveriyor yazar. Bu yetenek değil de nedir.
Espri olsun diye söylüyorum: Rus yazarlar karakterin karamsarlığını 1000 sayfada anlatırken Erikson 2 cümlede işleyebilmiş bunu. 
Şu ana dek çok iyi gidiyor. Sözümü geri alıyorum ikinci kitabı ilk kitaptan daha çok beğeniyorum artık. Karakterlere çok ısındım ve mekanlar iyice oturdu kafamda (600. sayfaya gelmişim oturmasın da n’apsın.) Bendeki durum bu. Yazar sonu nasıl bağlayacak çok merak ediyorum.