Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Dün Yerdeniz Serisi’ne başlayayım diyerek ilk kitabı okumaya başladım ve bugün bitirdim.

Daha önce Belgariad ve Diskdünya Serisi’nin ilk kitaplarını okumuştum. Fantastik serilere yavaş yavaş başladım ve Yerdeniz Serisi’de başladığım üçüncü seri oldu. Daha önce Ursula K. Le Guin’den Mülksüzler’i okuduğumu ve Mülksüzler’i de çok beğenmemem sonucu yazarı pek tercih etmediğimi itiraf etmek istiyorum.

İki eseri karşılaştırdığımda Yerdeniz Büyücüsü’nü daha rahat okuduğumu ve beğendiğimi söyleyebilirim. İlk kitaba göre her şey dozundaydı. Ne fazla ne eksik. Fantastik ögelerin, karakterlerin ve olayların sınırda oluşu kitabı kolayca okumanıza yardımcı oluyor. Ursula’nın bazı olaylardaki sadeliği de kitabın akıcılığını on numara yapmış. Çoğu yerde bu sadeliğe başvurmamış olsaydı daha sıkıcı bir kitap olabilirmiş Yerdeniz Büyücü’sü.

Ged ve onun sırılsıklam macerasına en kısa sürede devam etmem dileğiyle. :slight_smile:

@Agape @Arqonquin

22 Beğeni

Ben de bu seriyi okumayı düşünüyorum. :slightly_smiling_face: Ama şimdi değil.

1 Beğeni

Özellikle paradokslar içermesi ve okuyucuyu merakta bırakan yüksek tempoya sahip olması cezbetti fakat fantastik şeyler de var deyince biraz ortada kaldım.

Sorum şu; mitoloji ve tarihi olaylarla çok fazla ilgisi var mı? Hikaye akışını etkileyecek kadar en azından? Demesi ayıp mitolojiden hiç anlamam, o nedenle soruyorum.

19.yy başlarındaki İngiltere ve Mısır coğrafyasındaki tarihi olaylar ile hikayenin doğrudan ilgisi çokça var. Kişiler ile de var. Örneğin ismi geçen birçok şair veya hükümdar o dönemde yaşamış gerçek insanlar. Kitabın adının aksine Mitoloji ile ilgisi yok denecek kadar az :slight_smile:

1 Beğeni

Alice Harikalar Diyarında’yı okudum. Hafta sonu Matrix’i izlerken filmin başında Neo’ya beyaz tavşanı takip etmesi yönünde bir talimat geliyordu. Neo da kapısının önüne gelen bir grup insan içinde kolunda tavşan dövmesi olan kadını görüp, takip ediyordu. Böylece Neo gerçeği keşfetme konusunda bir adım atmış oluyordu. Kitapta ise Alice tarlada gördüğü beyaz bir tavşanı takip ediyor ve tavşanın atladığı delikten atlayarak harikalar diyarına giriş yapıyor. Hem filmde hem de kitapta verilmek istenen mesaj bir şeyi keşfetmek veya başarmak için ilk önce harekete geçmenin gerektiği. Kitabın bu ilk sayfasında tavşan deliğinden düştükten sonraki geri kalan bütün kısım tam bir mantıksızlıklar silsilesi :slight_smile: İnsan bazı şeyler çocukken okumak gerektiğini anlıyor. Neyse en azından genel kültür bilgime bir katkısı olmuştur diye düşünüyorum.

13 Beğeni

Parasite Eve malesef Türkçe çevirisi olmadığı gibi İngilizce baskısı bile bulunmayan bir kitap. Haliyle hiç sevmesem de EPUB formatında tabletten yarım saat okudum ama kafama ağrılar girdi. Sanırım arkadaşımın ebook’una çökene kadar okumayı bırakıcam. Güzel başlamıştı bu arada, kolay da okunuyordu :slight_smile: PS1’de çıkan oyunu bu kitabın devamı diye biliyorum.

7 Beğeni

Jaguar Kitap’tan çıkan Robert Walser’ın Jakob von Gunten adlı kitabını okudum. Walser önemli bir yazar. Eserlerinde bireyin toplum içindeki yerini ele aldığı için Kafka, Musil gibi yazarları etkilemiş. Fakat Kafka’dan daha olumlu bir yazar, yani tam bir karamsarlıkla, boğuculukla yazmıyor.

Kitapta Jakob’un eğitim için evden ayrılıp yatılı Benjamenta Enstitüsü’ne gelmesini, orada tanıştığı insanları incelemesini, kendine toplum içerisinde bir yer aramasını, kendini aramasını okuyoruz. Çok iyi tespitleri var Walser’ın. Özellikle eğitim sisteminin kör noktalarına iyi dokunuyor.

Ben okurken Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını da sıkça anımsadım. Holden da birey olmanın sancılarını yaşayan bir çocuktu ve insanlara duyduğu saf sevgiyi hissedebildiğimiz için karakteri çok seviyorduk. Jakob da aynı şekilde ne kadar eleştirse de insanlara duyduğu kaçınılmaz sevginin sonucu olarak onların hep mutlu olmasını istiyor. Yani uzun zamandır okuduğum en tatlı karakter olabilir Jakob. Kitap Jakob’un günlüğü olduğu için sakınmadan, olduğu gibi aktarıyor duygularını ve mizahi dili eseri daha keyifli hale getiriyor.

İnce bir kitap, 145 sayfa. İki iş yolculuğunda bitirdim. Keyifle, Jakob’a sımsıkı sarılma ihtiyacı duyarak okudum. Walser kesinlikle okunması gereken bir yazar, herkese tavsiye.

19 Beğeni

image

Thomas More’un Ütopya kitabını okudum. Bir arkadaşıma hediye olarak almıştım. KR Kitap Kulübün’de de Ütopya’nın seçilmesinden sonra hemencecik okuyayım dedim.

Dilekolay tam 504 yaşında bu eser. Kendisinden sonraki tüm Ütopya’ları etkileyen felsefi bir eleştiri kitabı. Mutluluk ve eşitlik esasına dayanan bu eserde insanlığın etrafındaki her bir şeyin bu olgularla şekillenmesini en ince ayrıntısına kadar işliyor More.

Her insanın isteyeceği bir hayatı hayal eden yazarın fikirleri ve araştırlamaları açıkça görülüyor kitapta. Anlatım çok sade. Çevirmen’in dipnotları da eseri anlamanıza çok yardımcı oluyor. Yazım hataları ve harf eksiklikleri çok fazla yoktu diyebilirim. Daha kapsamlı yorumumu okuma etkinliği başladığında orada paylaşacağım.

25 Beğeni

20-17-24-images
Kitap Azeri Türk’ü şivesi ile yazıldığı için başta çok zorlandım, ancak bir zamandan sonra az çok tahammül edebildim. Kitabın çeyreğine kadar bir şekilde okudum ancak Epub+Şivesi farklı olduğu için devam edemedim. Bir zamandan sonra olayları kaçırmaya başladım ve büyük ihtimal benden kaynaklanan sorun ile kitabın oldu bitti şeklinde ilerlediğini fark ettim. Konusu bayağı ilginç olmasına rağmen malesef kitabın tamamını okuyamadım. İleride tekrar dener miyim bilemiyorum. Şimdilik Muzaffer İzgü’nün Çanak çömlek patladı adlı öykü kitabını okumaya başlıyorum sağlıcakla kalın.

12 Beğeni

İlk kitap Azazel için yorumlarımı paylaşmıştım.

9786051716305

Eylül ayına Türk Gambiti ile başladım ve 2 gün önce bitirebildim.

Azazel’de olayların büyük çaplı bir yapılanmayı işaret ettiğinden bahsetmiştim. Fandorin bu yapılanmanın peşinde polis hafiyeliğinden casusluğa ufak bir geçiş yapmıştı. Kendisini burada da casus olarak görev başında buluyoruz. Görev yerimiz Balkanlar, Plevne’nin savunuluşunu Rus gözünden okuyoruz. Zaten olayın buralara geleceğinin işaretleri Azazel’de veriliyordu. Plevne’de başarısız olan Rus taaruzlarının arka planındaki hamleleri, mimarının ve Fandorin’ in ağzından dinliyoruz. Kitabın ismi de buradan geliyor.

Enver Paşa, Mithat Paşa, Osman Paşa, Osmanlı isimleri bol bol geçmekte. Zaten bunlardan bazıları eserde büyük roller oynamakta. Bilmeyenler için Osman Paşa Plevne’yi zor şartlarda savunan paşadır. 3 kez Rus ve Rumen ordularının taaruzunu püskürtmüştür. Kitap da bu gerçeğin üzerine kurulmuş vaziyette.

Ayrıca olay örgüsü Varvara adlı bir kadının, sevdiğinin peşine savaş alanına gitmesi üzerine kurulu. Bu yolculuk esnasında yolları Fandorin ile kesişir ve yukarıda bahsettiğimiz olaylara Varvara da dahil olur.

Sanırım yeteri kadar özetledim. Türk Gambiti için çok heyecanlı gibi şeyler söyleyemesem de kendini okuttuğunu ve olayları keyifle takip ettiğinizi söyleyebilirim. Gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

20 Beğeni

Dana Mackenzie - 24 Denklemde Matematiğin Hikayesi’ni okuyorum.

Adından da anlaşılacağı gibi tarihdeki ünlü 24 matematik denklemi üzerinden matematiğin değişimini ve insanlığın zaman içinde değişen düşünce yapısını ortaya koyan bir kitap. Pisagor Teoreminden Pi sayısına, Zeno paradoksundan Fermat Teoremine kadar farklı denklemler eğlenceli bir dille ele alınmış. Her ne kadar olabildiğince basit anlatılmış olsa da matematik teoremlerinin açıklamasını yaptığı için haliyle bölümleri tam anlamıyla kavrayabilmek için matematiğe aşina olmak gerekiyor. Ben bazı kısımları atlayıp sadece tarih kısmına odaklanıyorum :slight_smile: Ayrıca çok kaliteli renkli görselleri bol bir basım yapılmış.

20 Beğeni


Tanrı’nın Gözündeki Zerre
Kazadan dolayı bir iki gün gecikmeli bitirebildim. Konumuz ilk temas, türümüz biraz space opera, biraz askeri/politik bilim kurgu, biraz da hard sci-fi diyebiliriz. Hikayemiz uzak gelecekte (3017) geçiyor. İnsanlığın ilk imparatorluğu yıkılmış, ikinci imparatorluk kurulmuş ve o da yeni bir iç karışıklıktan, ayaklanmadan çıkmış durumda. İmparatorluk Donanma Güçleri’ne ait bir uzay aracı genel olarak konumuzun merkezi. Bunun dışında siyasi, askeri ve tüccar karakterlerimiz işin içerisinde. Konusu hakkında çok fazla detay vermeyeceğim, zaten ilk temas olduğunu söylememiz yeterli sanırım.

Genel olarak akıcı bir okuma sunuyor kitap. Yer yer merak duygusu baya yükselse de, genel olarak size tarafların birbirinden sakladıklarını söylüyor, siz de onların doğru ya da yanlış çıkarımda bulunmalarını takip ediyorsunuz. Arada kitaba girip “hayır abi öyle değil böyle” deme ihtiyacı hissettiriyor kitap (ki bence bu kadar kalın bir kitap için, okumayı canlı tutmada önemli bir durum). Kitabı kabaca üçe bölersek, ilk kısmı biraz karakter tanımakla ve ne olacak acaba diye sormakla geçiyor. İkinci kısım bol hareketli ve keşifleri de içeren, keyifli olan kısım, son kısım içinse olayların sonuca bağlandığı ve nispeten daha yavaş olan kısım diyebiliriz. Kitapla ve Üç Cisim Problemi ile alakalı az da olsa spoiler sayılabilecek bir yorum yazacağım, ona göre açınız bluru: Zerreciklerin yaşadıkları döngüler, çok detayına girilmese de genel yapı ve hayata bakışları Üç Cisim Problemi’ni hatırlattı bana. Uygarlıkların yıkılıp kurulması vs.

Kitap açıkçası kendi içerisinde başlayıp bitse de, devam kitaplarını merak ettiriyor. Yani en azından bir sonraki kitabı da çevirecek olsaydı İthaki daha mutlu olurdum. Bir adet de 0.5’inci kitap mevcutmuş, o da ilk imparatorluk dönemini anlatıyor sanırım ki kitap boyunca ben de en çok o zamanları merak ettim. Kısacık da olsa tarihi biraz bilmek isterdim. 4. Kitap ise Jennifer Pournelle tarafından 2010 yılında yazılmış, konuyla tam alakalı değil, çok daha ileride geçiyormuş ve çok da beğenilmemiş sanırım.

Eleştiri olarak da söylemek istediklerim var,spoiler diyebilir miyiz, bence diyemeyiz ama kitapla ilgili hiçbir şey duymak istemeyenler açmasın: Öncelikle dünya dışı canlılar çok çabuk adapte oluyorlar, fazla hızlı kavrıyorlar ve kültürlerine dair bir emare sunmuyorlar, sanki kendilerine ait çok bir şey yokmuş gibi (deli edi hariç). Örneğin kendilerine ait bir şey sunmak yerine katır örneğini, yahut poker örneğini veriyorlar. Bence bu biraz eksik hissettiriyor. Yani güzel düşünülmüş yararıklar ama derinlemesine oluşturulamamış. Tarihleri hakkında da yetersiz bilgi veriliyor. Bir de çabuk adaptasyon olarak göze çarpan, anında dil öğrenmeleri; açıkçası bu da biraz gözüme battı. Karşısındakilere uyum sağlamaları da biraz fazla hızlı gibiydi. Bunun dışında olaylara yaklaşımları insanlarla çok benzerdi. Daha yabancı olmalarını beklerdim. Bir diğer eleştirim de insan karakterlerle alakalı. Çok parçalı verildiği için, hangi karakter nasıl düşünüyor, kitap ortalarına kadar adapte olamıyorsunuz. Duygu ve düşüncelerine de bazen çok yüzeysel yer veriliyor (ama çok iyi yansıtıldığı yerler de var.) Son olarak da evet yerine he’nin bu kadar fazla kullanılması bir tuhaf hissettirdi. Tamam iskoçlarda şive olarak kullanıyorsunuz da, Rod bile ikide bir “he” deyince, noluyor dedim.

Kitabın anlatımını ise sevdim. Bir karakterin konuşması sonrasında düşüncelerini de okuyabiliyoruz, arada birinci şahıs bakış açısıyla olaylar verilirken bir anda üçüncü şahıs bakış açısına geçiyoruz ve bunun dengesi güzel tutturulmuş. Bu sayede ilgi çekici bir anlatım yakalamış yazarlarımız. Ayrıca yazım hatası, harf hatası falan kalınlığına çok fazla değildi. Genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Askeri bilim kurgu ve uzay operası sevenlere öneririm. Keyifli ve ilginç bir yolculuk olacak. Konu çok bilinmeyen bir konu olmasa da, ilgi çekici bir kitap. Herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

31 Beğeni

1984 (GEORGE ORWELL)

Çıktığından beri üzerine sayfalar yazılmış bir kitap. Derin bir incelemesini arıyorsanız onun hakkını ben veremem, internette rahatlıkla bulabilirsiniz. Bana yalnızca “Okumaya değer mi değmez mi?” diye sorun, ben de KESİNLİKLE diyeyim. Ömrünüz boyunca sadece 5 tane bilim kurgu okuyacaksanız biri 1984 olsun.

Bilim kurgu çevrelerinde bulunup 1984 hakkında bilgi sahibi olmamak neredeyse imkansız. Hatta bilim kurgu kitlesinin çok ötesine ulaşmayı başaran bir kitap. Eğer “Ne anlattığını biliyorum, söyledikleri eskidi, okumama gerek yok.” diye düşünüyorsanız kitapta geçen bir paragrafı paylaşıyorum:

“Kitap onu cezbetti, ya da daha doğrusu teskin etti. Bir bakımdan ona yeni hiçbir şey söylemiyordu, ama çekiciliğinin bir kısmı da bundandı. …-… Fark etti ki, en iyi kitaplar sana bildiklerini anlatanlardı.”

Belki de Orwell, bir yandan da size sesleniyordur?

21 Beğeni

Selam…
Haruki Murakami’nin okuduğum ilk kitabıydı, BİTTİ.
Üstelik kitabın üzerimdeki etkisinden kurtulabilmek için başladığım çok başka bir serüven bitmek üzere… Sputnik Sevgilim hafızamda çok yer kaplamadı ne yazık ki, o yüzden ballandıra ballandıra anlatmayacağım.
Vasatın altında bulduğum kurgusuyla, oraya buraya serpiştirilmiş felsefik kırıntılar ve muğlakta kalan olay örgüsüyle bahsini açmaya değer mi çok düşündüm. Belki benim gibi yazarı merak eden arkadaşlar olabilir düşüncesiyle son anda paylaşmaya karar verdim.
Yükselmeyen temposuyla bitirdiğim Sputnik Sevgilim, gizemli bir hayal dünyası olarak kurgulanmasına rağmen okurun ayaklarını yerden kesmeyi başaramıyor. Ayrıca,
“…çok basitçe düşünelim mi?Basitçe. Basitçe.”
“…daha kesin ifade etmeliyim. Kesin. Kesin.”
“… kaotik varoluşları vardır. Kaotik. Kaotik.”
gibi anlam veremediğim vurgularıyla, okuma hızını yükselterek bir an önce kitaptan kopma arzusunu kamçılıyor. Ben de öyle yaptım.
Yer yer erotik açılımların da yer aldığı bu selüloz israfını kitaplığımın en alt rafında bir süre konuk edeceğim, sonrası hakkında benim de fikrim yok.

22 Beğeni

Dean KOONTZ - Karanlığın Gözleri

resim

Kitabı okumaya başladığımda çok sevdim, konusu ilgimi çekti, severek okuyordum. Ama bir noktadan sonra olaylar şekillenmeye başlayınca, kitap sanki tarz değiştirdi ve değişik bir türe dönüştü. Bu dönüşümden sonra da ilgimi kaybettim, sonuç benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Bu noktadan sonra zaten kitabın konusunu da sonunu da tahmin etmek zor değildi ki doğru tahmin etmişim, klasik amerikan filmine döndü kitap. Belki 90’larda olsam konusunu inanılmaz bulup çok severdim. Zaten yazarın ilk kitaplarından ve kendisi de sonsözde sonraki kitapları kadar başarılı olmadığını belirtmiş.

Bunlar dışında okuması çok kolay ama gene benim takıldığım nokta kısa öykü olabilecek bir konusu varken neden 300 küsür sayfa okudum. Yazarı merak ediyorsanız başka kitabını okuyun ya da bu kitabı okuyacaksanız, benim gibi büyük beklentilerle başlamayın.

23 Beğeni


İnsanın Bir Dakikası
İş yerinde boşluklarda okuyarak bitirdim. Öncelikle söyleyeyim, bu kitap bilim kurgu değil, Stanislaw Lem’in 3 adet denemesinden oluşuyor.

Forumda pek çok kişi aldı ama çoğunluk sevmeyebilir. Kolay okunmadığını, hatta yer yer baya zorladığını söylemeliyim. Ama Stanislaw Lem sevenlerin de okumasının elzem olduğunu düşünüyorum. Hem yazarın genel hem de edebi yaklaşımı hakkında fikir veriyor. 3 adet denemeden oluşuyor demiştik, bunların biraz ne hakkında olduğuna bakalım:

  • İnsanın Bir Dakikası: Dünyada bir dakikada yaşananlar hakkında bir kitap yazılsa nasıl olurdu üzerine kurulmuş, bir dakikalık süre zarfında meydana gelen olaylarla ilgili ilginç bilgilerle giden bir deneme. Lem’in muhteşem hiciv diliyle yazılmış, harika tespitleri var. Bu denemeyi genel olarak beğendim ve “ufuk açıcı” olarak nitelendiriyorum.
  • Tersine Evrim: İşte okuması zor olan bu kısımdı. Aslında bir bilim kurgu hikayesi gibi, yirminci yüzyıl askeri düzeni ile ilgili gelecek tasviri (biraz da alternatif tarih oluyor aslında) diyebiliriz. Askeri teknolojinin ve askerlerin zeki ve gelişmiş olması yerine ilkele doğru gidebileceği ön görüsü ile yazılmış. Askeri durumlar ve savaşlar için zekaya gerek olmadığı varsayımından yola çıkıyor Lem. Sağlam bir anti-militarist metin aslında ama işte biraz anlatım kuruluğu mevcut. Ayrıca Yenilmez kitabının ortaya çıkışı bu denemeye dayanıyor olabilir. Bazı paralellikler görmedim değil.
  • Dünya: Bir Afet Bölgesi: Bu deneme ise benim en sevdiğim deneme oldu. Düşündüğüm, sorguladığım ama kendimin bile bunların farkında olmadığım bilgiler ve sorular içernekteydi. Örneğin galaksimiz nasıl ortaya çıktı? Dünyamız yaşam içerme konusunda sadece ‘şanslı’ mı, yoksa yüksek sayı teoreminden yola çıkarak benzeri gezegenler olması gayet olası mı? Yaşamın ortaya çıkışı ne dereceden zor ya da mümkün? Dinazorlar yok olmasaydı da zeki bir tür olabilir miydi? Vs gibi soruları ve kendince açıklamaları içeriyor. Bilimsel olarak daha tatmin edici yayınlar ve kitaplar illa ki vardır bu konularda ama bilim kurgusal yaklaşımda gayet yeterli ve keyifli, ufuk açıcı olarak değerlendirebiliriz. Özellikle Stanislaw Lem’in bilim kurgu kitaplarıyla birleştirince, bu tarz konulara yazarın yaklaşımını tam olarak oturtuyor bu denemesi.

Genel hatlarıyla ben bir Lem sever olarak, bu kitabını sevdim ama pek çok kişi sevmeyecek hatta yarım bırakacaktır diye düşünüyorum. Özellikle de bilim kurgu kitabı diye düşünenler. Herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

30 Beğeni

Bu kitaba bugün başladım. 70-80 sayfa kadar okudum. İlk roman Delilik Dağlarında. Şu ana kadar gayet güzel gidiyor. Bir yandan geriyor bir yandan merak uyandırıyor.

18 Beğeni

Spirited Away - Ruhların Kaçışı ~ Andrew Osmond

Arabanın arka koltuğunda uzanıp yol boyu uzanan ulu ağaçlara çocukluğun o gaipten gelen iç sıkıntısı ile bakan gözler için bir film hazırlar Miyazaki usta. Alabildiğine mütevazı Ghibli binasının içinde bir yerlerde, gizlenmiş kazanının başında, yerelden evrensele uzanacak istilacı bir büyü hazırlarken hayal edebilirsiniz onu. Ham maddesi hayal gücü, sihirli sözcükleri renklerden ibaret bir büyü. Üstünde zamansızlığa tüten bir duman ile haşmetli, kazan kenarından damlaya damlaya kurumuş kalıntılarla hüzün verici.

Ruhların Kaçışı, izleyenleri ayrıntı zenginliğiyle sarhoş eden bir sanat eseri olunca hakkında yapılacak incelemeler için de sayısız kapıyı açacak bir anahtar görevi görüyor. Film eleştirmeni Andrew Osmond’un Ruhların Kaçışı bağlamında Miyazaki ve dolayısıyla geniş perspektifte Ghibli sineması incelemesi, filmi izleyip buzdağının görünmeyen kısmını keşfetmek ve Chihiro’nun yolculuğuna yakışır biçimde yapbozu tamamlamak için hazırlanmış kapsamlı bir kitap. Kitabı okurken genç Miyazaki’nin soğuk bir kış günü sinemada izlediği bir animasyonla tohumlanan Ghibli sinemasının “mütevazı bir ihtişamla” dallanıp budaklanmasına şahit olurken, Japon tarihi ve kültürel mirasını Chihiro’nun hüzünle ısırdığı Onigiri’nin yalnızlığında buluyoruz. Bir yandan Ruhların Kaçışı’nın '90 sonrası Japonya’sını tüketim çılgınlığı ve ödenen bedelleri ile yüzleştirirken bir yandan da alabildiğine evrensel bir mesaj olarak emek vermenin birey olmanın ön koşulu olduğunu yol boyu zihinlerimize nakşediyor. Bir başka köşede de Yerdeniz Öyküleri’nin ve dolayısıyla Ursula K. Le Guin’in, Miyazaki sinema dinamiklerinde çoktandır var olan isimlerin gücü gibi temalarla işlendiğini fark ediyor ve Marksizm’inden fantazyaya uzanan geniş Miyazaki evrenine bakarken şaşıp kalıyoruz.

Miyazaki filmlerini özel kılan büyü aslında yolculukların en büyüklerinin zihinlerimizde ve sanatın rehberliğindeki hayal gücümüzün kanatlarıyla süzüldüğümüz maceralar olduğunu içimizdeki şaşkın ama bilge Chihiro’ya tekrar hatırlatması aslında. Osmond da bunu bize hatırlatarak çok kıymetli bir yol haritası sunmayı başarıyor.

https://www.instagram.com/p/CFEdkvAp4Ns/?igshid=1nkp73m5v8z09

15 Beğeni

“Yazan insanlar üzerine yazamayan insanlar tarafından çok şey yazılıyor.” Diyen Martin Eden’den özür dileyerek ve hattim olmayarak kitap hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.Martin Eden’i Yordam’ın Mete Ergin çevirisinden okudum,çeviri konusunda hiçbir soruna rastlamadım.Kitap bana göre -ki buna çoğu okur katılacaktır- Jack London’ı anlatıyor çünkü Martin’in yaşam mücadelesi,denizlerde işçi olarak çalışması,pek çok işe girip çıkması,yazarlık için verilen mücadele ve fakirlik ve açlık…Ne çok benzerlik var değil mi? Kitapta güçlü bir burjuva,edebiyat ve toplum eleştirisi arka planda oynarken ön planda Martin ve Ruth arasındaki aşkın gelişimini izliyoruz.

Anlatımın kronolojik olarak ilerlediği roman ABD’de para kazanmanın, iş bulmanın zor olduğu fakat yeni keşfedilen iş kollarında insanların oradan oraya sürüklendiği bir dönemde geçiyor.Jack London’ın yazarlık dışında altın avcısı,balıkçı,denizci,gezgin özelliklerinin iz düşümünü Martin’de de görüyoruz.

Jack London’ın diğer kitaplarına oranla bu eserde edebiyatın çok daha ağır bastığını,Martin’in Ruth ve Brissenden ile geçen diyalogları ve monologlarla zenginleştirildiğini,bundan dolayı altı çizilecek pek çok güçlü cümle olduğunu görüyoruz.Yazarın en çok sevdiği yazarlardan olan Darwin,Spencer ve Nietzche eserin alt metninde ve metinlerarasılık boyutunda sıkça karşımıza çıkıyor.Toplumsal ve siyasal evrim konusunda Spencercı tavır kitap boyunca sürüyor.

Martin Eden karakteri edebiyata sunulmuş bir hazine bana göre ve bunu daha değerli yapan unsur yazarın Eden üstünden kendini anlatması.Zira ABD’de gelişen teknolojiyle beraber yükselen dergi yayıncılığı ve insanların para kazanmak için dergi hikayeciliğini altın bir yol olarak görmesi hep Jack London’ın hayatının iz düşümleridir.Bir yerde yazarın günde bin sayfa yazmak gibi bir hedefinin olduğunu duymuştum ki yazar kırk yıllık ömrüne elliye yakın eser sığdırmış,henüz yaşarken yoksulluğu da şöhreti de iliklerine kadar yaşamıştır.London hayatta gözlemlediği eşitsizlik,yoksulluk,sömürü (Joe),sınıf çatışması,kapitalizmin yıkıcı etkileri gibi temaları bir tokat gibi okuyucunun yüzüne çarpmıştır.Martin Eden’in yumrukları kadar yönelttiği eleştiriler de sağlamdır.

Söylenecek çok söz var fakat bence Jack London bu eserinde Martin Eden’in deyişiyle “işi kıvırmıştır”.
Şu alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Deniz dingin ve derindir
Koynunda her şey uykuya dalar
Bir tek adım atmak yeter
Bir atılış bir kabarcık,her şey biter.”

13 Beğeni


Hakkında gördüğüm olumlu yorumlar sonucunda aldığım kitaba hevesle başladım. Çeviri bana çok kötü geldi. Zorlaya zorlaya ilerliyorum. İlk sayfalardan oluşan ön yargı mı yoksa? Kitabı okuyup çeviriyi beğenen var mı?

8 Beğeni