Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
…
Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.
…
Vasiyetimdir:
En güçlülerinden seçilsin
Beni taşıyacak olanlar.
Ahtım olsun,
Yükleri ağırlaşsın diye iyice,
Tabutumun içinde tepineceğim.
…
yemyeşil ışıklar dünyasına çağırdım oysa…
bir sarıydınız siz, bir korkaktınız…
arzulardı parçalara bölünen ekmeğinizde, gözlerinizde
bir çığandı alıp giden sizi belli değildiniz…
köstekleyen o düşüncelerdi akşamlarınızı…
tutkularınızdı, öykülerinizdi, mutsuzluklarınızdı
ve çöküşüydü zift yalnızlığının bir bir asfaltlardan…
yemyeşil ışıklar dünyasına çağırdım oysa…
artık yoksunuz, yok anılarınız, yok bölüşülmesi saniyelerin
korkaksınız, korkaksınız bir yerde gözlerime bakmaklardan
gökyüzünde gürültülerdir, bir türlü dinmez gözleriniz
bir çiçekte bulmuşsunuzdur önce, bir mevsimde ya da bir ekim akşamı
kahır boyu yaşarsınız, anılar boyu yaşarsınız, olmaz olmaz olmaz…
yarınlar için yaşarsınız sonra, kendinizden bir başkası için yaşarsınız…
inanmaz
yemyeşil ışıklar dünyasına çağırmıştım oysa…
demek siz gerçekten o düşünmek istemediklerim
demek onlarla varmışsınız tüm inançlarınızla
Ve onlar sızmış bir yakın olması bu kadar sevgiden yana
arzunuz tüm korktuğum öykülerinizmiş, bir yerde sizin bile…
demek siz, hani korkusuz bakmak gözlerine bir çocuğun
demek siz, hani korkusuz bakmak gözlerine bir
demek siz… demek siz… demek… Hayır, söyleyemeyeceğim
benim vurmam gerek sizi, ya da vurulmaktan yazıksınız…
Uzak nedir?
Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
Başım açık, saçlarımı ikiye
ortadan ayırdım
kimin ülkesinden geçsem
şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
cesur ve onurlu diyecekler
halbuki suskun ve kederliyim
korsanlardan kaptığım gürlek nara
işime yaramıyor
rençberlerin o rahat
ve oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana yargı yükleyenlerin
utançlarından yapılma mücevherler
sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
.
.
.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Yönünü bil, yolunu sev, arkana bakma koşarken
Her zaman ilerilere bak, ufukları gözetle
Kadim çizgisini değiştirip tersine akan ırmak var mı?
Düşünceyle beslenen düşlerini yaşarken
Özü kabuktan ayır, söz uzunsa özetle
Sığda göz çimdirenler derinlere bakar mı?
En uzun ömür ne ki, katlan uykusuzluğa
Gece gömülerini sergilerken ışıklar
Sonsuzluğu içine çekene ırmak var mı?
Develer gibi diren açlığa / susuzluğa
Çakaralmaz top gibi susma, hakkını al zamandan
Gökler gürlemeyince hiç şimşekler çakar mı?
Dövüş, helâl ölçekli bir dövüşse pes etme
Zamanı ve silahı israf etmeden kullan
Ateş görmeyen ekmek, ustasız çırak var mı?
Yürek istemiyorsa gönülsüz yola gitme
Otur toprağını sev, daha çok köklen - dallan
Kıvamında açmayan çiçek, çiçek kokar mı?
İçimin toprağına fidelenen bu sözler
Benim sesimden yansır şiirin gizemli burçlarına
Bıçak ete girse de bir gönül kırmak var mı?
Ne zaman göğe baksam kaynaşır nebülözler
Vakit nasıl dolanır adak oruçlarına
Aşk zaten ateş demek, ateş ateşi yakar mı?
Tutsam bir nâr-ı beyzasın, bıraksam uçurum
Ruhunu arıyor, sana meftun olan ruhum…
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Neşeli olurdum, geçmişte olmadığım kadar,
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine de yeterince ciddiyet katardım.
Bu denli temiz, titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Hiç çekinmezdim daha fazla riske girmekten de…
Daha çok yolculuklara çıkar, gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin keyfini…
Hiç bilmediğim yerlere giderdim, gidebildiğimce.
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaclar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak, ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat cıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam, ne tutsam, nereye gitsem?
Ben sana mecburum, sen yoksun
Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor, kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün, kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum, bilemezsin
İster sevgili, ister dost olsun, Ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme; Sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun. Eskiye de boş ver onu da eşeleme; Ne iyiydik’ler, yine görüşürüz’ler Dikenli tel gibi takılmasın boğazına. Biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller. Çoğaltmadan katlan acının en azına; Bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü. Karış telâşlı bir kalabalığın içine, Yürü ardına bakmadan, durmadan yürü…