Hocam pdfyi atabilirmisiniz
Bölüm 7’nin sonundaki scatology gözüne çarptı mı?
“I have a little magic, too. Also not much.”
“I didn’t think the bird fell out of your arse.”
She took a sip of wine and looked at me seriously.
“That would be very dark magic,” I said.
She squinted at me, waiting to see where this was going, but not hopeful.
“But not black magic.”
She waited.
“Brown,” I said.
She searched brown magic for any possible meaning besides juvenile scatology. Finding none, she closed her eyes and shook her head in disappointment.
“Edebiyatta müstehcenliği (özellikle bok şakaları) arama”. İngilizcede bu eylemin tek sözcüklük bir karşılığı var. Ne diyelim, zengin dil. Bizde aynı şeyi anlatmak için maalesef cümle kurmak zorundasın.
Bölüm 8’i nasıl buldun? “Bully Boy” beni bir kedi aşığı olarak duygulandırdı, harika bir bölümdü.
Kör Tabby’miz hayırlı olsun.
Ben Bölüm 12’deyim. Öykü toparlanmaya ve ivmelenmeye başladı; şu ana kadar okuduklarımdan memnunum. Şimdilik kurgunun kendisinden çok yazarın üslubunu ve worldbuilding’ini beğendim. Krallıklara has diller, lehçeler, savaş disiplini, yasalar, siyasi görüş ayrılıkları, para birimleri (Owlet, Gallardian Lion, Holtish shilling, Isphantian silver, copper shave) şunlar bunlar derken kanlı canlı, iyi işlenmiş, detaylı bir evren yaratılmış.
Uyku mahmurluğundandır. Az zaman sonra alışacaksın eminim. Öte yandan evet, CB kelime dağarcığı oldukça geniş olan bir yazar, lakin anlatımı tereyağı gibi kaydığı için vokabeli benim için sorun teşkil etmedi; elbette Kindle’ın sözlüğü zaman zaman can kurtarıcı olabiliyor.
Erikson’ın Malazan’daki İngilizcesinden daha zorlu sözcük seçimleri var diyemem. İlk mesajımda belirttiğim üzere, CB özellikle silah, zırh, savaş teknikleri ve para birimleri gibi hususlarda çok detaycı bir yazar. Ortaçağ İngilizcesini, o zamanın şehir yaşantısını ve tabirlerini yalayıp yutmuş. Polearm yerine onun daha spesifik bir versiyonu olan glaive’i, short sword yerine spadín’i veya seax’i kullanması falan detaycılığına bir örnek. Pennycock, cunnyboy ve bigguns (big ones) gibi bu kitap için türettiği kelime oyunları da mevcut ama bunlar zaten bağlamdan çıkarılabiliyorlar. Bunları da yarattığı evreni zenginleştiren tuz&biber olarak görüyorum.
Biraz bakındım çok fazla bilmediğim kelime var. Türkçeye çevrildiğinde okurum/z artık şu an buna harcayacak zamanım yok.
2 gün önce biri redditte beni slumptan kurtaran kitap olarak paylaşınca okuma listeme almıştım. Burada da etkinliği olması çok yerinde bir tesadüf oldu. 2 gün içinde bende okumaya başlıyorum kısmetse
Üçüncü bölüme geldim. Kelimelere ve tarza ufaktan ısındım. Hatta bayağı zekice cümleler var.
Şunu sıkı bir çeviri ile okumak çok keyifli olabilirdi.
Gübre araştırma bilimi de olduğunu bilmiyordum. Cümlenin gelişinden anlamını çıkardığıma güvenince sözlükten bakmamıştım (scat-ology), bu kadar spesifik bir anlamı olduğunu tahmin etmemiştim. Zenginlik noktasında örnek olduğundan emin değilim ama. Ya da şöyle ifade edeyim, biz zenginleştirmeye yanaşmıyoruz biraz da. Yeni bir kelimenin/kalıbın dilimize girmesi çok zor oluyor. Misal herbokolog dile girmeyi başardı. Bir de fikrini alıyım; sence Almanca mı daha zengin yoksa İngilizce mi?
Bully Boy’u sevmeyen bizden değildir diyorum sadece.
13’e geldim, dediğin gibi toparlanıyor ufaktan, ama biraz daha ivme istiyorum. Kurgusundan ziyade üslubu leziz, worldbuildingi de çok başarılı. (Banyo sahnesinde Galva’nın vücudunda ısırık izleri araması) Oldukça emek vermiş adam bu evrene, bakarsın genişletme şansı olur da okuruz bol bol.
Yep. En hoşuma giden kısmı şimdilik bu. Karamancı’yı angaje ediyim mi?
Şaka bir yana tarz olarak bakınca Yaprak Hanım’ın çevirmesini isterdim, İlahi Kentler çevirilerini çok beğenmiştim. Bunu da yumuşatmadan çevirirdi.
Bu arada @Haplo Sen nerelerdesin hocam? Gelsene su çok güzel.
Zenginlikten kasıt kelime sayısıysa muhtemelen İngilizce. Almancaya 200-300 bin civarı, İngilizceye 500 bin civarı sözcük atfediliyor. Yalnız bu veriler sözlükten sözlüğe farklılık gösteriyor ve bence hatalı bir karşılaştırma; mesela Almancada kök sözcükleri birleştirerek sayısız yeni bileşik sözcük üretmek mümkün. Bunları da dahil edersen milyon tane sözcük bulursun.
Örnek: Arbeiterunfallversicherungsgesetz (İşçi kaza sigorta yasası). Kök kelimeler Arbeiter (işçi) + Unfall (kaza) + Versicherung (sigorta) + Gesetz (yasa). Sözlüğe baksan ihtimalle bulamazsın ama her Alman bunu bilir ve kullanır.
Kelime sayısından ziyade dildeki çeşitliliğe bakarsan bu sefer kesinlikle İngilizce kazanır diye düşünüyorum. İngilizce Cermen dil ailesine ait, yani kökünde Almancadan türemiş bir dil. Hâlâ da İngilizce kelime haznesinin çeyreği Almanca kökenli. Ancak 11. yüzyılda Normanların İngiltere’yi işgalinden sonra İngilizce Almancadan uzaklaşıyor; konuşmaya ve yazıya Fransızca, Latince ve dolaylı olarak Yunanca sözcükler girmeye başlıyor. İngilizce zenginliğini ve edebi gücünü belki de biraz buna borçlu. Almancaysa 1900’lere kadar çok az ödünç sözcük almış, genelde daha tutucu kalmış bir dil.
Modern İngilizcenin kelime dağarcığını oluşturan diller:
Üçüncü olarak iki dil de soyut kavramları ve felsefi düşünceleri etkin biçimde ifade etmeye uygun, belagatı kuvvetli diller. Almancanın bilim, felsefe ve psikolojideki yaygın kullanımı malum. İngilizce bu alanlarda Almancadan bir çok tabiri ödünç almış. Sonuç olarak belagatte ikisine de eşit puan veriyorum.
Kazanan: İngilizce.
Zindandaki hödüğün en üst kademeli bir hırsız, yani Famine çıkması da muhteşem bir detaydı. Adam sırf beleşe yemek yemek için girmiş sanırım hapse. Karnı doyunca sıvıştı.
Çoklu 'like’layabilme istiyorum. Ellerine sağlık dostum, çok güzel ve tatmin edici bir cevap.
Bıçaklarını almadıklarında herhâlde böyle bir suçtan tutmak yerine kaçmasına göz yumacaklar demiştim kendime ama onu hiç tahmin edemedim.
Bir de sokaktaki kedilerle raolaşarak iletişim kurmayı denemeliyim.
Çay molasında işverene saydıran işçi küfürü kesin bu
Şimdi siz kendi aranızda konuşuyorsunuz ya, ben de geriden geliyorum.
Mesela “2. bölümde loncanın mektubu çok iyi değil miydi ya ” dicem, ama siz orayı çoktan geçmiş olduğunuz için ben kendimi esprisine gülünmeyen adam gibi hissedicem.
Hepimiz farklı hızlarda gidiyoruz, öyle hissetme hiç, hatırlayıp beraber gülücez
On üçüncü bölüm:
Deadlegs abla. Bu abla madem bu kadar güçlü bir cadı, neden kendine bir bacak seti çekemiyor da öyle yamyam gibi taze cesetlerin bacaklarını giyiyor?
On altıncı bölüm:
13
Güç bedelle gelir e bağlanmaz umarım. Fikir enteresan yalnız.
16
Dövüş oldukça gerçekçi tasarlanmış, vurdum öldü falan olmaması isabet. Akıcılığı da iyiydi, daha fazla görmeliyiz. Dayanamayıp okumadan açtım spoilerı, Bully Boy da mı dahil olacak dövüşe diye meraklanmadım değil.
Kinch’in bu kadar merhametli olmasını da beklemiyordum.
O savaşta Kinch değil, Galva kaçan iki haydutun peşinden kargayı yollamayarak merhamet gösterdi aslında. Hatta Kinch bunun hata olduğunu, Galva’nın bir gün ölümüne yol açacağını düşündü. Kinch de mi merhametliydi, kaçırdım mı bir şeyi acaba?
Kinch’in kediyi kurtarması, öldürülen kömürcü aileye üzülmesi, Hornhead’in peşine düşmeye karar verirken ilk sebep olarak intikamı görmesi, o intikam alınınca daha rahat uyuması onun beklediğimden merhametli olduğunu düşündürdü bana. Deerpants’e hemen soğukkanlılıkla ok atamaması da eklenebilir sanırım.
Galva Deerpants’i de saygıdan - fair play?- bırakmış olabilir mi acaba diye düşündüm.
She let Deerpants go, which was folly—her ideas about honor, if that’s what stayed her hand, were going to get her killed. On the other hand, it was exactly that sense of fair play that caused her to spare me when I tried to rob her in the Forest of Orphans, so who was I to complain?
Yerdeki kadını -Flail- öldürmesi de mercy killing mi emin olamadım, burnuyla yanağının bir kısmı kopmuştu sadece. Sadece Deerpants’i bıraktı bu arada, Axe ölmek üzereydi dövüş biterken, tekrar bahsetmediklerine göre çabucak ölmüştür.
Welcome back not-the-same cat.
Bölüm 16:
Kediyi kurtarmasıyla zaten gönülleri fethetti. Hornhead’in peşine düşmesi bence daha çok çıkar amaçlıydı, ama evet, sonuçta duygusuz, vicdansız bir karakter değil.
Galva’nın Deerpants’i bırakmasını yazar zaten Kinch’in düşünce akışında açıklamış, senin de alıntıladığın “her idea about honor” kısmı.
Flail’i neden öldürdüğü muamma gerçekten. Düşündüğümüzden daha ölümcül yaralanmış olabilir, ama Galva’ya yalvarabilecek kadar bilinci açıktı. Galva’nın onur sistemi demek savaştan kaçanları kovalamamayı yeğliyor ancak mağlup olanları öldürmeyi fair-play olarak görüyor.
O bölümün diğer bir ilginç yanı Kinch’in biraz ileride iki ölü haydut bulması. Onları kim öldürdü acaba?
Bu arada Deerpants’le işimiz bitmedi, müthiş duygusal bir karşılaşma daha yaşanacak. Oraya gelince söyle.
Bölüm 20:
- Bölüm
Deerpants’e yazık oldu. Tekrar karşılaşmayı bekliyordum ama bu şekilde değil.
Kedimizin bir numara çevirdiği belliydi ama o kadını hiç beklemiyordum, bir guild magickerı çıkacak diye tahmin ediyordum. Bir de beklediğimden daha psikopat çıktı.
Daha büyük plot twistler beklesem de bunlar da fena değil.
Bu arada Galva’nın Deadlegs’e kendini tanıtırken servant of the infenta Mireya demesi de yolculuğun prensesi kurtarmak için olduğunu destekliyor bence.
@isos81 Kitabın üçte biri geride kaldı ve hâlâ çok beğeniyorum. Buradan sonra bozmaz artık. Sen neredesin?
Beşinci bölüme geldim. Ama hep uykulu okuduğum için bir şeyler kaçırdım gibi hissediyorum. Yine de çok seveceğimi düşünüyorum.
Hafta sonu olması da etkili. Hafta içi hızlanırım.
Bende az önce baslayabildim. Bilmediğim kelimeleri Ingilizce açıklamasıyla öğreniyorum ama Türkçe sözlük kullanılabiliyorsa onu araştırayım.
Edit: wikipedia entegrasyonu varmış şimdilik bunu kullanıyorum.
- Kısıma geldim şimdilik ilgi çekici bir evreni var. Karakterler ciddi bir dünyada alaycı hayat yaşayan tiplere benziyorlar ki bu da hoşuma gitti
Bölüm 32, yarısı bitti.
Ne anlatımın akıcılığından ne de öykünün sürükleyiciliğinden bir şeyler eksilmiş değil. CB bu işi biliyor. Asıl uzmanlığı olan korku edebiyatıyla fantezi türünde yazmayı kıyasladığı hoş bir röportajı var, bir ara paylaşırım.
Kitabın yarısı bitti ama halen grubumuzun quest’inde ciddi bir ilerleme yok; fokus onun yerine 4-5 ana karakterin birbirleriyle olan dinamiklerine kaydırılmış ve ortaya çok boyutlu, birbirinden yaratıcı kişilikler ortaya çıkmış. Özellikle protagonistimiz —geçmişine dair bazı rahatsız edici gerçekleri de hesaba katınca—müthiş ayrıntılı işlenmiş, hem sempatik hem de olabildiğince gri bir karakter. Her iyi romanda olduğu gibi burada da siyah/beyaz tiplemelerden eser yok.
Yazarın üstünde özenle durup zenginleştirdiği diğer bir unsur olan Worldbuilding ise artık olgunluk seviyesine ulaştı; kafamda kanlı canlı, dinamik ve renkli bir dünya çoktan oturdu. 200 sayfa için büyük başarı.
İşin komiği öyle inanılmaz orijinal bir konusu, dünyası, ırkları fasafisosu olan bir kitap da değil. Ama işte, ortalama bir hikayeyi ustaca anlatabilmek, çok yaratıcı bir fikri kötü bir edebiyatla boğmaya her zaman yeğ.