Ulysses S. Grant ile birlikte Osprey büyük komutanlar serisinden çıkmış tüm kitapları okumuş oldum. Seri bir süredir yavaşladı çıkış aralığı olarak. Bu kitap seriden okurken en keyif aldığım kitaplardan biriydi.
İnsandan Öte ve Ara İstasyon ile BKK okumalarına devam ediyorum. Seri dalya demeye yaklaşmışken ben de seriyi yarılamaya 5 kitap uzaklıktayım. İnsandan Öte’yi beğenmişken Ara İstasyon’u pek başarılı bulmadım.
Kız kardeşimin hediyesi olan Günler Aylar Yıllar ile ilk defa Yan Lianke kitabı okumuş oldum. Yaşlı Adam ve Deniz ile Yu hua kitaplarının karışımı bir tat bıraktı bende. Keyifliydi…
Çizgi roman olarak iki cilt harici birikmiş fasiküllerin bir kısmını aradan çıkarayım dedim.
Siyah Beyaz Kan serisinden Elektra’yı hiç beğenmediğimi söyleyeyim. Daha önce çıkmış Wolverin Siyah Beyaz Kan’da iyi hikayeler vardı. Elektra’da beğendiğim hikaye hatırlayamıyorum.
Batman/Fortnite’ı beklentimin üzerinde iyi buldum, hem de oyunu hiç oynamamış olmama karşın. Devamı da var gibi gözüküyor.
Batman/Spawn ise tam tersi şekilde beklentilerimi pek karşılayamadı. Bunun da devamı var gibi gözüküyor.
Presstij’den çıkan tüm What If’ler ile Çizgi Düşler’den çıkan tüm Gizli Kökenleri bitirmiş oldum.
What If’den halen beklediğim sayılar çıkmadı
Son olarak Kıyamet Saati. Listede son 6 sayı gözüküyor ama baştan başlayıp 12 fasikülün tamamını okudum. İki bölümün baskı tarihleri arasında 2.5 sene olunca mecburen tekrar yapma gereği duydum. Finali harici çok beğendiğim bir hikayeydi.
İki katını okumuşum gibi hissettiğim bir aydı, özellikle Dune yan kitapları bir ara epey elimde süründü. Şu inadımla beraber son bir gaz vereyim de kalan ikisini de okuyup bu defteri kapatayım .
Okumaya bu kadar vakit ayırıp beğenimin bu kadar düşük olduğu bir ay olmamıştır muhtemelen. Biraz biraz Kan Bağı’nı beğendim diyebilirim ama o da totalde çok tatmin etmedi.
Her ay bir adet Diskdünya sıkıştırıyordum araya, bu ay ona da vakit kalmamış .
Savaşlar Çağı serisini pek sevmedin sanıyorum. Merak ettiğim bir seri ama sen sevmediysen ben de sevmem gibi.
Aynen, benim beğenemediğim bir seri maalesef. Başlığında biraz daha detaylı yorumlara girmiştim;
Bir süredir odaklanma sorunu yaşıyorum elime sürekli kitap alıp iki sayfa okuyup bırakıyordum. Aylarımı sadece kitap kulübünün kitaplarını okuyarak geçirdim diyebilirim. (New York üçlemesi bu ayın kitabıydı) Bu döngüyü Hyunam-Dong Kitabevi ile kırdım Bana o bunalmışlığımın içinde nefes aldırmış oldu. Hemen ardından Badem’e başladım ve o da sular seller gibi akıp geçti. Bir süre daha okuma listeme Kore edebiyatından ekleme yapmayı düşünüyorum. Herkese iyi okumalar
Bu ay istediğim kadar verimli olmasa da bir şeyler okuyabildim. Bunlar haricinde Eragon serisinin 3. kitabını yarım bıraktım.
Yarı inceleme yarı okuduklarımı göstermek gibi oldu inceleme başlığına mı taşısam bilemedim ama sonra burada dursun dedim. Eğer istenirse oraya taşıyabilirim. İncelemelerde spoiler olabilir diye direkt hepsini blurlayacağım o yüzden okumayanlar açmazsa daha iyi olur
- Vahşetin Çağrısı - Jack London
Jack London’ dan okuduğum ikinci kitap olan Vahşetin Çağrısı’ nı daha önce yeni kitap okumaya başladığım zamanlarda bir kez yarım bırakmıştım. Şimdi baştan başlayıp bitirdim. Bir köpeğin gözünden çok güzel bir şekilde anlatılmış hikaye. Vahşi hayatla mücadele etmek zorunda kalan Buck, diğer kurtlar ve canlılarla da mücadele edip vahşi hayatta amansızca canlı kalmaya çalışıyordu. Bu mücadeleler sırasında beni en çok etkileyen Buck’ ın insanlarla olan etkileşimiydi. İnsanların ne kadar ahmak ve kötü olabileceği de ne kadar akıllı ve iyi olabileceği de çok güzel gözler önüne serilmişti. Sopanın ve dişin yasası… Çok ilginç bir kitaptı aslında. Özgürlük kavramı irdelenmişti bence bu kitapta. Sahiplikten çıkan yumuşak bir köpek olan Buck, Yargıç Miller’ ın evinde “kral” olarak takılıyordu ama işte vahşi hayata göre yumuşak kalıyordu, bir şekilde çalınıp satılarak vahşi hayata yani Kuzey Topraklarına götürülmesiyle hikaye başlıyor. Elbette Kuzey Toprakları öyle Yargıç Miller’ ın evinde olduğu gibi yumuşak değil ve bu topraklarda ölüm kalım savaşı var. Bu ölüm kalım savaşında Buck da “cehennem gibi çekerek” hızlıca öğreniyor ki öğrendiği en önemli şey de sopa ve dişin yasası. Sopa kimin elindeyse ona itaat edilmeli… Diğer bir ifadeyle yasanın isminden de anlaşılabileceği gibi Buck insanlar tarafından şiddet de görüyor. Altın arayıcılarının eline düşüp Karda çok uzun yollar alıyor, postacının elinde yine uzun yolda hızlı bir koşu tutturuyor, güçsüz düşünce, işi bitince satılıyor vs. Çok farklı durumlar ve koşullar içerisinde bulunuyor. Bu durumlar içerisinde beni en çok etkileyen, köpeklerin taşıyamayacağı kadar çok yükü alıp da kimseyi dinlemeyen, burnu havada o üç gerizekalıydı: Hal, Mercedes ve Charles. Yanlış hatırlamıyorsam ilk okuduğumda da bunların yaptıkları eziyeti okurken diğer köpekler gibi Buck’ ın da bunların elinde ölüp gideceğini düşünerek okumayı bırakmıştım. Neyse ki öyle olmadı da Buck sağlam çıkarak onlara güldü… Bu hikayede aslında köpeklerden ziyade insanları anlatarak Paul Lafarge’ ın Tembellik Hakkı kitabında proletarya kesmine mensup insanların karın tokluğuna çalışması durumunu hatırlattı bana. Sahip sahip dolaşan ve ağır koşullarda, karın tokluğuna çalışan Buck ile yine o ağır koşullarda karın tokluğuna çalışan işçiler arasında ne fark var? Bence pek yok.
- Kaos Lordu - Robert Jordan
Çok yorucu bir okuma oldu. Kitabın dokuz yüz küsür sayfasından ve Robert Jordan’ ın uzun betimlemelerinden olsa gerek biraz fazla yavaş ilerlediğimizi hissettim. Tabii bunda karakter yelpazesinin genişliği de oldukça etkili. Yine de tüm bunlar bir yana en çok da Nynaeve’ ın örgüsüyle mücadelesi ve tıkanıklığı beni yordu. Tam tıkanmışlığı geçti dedim sonra öğrendim ki yine geçmiyor falan… Neyse konu Nynaeve değil. En önemli konu Rand ve Rand’ in kendine güveni. Bu kitapta Rand’ ın özgüveni çok iyiydi, herkese dersini veriyordu ama sonunda kibrine yenik düşerek Elaida’ nın Aes Sedaileri tarafından yakalandı. Kabul edeyim onların yöntemi de çok zekiceydi ama yine de tahmin edilebilir gibiydi. Bir noktada okurken sıkılmaya başlasam da buradan sonra gerçekleşen olayları soluksuz bir şekilde okudum. Rand burada çok acı çekti ve bence özgüveni biraz alazlandı ki bu sayede Aes Sedailere artık hiç güvenmeyecek gibi. Acaba Elaida’ ya ulaştırılsaydı yalıtılır mıydı, merak ediyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Elaida’ nın onu önce kullanma sonra yalıtma gibi bir planı vardı. Yine de Elaida Amyrlin makamı olarak hiç güven vermiyor. Fain ve Alviarin bunu açıkça gösteriyor… Lews Therin de kendini iyiyden iyiye Rand’ ın kafasında göstermeye başladı ve bu işin sonunda Rand Lews Therin’ i atlatabilecek mi acaba? Bu arada Amyrlin demişken Egwene de Amyrlin oldu. Bence çok doğru bir hareketti. Düş gezme olaylarında diğer bilgeleri dahi geride bırakmış gibi görünüyordu. Yine de… Pat diye oldu. Aynı şekilde Elayne ve Nynaeve’ in, Egwene’ in kayırması sayesinde Aes Sedai olması da. Moghdein’ in kaçışı, Mat’ in Kızıl El Birliği, Perrin’ in Rand’ a ulaşması vs. Çok fazla değinecek konu var ve sanırım saatlerce uğraşırsam ancak değinmek istediklerime değinirim. Kısacası güzel ama yorucu bir kitaptı.
- Beyaz Diş - Jack London
Bu kitap Vahşetin Çağrısı’ nın biraz tersten işlenmiş hâli gibi görünüyor ama bambaşka bir kitap aslında. Beyaz Diş, Buck gibi bir malikanede açmak yerine vahşi doğada bir mağara içerisinde açıyor gözlerini. Tabii o noktaya kadar geçen 50-60 sayfalık kısım biraz zor aktı ama ondan sonra birkaç yerde daha duraklasa da boz eniğin, yani Beyaz Diş’ in, annesi Kiche ve yaşlı Tekgöz ile başlayan yolculuğu oldukça akıcı bir şekilde ilerledi. Tekgöz gittikten sonra Beyaz Diş’ in mağara dışındaki ışığa karşı dayanılmaz merakı, Kiche ile birlikte avlanıp, beslenmesi… İnanılmaz bir şekilde anlatılmıştı. Sonrasında Kiche’ nin peşinden insanlara gidişi ve evcilleşmeye başlaması, Kiche ile ayrılığı, vahşi doğaya dönüp dönmemek arasındaki kararsızlığı… Çok acayipti ya, felsefesi çok güzeldi. Beyaz Diş’ i, Vahşetin Çağrısı’ ndan çok daha fazla sevdim sanırım. Özellikle Güzel Smith’ in nefreti ve Jack London’ un onun nefretine ve çirkinliğine olan yaklaşımı çok iyi anlatılmıştı. Beyaz Diş’ e gösterdiği şiddet ve onu dövüştürmesini okumak çok vurucuydu. Aynı şekilde nefreti öğrenen Beyaz Diş’ in, Weedon Scott’ ın sevgisini belli bir mesafeden karşılayışı ve ağırbaşlılığı da yine çok vurucuydu. Jack London çok etkileyici bir yazar ve sanırım bütün külliyatını okumadan durmayacağım gibi.