The Substance’ı izledim. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” temalı, kabul gören estetik algısına hitap etmek için bireyin kendi kendine düşmanlaşmasını konu alan ve bu yolda kullanılan liposuction ve implant gibi sancılı cerrahi yöntemlerin abartılarak body horror’a dönüştürüldüğü bir filmdi.
Son dönemde ses getiren filmlerden biri olan Birdman olsun, Mickey Rourke’un kariyerinin en iyi filmi diyebileceğim benim çok beğendiğim The Wrestler olsun, klasiklerden Sunset Boulevard olsun, yaşlandığı için gözden düşen ve benlik bunalımına sürüklenen eski ünlüler teması ile hemen her dönem mutlaka karşılaşıyoruz. Bu film bunu bir adım daha ileri götürüyor.
Burada Demi Moore’un canlandırdığı, 50 yaşına geldiği için gözden düşen bir Hollywood ünlüsü olan Elizabeth Sparkle’ı görüyoruz. Elizabeth 50 yaşına bastığı gün sektörden dışlanıp çöp torbası gibi kapının önüne konulur. Şöhretin bir günde yok olmasını kaldıramayıp, yaşlandığı için dış görünüşüne karşı düşmanlık beslemeye başlar ve yasadışı bir yoldan kendi bedeninden kendisinin daha genç, güzel ve “mükemmel” bir kopyasını yaratır. Sue adındaki bu “kabuk” ile kesin olarak 1 haftalık periyodlarla dönüşümlü olarak yaşamak zorundadır. Çok daha genç ve güzel olan yeni bedeni Sue ile sektörde kendisinden boşalan açığı yine kendisi doldurmaya çalışacaktır.
Burada filmin asıl anlatmak istediği kısım olan kişinin benliğinin, karakterinin ve varlığının sadece dış görünüşe ve sınırları önceden belirlenmiş bir güzellik standardına indirgenmesi konusu öne çıkıyor. Bunu filmde Dennis Quaid’ın canlandırdığı Harvey karakteri ile vücut bulan, başını Hollywood’un çektiği Amerika’nın etik ve ahlak yoksunu eğlence sektörünün, filmdeki karides sahnesi ile de açıkça gördüğümüz gibi insanı sadece kendi çıkarları için tüketilecek bir ürün olarak gören kirli ve karanlık özü temelinde anlatıyor.
Kişinin kendi yarattığı bu “daha mükemmel” dış görünüş farkının, eş zamanlı olarak bireyin kişiliğine de yansıması ve kişilik bölünmesi ile insanın kendi varlığına düşmanlaşması konusu daha toplumsal tabana da yayılabilirdi. Makyajı olmadığı için fotoğraflarının çekilmesini katiyen istemeyen, filtresiz fotoğraf paylaşamayan, gerçekte kendi profilindeki insana dahi benzemeyen yüz milyonlarca insanın yaşadığı günümüzde, sosyal medyanın da filme bir şekilde dahil olmasını beklerdim. Coralie Fargeat bu konuda “Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın.” diye düşünmüş, zaten hali hazırda şeytanlaştırılmış Hollywood sektörünü günah keçisi olarak kullanmış gibi duruyor.
Oyunculuklar yan karakterlere kadar standartların çok üstündeydi. Demi Moore kariyerinin en başarılı işlerinden birine imza atmış. Dennis Quaid’ı da çok az görmemize rağmen kendinden tiksindirecek derecede iyi bir performans göstermiş.
Son kısımları, o kadar köstüm yaptık bari kullanalım diye biraz fazla uzatılmış gibi dursa da ben beğenerek izledim. Gayet güzel bir yapımdı.