Tek Paragraflık Hikâyeler

Boğucu gözükmesin diye bölmüştüm. Ayrıca 150 kelimeyi de aşmışım, yazarken fark etmedim…

1 Beğeni

Önce arkadaş kime kızdı acaba dedim ama çevreme bakınca ve o kadar çok olduklarını görünce sustum…

1 Beğeni

– Evet 3 milyar 854 yıl sonrasından geliyorum. Bilinen evrenin sınırında, yokluğun hemen yanında yokluğa karışmakta olan bir gezegenden geliyorum. Evet zaman yolculuğunu keşfettik fakat fazla vaktim yok. Yokluğa bu kadar yaklaşınca yokluk seni zamanın içinden bile geri çekebiliyor. Unutma, yakın zamanda bir mesaj alacaksın. O mesajı dinle ve o gemiye bin.

– Peki şu mesele? Hala cevap vermedin.

– Evet evet biliyorum. Cevap şu: Bu evrende yalnızsınız…

– Peki sen? Sen de insan olduğunu söylüyorsun ama bana pek benzediğini söyleyemem.

– Evrim. Zaten benzemiyoruz. Senin bildiğin insan kavramıyla bizimkiler farklı artık. O gemiye bin.

3 Beğeni

Cehennemi mahşer de aramayan adam

Misket savaşlarını vatan müdafaası sayan bir çocukluğum var benim, bana ait olan huzur elimden kayıp gidince, birgün peşinden gitmekten usanıp müteneffir olacak değilim. Muamma sarhoşları aidiyetsiz hallerinden memnun olabilir lakin benim ateşimin ışığı sen değilmisin ey gökyüzü? İdrakımın tev’em ruhu sende değilmi? Aşk ki bir tutam Elif gibi sevmek için gelen her çileye kimi zaman dar ağacına bir vav gibi hamuş olabilmektir… Susmak mı? Visal orucuydu ait olan adamda, iftarını Elif gibi sevmek adıyla tevafuk olana duyduğu aşkla şehadet şerbeti sayıp açan cihan misali.

1 Beğeni

Siz mi yazdınız yoksa alıntı mı?

1 Beğeni

Küçük diyarlarda Kurban Bayramı yaklaşıyordu. Senede bir kere küçük diyarların küçük krallıkları, senenin geri kalanının bereketli geçmesi için cehennemin tanrılarına adak adarlardı. Tepelot krallığının dördüncü kralı bu sene yine kendi başına bir tepegöz kesmeyi planlıyordu. Komşu ülke Düzlükistan ise yine Bölünmüş İmparatorluk’tan dostlarıyla bir ejdarhaya girmeyi planlıyorlardı. İnanç gereği bir ejderha için en fazla yedi paydaş uygundur. Düzlükistan sultanı, Tepelot kralına bir ulak yollamış ve icap ettiği üzere ejderhaya ortak olmaya davet etmişti. Ulak parşomenini kalenin mermer zemininde sürüye sürüye sultanın mesajını okuyordu. “Saygıdeğer Kara Thur…”. Kendisine böyle seslenilmesi hoşuna gitmezdi. “…BU SENE DE tepegöz kesmeyi planlıyorsundur muhtemelen ama yine de sorayım dedim. EJDERHAMIZA paydaş olmak ister misin? İstemezsen sorun değil, zaten yerine bulabileceğim pek çok dostum var. HA Ha Ha!” Ulak şovunu alkışlarla tamamlamıştı. Geçen senekilerden de duygu doluydu. Sultanın imalı sözlerini büyük bir ustalıkla aktarmıştı. Reveransını verip kralın huzurundan ayrılırken gözleri yaşla dolmuştu. Biliyordu ki yolda başına bir kaza gelecek ve Tepelot’a gönderilen diğer ulaklar gibi kayıplara karışacaktı. Kral Thur, Düzlükistan sultanından çıkaramadığı sinirini ulaklardan çıkarmayı adet edinmişti. “Ah o sultan yok mu?” Adi bunak kendisiyle hep dalga geçiyordu. Kurban Bayram’ında en önemli unsur kahramanlardır. Ve Thur her sene “Acemi kahramanlar yine kendilerini doğradılar!” manşetleriyle büyücü medyasında dalga konusu olmaktan bıkmıştı. Ayrıca son zamanlarda krallıkta cadı yakma furyası başlamıştı. Kurbanın cehenneme gidebilmesi için lanet okuyacak cadı bulunamıyordu. Senenin bu zamanları kral için tam bir işkenceydi. “Sanırım yine tepegöz keseceğim.” diye düşündü.

6 Beğeni

Şehrin gece eğlencesi devam ederken birden bire büyük bir uğultu duyuldu. Herkes yere çöküp kulaklarını kapattı. Uğultu kısa sürmüştü ama bu bile herkesi korkutmaya yetmişti. Uzunca süren bir sessizliğin ardından gökyüzünde bir yıldızın patladığını gördüler. Gece gündüz misali aydınlandı. Patlayan yıldızın olduğu yerde bir çatlak belirdi. Çatlak giderek büyürken halk olanları anlamlandırmaya çalışıyordu. Çatlak daha sonra büyük bir gürültüyle açıldı ve içeriden ağır davul sesleri yükseldi. Her bir vuruşta yer sarsılırken halk orada oraya kaçmaya başladı. Davul sesleri giderek yükselirken çatlağın içinden kafası yılana benzeyen devasa bir yaratık çıktı. Yaratığın üzerinde onlar gibi görünen fakat daha uzun boylu, kara zırhlara bürünmüş bir kişi vardı. Kişi kılıcını çıkarırken iki yanında onun gibi binlerce sürücü belirmişti. Herkes çığlık çığlığa kaçarken karşılarındaki ordu sanki onları zevkle izliyordu. Kişi kılıcını kaldırıp şehre doğru tutarken halkın yapabildiği tek şey bu kaçınılmaz kaderlerinden kurtulmak için dua etmekti.

4 Beğeni

Uzun bir hikayenin belki de bir romanın başlangıcı gibi… Elinize sağlık…

1 Beğeni

Çok teşekkür ederim.
(20 karakter zorunluluğu)

Karanlık köşesinde korkuyla titredi mahkum. Uzun zamandır gün yüzü görmemişti. o pejmürde kılıklı perdeler, o yağlanmamış eski kapı açılırsa ne olur kestiremiyordu fakat bunun geri dönüşü olmayacağına adı gibi emindi. Bir kez olsun atarsa adımını dışarı, bir kez aralarsa o kirli perdeleri; içinde binbir güçlükle tuttuğu o hasta dışarı çıkardı, yıllarca kendisine lanetler yağdırmasına sebep olacak hatalar yapar, dili sürçer, ayağı kayar, rezil olur, acınası haline yargıyı kesmek için hazırda bekleyen insanların gözünde küçülür, küçülür ve yok olurdu. Dışarı çıkmadı o da, kendi çiziktirdiği hayali dünyasını gerçeklere tercih etti ve yaşanabilecek tüm olası mutlu hayatlarının gölgesinde yaşadı.

9 Beğeni

Gözlerini birkaç çaput ile harladığı ateşe dikip hikâyesini anlatmaya başladı. Her güzel hikâyenin, güzel bir dinleyicisi olması gerektiğine inanırdı. Fakat bu gece sadece o ve ateşi vardı. Alışıldık hikâye başlangıçlarından farklı olarak “Olsun…” dedi.

5 Beğeni

Dünya adlı gezegendeki arkadaşından gelen son raporu en küçük bilgisine kadar analiz ediyordu. Tamı tamına on milyon iki yüz kırk yedi bin yüz yetmiş üç sayfa. Analiz bittiğinde ise gösterge paneliyle beraber anlamlandırma devrelerinin bulunduğu diken topu gibi beyninde şu dört kelime alarm vermeye başladı; a51m0 sanırım tanrıları buldum!

5 Beğeni

Küçük bir gezegende, küçük bir varlıktı Parvus. Her gün paslı parçalarının yerli yerinde olduğundan, doğru şeyleri düşündüğünden ve kapısına gelen kedileri beslediğinden emin olurdu. Mutluydu. Yoksa… mutlu muydu? Sil butonuna bastı ve o neşeli mekanik ses duyuldu: “Temiz zihin mutlu hayat!” Evet, bazen çok yalnız hissettiği oluyordu, bazen kediler gidiyor ve günlerce gelmiyordu; o yine mekanik parmaklarıyla ekmekleri küçük dilimlere ayırır, onları sahip olduğu üç beş kaba paylaştırıp kapısının önüne koyardı gerçi. Şimdi de elinde sıkı sıkı kavradığı bir kap su vardı. Bazen kötü düşünceler esir alırdı zihnini, son model oluşunun üzerinden yüzyıllar geçtiğini hatırlatırdı ona, kolunun üstündeki koca puntolu silik harflere inatla. Hiçbir kusur yoktu yazılımında. Neden baş etmek zorundaydı peki tüm bunlarla? Dayanamıyordu artık asla yeterli olamayışına. Bir gün Sil. biter miydi Sil. her şey? Sil. sil. sil. “T-t-temiz zihin mutlu hayat!” Parvus su dolu bardağı daha sıkı tuttu, tuttu ve tuttu. Kedileri beslemesi gerekiyordu.

4 Beğeni

“Sadece yazarken nefes aldığımı hissediyorum. Sanki yazmayı bıraksam, boğulacakmışım gibime geliyor.” yazdı, borçları yüzünden daktilosu ayağına bağlanarak denize atılan yazar. Metaforlarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.

8 Beğeni

Kopmuş bir kuyruk gibi yere düşüyordu akrep. Odanın tüm duvarlarından sekip açık pencereden dışarıya kaçıyordu; az önce patlamış tabancanın sesi. Merminin deldiği duvardan, biraz sıva biraz boya ve bir yuvarlak çerçeve, akrebin peşine takılmış düşüyordu. Masanın üstüne hücum eden bir insan başı, sadece yelkovanı yerinde duran bir saatle yarışıyordu. Kan sıçramış beyaz perdeler çığlık çığlıga kaçışıyorlardı açık pencereden. Odadaki her şey yere düşmekle ya da camdan dışarıya kaçmakla meşguldü; hiçlik, zamanı kovalarken.

8 Beğeni

Toz zerrelerinin içinden geçirdiği iğnesi, ardından sürüklüyordü kaderin iplerini. Her şeyin rengi değişiyordu sürekli, iğneyi takip eden ipler dışında. Gözleri ortaya çıkardığı işe alışamadan ortaya yeni bir iş cıkarmış oluyordu; henüz bir ismi olmayan bu küçük tanrı. Avuçlarından dökülen evrenleri ipe diziyordu pürdikkat; dikkatini dağıtacak bir şey henüz varolmamış olsa bile. Kış geldiğinde içini nasıl dolduracağını düşünüyordu bu kuru evrenleri, o sırada kendi düşünceleri dağıtıyordu dikkatini. İstemeden eline batan iğnenin ucundan bir damla kan damlıyordu; küçük tanrının ayakları altında toplanmış toz zerrelerine doğru. Her şeyin rengi değişiyordu, bir tanrının kanı toprağa karıştığında.

5 Beğeni

Dün hastaneye kırklı yaşlarda bir hasta getirdiler, ağır derece yanık vakası. Ne olduğunu sordum, dediler ki Ahmet Bey evde tek başınaymış, ısınmak istemiş ama kömürün bittiğini fark etmiş. Sonrasında kendini yakarak ısınmak istemiş. Şaka mı bu dedim, değil dediler. Deli o zaman dedim, ona da değil dediler. Hastayı bir saat içinde kaybettik. Hâlen soruyorum kendime, sağlıklı bir insan bunu kendine neden yapar?

3 Beğeni

Oldukça ilginç, gerçek mi bu yazılanlar? Ne olur kurgu deyin…

2 Beğeni

Tek paragraflık hikâye, kurgu tamamen. İçiniz rahat olsun. :blush:

2 Beğeni

Bir gün ofiste çalışan Hüshig tüm gün çalışmış. İşlerini deli gibi çalışarak yarılamış sonra işlerini yaptığı programda sistemsel bir hatadan dolayı o ay yaptığı tüm işler yanmış. Sistemin servisi Hushig’in durumunu görmüş. O acıklı haline dayanamamış düzeltmeye çalışmış ama başaramamış. Hatta tüm 2 yılın kaydını silmiş. Sonra Hüshig aynen şöyle demiş.
“Dimbiri bom bom, diri diri bom.
Ditbiri don don, liri liri hom
Ditdiri dom dom, kiri kiri pom.
Diftiri kom kom, yiri yiri vom.”