En Son İzlediğiniz Film?


Heretic
Dinler Tarihine ilgim olduğu için çok beğendim. Hugh Grant’ibize yıllarca romantik komedilerdeki salak olarak izleten Hollywood utansın. Kurgu ve bağlamda bazı saçmalıklar olsa da böyle 1 - 2 mekanda insanı sürükleyebilen filmleri seviyorum.
Konusu güzeldi. Senarist büyük ihtimal benim gibi deizm ile agnostizim arasında giden birisi .
Hugh Grant’i söyledik ama başroldeki Sophie thatcher’i de çok beğendim.
Filmi beğendim. Tavsiye ederim.

Speak No Evil
Amerikan versiyonunu izledim. James McAvoy bence çok iyi bir oyuncu, filmi tek başına sürüklüyor. Film bence korkudan ziyade çok rahatsız edici psikolojik gerilim filmi. Adım adım kapana kısılır gibi yüreğiniz daralıyor.
İlk başta edilgen ailenin tavırlarına gıcık oldum. Ancak filmin orjinal Danimarkalı versiyonunda bunun bir nedeni olduğunu anlayınca taşlar yerine oturdu. Orijinal versiyonda İskandinavların son zamanlardaki mülteci akınlarına, sjw woke hareketlerine olan tahammül ve empati yapmalarının hicvedildiğinden bahsediliyor. Bana da çok mantıklı geliyor.
Kötülüğe karşı fazla empati yapmak kötülüğü daha da cesaretlendiriyor.
Bunun biraz daha farklı versiyonunu ülkemizde yaşıyoruz.
O da ayrı ve uzun bir konu.
Filmi sevdim, kesinlikle tavsiye ederim.

9 Beğeni

image

The Holdovers ve Salyut-7’yi tavsiye ederim.

4 Beğeni

The Substance’ı izledim. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” temalı, kabul gören estetik algısına hitap etmek için bireyin kendi kendine düşmanlaşmasını konu alan ve bu yolda kullanılan liposuction ve implant gibi sancılı cerrahi yöntemlerin abartılarak body horror’a dönüştürüldüğü bir filmdi.

Son dönemde ses getiren filmlerden biri olan Birdman olsun, Mickey Rourke’un kariyerinin en iyi filmi diyebileceğim benim çok beğendiğim The Wrestler olsun, klasiklerden Sunset Boulevard olsun, yaşlandığı için gözden düşen ve benlik bunalımına sürüklenen eski ünlüler teması ile hemen her dönem mutlaka karşılaşıyoruz. Bu film bunu bir adım daha ileri götürüyor.

Burada Demi Moore’un canlandırdığı, 50 yaşına geldiği için gözden düşen bir Hollywood ünlüsü olan Elizabeth Sparkle’ı görüyoruz. Elizabeth 50 yaşına bastığı gün sektörden dışlanıp çöp torbası gibi kapının önüne konulur. Şöhretin bir günde yok olmasını kaldıramayıp, yaşlandığı için dış görünüşüne karşı düşmanlık beslemeye başlar ve yasadışı bir yoldan kendi bedeninden kendisinin daha genç, güzel ve “mükemmel” bir kopyasını yaratır. Sue adındaki bu “kabuk” ile kesin olarak 1 haftalık periyodlarla dönüşümlü olarak yaşamak zorundadır. Çok daha genç ve güzel olan yeni bedeni Sue ile sektörde kendisinden boşalan açığı yine kendisi doldurmaya çalışacaktır.

Burada filmin asıl anlatmak istediği kısım olan kişinin benliğinin, karakterinin ve varlığının sadece dış görünüşe ve sınırları önceden belirlenmiş bir güzellik standardına indirgenmesi konusu öne çıkıyor. Bunu filmde Dennis Quaid’ın canlandırdığı Harvey karakteri ile vücut bulan, başını Hollywood’un çektiği Amerika’nın etik ve ahlak yoksunu eğlence sektörünün, filmdeki karides sahnesi ile de açıkça gördüğümüz gibi insanı sadece kendi çıkarları için tüketilecek bir ürün olarak gören kirli ve karanlık özü temelinde anlatıyor.

Kişinin kendi yarattığı bu “daha mükemmel” dış görünüş farkının, eş zamanlı olarak bireyin kişiliğine de yansıması ve kişilik bölünmesi ile insanın kendi varlığına düşmanlaşması konusu daha toplumsal tabana da yayılabilirdi. Makyajı olmadığı için fotoğraflarının çekilmesini katiyen istemeyen, filtresiz fotoğraf paylaşamayan, gerçekte kendi profilindeki insana dahi benzemeyen yüz milyonlarca insanın yaşadığı günümüzde, sosyal medyanın da filme bir şekilde dahil olmasını beklerdim. Coralie Fargeat bu konuda “Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın.” diye düşünmüş, zaten hali hazırda şeytanlaştırılmış Hollywood sektörünü günah keçisi olarak kullanmış gibi duruyor.

Oyunculuklar yan karakterlere kadar standartların çok üstündeydi. Demi Moore kariyerinin en başarılı işlerinden birine imza atmış. Dennis Quaid’ı da çok az görmemize rağmen kendinden tiksindirecek derecede iyi bir performans göstermiş.

Son kısımları, o kadar köstüm yaptık bari kullanalım diye biraz fazla uzatılmış gibi dursa da ben beğenerek izledim. Gayet güzel bir yapımdı.

5 Beğeni

Substance başrolü için estetiğe bulaşmamış bir oyuncu seçseler yerinde bir eleştiri olabilirdi. Gördüğüm kadarıyla Demi Moore fotoğraf çekimlerinde Courteney Cox’un ikiz kardeşine dönüşmüş. Bu yapaylık içinde böylesi bir rolde ödül almasını istemem açıkçası. Yıllardır, gerek sinemaya gerekse stream servislerine para akıtan bir müşteri olarak, oyuncuların yüzlerini gelişigüzel amorf hale getirip grotesk hale dönüşmelerini protesto ediyorum. Ne yapımcılar ne seyirciler buna tepki gösterdi şu güne dek. O yüzden, bu filmin herhangi bir mesajı olduğunu, faydalı bir etki yaratacağını düşünmüyorum. Ne zaman ki kitlelerden buna yönelik bir tepki gelir, o gün sinemanın geleceğini kurtarmış oluruz.

1 Beğeni

İzlediğim her iki filmi de çok beğendiğim için hemen paylaşmak istedim.

A Man Called Otto
Sinematik olarak mükemmel, harikalar ötesi bir film olduğunu iddia etmiyorum. Ama ben böyle insanın içini ısıtan, çeşitli duygular yaşatan, kah güldüren kah ağlatan, sakin ve seyiri keyifli filmleri çok seviyorum. Eşini kaybeden huysuz bir ihtiyarın, mahalleli ile kavga dövüş sürdürdüğü hikayesini anlatan bu filmde Tom Hanks’in gerçekten yaşlanmış olduğunu gördüm :slightly_smiling_face: Bence listenize alın.

The Count of Monte Cristo
Hem kitabını okuyan hem de Ezel’i izlemiş biri olarak :smile: , zaten bildiğim hikaye yıllardır çoğu filmde kitapta vs. benzer konuları gördük diye filme hafif isteksiz yaklaştım. Puanı ve eleştirileri aşırı iyiydi bu yüzden bu isteksizliğimi bir kenara koyup izledim. Tabii ki bildiğimiz bir konu fakat filmin prodüksüyonu, kostümleri, detayları olabildiğince işlemesi çok güzel olmuş. Çok keyif aldım. Öneriyorum.

5 Beğeni


Soldaki dizisi, sağdaki de ikinci film. Ama dizilerin birleşimi mi film yapıldı onu bilmiyorum.

2 Beğeni

Filmlerin ikisini de izledim. Zaten iki parta böldüklerini söyledim yazımda da.

Üstte filmde dizide olan bazı sahnelerin kesildiğini söylediler ancak mevzubahis sahneler filmde de vardı. Ancak diziye de göz atacağım sonra olmayan sahneler için.

1 Beğeni

Yani diziyi izlesem yeterli mi?

Ha kendiniz için sordunuz. Evet, diziyi izleseniz de yeterli. Filmler zaten diziyle aynı.

1 Beğeni

Çok güzel bir animasyon. Müzikler ve doğa sesleri çok hoşuma gitti. Görseller adeta bir bilgisayar oyunundan fırlamış gibi. Resmen büyülendim. Filmde hiç diyalog yok ama ona rağmen hayvanlar iletişim kurup birbirlerini anlıyorlar. İnsanlar birbiriyle konuşabilmelerine rağmen bunu beceremiyorlar gerçek hayatta. Neyse. Hayvanları ve animasyonları seviyorsanız zevkle izleyebilirsiniz.

8 Beğeni

Açıkçası dizi için ayrı yer bulamadım ve umarım burada paylaşmam sorun olmaz.

1 Beğeni

Hangi Dizileri İzliyorsunuz? Bu başlıkta paylaşabilirsiniz.

2 Beğeni


Licorice Pizza (2021)

İlk dakikasından itibaren seyirciyi yakalayan, P.T. Anderson’dan ziyade Linklater, Stillman, Zwigoff, Baumbach gibi “geveze” yönetmenlerin elinden çıkmış görünen, hem bir dönem hem bir “yetişme çağı” hem de bir alt kültür filmi. Lakin -belki de aday olduğu ve olamadığı ödülleri almasını engelleyen- bir kusuru var: Duygu ve kurgu birlikteliğini sağlayamamak. Film, ana karakterlerinin her yeni girişiminde, tüm bunları sıfırlıyor ve duygu ve süreklilik adına bir şey biriktiremiyoruz, yeni karakterler, yeni iş alanları, yeni mekanlar suretiyle bir anda sürükleniyoruz ve bu çok kereler yineleniyor. E ne oluyor, bir bakıyorsunuz American Graffiti, bir bakıyorsunuz Forrest Gump, bir bakiyorsunuz After Hours, sonra bakıyoruz When Harry Met Sally koşusu geliyor. İyi bir filmi dönemine damga vuracak, başyapıt mertebesine ulaşacak fırsatı kaçırdığı için eleştirebilirsiniz en ağır hali ile. Burada olan da bu. Tıpkı 70’lerin harika müziğiyle de bu fırsata en yakın örneği olan Summer of '42’si gibi.

Neyse. Başroldeki müzisyen Alana Haim, debut oyunculuğu ve "çirkin karizması"nın dişi örneğiyle göz dolduruyor. Şimdiden üç filmi daha duyurulmuş ve bunlardan biri yine yönetmenin "One Battle After Another"i -ki kadrosunda Leo DiCaprio, Benicio Del Toro ve yine Sean Penn gibi eski kurtlar bulunuyor. Filmde Haim’in ebeveynlerini ve kardeşlerini zaten yüz benzerliğinden kendini belli eden gerçek aile üyeleri canlandırmış. Müzisyen demiştik, Haim grubunun üyeleri çoğu. Karaktere adını veren Alana’nın karşısındaki sivilceli ergen ise, yönetmenin daha önce birlikte çalıştığı merhum aktör Philip Seymour Hoffman’ın oğlu Cooper Hoffman. Rolünün altından başarıyla kalkmış. Kısacık bir sahnede göz dolduran Emma Dumont da Oppenheimer’de daha büyük bir rol alarak bunun tesadüf olmadığını göstermiş.

Çekildiği yıl büyük ödülü CODA’ya kaptıran Licorice Pizza, Prime TV’ye geçtiğimiz günlerde eklendi. Bağımsız film açlığı çeken herkese, usta bir aşçının elinden ziyafeti, keyifli müzikler eşliğinde, tavsiye edilir.

4 Beğeni

Daha önce kaleme aldıklarıma tanık göstermek adına Babygirl indirdim. Şu kadına hala daha tanrıça muamelesi yapan garabetler var ya, bak yine sinirlendim, dur bari ekşi’ye de ekleyeyim. Bir de filmden beklentiler varmış, bulamamış haspalar.



Şu son karede kızı “you look like grandma” diyor ya, içimin yağları eridi.


Allahtan Antonio Banderas ve oğlan vardı da biraz güzellik gördük. Yakın plan Kidman çekimleri dayanılmaz. Emekli olmuyorsanız çehrenize dokunmayın da ezberimizi bozmayın yahu, yeter artık tek tip şişmiş yanaklar, engerek gibi kalkmış kaşlar, şaşkın gözler. Miley Cyrus’undan Ariana Grande’sine, genci yaşlısı hepsi aynı. Midemiz bulanıyor erkekler olarak. Kadınlar şunu anlamadıkları sürece “daha zeki” olduklarını iddia etmesinler lütfen. Kadınların kadın güzellik algısı yerlerde. Ne kendilerinde ne hemcinslerinde bunu görebiliyorlar. Sokak sizlerin ama perde hepimizin, çirkin yani yapay suretler görmek istemiyoruz. Doğallık. Lütfen be.

Not: Yaşını almış oyuncuları korku filmlerinde oynatan geçmiş yıllar yapımcılarının cefasını biz çekiyoruz. Bir yenilik gelecekse cinsiyet değiştirenlere hoşgörüden önce doğal yaşlanmaya hoşgörü gösterilsin, samimiyetlere inanalım. O güne kadar, yallah trans yağcılar.

Not 2: Hangi filmdi ise, yine “grandma” yaşında bir kadının torunu yaşında bir gençle cinselliğini yeniden keşfettiği ama film kalitesi olarak yerlerde bir yapımı da bir üniversitenin sinema-tv bölüm başkanının (kadın) öğrenci notlarında uzun uzadıya tavsiye olarak görmüştüm. Avrupa filmi. Yoksa Good Luck, Miss Wyckoff’tan Secretary’e hepsi birbirinin aynı (kadın diz çöker yürür, blabla) sahnelerle dolu. Örnek verdiğiniz filmin elle tutulur bir yanı, seyir zevki olmalı. İnsanlar Kim Basinger ve Mickey Rourke’u sadece çıplaklık için izlemedi. Gerçekten tanrılar ve tanrıçalar vardı, güzel suretleri ve uyuşan kimyalarını izliyorduk bir dönem. Artık 1 emek, 10 reklamla çöpün tanıtımı yapılıyor, evlere, gözlerinizin içine kadar sokuluyor bu leş üretimler. Ha, şu kadına Grace Kelly oynatıldığını da unuttum bak, el insaf, bari kaybettiğiniz güzellikleri sıradana indirgemeyin. Evet, bir Ingrid Bergman, bir Katharine Hepburn çıkmayacak, ama bari anılarımıza leke sürmeyin. Spencer Tracy pataklasın sizleri. Hepburn’un onu benzettiği tabirle, çınar ağaçlarıyla.

Adam

Oğlan

Kadın?

Emilia Perez’de oynasa şaşmaz. Neyse, yeter bu kadar, akşama Henry V izleyip kendime geleyim.

4 Beğeni

The Portable Door

Çok bir şey vaat etmese de ortalama belki altı bir fantastik film. İki saat hoş vakit geçirebilirsiniz.

:star: :star:

4 Beğeni

Annihilation

1 Beğeni

Film 1999 yapımı , “simülasyonda mıyız?” sorularının sıkça dillendirildiği şu zamanlarda izlemek ayrı bir keyif verdi, filmi çok beğendim hatta hemen ardına Matrix’i tekrar izledim.
Matrix’le aynı yıl çekilmiş olması büyük talihsizlik çok çok iyi bir film.

7 Beğeni

Henry V izlemek için “Henry” yazınca karşıma çıktı, izleyiverdim. The Dirty Dozen’dan ziyade Sahara tadında, seyirlik casus filmi. Yan rollerdeki insan azmanını meğer ben de herkes gibi tıfılken Smallville ve Titans’ta izlemişim. Bitince Reacher’e de biraz baktım, belki bir gün ona da devam ederim.

1 Beğeni