benim halim memleketin hali
üç gündür kabızım; dışarı çıkamıyorum
ne geğiriyor, ne osurabiliyorum
içim gırtlağıma kadar bok!
her zamanki gündelikçi kadın iki kız yollamış yerine,
acemi şeyler
etrafımda dolanıp duruyorlar
zaten başım dönüyor,
yemekten içmekten kesildim
boyuna lağman yaptırıyorum, götüme fitil sokuyorum
bunlar yetmezmiş gibi dışarıda
sokak inşaatı yeniden başladı,
matkaplar gırla…
kendimi intihar edeceğim bir gün!
Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın
Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun
Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun
Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum
Niye bunları bir anda unutamıyorum
Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım…
Zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile
yaşanır, içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile
hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse
sahi kimse
ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime
güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında
ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma
çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala
kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla
gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı
fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir
zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe
o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse
Gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın
bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. Şiir kalsın istersen, sadece otursak. Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut, ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak. Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
Gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, Cipralex’ler, Turgut’lar, Edip’ler, Sezai’ler, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen baş ağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var…
Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmeyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?
Eskisi kadar özlemiyorum seni,
Ve ağlamıyorum olur olmadık zamanlarda.
Adının geçtiği cümlelerde gözlerim dolmuyor.
Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
Biraz yorgunum, biraz kırgın,
Biraz da kirletti sensizlik beni.
Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
“İyiyimler” yamaladım dilime.
Tedirginim aslında,
Seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni.
Gel diye beklemiyorum artık,
Hatta istemiyorum gelmeni.
Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
Ara sıra geliyorsun aklıma,
“Bana ne” diyorum,
“Benim derdim yeter bana, bana ne!”
Alıştım mı yokluğuna?
Vaz mı geçiyorum varlığından?
Tedirginim aslında, Ya başkasını seversem? İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem.
(Şiir, Özdemir Asaf’a atfediliyor ama hangi kitabında yer aldığına dair hiçbir bilgi yok. Hiç de O’na aitmiş gibi durmuyor)
At kuyruğu rüzgârın hangi yanağına bakıyorsa
Oradan geçmiş bir ırk vardır
Topuğundan kalbine giden yolda kırlangıçlar gözyaşı sürgününe gönderilir
Mitlerini toparlamış kahverengi bir bavulda
Büyük bir birikim vardır
Bir bilmecenin ipucu gibi sallanır hiçlik
Ağırlaştıran boşluk en köz yaradır
Tırnağına takılan örgülü saçlarda
Sevip yiten, yitince sevgi kurşunlayan
Unutulmuş bir ırk vardır
Zorla biraz dengeni avuçlarınla
Titreşimini hissettiğin güç yanılsamadan ibaret bir ruhtan fazlası olabilir
Hangi soruyu sorarsan sor cevap sensindir
Gecenin yükselişinde Morpheus’un omuzları sence ne kadar diktir?
Geniş bir düş aleminden mideye saklanmış kelebekler
Dudaklarının gölgesine âşıktır
Aşka erişen her ruh gözyaşı sürgününe gönderilir
Oradan geçirilmemiş bir ırk vardır
Alyuvarlarından benlerine kısalan boylarda
Sana doğru öteki yanım erişir
Mu’nun cennetinde Ra aramamdır sonum
Gömülürken derinlere ırkım senden olan bebeğimdir .
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acaip, kuşların hali.
Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti-
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayrı?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
Mavidir incelen uykunun güneşleri, tıpkı senin sabahtan bir
saat önceki saçların gibi.
Onlar da bir kuşun mezarının üstünde biten otlar kadar
çabuk büyür.
Onlar için de çekicidir, bir rüya olarak hazzın gemilerinde
oynadığımız oyun.
Zamanın tebeşirden kayalıklarında onlar da
karşılaştılar hançerlerle.
Derin uykunun güneşleri ise daha bir mavidir: senin de
yalnızca bir kez öyleydi saçlarının kıvrımları:
Bir gece rüzgarı olmuş, dinleniyordum kız kardeşinin satılık
kucağında;
saçların üzerimizdeki ağaçta asılıydı, ama sen yoktun.
Biz dünyaydık, sen ise bir çalılıktın büyük kapıların önünde.
Ölümün güneşleri beyazdır çocuğumuzun saçları gibi:
o, dalgalardan çıkıp gelmişti sen kumsalda bir çadır
kurduğunda.
Ve çekmişti mutluluğun hançerini başucuzmuzda sönmüş gözlerle.