Özellikle ikinci paragraftaki tespitler çok doğru.
Ben hayatım boyunca kitap okumak isteyen ama bundan nasıl bir zevk alacağını bilemeyen kişilerle boğuştum neredeyse. Kitaplığımı gören kitap istiyor fakat ne tarz veya ne okumayı sevdiği hakkında hiç bir fikri yok. Neyin kendisine kitabı sevdireceğini bilmiyor. Artık bu tür kişileri konuşturup özellikle tanıdığım veya yeni tanıştığım kişilerse ona göre kitaplar hediye etmeye çalışıyorum.
Hatta sırf bu yüzden kitaplığımda hediye etmek için ayırdığım çeşitli kitaplar var bunları veriyorum. Çoğu kişi kitaplarla okuyan arasındaki o özel ilişkiyi maalesef anlayamıyor.
Klasik algımız yüzünden de kaynaklanabilir bu. Toplumun bu noktada gerçekten bir dayatması mevcut.
- Ne okuyorsun?
- Falancayı.
- Saçma sapan şeyler okuma klasik oku.
Bu çok garip bir baskı. Klasik okumayan insana okur gözüyle bakılmadığı gibi ciddiye alınmıyor ve dalga konusu oluyor. Kabul gören bazı yazarlar var ve bunlar olmazsa olmaz ama kime göre ve neye göre? İlkokul yıllarından bugünlere kadar gelen bir şey bu. Her insan aynı pencereden bakmıyor ki hayata. Yaş ve deneyimler de var. Klasikler henüz okula yeni yeni ebeveyni olmadan gitmeye başlayan ve aklı fikri oyunda olan bir çocuğa sunulacak şeyler değil ama toplum bunu yavaş yavaş aşılıyor. Keza ergenliğin içinde büyümenin verdiği hezeyanla sorumlulukların ve hayatın son hız gelen bir tren gibi üstüne çullandığı bir dönemde kişi bu kitapları çok başka yorumlar.
Bizim toplumda kişinin kendisini tanımasına, kendisini aramasına ve bulmasına pek izin verilmiyor. Çevre sizin böyle boş bir şeyle vaktinizi kaybetmenize engel olup size bir rol biçiyor ve siz de o çerçevede kolunuzu bacağınızı dışarı çıkartmadan durmaya çalışıyorsunuz. Eğer buna izin verilse kişi zaten ne sevdiğini bilir.
Bu algı ve baskı yüzünden maalesef çok okur kaybediyor olabiliriz. Kitaba düşman ve günümüzde kitabı çok sıkıcı bir görev kabul eden bir çocuk ve genç grubu oluşuyor maalesef dediğin nedenden dolayı. Derslerinde beklenen kadar iyi olamamış ve kitaplarla o kadar ilgili olamayan bir çocuk ve genç olarak zamanında ne olacak bu çocuğun hali derdirtmiş biriyim
Belki şans belki kısmet adına ne derseniz diyin bu işi sadece yirimisinden sonra okuma hastası olup iş edinen bir kişi olarak dediğin gibi başlangıç yöntemimiz çok yanlış.
Bu konuda çok gevezelik edebilirim ama şimdilik bu kadar yeter. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Maalesef hala azınlığız ve kitap okumak için kendimizi açıklamak ve savunmak zorunda kalıyoruz.
Fahrenhit 451 - dili gereksiz bir yorucu. hikaye olarak güzel olsa da bazı diyaloglar gereksiz uzamış, bazı olayların anlatımı çok karışık vesaire vesaire. Ben bir kitabı okuduğumda onu anlamak isterim. Okuduğumda dinlenmek isterim. Kitap kötü dersem yalan söylemiş olurum, sonuna kadar heyecanla okudum. Ama okurken bir o kadar yoruldum.
Genç Werther’in Acıları - Werther üzülmediğim hatta acımadığım bir karakter oldu. Boş bir heves uğruna kendi kendini yiyip bitiren boş bir karakter. Ayrıca kitap sadece onun bakış açısıyla anlatılıyor. Bu da hoşuma gitmedi. Haliyle beğenmedim.
Mecburiyet - (bende kalsın)
Dava - Yine ne anlattığı belli olmayan ve tek seferde anlaşılması imkansız olan bir kitap.
Dönüşüm - Başı çok güzel başlayıp sonrasında hiçbir ilgi çekici yanı bulunmayan bir kitap benim için.
Bunlar çeviriden kaynaklı. @Ozgur Dost Körpe çevirilerinin uzmanı, o daha ayrıntılı bilgi verebilir.
Dune serisini Prequel’ler + 5. kitaba kadar okuyup 6. kitapta tıkanmıştım. Haliyle sonrasında da devam etmemeye karar verdim. Zira 4. , özellikle 5. kitapta Dune’un kafamda canlandırdığım türden bir kitap olmadığı kanısı sabitlenmiş oldu. Kötü demiyorum, sadece benim anladığım haliyle bir bilimkurgu değil ve bana hitap etmeyen yönleri hitap eden yönlerinden daha ağır basıyor.
Linç edilmeyeceksem Harry Potter’i ilk kitabı bitirdikten sonra, Lord of the Rings’i de Fellowship of the Ring’in Tom Bombadil kısımlarında bıraktım. İyice tetikleyeyim mi, çayırlarda çıplak yuvarlandıkları akabinde şarkı söyledikleri bir sahne vardı diye hatırlıyorum. Orada “ne yapıyorum ben” tepkisi verdiğimi anımsıyorum, sonrasında kopmuşum.
Yerin göğün The Crow diye inlediği günlerde Crow’un bir romanını okumuştum. (Bir sürü romanı varmış da şimdi hangisi olduğunu anımsayamadım) , bitirdiğimde üzerinden yük kalktığını anımsıyorum. Bir yazarın kitabın neredeyse yarısını başrol karakterin ölmeden önceki hayatında sahip oldukları melekeleri, o karakterin düşmanının iç sesinden kıskançlıkla saymaya varana dek saya saya bitirememesi (“bu kadını bu adam yatakta ne kadar iyi tatmin ediyormuş ki ben ne yapsam tatmin edemiyorum” türü bir cümlede “e yuh artık lan” tepkisi vermiştim yazara, öyle diyeyim) gibi sebeplerle ne zaman birisi The Crow övse o kitabı okuduğum anlar gözümün önünden film şeridi geçer ve 10’a kadar sayıp sakinleşmeye çalışırım.
Geek damarından olsa gerek, sevinçten yatakta zıplamama sebep olan fragmanı çıktığı gün bir gecede başlayıp bitirdiğim Ready Player One’ı okuduğuma pek pişman olmasam da anlatımın hamlığı, Eragon gibi genç yazarların kitaplarıyla kıyaslanamayacak kadar vahimdi. Yer yer wattpad fanfiction’u okuduğumu bile düşündüm ciddi ciddi ve “böyle niteliksizce yazılmış bir kitap bu kadar başarıya ulaşabiliyorsa herkes birşeyler yazarak bunu hayli hayli aşabilir” diye düşündüğümü anımsıyorum. Yazarın 2. kitabı Armada her ne kadar yazım teknikleri konusunda gelişim katettiyse de ömrümde gördüğüm en tahmin edilebilir olay akışına sahipti ve insanlığın kaderini belirleyecek son savaştan önceki gece “holy shit! LGBT’lere oynamadık!” gibi bir tepkiyle araya çalakalem yazılıp birbirlerini duvarlara vura vura sevişen bir gay çift sıkıştırılması gibi hamlıklara varana dek, yazarın sonraki işlerini önemsememi engelleyecek herşeyi yapmıştı.
Sırf satış rekorları kırıyor diye aldığım M---- F------'da sonda bir tek kusmadığım kalmıştı ama askerde iken sırf okuyacak birşey bulamadığım için çaresizlikten A–'yi aldığımda bu adamın ne kadar abartılmış, cinsiyetçi, orijinaliteden uzak ve şiddete takıntılı hali beni ziyadesiyle tiksindirmişti ve sonrasında yazacağı hiçbir kitaba bulaşmama kararı almıştım. Sonraki yıllarda -maalesef- bir süre serbest yazarlık yaptığım B--------- K---- sitesinin Facebook grubunda kendisiyle ilgili kişisel hiçbir şey yazmayıp sadece eserlerini nesnel olarak eleştiren tek bir yorum mesajı (o mesaj da dikensiz gül bahçesi gibi önüne gelenin yazarı övdüğü bir yıkama yağlama walloftext’ine dönen başlığın altına yazılmıştı) yazdığım halde sağı solu provoke edip beni grupta linç ettirmiş, akabinde beni gruptan attırmıştı. Eserlerini (!) geçtim, eleştiriye bu kadar kapalı, bu kadar ego ile dolup taşmış böyle bir adam hakkında olumlu hiçbir şey düşünebilmeme imkan yok. Ben söylemiyorum, “Yazarlığa başlayacaklara tavsiyeler” yazısında “Birileri yazdıklarınızdan nefret edip bırakmışsa, doğru yoldasınız” diyen bir adam bu, kişisel blog’unda Reptilian’lara inandığını söyleyen bir adam bu, Teskere (daha doğrusu 1. Teskere) sürecinde ne yazdıysa şimdi 180 derece aksini yazıp muhalif geçinmeye çalışacak kadar seviyeyi düşüren de kendisi. Bu adamı övecek birisi benimle ahbap olamaz, sadece bunu söyleyeyim.
B---- T----'dan Ü----- D---- S-----, askerdeyken çaresizlikten aldığım bir diğer kitap. M---- F------'nın diğer yazarının işi olduğunu zaten biliyordum ama dediğim gibi, o dönem şimdilerde Erzurum’cu kitle gibi “yerli edebiyat, en azından şans vermek gerek” diye bir kafa yapısına sahip olduğumdan alayım dedim. Almaz olaydım. Kurtlar Vadisi fanfiction’undan farksızdı, hatta arttırıyorum, bir ilkokul çocuğuna yazdırılacak bir Kurtlar Vadisi fanfiction’undan bile bir adım ileride değil.
J.C. Grange’ın Taş Meclisi, öncesinde Kurtlar İmparatorluğu ve Leyleklerin Uçuşu’nu soluksuz okumuş birisi olarak o hevesle gördüğüm anda alıp okumaya başladığım ama o tadı alamadığım bir kitap olmuştu. Fantastik mi, bilimkurgu mu, polisiye mi, hiçbir türe ait olamayan sürekli iniş kalkışlar yapan istikrarsız bir kitaptı. Sondaki plot twist ise hayatımda okuduğum tüm kitaplar içinde sırf tahmin edilememesi için kasılarak konmuşa benzer şekilde en saçma, en abartı, en gereksiz sona sahipti. J.C. Grange’in şimdiye dek 5 kitabıunı okudum. Okumayın abi, zamanınıza yazık diyebileceğim bir bu var içlerinde.
Bonus olarak okumadan okumamaya karar verdiğim bir kitap serisini belirteyim: Game of Thrones. Sayın çevirmen, sizi şarkıcı olduğunuz dönemden bilir, sever ve hatırlarım, bu yazıyı okuduğunu/er geç okuyacağınızı da biliyorum. Game of Thrones’u sırf sağlık sorunları sebebiyle izole yaşamak zorunda kaldığınız bir dönemde çevirmiş olduğunuzu da biliyorum. Ama D&R’da ilk cildin rastgele sayfasını açıp bakan bir okuyucu adayı Jon Snow’u Jon Kar diye çevirmek gibi bir işe imza attığınız için okumaktan vazgeçti. Bilginiz olsun diye yazıyorum.
edit: İsmini yazmamıştım. Bir ihtimal başım belaya girmesin, o paragraftaki tüm kitap isimlerini de kaldırdım. Anlayın artık siz durumu.
Kesinlikle katılıyorum.
Bahsi geçen çeviride sorun yok. Çevirmenin tercihi doğru orada. Çünkü picler olduğu yerlerle alakalı soyisimleri alıyorlar.
Asoiaf çevirisi kötü bir çeviri değil.
Dediğiniz durumun siz yazmadan önce de farkındaydım fakat kitabın arkasında bir dipnotla belirtilebilecek durumu kitaba yedirmeye çalışmaları bence yanlış bir durum. Kitabı okuyup da o anlamı çıkartamayacak olan zaten okumasın.
@Akuma_Blade ’in dediğine katılıyorum. Jon Snow olarak okumak isterdim. Yanılmıyorsam bir de Şebboy diye bir isim çevirisi vardı. Buna da gerek yoktu bence.
Zaten ilk kitabın içeriğinde bu soyisimlerini ve neden verildiğini, bölgelere göre değişimini anlatıyordu. Dipnot olarak vermesi gereken bir sey olmuyor bu sebeple, zaten okurken öğreniyorsunuz. Kitaba yedirmeye çalışma gibi bir şey de yok, yazar o soyisimlerini neye göre yapmışsa ceviri de ona göre yapılmış. Ki çeviri de bu demek zaten. Başka dillerde çevirisine de bakabilirsiniz.
Mesela Almancada
Ya da italyanca da
@Blackheart, isimlerin Türkçeleştirmesini ben de sevmem ama burada ayrı bir durum söz konusu. Nasıl ki amerikan tanrıları kitabında Shadow’un adı bile Gölge olarak değişti, bu da öyle bir durum. Bu ayrıkvadiyi ya da çıkın çıkmazını ingilizce vermek gibi. Diagon Alley’de özel isim mesela. Diagon yolu yerine onu da kullanabilirdi. Biraz kitap ve kitabın içeriği ile ilgili durum yani.
Sonuç olarak çeviri yanlış değil. Ki Taht oyunları da sonraki kitaplar da çeviri konusunda örnek olacak kadar iyiler.
İlk kez sana katılmadım. Tabi bu gayet normal, farklı düşünceler ortaya çıkabiliyor. Dün okumuş olduğum kitapta bütün yer isimleri İngilizce, sadece apartmanın ismi Yeşim apartmanı olarak geçiyordu. Bu sırıtıyor tabi. Ben özel isimlerin orijinalinin korunmasından yanayım. GOT özelinde dediğin durumu biliyorum, bir tür aile lakabı gibi bir şey. Bilemiyorum ben yine de Snow olarak görmek isterdim.
Simyacı, Cesur Yeni Dünya, Yüzyıllık Yalnızlık
Jon Snow’un, Jon Kar olarak çevrilmesi daha iyi çünkü kitaplarda piçlerin soyisimleri üzerinden kelime oyunları yapılıyor. Orijinal halde bırakılsaydı onlar anlamsız hale gelecekti.
Çocuk Geliyor (Han Kang). Arkadaş bu kitabı öyle bir sevmedim ve öyle bir anlamadım ki, kendimi gerçekten yetersiz hissettim. Zibilyon tane ödül almış, binbir dile çevrilmiş bir de.
Hala sorun bende mi, kitapta mı, çeviride mi bilmiyorum. Forumda da beğenildiyse sorun bende demektir herhalde.
Asıl Snow’u özel isim gibi görmek ve bunun çevrilmesini protesto etmek yanlış. Kitapta piç soyisimleri tam da bunun tersi bir intiba uyandırması için oluşturulmuş, Nehir, Taş,Tepe gibi soy isimler. Anadili Türkçe olan olan biri için her ne kadar aşina olsa da bunlar özel isim intibası uyandırır. Ayrıca bazı piç isimleri direkt yerin ismiyle bağlantılı. Storm-Stormlands, River-Riverlands. Bunların çevrilip de piç isimlerinin çevrilmemesi olmaz. Bazı piç isimlerinin çevrilip bazılarının çevrilmemesi de olmaz. Her ne yönden bakılırsa bakılsın piç isimlerinin çevrilmesi doğrudur, seride herhangi bir çeviri yanlışı ve yanlış tercih durumu varsa bile bu kesinlikle piç isimleri konusunda değildir.
Seriyi okumuş muydun? Okumadın zannedersem. Çünkü okusan gerçekten hak verirsin. Çeviri konusunda ne kadar hassassım herkes bilir forumdaki. Ama Bu serinin çevirisi cidden öyle kötü bir çeviri değil. Dizide alıştığınız icin Snow olsun istiyorsanız kitapları sonrasında okumanızın tabiki size tatsız gelecek. Ama kitaplar diziyi dört defa cebinden çıkarır.
Serinin ilk üç kitabını okudum, dördüncüyü de önümüzdeki ay okuyacağım muhtemelen. Çeviri konusunda serinin genelinde haklı olabilirsin. Ama zaten ben yukarıda belirttiğim hususa değindim ve eleştirdim. Hâlâ eleştiriyorum.
Kitaplar her zaman (%90 diyeyim) diziden veya filmden daha iyi olur. Bunda sana katılıyorum. Dizinin/filmin, kitaptan daha iyi olduğu yapım sayısı zannedersem çok azdır.
Bu kitap özelinde, Jon Snow’daki Snow özel isim değil ama, bildiğimiz kar. Zaten bildiğiniz şeyleri tekrar etmeye gerek yok (snow, sand, piçler vb.) ama mesela Edward Snowden ile Jon Snowden (snow soyadlı birini bulamadım) aynı şey değil.
Piçler zaten soyad alamadığı için region ile devam ediyor adları, onlar da özel isim değil. Bu yüzden bu bir tercih değil zorunluluk.
Bu arada diziyi izlediğim için bana da bir garip geliyor “Jon Kar” ama doğrusu bu.