Tek Paragraflık Hikâyeler

Uluma

Aşağı ilk kez intikam için indim. Ülkenin tüm yeraltını saran mağara sistemi, türlü canavara ev sahipliği yapıyor. Bazen yeryüzüne çıkıyorlar. Köyümü bastılar. Sivri dişleriyle, keskin pençeleriyle ailemi katlettiler. Kılıcımı kaptım ve karanlığı yeni yuvam bildim. Yeraltında yıllarca onları avladım. İnsanlar kabuslardan fırlamış ulumayı duyunca kaçar, ben üstlerine koştum. İntikama susamışlığım dinmiyordu. Gittikçe daha nadir yukarı dünyaya çıkar oldum. Zindanlardaki silah arkadaşlarım yeni ailem oldu. Bugün onlardan birinin çığlığıyla uyandım. Derhal yardımına koştum. Bir gulyabaniyi savaşıyordu. Gulyabani devrildi. Arkadaşımın neşe içinde yanıma gelmesini bekledim. O, bunun yerine canavarın cesedine yaklaştı. Eğildi ve bir ısırık aldı. Ulumaya başladı. Korkudan yüzümün kireç gibi olduğuna emindim. Adını seslendim. Üstüme atlayıp nasıl olduysa pençeye dönüşmüş ellerini zırhıma geçirdi. Kılıcımı kafasına sapladım. Ne oluyordu? Avcılar canavara dönüşebilir miydi? Bugüne kadar öldürdüğüm canavarlar bir zamanlar insan mıydı? Ben bir katil miydim? Yoksa hala intikam peşindeki iyi yürekli adam mıydım? Delirmiş gibi koşmaya başladım. Ekibimin kalanı beni görünce “Gulyabani!” diye bağırdılar. “İçimizden ikisini öldürdü!” Karanlıkta fazla kalmıştım, uluyarak üstlerine atladım.

2 Beğeni

çok beğendim…:slight_smile: sınavımda kullanabilir miyiz

2 Beğeni

Elbette Murat bey, :slight_smile: Teşekkür ederim.

1 Beğeni

O artık uzaklardaydı. Sevdiklerinden, kendisinden, iyi ve güzel olan her şeyden. Evim diyebileceği bir yer artık yoktu. Aslında evet, evindeydi, yatağındaydı… hatta anası babası kardaşı hemen yan odadaydı. Ama artık onun değillerdi işte. Mahsun’un suratında ince bir tebessüm belirdi. Peki öyleyse, öyleyse neden bunlara katlanıyordu? Kendini, artık kendisi için hiçbir şey ifade etmeyen bu gri şehri ve insanlarını katletmesinin önündeki engel neydi? Korku diyerek atıldı seslerden biri. Sadece korku değil, dedi ötekisi, sözlerinden alaycılık akıyordu. Yüreği bir tavşanınki gibi, ne kendine ne de başkasına zarar verecek maharetten yoksun. Mahsun dişlerini sıktı. Bir gün… dedi, kendisine ve içindekilere, ailesine ve gri şehrin çıldırmış sakinlerine. Bir gün tüm bu alaycı sesleri katledeceğim.

2 Beğeni

168 saattir uzay boşluğunda sürükleniyorum. Artık beni bulmaları imkansız. Gemiden düştüğümün bile farkında değillerdir muhtemelen. Nasıl düştüğümü sormayın. Bu lanet olası uzay giysisine bakılırsa bu şekilde 2191 saat daha hayatta kalabileceğim. Ne güzel! 2191 saatlik bir… Umarım deliririm.

4 Beğeni

Düştük yine katilin peşine(!). Bütün delilleri bir araya getirmemize rağmen ekipte tık yok. Kendi ekibim diye demiyorum her vakayı çözdük evelallah. Sanırım bu seferki biraz zaman alacak. Neyse, en azından kusursuz bir cinayet varmış. Aman, unutmadan şu delili de yok edelim. Hah, şimdi oldu. Ne diyordum…

7 Beğeni

Yıkılıyordu dünyam, oturduğum evin duvarları üzerindeki boya dökülüyordu üzerime, soyutlanıyordum zamandan, akıyordu hızla her şey. Paramparça oldu tüm atomlarım önce, sonra karıştım rüzgâra, kalmamıştı saçlarından bir eser ya da kaybolmuştum gözlerinde. Sabahın lanetiydi, bu büyük gürültü, uyuyamadığım gecelerin içinden geçip giderdi sadece. Şimdi bulmuştu beni, hiçbir suçum yokken üstelik de. Ben… O rüyadan uyanmayı hiç istemezdim. Yapabilseydim eğer kaybolup giderdim kokunun içerisinde. Lanet olsun böyle sabah trafiğine, durdurmak istemiştim tüm saatleri de işini çok sevdiğinden sana kıyamamıştım.

4 Beğeni

Gecenin Sonu

Hiç ışık yoktu. Bakışlarından tüm aydınlıklar silinmişti. Dünyası çirkinliklerin yeri olmuştu. En sevdiği varlıkları görmeyecekti. Aden bahçeleri, yavaş yavaş zihninden silinip gidiyordu işte. Eve asla dönmeyecekti. Yüreği burkulur gibi oldu. Tanrı onu cennetinden kovmuştu. Gecenin sonuna yaklaşırken, belki de şeytan ağlayacaktı.

5 Beğeni

İçimdeki boşluk, sandığımdan da büyükmüş meğer. Ne yağmurlar dolmuş içerisine, ne seller götürmüş topraklarımı, karanlıklar sarmış dört bir yanımı, sadece birisi kibrit yaksın istemiştim. Yıllar boyu alışmışım, rüzgâr olup ruhuna karışmışım, sen çakmağını yakınca, öyle birden, saçlarını okşamak biraz, etrafından esmek istemiştim. En az sen kadar ben de korktum bazı şeylerden, bir kara deliğe dönen bu karanlığın seni yutuvermesinden, bu sağanak yalnızlığım dinmeliydi artık, öyle cesur, öyle güçlü, kahramanın olmak istemiştim. Gelmeden önce sana, yıllar süren gezilere çıktım. Ziyaret edip içimdeki paslı parkları, elektriği olmayan mahallelerde tur attım. Topladım içimdeki, yüzü gözü yaralı tüm çocukları, ben senin için kendimle barışmak istemiştim. O gece sahilde, şimşekleri izlemiştik, bulutları şekilden şekile sokup, kahvemizi içmiştik. Soktuk ayaklarımızı denize, uzanıp yıldızları betimlemiştik, ben seninle biraz, çocuk olmak istemiştim.

2 Beğeni

Artık bitti sanırım, bir devrin daha sonuna geldik. Duman tüttüren bu makineler, şu ayaklı, tekerlekli kükreyen ejderler aldı seni benden. Hayır, ben neye yenildiğimi çok iyi biliyorum. Beni deviren, kılıktan kılığa sokup, bir hokkabaz gibi çeviren kişiyi tanıyorum. Kendim… Halbuki söz vermiştim kendime, bir daha oynamayacaktım senin bu oyunlarını; ama gözlerinin içini gördüğümde, değiştiğini zannettim. Öyle ya, gerçekten gülüyordun. Zehirli bir gülmüşsün meğer, kokladıktan sonra fark ettim. Artık son buldu ayrılıklarımız. Nokta koymam lazımdı zaten. Hangi dilde olursa olsun, bitmeliydi her şey. Ben olabilecek en yabancı dili kullandım sana karşı, sessizliği. Çünkü korkuttun beni sözlerinle. Ateş püskürttün üzerime. Artık korkacak hiçbir şey kalmadı… Artık sevecek birisi, artık dönecek bir yer de kalmadı. Artık kimse kimseyi beklemek zorunda değil. Balkona çıkıp yıldızlarda aramayacağım artık seni. Bugün gelir mi diye sormayacağım artık. Her gittiğimde sahile, gözlerim seni aramayacak. Kahvemi içerken seninle karşılaşmaktan çekinmeyeceğim. Korkmayacağım bir köşede sana rastlamaktan. Bizi iki yabancı ettin. Artık bekleyecek kimse kalmadı. 12 yıllık bir bekleyiş sona erdi keza. Beklemenin de bir anlamı olmayacağını anladım…

1 Beğeni

“Belki de.” dedi içinden arkasındaki karla kaplı yola bıraktığı ayak izlerine bakarken. Şehirden çok uzaktaki evinin çatısı yavaş yavaş belirmeye başlamıştı. Ama onu orada ne sıcak bir ateş ne de sıcak bir aile bekliyordu. Her zaman bu kadar yalnız değildi aslında. Gençliğinde katıldığı birçok cemiyette etrafı insanlarla dolar, insanların kahkahaları onu sıcak bir battaniye gibi sarardı. Hemen hemen her mekândan ayrılırken biri “Seninle olan insan yaşlanmaz” derdi. “Belki de” dedi tekrar karanlık ve soğuk evinin kapısını açarken. “Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.”

6 Beğeni

Bacak bacak üzerine atmış, sağ elinin parmak aralarında dolaştırdığı rujlu sigarasından derin bir fırt çeken kadın, baca borusu gibi uzattığı dudaklarından tüttürüp ortalığı duman altı etmenin fiyakasıyla : “Ya aklınızı yitirmişsiniz ya da gerçekten iyi rol yapıyorsunuz” dedi solunda oturan adama.

Barmenin şaşkın bakışları altında ikirciklenerek sağına bakan adam, kadınla arasında kendisinden başka kimseyi göremeyince mecburi bir his altında : “Pardon! Bana mı dediniz?” dedi.

“Sana mı?..Sana niye ve ne diyeyim ki? Seni tanımıyorum bile, yoksa tanışıyor muyuz?” diye istifini kalıbını bozmadan karşılık verdi adama kadın.

“Tanışmış olduğumuzu sanmıyorum. Esasen buralara sık gelirim ancak simanız bana yabancı.” dedi adam.

“Madem öyle! O halde tanışalım. Ben kalplerin leydisi ve tanrıçamız Kibele’nin kölesi Lilith’im”…

5 Beğeni

"Hayır aslında beni anlamak istemiyorlar. Dinlemiyorlar da aynı senin şu an yaptığın gibi. "

Siyah kapşonlu adam yanındaki adama döndü. Saçları dökük ve kurşuni takım elbiseli adamdan cevap gelmedi.

“Bak işte dinlemiyorsun, üstelik şu yaptığına bak! Oturduğun yeri pisletmişsin. Kim temizleyecek? Tabi ki ben”.

Yanındaki adam hiç bir tepki vermedi yine.

“Umarım bu koltuğa çok para vermemişsindir. Bak her yeri leke oldu üstelik çıkmaz da bu leke”.

Bir an göz ucuyla bakıp devam etti.

"Çocukken oynamak için eve kedi, köpek getirirdim. Onların da lekesi çıkmazdı. Annem babamın kemeriyle döverdi beni. Her yeri bok ettin deyip dururdu. Öldürme şu hayvanları derdi. "

Omuz silkeleyip yanındaki adamın ensesine dostça elini vurdu. Adam bir çuval gibi yere düştü.

“Neyse boşver. Şimdi beni anlıyorsun. Hadi seni gömelim, gün ağaracak yoksa!”.

2 Beğeni

Uyandıklarında etraflarında külden başka hiçbir şey yoktu. İstemsizce ellerini boğazlarına götürdüklerinde onlara pusu kuran baronun adamlarının açtığı yaranın orada olmadığını fark ettiler. İlerde bir silüetin onları izlediğini fark ettiler. Gözlerini açıp kapattıklarında karşılarında uzun boylu, kırmız suratlı boynuzlu bir adam vardı. Adam onlara yukarından bakarken sigarasından bir duman çektikten sonra şu soruyu sordu: “Burada kalmaya devam mı edeceksiniz, yoksa sizi öldürenlerden intikam mı alacaksınız?”

3 Beğeni

Bay F yağmurlu bir günde evinin kapısının önüne yerleştirdiği şezlongunda ıslanıyordu. Ne de olsa yağmura henüz zam gelmemişti. Dilediğince ıslanabilirdi. Az önce caddeden geçen bir dondurmacıdan aldığı bir külah dondurmayı ters çevirip başına şemsiye diye takmıştı. Sadece bir külah alabilmişti çünkü dondurmaya zam gelmişti. Eline nerden geçtiği bilinmeyen bir cetvelle son gelen zamların güncelleme cinsinden boylarını ölçtü. Sonra bu muaazzam bilgiyi yoldan geçen ve maaşına inanılmaz bir zam aldığı belli olan ve kafasında külah olan diğer mutlu vatandaşla paylaştı, elindeki cetveli sallayarak. İki vatandaş ceplerindeki inanılmaz hafifliğin verdiği mutlu sarhoşlukla kafalarını farklı yönlere çevirdiler. O sırada herhangi bir şeye yeniden zam gelmişti.

4 Beğeni

(Sirenler Çalar)

Anons: YERÇEKİMSİZLİĞE SON 30 DAKİKA! LÜTFEN SIĞINAKLARA GİDİP KENDİNİZİ SABİTLEYİN! YERÇEKİMSİZLİĞE SON 30 DAKİKA! LÜTFEN SIĞINAKLARA GİDİP KENDİNİZİ SABİTLEYİN!

  • Koş koş acele et! Yetişebilecek miyiz acaba?
  • Yetişiriz merak etme. Sığınağımız hemen şurası. Yerimiz var.
  • Mehmet Amca nerede?
  • Sorma o geçen yerçekimsizlikte dışarıdaydı. Yetişemedi, uzaya savruldu sanırım.
  • Başın sağolsun.
  • Sağ ol.
6 Beğeni

Dünya, dijital bir sisin içinde kaybolmuş durumda. İnternet, artık insan zihniyle bütünleşmiş bir varlık ve zenginler tarafından fakirleri kontrol altında tutmak için kullanılıyor. Dikkat süreleri, saniyelerden milisaniyelere düştü; odaklanma yeteneği ise antik bir efsane gibi. Ben, bu kaotik dünyada, zihinsel bağımsızlığını koruyabilen nadir insanlardan biriyim. Çevremdeki herkes, sonsuz akışta kaybolmuş, gerçek dünyadan tamamen soyutlanmış. Kitaplar ve derin düşünceler, yalnızca elitlerin erişebildiği lüksler. Fakirler, ekranların parıltısında yaşayan gölgeler haline gelmiş, gerçek dünyadan tamamen kopmuşlar. İnternetin labirenti, zenginlerin egemenliğini pekiştiren bir araç; fakirler, artık yalnızca ekranların parıltısında yaşayan gölgelerden ibaret. Çevrimiçi hayatın laneti, gerçek dünyayı yuttu; insanlık, sanal bir rüyanın içinde kayboldu. Bu yeni dünyada, internet olmadan yaşamak artık sadece bir hayal. Ve ben, bu dijital distopyaya meydan okuyan son direnişçinin hikayesini anlatıyorum.

*** Uzun zamandır sessizliğe gömülmüş bu başlığı çok sevdim, yazılan her hikayeyi okuyup bir çoğuna da kalpler bıraktım. Her ne kadar normalde hikaye yazmıyor olsam da sırf bu başlığı canlandırabilmek adına kısa bir distopik dünyayı tasvir etme girişiminde bulundum. Umarım gören duyan üyeler başlığı canlandırmak adına katkılarını sağlarlar

4 Beğeni

Kuzgun

Gün batımında bir kuzgun ağaca tünedi. Keskin gözleri, belli bir evi inceledi. Evin sahibi henüz gelmemişti, evin pek incelenecek bir yanı yoktu. Kırık dökük haliyle harika bir manzara barındırmıyordu. Yine de kuzgunun gözleri oradaydı. Az sonra ağacın altından iki kız geçti.
Kuzgun gaflete düşüp görevini unuttu, çenesini tutamadı. “Merhaba bayanlar, size bir soru sorabilir miyim?” dedi heyecanlı sesiyle.

Kızlar bir an sesin sahibini aradılar. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Böyle bir durumda normal olduğu gibi şaşırdılar. Bunun üzerine kuzgun gakladı. İki kızın etrafında bir tur döndü. Zarif hareketleriyle uçtu ve tam önlerinde durdu. Yere indiğinde Kuzgun, siyah giysileri içinde bir adam oluverdi. Halinden memnun, sırıttı.

Kızlar ne yapsındı? Zavallılar, sadece çığlığı basıp arkalarına bakmadan kaçtılar. Korkudan yüzlerinin rengi bir ton atmıştı. O günü asla unutmayacaklardı. Kuzgun ise beklemediği tepki nedeniyle gözlerini kırptı ve sorusunu arkalarından bağırarak sordu. “Hey, burada bir büyücü yaşıyor mu?!”

(Oyunun kuralını bozdum. :smiley: )

2 Beğeni
  • Bu en yeni silahımız: Mersi. Evet o bir mermi. Bu mermiyi diğerlerinden ayıran en önemli özellik ucunda anestezik ilaçlar taşıyan onlarca çok daha küçük mermiler veya şırıngalar taşıması. Bu mermi ateşlendiğinde şırıngalar anında mermiden ayrılarak beş kat daha hızlı şekilde hedefe saplanıyor ve hedefi felç ediyor. Mermi hedefe saplandığında ise hedef hiç acı çekmeden ölüyor.
1 Beğeni

Yeşil bitkilerin üzerinde ki sabah çiyinin hatta papatyaların fotosentezinden bile etkilenmiş, denizin dalgalarında korkup savrulan parçaların hatta ve hatta birkaç garibin ısındığı sobanın dumanından… Pusulasız rüzgârın savurup durduğu, başka bir yere gidemeyip kalmış. Sis gibi şehrin üzerini örtmüş bulut. Sırtını güneşe dayamıştır oysa yaşları hep yer yüzüne düşmüştür. Sırtını güneşe dönmüş yüzünü yere. Keşke dönebilseydi tam tersine. Oda karışabilirdi mavi gökyüzüne fakat rüzgâra hiç direnememiş.

2 Beğeni