Ben başladım bugün
Harika. Ben de 80. sayfadayım, biraz yavaş okuyorum
80 mi? Benim epub olarak okuduğum kitap 232 sayfaydı sanırım, daha 10. sayfaya varamadım, ben daha yavaş okuyorum, yavaştan ziyade zamanı zor buluyorum. Ama muhtemelen ay sonuna kadar biter.
Sahi ne kadar zamanımız var ve bölüm-bölüm mü yorumlayacağız?
1 ay vaktimiz var. Bölüm bölüm işini sevmedi rıhtım ama yine de ona @Okuryorum karar versin
Harika, hatta biririrsem Momo’ya da başlarım.
Sahiden mi, oysa ki çok yararlı olabilirdi
@Rena bölüm bölüm yorumlamayı beraber okuduğumuz grup çok tutmadı. O yüzden başlık açıp, yorumluyoruz. Ama henüz başlığı da açmadık.
Şuradan takip edebilirsin, başlık açılınca ekleme yaparız.
Takibe almıştım başlığı ama ses çıkmayınca sorayım dedim
Jack London’ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası’dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…
London, romanı bir sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen Künstlerroman geleneğinde yazmıştır. Martin’in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık…
Kitap ilk kitaptan daha güzeldi gerek sonu gerek savaş anlatımlarıyla filan. Bu kitapta darrow daha da dişli biri oluyor ve ilk kitaptan beri aklımızda soru işareti olan bir konunun cevabını alıyoruz. Son gerçekten iyiydi. Keşke boş vaktim olsaydı da hemen okumaya başlaşaydım ama vakit yok işte anca Aralıkta okurum. Bu da bu ayın ilk ve son kitabı olacak büyük ihtimalle.
Bu seri şimdilik çok güzel gidiyor. Sevdiğim seriler arasında ilk 10 a rahat girecek eğer böyle devam ederse seri.
Şimdilik okuduğum kadarıyla seriyi herkese tavsiye ederim.
Favori karakterlerim:
1 - Sevro
2 - Darrow
3 - Lorn
4 - Fitchler ( böyle yazılıyordu herhalde)
5 - Kısrak
Aristophanes - Kadın Mebuslar
Atina şehri erkeklerin yönetiminde bir şehirdir. Bir gün kadınlar artık bu durumdan sıkılıp yönetimi ele geçirmek için Praksagora’nın önderliğinde birleşirler. Kadınlar kocalarının kıyafetlerini giyip, erkek kılığında meclise giderler ve orada yönetimin kadınlara devredilmesi yasa tasarısını meclise sunarlar. Yasa kabul edilir ve artık Atina kadınlar tarafından yönetilmektedir. Kadınların yönetimi başlayınca Praksagora yönetimini sağlamlaştırmak için bir takım kararlar alır ve biz de kitap boyunca bu kararların toplumdaki yansımalarına tanıklık ederiz.
Oyun kolayca iki bölüme ayrılabilir. İlk bölümde yönetim değişiyor ve bu bölüm fazla politik olduğu için eğlenceli değil. İkinci bölümde ise kadınların aldığı kararları erkeklerin nasıl karşıladığı anlatılmaktadır, bu bölümü okurken gülmekten yere düşüyordum.
Ben Robot
Üniversite zamanlarımda, sanırım Altın Kitaplar baskısını okumuştum Ben Robot’un. Bu ay Vakıf serisine başladığımız için, öncesinde bir daha okuyayım dedim ve hemencecik okudum (hiçbir şey hatırlamıyormuşum). Filmi de tekrar izledim hatta. Rihtımda çoğu kişi zaten okumuştur ama okumayanlar için bilim kurguya giriş seviyesinde, akıcı, yormayan bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Asimov’un tarzına alışmak için ideal. Felsefesi olan bir kitap aynı zamanda ve vereceği mesajları da doğrudan söylemeyi tercih ediyor. Kitaptaki öyküler belirli bir olay bütünlüğüyle gidiyor ve bir arada da değerlendirilebilir (Resimli Adam gibi, kitabı kapsayan bir ‘anlatıcı öykümüz’ de mevcut). Genel olarak da üç robot yasasını temel alıyor hikayeler. Gayet güzel zaman geçirmenizi sağlayacak hoş öyküler, tavsiye ederim.
Ficciones
İş yerinde okuyorum ağır ağır. Okuması en rahat Borges kitabı olduğuna katılıyorum ama en keyifli eseri değil kesinlikle. Yani okunuyor evet ama öykülerin anlamları ve eğlencesi biraz aşağıda geldi bana. Ben Alef ya da Kum Kitabı’nı sanırım daha fazla sevmiştim. Kitabı henüz tamamlamadım ama az bir sayfam kaldı. Meşhur Babil Kitaplığı öyküsü bu kitapta ve çok kaliteli bir öykü gerçekten. Diğerlerinden bariz üstün. Ayrıca forumumuzun resmi kitabı, Kısa Bir Cehennem Ziyareti kitabına da şekil ve ilham veren öykü biliyorsunuz. O kitabın da ne kadar başarılı olduğunu, bu öyküden sonra bir kez daha anmış olalım.
Herkese keyifli okumalar dilerim.
Duydum bu eseri merak da etmiyor değilim açıkçası ancak eserin aynı zamanda kadınlara yönelik bir hiciv olduğunu da duydum. O yüzden emin olamadım alıp almama konusunda. Kitabı okumuş biri olarak siz ne diyorsunuz? Önerir misiniz?
Vikipedideki tanıtımdan:
Aristophanes, Sokrates’i bile hicveden hatta iddialara göre istemeden de olsa ölümüne sebep olan birisi. Yakın arkadaşı Euripides’e her oyununda laf atan birisi aynı zamanda. Bizim edebiyatımızdaki Nef’i gibi bir karaktere sahip bence. Kadınları da zaman zaman eleştirmekle birlikte kendi görüşüme göre Sokrates, Platon ve Aristoteles’den bile daha fazla kadınlara değer veriyor. Bu yönüyle zamanın ötesinde bir kişi.
Kadın Mebuslar oyununda kadınları da eleştiriyor ama eleştirileri daha çok erkekler üzerine. Yazara bu kitapla başlamak yerine, 5 oyununun birlikte yer aldığı aşağıya fotoğrafını ekleyeceğim kitapla başlamnızı tavsiye ederim. Kitapta yer alan Lysistrata, diğer adıyla Kadınlar Savaşı adlı oyun, yazarın kadınlar hakkındaki görüşlerini en net öğrenebileceğiniz eserdir.
Listeme ekledim bile. Çok teşekkür ederim.
Körler Ülkesi bitti.Wells’ten güzel bir öykü derlemesiydi.Wells’in bilimkurgu da olduğu kadar bu türde de başarılı olduğunu düşünüyorum.Özellikle beğendiklerim Çalıntı Beden, Merhum Bay Elvesham’ın Hikayesi ve tabiki de Körler Ülkesi oldu.Herkese tavsiye ederim.
Zweig’ın bu üçlü dörtlü biyografilerini çok başarılı bulmuyorum. Tekil olanlar çok daha iyi bana göre. Bitirince Goodreads 'e bu konuda ufak eleştirilerimi de yazacağım.
Herkesin mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitap. Bir kitap okudum hayatım değişti lafı bana komik gelir ama cidden bu öyle bir kitap. Bu kitaptan önce 5.5- 6 saat uyuyan ben bu kitaptan sonra radikal bir değişimle geceleri uykuya 7.5- 8 saat ayırmaya karar verdim. Belki size ufak bir değişiklik olarak görünebilir ama bunun faydasını bayağı gördüm. Matthew Walker nörobilim ve psikoloji profesörü olup uzmanlık alanı uyku olan çok kaliteli bir abimiz. Bu kitapta uyku, rüya ve beyin hakkında deneylerle desteklenmiş bir çok bilgi keşfedeceksiniz. Umarım bu kitap ülkemizde daha fazla okunur ve uykunun değeri anlaşılır.
Patrick Melrose serisi
Seriyi ara vere vere okudum ama son kitaptan sonra daha anlaşılır olsun diye topluca bir yorum girmek istedim.
-
Unut gitsin (1. Kitap):
Patrick Melrose’dan çok babası David Melrose’u gördüğümüz bu kitap Patrick’in çocukluk döneminde geçiyor. Aile yaşantısına odaklanıyor. Dram kategorisine giren bu serinin başlangıç ve büyük ihtimalle en önemli kitabı. Kitabı oldukça beğensem de ağır diyebileceğim bir dili var. Herkese hitap etmez. Seriye başlayacaksınız önce ilk kitabı sipariş edip beğenip beğenmeyeceğinize bakın ve buna göre karar verin. Yazarımız Patrick’in hayatını (yarı otobiyografik bir kitap olmasına rağmen) oldukça objektif yansıtmayı başarmış. Bunun dışında kitabın tek kötü yanı karakterden karaktere atlaması ve biraz kafa karıştırması. -
Kötü Haber ve Biraz Umut (2. ve 3. Kitap):
Patrick’in gençlik dönemine geçiyor ve hikayeyi artık Patrick’ten okumaya başlıyoruz. İlk kitapta olan kafa karışıklığı bu kitaplarda yok. Okunması daha rahat. 3. Kitap biraz serinin finali gibi. Eğer bana bu kadar yeter diyorsanız okumayı burada kesebilirsiniz. -
Anne Sütü (4. Kitap):
Birçok ödüle layık görülmüş ve bana kalırsa serinin en güzel kitabı. Okunması kolay, dili çok daha yalın diğerlerine göre. Patrick’in yıllar sonra kendi ailesini kurduktan sonrasını ailedeki her bireyden tek tek okuyoruz. Diğer kitaplardan bağımsız olarak da olunabileceğini düşünüyorum seriye aşırı bağlı bir kitap değil. En çok önerdiğim kitaptır bütün seride. Diğerlerini okumasanız bile bunu okuyunuz. -
En sonunda (5. Kitap):
Ve en sonunda serimizi sonlandırıyoruz. Diğerleri kadar güzel olmasa bile final için okunabilecek bir kitap. Seriyi bitirmek için. Ama eğer kıyaslama yapacak olursam 3. Kitap seriyi daha iyi noktalıyordu.
Witcher:
-
Kader Kılıcı:
Serinin 2. Kitabı son hikayeye gelene kadar yine Geralt’ın çeşitli hikayelerinden oluşuyor. Son hikayede asıl olaylara hızlı bir giriş yapmaları oldukça güzeldi. Bunun dışında Geralt ve Yenefer’ın hikayesi dışında tüm hikayeleri sevdim. Onlarınki ise çok zorlama geldi gözüme. Sırf seriye biraz romantizm ve drama katmak için yazılmış gibi. Kitaptaki bölüm adlarının aynı bölüm içinde onlarca kez geçmesi ise gereksiz olan bir diğer unsurdu. İlk bölümde witcher ile yeni tanıştığı bir yabancı olasılıkların sınırı üzerine tartışıyor. Geralt olasılıkların sınırı olduğunu söylüyor. Yabancı ise olsalıkların sınırının neler olabileceğini merak ediyor. Ve bölüm böylece devam ediyor. Bilin bakalım bölümün adı ne? Evet doğru bildiniz. Olasılıkların Sınırı. Son olarak kitapta çeviri beni oldukça rahatsız etti. Bunu forumda dile getiren başka birini görmedim ama çeviri bazı yerlerde fazlaca yerelleşmiş bazı yerlerde ise fazlaca yabancı kalmıştı dilimize. Birleşince de Türkçe dublaj filmlere benziyordu.
Yukarıdaki metin sayfa 59’dan. İtoğluitten sonra lanet olsun sana ve canın cehenneme kullanılması bahsettiğim dublaj örneklerinden biri.
- Elflerin Kanı:
- Kitapta çeviri daha iyiydi. Rahatsız eden bir yere denk gelmedim. Bunun dışında artık bölüm bölüm farklı hikayelerden ilerlemiyoruz ve ana hikayeye giriş yaptık. Bu yüzden seri çok daha güzel ve sağlam ilerliyor. Spoiler vermeden söyleyebileceğim fazla bir şey yok malesef ama Sapowski ilk iki kitaptan daha iyi bir iş çıkartmış. Devamını merakla beklemedeyim.
Saki hakkında söylenecek o kadar şey var ki ne bu gönderinin altı yeteri kadar anlatmama izin verir ne de ben kısaltarak anlatabilirim.
Saki tuhaf bir öykü yazarı, bazen öykülerinde hayvanların gözünden görürüz dünyayı, bazen sistemi öyle ters bir yerden eleştirir ki neye uğradığımızı şaşırırız… Bazense ürkütücü ve tekinsiz öykülerle girer kanınıza ve gerilirsiniz.
Bu aşırı kısa öyküler derlemesi -Lady Anne Susuyor- Babil Kitaplığı yani çeşitli yazarların kısa öykülerinden oluşan Jorge Luis Borges’in hazırladığı seçkinin 2. Kitabında yazarın çocukluk travmalarına ve bunların hayatında bıraktığı izlere rastlıyoruz öykülerde. Kitap hem oldukça kısa hem de öyküler kısa ve derin.
Babil kitaplığını okumanız için öneriyorum zaten ama Saki’nin hem hayat hikayesine hem de öykülerine en az bir defa göz atmanızı, ona bir şans vermenizi diliyorum.
Direkt bu kitapla ilgili değil ama, genel olarak “yerelleşme” konusunu birkaç kez ben de dile getirdim ve bunu can sıkıcı bulduğumu belirttim. Verdiğiniz örnek de sözünü ettiğimiz yerelleşme mevzusuna güzel bir örnek oluşturmuş. Size katılıyorum yani.