Rica ederim. Benim de böyle rafine zevklerim var.
Üçlemeyi okurken en merak ettiğim şey çocuk bakış açısını nasıl bu kadar etkili ve doğru yazdığıydı. Üçlemede anlatılan çocuklar, Agota’nın farklı bir benliği olabilir veya yaşantıları yazmak adına bir figür. Yazmazsa yaşayamazmış bence.
Okumaz Yazmaz’da yetiştirme yurdunda büyürken yaşadığı anılardan da bahsediyor. Çocukluğunun acımasızlığını ve elinden alınan çocukluğu.
İlerleyen bölümlerde de bu sefer kendi kurduğu ailesi ve çocuğu ile sürüklendiği “göç”e değiniyor.
Üçlemede de oldukça kendinden izler var bence. Çarpıcılık aynı. Eleştirilerin sertliği de aynı. Okumaz Yazmaz’ı daha çok beğendiğimi bile söyleyebilirim. Fakat ikisi de muhteşem kitaplar.
Annie Ernaux’un tüm kitaplarını okudum. Yalın Tutku ve Boş Dolaplar benim en sevdiklerim. Seneler’i o kadar beğendiğimi söyleyemem.
Büyük Defter üçlemesinin neden çarpıcı olduğu belli oldu o halde. Yaşamı boyunca zorluklar eşlik etmiş yazara, dediğiniz gibi yazmasaydı yaşaması mümkün olmazmış.
Seneler’i sevdiysem diğerlerini daha çok severim o zaman
Teşekkürler Uzun uzun açıklamalar yaptığınız yanıtınız için de ayrıca teşekkür ederim
Bu kez kahve yerine orman meyveli bitki çayı içiyorum. Siyah çayı hiç sevmem, bitki çaylarına bayılırım. Fakat asla kahve tutkumun önüne geçemezler. Tabii ki kahveyi sabah kalkar kalkmaz içtiğim için Venedik’te Ölüm’ü ayık bir kafayla bitirebildim. Sonra işlerimi halledip yine bir kitabın başında buldum kendimi. Thomas Bernhard öfkesiyle dikkatlerimi üzerine çekti. Bu aralar yazamıyorum, “okumak” iyi ki var. Yazarken çektiğim ızdırabı unutturuyor. Özellikle Bernhard’ın anlatıları derde deva.
Araya başka hiçbir şey almadan tüm seriyi keyifle bitirin.