Bu söz ne kadar onore edici gelse de kulağa bence madalyonun diğer yüzünde bir aşağılama var. Bu söz gerçek mi değil mi bilmiyorum ama Atatürk’ün de çok umursayacağını sanmıyorum. Kendi fikrime göre de o zamanlarda Atatürk gibi bir kumandanın olması milletimiz için büyük şans. Ama bu talih düşüncesine odaklanmak Atatürk’ü anlayıp benimsemek yoluna büyük taş koyuyor. Bir kere kendisi Türk milletinin kaderinin şansa ve bir kişiye bağlı olduğunu asla kabul etmez, milletin de bu şekilde bir düşünceyi benimsemesini istemezdi; bu millet bağımsız olacaksa kendi azmi ve kararlılığıyla bağımsız olacaktır. Kurtuluş savaşında milletin fedakarlığı boşa da gidebilecekken Atatürk’ün kumandanlığında muhtemelen en verimli şekilde organize edildi. Böyle millet de yüz yılda bir gelir demek gerek aynı şekilde o zaman diye düşünüyorum.
Atatürk için yapılmış bir övgüyle sorunum olduğu için yazmıyorum bunları. Bence burada Atatürk’ün edinmemizi istediği ruha aykırı bir tavır var. Tüm ulusun kaderi şansa ve bir kişiye bağlanıyor oysa dediğim gibi Atatürk bir ulusun kaderini yine o ulusun karakterine bağlı olduğunu düşünen bir lider. Dikkat ederseniz de zaten Atarürk’ün tüm sözleri ulusumuzun incinmiş karakterini sağlamlaştırmak, ona özgüven kazandırmak ve yol göstermek üzerine. Yüzlerce yıl sadece asker ve gıda kaynağı gözüyle bakılmış millete efendiler diye seslenmesi, mağlubiyetlerden sebep boynu bükük millete istikbal göklerdedir deyip başımızı hep yukarıda tutmamız gerektiğini tembihlemesi, okullardaki Atatürk büstleri bize tembellikten uzak durmamızı, aklımızı kullanmamızı, kendimize güvenmemizi tembihlemiyor mu, batının gerisinde kalmış bu yüzden umudu tükenmiş millete muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur diyerek sen de büyük bir geçmişin parçası olduğunu hatırla demiyor mu?
Nasıl ki insan sorumluluk altında olgunlaşıyorsa millet de aynı şekilde olgunlaşır karakteri gelişir. Atatürk, kurtuluş mücadelesinde de millete sorumluluk yükleyerek buna vesile olmuştur. Egemenlik milletindir demiş, bağımsız olmak istiyorsa bu onun azmiyle alakalıdır, mağlubiyetlerden sıkılıp zaferi arzuluyorsa zafer benimdir diyecek özgüvene sahip bir ruhu olması gerektiğini göstermiştir.
Bana da sorarsanız bu cümlede yanlış bir şey yok ama Atatürk’ün bize miras bırakmaya çalıştığı mücadeleci ruhun yolunu zehirliyor, kadere ve şansa bağlı kriterler. Bizde Mustafa Kemaller bitmez sözünü şiir mısrası olmaktan çıkarıp bir gerçekliğe dönüştürmek Atatürk için daha neşeli bir olgudur.
Kaderimizi tek bir kişinin eline ve talihe bırakırsak, geleceğimiz o kişinin ne kadar iyi niyetli olduğuna ve talihin ne kadar bizden yana olduğuna göre şekillenir. İstikbalimizi bir belirsizlik silsilesi üstüne kurmayalım diye bir dünya nutuk verilmiş. Vatanı için yaşamış bir insana sen olmasan vatanın hiç dediğinizde o insan mutlu olmaz. Ve durum gerçekten buysa bu gerçekliği değiştirmek için çabalar. Çünkü kişiler toprak olur, vatanın ilelebet var olması içinse milletin özgürlüğü karakter edinmesi gerekir. Bize bırakılan öğüt bu.
Bu 1 hafta içinde ölmediysem yaşlıluğıma kadar ölmem herhaldr. 1 hafta içinde hem bir yandan ev taşıdım, 1 yandan ders programımın doluluğundan 2 gün boyunca sürüş kursuna gitmek zorunda kaldım, araba sürdüm geldim koli yaptım, araba sürdüm geldim koli… Çarşambadan beri de okul yeni ev, eski ev arası gidip geliyorum. Tek istediğim Cumartesi kitap fuarına gitmek artık yoksa çıldıracağım. Bir de 13 ünde yani doğum günümde vizeler başlıyormuş ohooo…
Bizim mahallenin gençlerine aranıyor diye ilan verdim çok uyguna geldi. Kitapta hasar yok kurye nefes nefese kalmıştı sadece. Baya hızlıydı kargo yani. Kitabı bıraktıktan sonra abi peşimdeler deyip koşmaya başladı ama anlamadım. Üçüncü kitap da dilimize çevrilir en kısa zamanda da örümcek kadınla tanışırım sonunda umarım xd
Neler olduğunu açıklayayım. Kargocu sandığın kişi aslında bir yankesiciydi. O kitabı benden yürüttü. Soyulduğumu fark edince İstiklal Caddesi’nde avazım çıktığı kadar bağırdım. İmdadıma elbetteki örümcek kadın yetişti, hiç merak etme kitabın güvende dedi ve ipini atıp uzaklaştı. Yankesici onu kovalayanın SW olduğunu anlayınca telaşlanıp karşısına çıkan ilk apartmana girmiş olacak ki kitabı sana vermiş ve tüymüş.
Umarım doğru olanı yapar ve kitabımı iade edersin.
Elbette. Siz bana evinizin adresini gönderin hemen iade etmeye gelirim ama böyle bir durumun öznesi olduğum için çok gerildim siz evde değilken gelsem daha iyi olur. Siz anahtarı paspasın altına atın ben kitabı bırakıp evi soyduktan sonra kapıyı kilitler çıkarım.
Çaykovski’yi çalışma masamın üzerine bırakmışsınız, teşekkürler.
Fitzek’lerimi, tasolarımı, sanal bebek tamagoçimi, Hyperion Cilt 2’yi ve Maddog’un incelemelerinin bulunduğu Level baskılarımı bulamıyorum. Canınız sağ olsun, üstelik kedimin yaş mamasını tazeleyerek kalitenizi göstermişsiniz.
Yalnız anahtarımı paspasın altına geri koymamışsınız, acil durumlar için komşuma emanet ettiğim yedek anahtarı kullanmak zorunda kaldım. Komşum olan hanfendi 100 yaşına merdiven dayamış bir nine olduğu için beni tanımakta bazen zorluk çekiyor. Ondan anahtarımı rica edince beni kendi evimi soymak isteyen bir hırsız sandı, bir dakika bekle çocuğum diye içeri gidip meğersem polisi aramış. Polis kendi evime giremediğimi görünce ve nine o sırada lafa karışıp hırsız bu diye bağırmaya başlayınca beni tutuklamak zorunda kaldı. Neyse yanlış anlaşılma gece geç saatlerde çözüldü de eve gidebildim.
Anahtarımı geri getirip paspasın altına koyma nezaketini gösterir misiniz?
Binadan çıkarken karşıma insanlardan çok ürken bir kedi çıktı. Sizin kedileri sevdiğinizi hatırlayınca anahtarı onun boynuna astım. Sonra da sizden hep kaçacak şekilde büyüledim. Bakalım siz kedileri seviyorsunuz diye kediler de sizi sevecek mi ya da bir çilingirci bu işten karlı mı çıkıcak?
O binanın kedisi Ramazan. Kendisi ürkek değildir, sadece at hırsızı kılıklı yabancıları pek sevmez. Sizden ürküp hırladıysa belki ondandır.
Anahtarı dediğiniz gibi boynunda buldum, ancak kedi saatlerce boynunda metal bir cisimle dolaşmak zorunda kaldığı için hırpani bir haldeydi. Yaptığınız büyü işe yaramadı çünkü yüzüklerimden biri bana gün boyunca Animal Friendship büyüsü sağlıyor. 30 ayak yarıçapındaki bir çemberde gördüğüm tüm hayvanlar şipşak dostum oluyorlar. Ayrıca bu büyü kedilerle iletişim kurabilmemi de sağladığı için Ramazan’ın sizden hiç hoşlanmadığını ve yaptığınızın yanınıza kâr kalmayacağını anladım.
Ramazan sadece bizim binanın kedisi değil aynı zamanda Taksim’deki en büyük kedi klanının elebaşı. Netwörkünde eşkâlinizi çoktan paylaşmış. Bundan böyle Türkiye’deki bütün kediler size gördükleri anda saldıracaklarmış. Ramazancığım biraz abartmıyor musun, bırak allahından bulsum dedim ancak kedi inadı diye bir şey var…
Kitap satın alacak paramız yoktu kendi hikayelerimizi yazdık. Hardcover kapaklı arkada Neil Gaiman’nın kendini övdüğü bir tanıtım yazısı yok ki hikayelerimizde stoklar bitmeden iki tane aldım biri yatırımlık diye eserlerimiz paylaşılsın, likelara boğulsun xd
Aslında benim öyle bir romanım var. Neil Gaiman ‘okuduğum en iyi 5 fantastik eserden biri’ diye övmüştü hatta, böbürlenmek gibi olmasın.
Öykümün başkişisi Aslanyürek lakaplı yirmi bir yaşındaki yiğit bir savaşçı. Usta bir kılıç ustası olmasının yanında iyi de bir okur olan Aslanyürek sürekli kitap satın alıp duruyor. Babası hatrı sayılır büyüklükteki bir derebeyliğin baronu olduğu için maddi gücü buna müsade ediyor tabii. Spoiler: Kitabın ortalarına doğru artık o kadar çok kitap satın alıyor ki babası derebeyliğindeki serflerden topladığı vergileri iki katına çıkarıyor.
Serfler bu duruma isyan edip ayaklanıyorlar. Bu durumdan oğlunu sorumlu tutan Baron atına atlayıp soluğu kralının yanında alıyor. Onun yanında sığıntı olarak ölüyor. Aslanyürek ise 200 sadık askeriyle kaleye çekiliyor, barikat kuruyor. Kaleyi aylar boyunca cesurca savunuyorlar.