Böyle denilince benim aklıma doğrudan ilk olarak Enginlik serisi geliyor. Enginlik serisinin hak ettiği ilgiyi hem okur hem de yayıncısı İthaki tarafından gösterilmediği düşüncesindeyim.
Yukarıda bir kitap serisi olarak düşünüp cevap yazdım ama Osprey serisini örnek verince acaba HAY, modern klasikler gibi serileri mi demek istiyorsun. Eğer öyleyse seri içerisinde çok iyi kitapların olduğu Everest Modern klasikler diyebilirim. Ben biraz geç keşfettim bu serinin kitaplarını. Hans Fallada ile başladım bu seriden kitapları okumaya ve ara ara denk geldikçe seriden kitap almaya okumaya devam ediyorum.
Evet, kitap olarak değil de yayınevi serisini merak ediyorum. Bu seslikitap işine girip de bir sürü aklımda olmayan kitap dinleyince, bir sürü harika kitabı sırf ön yargım yüzünden fark edemediğimi anladım. Bu sebeple sordum.
Aslında bu açıdan bakınca, normal seri de olabilir hatta tekli kitap da olabilir. Kıyıda köşede gizli kalmış hazineleri arıyorum.
Bu konuda aslında Everest bile modern klasiklere üvey evlat muamelesi yaptı bence.
Çok parça parça çıkarıp okura bu iyi bir serimiz imajı vermek yerine çıkardıkça ucuza verip parça parça tüketmek yoluna gitti.
Uzun süre sonra akılları başlarına geldi, geç keşfetme nedenimiz bence biraz da bundan.
Almanya’nın kuzeyindeki Friesland bölgesindeki bir hemşirenin, 8 binden fazla kişiye Covid-19 aşısı yerine salin solüsyonu enjekte ettiği ortaya çıktı. Yetkililer söz konusu kişileri aşılarını tekrarlamaları çağrısında bulundu.
Sodyum bikarbonat ve sodyum klorür içeren Salin solüsyonları, genelde burun içi bakımı ve kontak lensler için kullanılıyor.
40 yaşındaki hemşire ilk olarak Nisan ayında aşı şişesini yere düşürdüğü gerçeğini gizlemek için 6 kişiye salin verdiğini itiraf etmişti.
Ancak daha sonra polisin soruşturma başlattığı olayda çok daha fazla kişiye Pfizer/BioNTech aşısı yerine salin verildiği ortaya çıktı.
Salin solüsyonu vurulan kişilerin pek çoğunun 70 yaş ve üzerinde olduğu bildirildi.
Her ay sadece göz zevki için yüksek meblağlı koleksiyonluk kitapları incelerim. Bu tip yayınevlerinin politikasının okuyucuya göre değiştirdiği nadir görülen bir durum. Fakat yayınevine farklı mecralardan yineleyerek isteklerimizi belirtirsek sonuç alınabileceğini düşünüyorum. Ama 80-100 bandına çekeceklerini pek zannetmiyorum.
Biz emeklerine yazık olacağını düşünsek de onların bu konu hakkında düşünceleri bambaşka olabilir. Bu kitapların hazırlandığı koşulları da göz önünde bulundurmak doğru olur.
Ben ilk defa gördüm ya, 10-15 dk dır şok halinde inceliyorum. Gördüğüm kadarıyla yayınevinin böyle bir tematiği ve stratejisi var. 2000-4000 tl bandında gidip gelmiş fiyatlar, baya değişik.
Aklıma gelen 1-2 nedeni olmalı diye düşünüyorum, birincisi koleksiyonluk ve limitli bir baskı stratejisi. Ki sitede belirtmişler koleksiyonluk vs diye ancak herhangi bir limit yok gördüğüm. 100-200 baskı yapıp devamı gelmeyecek dememişler, yani çok tutsa yeni baskısını da bastırır hemen belli ki. Böyle olunca da koleksiyonluk değeri sadece kütüphane rafında olur kişi için.
Aklıma gelen 2. şey ise eser ile sunulan belge ve çalışmalar ile o alanda bir yenilik ortaya konması ve bir authentication değeri olması. Şu haritalı olanlara bakınca aklıma bu geldi ama diğer kitapları inceleyince böyle bir durumun olmadığına kanaat getirdim.
Authenticate meselesini biraz açayım; bu durum genelde ressamlar vs gibi sanatçıların çalışmalarının derlendiği özel kataloglar ile yaşanıyor. Mesela Picasso alanında uzmanlaşmış, Picasso derneğinin vs onayladığı ve tüm dünyanın bilgisini kabul ettiği bir sanat uzmanı ya da curator Picasso nun çalışmaları adına yeni bir katalog derlemeye başlıyor. Bu derlemede daha önce Picasso nun ellerinden çıkıp çıkmadığı belli olmayan 20 tane eseri de uzun araştırma ve analizler sonucu kataloğuna dahil ediyor diyelim. Artık o 20 eseri tüm dünya, tüm açık arttırma evleri ve tüm koleksiyonlerler resmi ve orjinal Picasso eseri olarak saymaya başlıyor. Bu katalogların dijital leri tüm dünyaya açık oluyor artık, ücretsiz veya cüzi bir ücretle. Ancak basılıları yüksek ücretlerde oluyor. Gibi gibi, benim de tam uzmanlığım değil umarım doğru anlatabilmişimdir
Biraz daha bakındım bu boyut yayınları baskılarına, hani arşivlerden çıkmış 1-2 parça okey ama çoğunlukla illüstrasyon ve makyajlama gibi. Görsel ve videolarda gördüğüm bu en azından, bu fiyatlara mantıklı bir açıklama bulamadım. Bende böyle cicili bicili şeyleri okumayı çok severim ama parası olan alsın olmuş sanırım.
Bu fiyatları görmeden önce instagramda reklamlarına denk gelmiştim, form doldurup bilgi alınabiliyordu. Ben de ne kadar olabilir ki diye düşünerek form doldurdum. Birkaç saat sonra aradılar fiyatını falan o zaman öğrendim, size yardımcı oluruz şöyle taksit imkanı vs diye beni ikna etmeye çalıştı telefonun diğer ucundaki hanımefendi. Fiyatı öğrenince tabii ki maalesef almam mümkün değil diyerek konuşmayı sonlandırmıştım. Firmanın çalışma tarzına 16-17 yıl önceden aşinayım. Babamın çalıştığı yere tanıtım için gelenler olmuş, her yaş grubuna uygun setler vs için. Babam da üçlü atlas setleri vardı (cd ile birlikte); bana bu seti aldı, kardeşime de okul öncesi etkinlik seti aldı. Senet ile anlaşma yapıldı taksitle ödemişti babam. Şuanki aklım olsa almasına müsade etmezdim gerçekten dönemine göre gereksiz pahalıydı fiyat.
Bir de Art Academy setleri vardı çalıştığı işyerinde sanırım bu sete abonelikle üye olan birisi her birinde 10 fasikül olan 5 dosyayı çöpün yanına bırakmış. Babam da onu eve getirmişti resime olan ilgimi bildiğinden. O zamanlar o setin tamamına sahip olmak hayalimdi, tüm seti alana yanında da içi resim malzemeleri ile dolu ahşap ressam çantası hediye veriyorlardı. Benim için müthiş bir setti. Aradan yıllar geçti hala siteye girip gezip çıkmakla yetiniyorum.
Tarihten deprem söylenceleri, bugünden deprem gerçekleri
Kendini evrenin hâkimi sanan insana aslında ne kadar aciz olduğunu gösteren deprem, toplumda derin psikolojik izler bırakır. Eski çağlarda kralla köle arasında ayrım gözetmeyen yer sarsıntılarını tanrısal iradeye bağlamak, mantıklı bir açıklamaydı. Deprem ilahi bir ceza veya uyarıydı: Kuşatma altındaki pek çok şehir, tam o anda deprem olunca, direnmeyi bırakmıştı. Deprem hangi dinden insanları yokederse, öbür dinin doğruluğu kanıtlanmış oluyordu.
Antik Japonya’daki söylencelere göre, depremlerin nedeni, dünyanın altında yaşayan dev bir yayın balığıydı. Yaygın bir başka söylenceye göreyse, “dünya bir boğanın boynuzları üzerinde durur, depremler de boğanın, konan sinekleri kovmak için başını sallaması sonucu olur”du. Depremin nasıl meydana geldiği anlaşıldıktan sonra bile, toplumlar bu büyük felaket için bir günah veya suçlu aramaktan vazgeçmedi. Bu sefer de depremlerden dolayı göçmenleri, “günahkar” ilan ettiklerimizi suçlamaya, hatta günahlarımızdan arınmak için 1960’ta Şili Depremi’nden sonra olduğu gibi öksüz-yetim çocukları kurban etmeye başladık.
Bu batıl inançların yanında, Miletoslu Thales, MÖ 6. yüzyılda doğa olaylarına akılcı açıklamalar bulmaya çalışan ilk düşünürlerden olmuştu. Ona göre dünya bir su birikintisinin üstünde yüzen düz bir disk şeklindeydi. Bu suda ne zaman bir hareket meydana gelse dünyada da deprem olurdu. Anaksimenes’e (MÖ 585-525) göreyse depremlerin sebebi dünyanın kendisiydi. Yoğun nem ya da sıcaklık dünyadan parçalar kopmasına yol açar; bu parçalar da düşerken dünyayı sallar diye düşünüyordu. Aristoteles, depremlerin nedeni olarak rüzgarı görürdü. Rüzgar “en şiddetli ve en uzak mesafeye gidebilen” şeydir. Depremler en çok öğle ve gece olur. Çünkü öğle üzeri buharlaşma en yüksek düzeydedir; geceleri de buhar dünyaya geri döner, şeklinde akıl yürütüyordu.
Bugün bunlara komik ve uzak geliyor belki ama biliminsanlarının tüm uyarılarına rağmen hâlâ somut önlemler almaktan da uzağız…
(Deprem Söylenceleri, NTV Tarih 'in Mayıs 2011 sayısında yayımlanmıştı.)
#tarih günlük bülteninden, günlük bültene abone olmak isteyen olursa abonelik sayfa bağlantısı aşağıda.