Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Kitap serisini bilmiyorum ama Master Chief mi o? :scream:
Figürü görünce gençliğime gittim. Eski Xbox cuların gözleri yaşlı…
Zaten bir Marcus Fenix, iki Chief :skull::black_heart:

2 Beğeni

Benim de çok severek oynadığım oyunlardan birisiydi Halo ki Master Chief’in hayranıyız tabii. :slight_smile: Bir de bunlara Gordon Freeman’ı ve Solid Snake’i katalım, kare as tamam olsun oyun karakterlerinde. :slight_smile:

2 Beğeni

Snake de gönlümüzde yeri derindir ama fenix ve chief ile tarzları epey farklı olduğu için bu ikisini ayrı tuttum.
Ne Gordon a nede (opposing force hariç) seriye ısınamadım bir türlü 🤷
Madem efsanelerden bahsediyoruz Sam Fisher, Soap MacTavish ve Cpt. Price(:heart::heart::heart:) ide unutmayalım.
Neyse başlığın konusunu dağıttık arkadaşlar kusura bakmasın.

1 Beğeni

Hafifte olsa spoiler yedik, teşekkürederim. Ben incelemeleri bile okumuyorum okuyacağım kitapların :relaxed:

Sayılmaz yav. Zaten kitabın en başından hissettiriyor yazdıklarımı kitap. Kitap içeriği ile ilgili ek bilgi vermedim.


Düş Oyunu
Çok ilginç ve bolca sembolizm dolu bir roman. Strindberg’in kadınlar ve din üzerine düşüncelerini, Kierkegaard’ı, Nietzsche’yi, Schopenhauer’i, belki Freud’u biliyorsak onu anlamak daha mümkün olur bence.

Öncelikle oyunun başından sonuna kadar bir kapıdan bahsediyoruz. Açılması gereken bir kapı var ortada. Bu kapının arkasında ne olduğunu bilmiyoruz. Bir umut kapısı bence bu. Bir bitki gibi olan bir şatoyla başlayıp, yine o bitki gibi şatoyla bitiyor. Camcı ve onun kızı, bir subay var söz konusu olan bu şatoda. Okurken kafamız çok karışıyor. Subayın doktora alacağı törende dinbilimin, felsefesenin, tıpın ve hukuğun ilginç bir çatışması var. Bu sembolizm meselesi o kadar garip ki iki kere ikinin kaç olduğu bile beklediğimizden farklı şeyleri simgeliyor gibi.

Anlam kapıları çok açık bırakıldığı için okumadan anlaşılmayacak bir eser gibi. Ama çok şiirsel olduğu açık. Okurken kimi yerleri ayağa kalkıp sesli bir biçimde okuma ihtiyacı duydum.

Çeviri meselesine gelince de, oldukça şanslıyım ki bu eski Cumhuriyet çevirirlerinden okuma şansım oldu. Temiz, akıcı, uğraşılmış bir çeviri.

Üç Öykü
Üç tane ünlü ve absürd komedi ürünü olan öykü var karşımızda. Burun, Fayton ve Palto. Benim de kendi öykülerimde işlemeyi sevdiğim, okumayı da sevdiğim küçük insanların hayatlarıyla alakalı bu öyküler. Bir şube müdür yardımcısı, bir taşra soylusu, bir yazı memuru gibi. Hayatları işleriyle, ellerindekiyle geçen insanlar bunlar.

Burun oldukça garip başlayan ve döneminin Rusya’sına iyi göndermeler yapan bir öykü. Zaten o dönemde Gogol yayınlatamıyor ama sanşstır ki Puşkin dergisinde bu öyküyü yayımlıyor. Burnu kaybolan ve onu aramak için gazeteye ilan veren bir şube müdür yardımcısıdır konu, kılıklara giren burnunun peşine düşmüştür. Oldukça eğlenceli ve komik bir öykü olduğunu söyleyebilirim.

Fayton kısa ama güzel bir öykü. Bir taşra soylusunun generale yeni aldığı muhteşem faytonu göstermek için davet etmesi fakat bu daveti unutmasını okuyoruz. Sonunda ciddi ciddi güldürüyor.

Palto Gogol’un en ünlü öyküsü olsa gerek. Memurlara, bürokrasiye, çalışan sınıfa, insanın hayatının küçüklüğüne, basit bir yazıcının sert St. Petersburg kentine dayanamamasına dair. Okurken merak ediyor, bir yandan da karakterimize üzülüyorsunuz. Dönüp dönüp tekrar okunacak bir öykü.

Genel anlamda çok güzel öyküler ve ben oldukça kaliteli bir çeviri olan Cumhuriyet çevirisinden, yani Orhan Veli ve Erol Güney çevirisinden okuma fırsatı buldum. Gogol okumaya devam edeceğime eminim.

Son olarak da kitabın önsözünden Palto’ya dair güzel bir pasaj bırakayım:
Bir gün Gogol’un yanında ava çok meraklı zavallı bir me­murun öyküsü anlatıldı. Bu memur, bin bir sıkıntıyla bi­riktirdiği 200 rubleyle güzel bir av tüfeği almış. Yeni tü­ feğiyle ilk ava çıktığı gün bir sandala binmiş. Ama tü­fek nasılsa suya düşüvermiş. Memur evine döndüğün­ de yatağa düşmüş. Büyük bir üzüntü içinde günlerce yat­mış. Ancak arkadaşları, aralarında para toplayarak ona yeni bir tüfek aldıkları zaman iyileşip yataktan kalkmış. Bu öyküyü dinleyenlerin hepsi kahkahalarla güldüler. Yalnızca Gogol gülmedi, uzun süre düşünceli kaldı. Palto’nun ilk düşüncesi, işte o gün doğmuştu. Bu öykü 1834’te anlatılmıştı. Gogol bunun üzerinde çok çalıştı, aradan sekiz yıl geçtikten sonra Palto yayımlandı. 1842’de ilk yayımlandı Palto’nun Dostoyevski, Tolstoy ve Çehov üzerinde büyük etkileri olmuştur.

8 Beğeni

Simon Stalenhag - Döngüden Hikayeler

Bu kitaptan Amazon Prime ile Döngü’den Hikayeler dizisini izlerken haberim olmuştu ancak Türkçesi yoktu ve ingilizcesini de almak için üçyüz lirayı gözden çıkarmam gerekiyordu. O sebeple hem indirime girmesini bekledim. Ne yazık ki girmedi. Tam bu süreçteyken İthaki’nin bandrol aldığı kitaplar arasında görüp çok heyecanlanmıştım.

Kitabın anadilinden çevrilmiş olması gerçekten harika bir şey çünkü hangi kitap olursa olsun ikinci bir dilden çeviri yapıldığında okuduğunuz cümleler ağzınızda yavan bir tad bırakıyor.

Kitabı bu kadar övdükten sonra içeriğinin nelerden oluştuğunu söylemem gerekiyor sanırım. Kitap --yarım-- kısa öykülerden oluşuyor. Yazar aynı zamanda çizer olan Simon retro-futuristik çizimlerine bir arkaplan evreni oluşturmuş ve bu evrende yer alan öyküleri de kitaba koymuş. Her öykünün sonu yok bazıları sadece görselle ilgili. Hepsini sevdiğimi söyleyemem ama genel itibariyle hem çizimleri hem de öykünün kendisini çok beğendim. Çizimler özellikle benim gibi cyber punk hayranları için ayrı bir güzel. Çeviri ise gerçekten iyiydi.

Yazar kitabın içerisinde bulunan çizimleri kendi sitesinde ücretsiz olarak yayınlamış durumda. Öncesinde çizimleri görmek isterseniz yazarın official sitesine gitmelisiniz. Ben bu gönderiye birkaç tanesini ekliyorum. Kendi hesabını da takip etmek isterseniz instagramdan @simon_stalenhag hesabına bakabilirsiniz.

Diziyi soranlar da olabilir belki; dizi Amazon Prime’ın Black Mirror’ı diye geçiyor ama ben daha çok Dark’a benzettim. Hem hikayelerin birbirine bağlantısı hem de oyunculuklar gerçekten çok güzel. Bazen saçma sapan gibi görünen öyküler bir bakıyorsunzu ağzınızı açık bırakabiliyor. Bilimkurgu seviyorsanız mutlaka göz atın derim.

Yazarın Elektric State kitabı da yakın zamanda İthaki’den çıktı ama henüz okuma fırsatı bulamadım.

12 Beğeni

Kitap bitti. İkinci bölümde kitap yavaşlıyor ama 3. bölümde ilk bölüm haline geri dönüyor. Beni çok tatmin etti özellikle birinci ve üçüncü bölüm. Seriden ana karakterler bakımından ayrı olmasına rağmen seriye yakışan çok güzel bir kitap.

Hainli Döngüsü’nün ikinci kitabı olan Sürgün Gezegeni’ni de çok severek okudum. Kitapta yine güzel bir macera var. Tabi Ursula bu maceranın altında bir sürü konuya da değiniyor. Ötekilik, önyargılar vb. Ursula’nın dilini çok seviyorum. Rafine bir dili var. 140 sayfada anlattığı hikayenin zihnimde kalan izleri çoğu 300-400 sayfalık kitaptan daha fazla yer tutuyor. Edebi, zengin ve renkli bir dili var. Son olarak kitapta herhangi bir eksik görmememle birlikte bu macerayı daha uzun okumak isterdim. 140 sayfa değil de 200-250 sayfa olabilirmiş kitap.

12 Beğeni

image

İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit

Okuduğum üçüncü Başkomser Nevzat kitabı oldu İstanbul Hatırası. Bu kitapta Ahmet Ümit kişileri değil tarihi, daha net olmak gerekirse İstanbul tarihini kitabın merkezine oturtmuş. Yani cinayetler araç, tarih ise amaç görevini üstlenmiş. Şikayetçi kesinlikle değilim, keşke bir ara da Ankara tarihini okuyabilsek ama ben tarihten ziyade (daha önce de yazmış olmam lazım) kişilerin hayatlarından daha çok etkileniyorum. Bu yüzden de en çok Nevzat - Demir - Yekta - Handan dörtlüsünün hayatlarını okumaktan keyif aldım.

Kitabı dinlerken bir ara Ahmet Ümit kendini biraz tekrarlamaya başlamış diye düşündüm. Sonra haksızlık ettiğime kanaat getirdim çünkü sonuçta Başkomser’in hayatını okuyordum ve Başkomser’in de kendini tekrar etmesi gayet doğaldı. Yine de mesela “zor durumda kalmışken bir telefonun kişinin yardımına koşması” gibi Ümmit’in kitaplarında sıkça tekrarladığı şeyler var ki onlar da önemsiz sayılabilir. Belki birçok kişi dikkat bile etmemiştir. Bir de tabii Nevzat’ın “onu biliyorum çünkü annem anlattı, bunu biliyorum çünkü bizim mahalledeki tonton dede anlattı” durumu var, o da bir tık da olsa rahatsız edici. Slumdog Millionaire filmini izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır (just too convenient der ecnebiler).

Kitabın sonunu çok beğendim, çok etkiledi. Hatta sonuna gelmeden önce en zayıf Başkomser kitabı diye düşünüyordum ama sonu ile üst sıraları zorladı. Aslında sonunun çok bir numarası yoktu belki ama üstte yazdığım gibi insanların geçmişlerini, acılarını, mutluluklarını okumak çok etkiliyor beni, bu yüzden belki ortalamadan daha fazla beğenmiş olabilirim. Yine de Beyoğlu’nun En Güzel Abisi en sevdiğim kitabı olmaya açık ara devam ediyor.

Overload olmamak için biraz ara veriyorum sevgili Başkomser’imize. Ama yakın zamanda tekrar görüşeceğimizden de hiç şüphem yok. :slight_smile:

Altta kitapyurdu’ndaki kitap tanıtım yazısı yer alıyor. Ben beğenerek okudum, spoiler olmadığı için belki okumak istersiniz diye buraya taşımak istedim.

Kitap tanıtım yazısı

Byzantion’dan İstanbul’a uzanan heyecan yüklü, tarihsel bir serüven…

Yedi hükümdar, yedi kadim mekân, yedi gizemli olay ve yalın bir gerçek!

Ahmet Ümit’in beklenen romanı. İstanbul Hatırası, romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit’in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.

Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul’unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim’ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul’un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul’un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.

10 Beğeni

Nietzsche’nin 1873-76 arasındaki ilk biçimlendirici yıllarında, “Trajedinin Doğuşu” nu kaleme aldıktan hemen sonra yazılan Nietzsche’nin Zamana Aykırı Bakışlar serisi gerçekten zamana aykırı imiş. Dört deneme oldukça kısa, ancak birlikte derlendiklerinde sağlam bir kitap ortaya çıkıyor… Bende dördüncü yok ama eminim ki oda harikadır. Nietzsche, Tarihin yaşam için yararı ve sakıncasında tarihin ancak hayata katkıda bulunduğu ölçüde iyi olduğu gibi fikirleri araştırır. Bu nesnellik, yalnızca bir kuyuya bakan, ancak en alttaki yansımasını görmek için bir kuyuya bakan bir on dokuzuncu yüzyıl Alman tarihçisiydi. Liberal sanatlar eğitimi, Alman kültürü (bunların eksikliği), Hegelcilik, çağın ruhu, devletçilik, teleoloji ile alay ediyor.
Nietzsche, bireye geri dönme, sanata geri dönme ihtiyacını bir güzellik, yanılsama ve tutku aracı olarak gördü ve unutkanlığa geri dönmenin, tarihi anlamanın ve aynı zamanda gücü bir yaşam aracı olarak kullanmanın bir yolu olduğunu gördü.
Hiçbir şey degilse bile, zekice alaycı, esprili ve derin olan bu tarih hakkındaki makaleleri okumalı. Nietzsche, Schopenhauer’in örneklediği maceracı acıları güçlü bir şekilde sergilemek için bu düşüncelere devam ediyor onu eğitimci olarak işaret ediyor. Schopenhauer, Nietzsche’nin aydınlanmayla önerdiği dahi gibi bir şey olmamak için sonsuza kadar özlemle maalesef baskın bir sınırlama yaşam tarzı geliştirdi. Bununla birlikte, Nietzsche, Schopenhauer’in karamsar ve irrasyonel bir radikal olarak tutumunu anladığı için, az sayıdaki özgür ruhlu ve vicdanlı okuyucuyu neredeyse Schopenhauer aracılığıyla öğretmek için kendisini kullandı. sonsuza dek acı çekmenin değişmez modeli. Schopenhauer için talihsiz bir durum olmasına rağmen, hayata olan eğilimini anladı ve içebakış algısını geliştiremedi ve Nietzsche’nin katmanlaştırdığı şey buydu. Doğrudan Schopenhauer hakkında konuşarak, bilgiyi tüketmeye ve günlük yaşamına uygulanabilir hale getirmeye çok meyilliydi, ancak bu bilgi için giriştiği girişimde, bu şekilde, en başından beri gerçeği hafife aldı. Kendi idealizm dünyasında sonsuza kadar istekli olan bir yönüne sahipti; bir de hakikat için tehlikeli bir şekilde savaştığı, ancak kişisel bir ütopya arayışındaki ahlaki yönüyle ağır bastığı bir diğer aşaması vardır. Uçurumla eşzamanlı hale geldi, sonsuza dek hiçliğin karanlık geçitlerinde süzülüyordu, ancak bu, neredeyse imkansız olanın üstesinden gelmeyi amaçlayanlar için faydalı sayılıyordu.:+1::+1: neyse işte okuyun baya iyilerdi .

9 Beğeni

image

Nevernight (Kuzgunun Gölgesi) - Jay Kristoff

Okuduğum kadarıyla genelde sevilen bir kitap olmasına rağmen ben pek sevemedim maalesef. Aslında ilginç bir yazı stili var yazarın. Normal hikayeyi anlatırken, yazı italik hale geçtiğinde anlıyoruz ki geçmiş anlatılmaya başlanmış. Ayrıca yazar doğrudan okuyucuya sesleniyor, ben normalde bu türü pek sevmiyorum ama bu sefer rahatsız etmedi. Ayrıca geçmişte yaşanan bazı olayları ve bazı bilgileri hikayeye yedirmek yerine dipnotlar ile açıklamayı tercih etmiş. Mesela karakterin birisi özel bir şarap içiyor diyelim, bu şarapla ilgili 2 paragraf dipnot var. Eleştirilmiş ama ben sevdim.

Kitabı pek sevmeme sebebim ise kitabın klişe olmasından ziyade, çok daha iyi yönetilebilecek bir kitabın özellikle gelişme kısmının zayıf kalması oldu. Hadi dibine kadar klişe bir konu seçtik tamam (Babası öldürülen ve özel yetenekleri olan Mia, intikam yemini ile dünyanın en tehlikeli loncasına çırak olarak girip eğitimine başlıyor), ona itirazım yok. E güzel abim, neden eğitimi yerine aşk ve seks hayatına odaklandın orayı anlamadım. Bir de 14 yaşında bu kız. Yemekhane muhabbetlerine ve seks hayatına odaklandığın kadar kızın eğitim sürecine odaklansan ne olurdu sanki? Gelişme bölümüne katlandıktan sonra en azından finaller iyi olur diye ümit ettim ancak yazarın yapacağı birkaç twist’i önceden tahmin edince finallerde de heyecan tavan yapamadı maalesef. Yine de hakkını vermek lazım, son plot twisti beklemiyordum daha doğrusu tahmin edemedim. Ancak kitabın sonu da içime sinmedi açıkçası.

Seriye büyük ihtimalle devam etmeyeceğim. 10 üstünden 9’luk olabilecek bir kitap nazarımda en fazla 6 puan aldı. Dümdüz 6 olsa üzülmezdim ama sanki yazar bir çuval inciri berbat etmiş gibi olduğundan üzüldüm açıkçası.

Son olarak da kitabın içindeki yazım hatalarına dikkat çekmek istiyorum. 100 sayfa dolmadan 10 hata görünce saymayı bıraktım. Aşırı özensizlik vardı kitapta. Hadi çevirmen 5. viteste çevirdi, bir çevirdiğini dönüp tekrar okumadı. Editörü filan ne yaptı acaba, göz ucuyla bakıp tamam olmuş mu dedi? 450 sayfalık kitapta en az 50 hata var. Pegasus’a hiç yakışmadı @Everfever. Teklifim hala geçerli (pazarlık yaparız). :slight_smile:

18 Beğeni

Genç Yetişkin kitlesine pazarlanan bir kitap olduğu içindir.

2 Beğeni

Doğu Yücel, Türk Edebiyatı’nın popüler yüzlerinden birisi. 1977 doğumlu yazar, ilk olarak 1997 yılında katıldığı Gençlik Kitabevi Öykü Yarışması ve 1998 yılında gerçekleştirilen Nostromu Kısa Bilimkurgu Hikâye Yarışması’nda gösterdiği başarıyla dikkatlerini üzerine çekti. Bu başarıların ardından, ilk kitabı Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları 2000 yılında raflardaki yerini aldı.

Filmi yirmi yıl ileri sarıp günümüze geldiğimizde, senaryo yazarlığı da dahil, birçok eser çıkarmış, gayet üretken bir isim olarak karşımıza çıkıyor Doğu Yücel.

Benim Doğu Yücel ile tanışmam bu yazıda size anlatacağım Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nın 2018 yılında Can Yayınları’ndan çıkan baskısıyla oldu. Yazarın değerli bilgilerle süslediği önsözünün de bulunduğu Can Yayınları baskısını, aynı kitabın 2000 yılındaki halinin üzerinden geçilmiş, cilalanmış, günümüzün popüler tabiriyle “Remastered” sürümü gibi düşünebilirsiniz.

Doğu Yücel, günümüz Türk Edebiyatı’nın en öne çıkan isimleri arasında yer alıyor.

Bir Öykü Derlemesi ve Geçmişteki Kendinle Yüzleşme Hadisesi

Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları, Doğu Yücel’in gençlik yıllarında yazdığı öykülerin derlendiği bir kitap. Kitabın önsözünde, okuyup etkilendiği eserlerin ardından kafasında dönmeye başlayan düşünceleri öyküleştirdiğini paylaşıyor Doğu Yücel.

Gençken yazdığı bu öyküleri yıllar sonra değiştirmeye, gençliği ile tartışmaktan çekindiği için elinin gitmediğini itiraf eden Yücel, buna rağmen öykülere bir editör bakış açısıyla bazı dokunuşlar yaptığını belirtmiş.

Kitabın yeni basımına biraz da bu gençliği ile yüzleşme açısından bakan yazarın, gençlik yıllarında aklında olgunlaşmakta olan düşüncelere gösterdiği saygıyı hissetmişsinizdir. Bir insanın yıllar önce ürettiği eserlere, aradan geçen onca zaman sonra bu şekilde yaklaşabilmesi önemli bir erdemdir.

Kitaptaki Öykülerin Karakteristikleri

Kitaptaki öykülere geniş açıdan baktığımızda; hayatın içerisinde olan problemlere fantastik bir hava katıp, doğaüstü bir çabayla onların üstesinden gelme arayışının ön plana çıktığını görüyoruz. Öykülerde karakterlerden ve diyaloglardan çok, hikâyenin ve olay örgüsünün dikkat çektiği bir anlatım var. Bu tercih, ağdalı ve karmaşık bir yazım dilinden çok, sade ve anlaşılır bir dilin ağır bastığı bir tarz ortaya çıkartmış. Benim de fantastik eserlerde tercih etmekten keyif aldığım bu sade dil, okuyucunun olay örgüsüne kapılıp sayfaları hızlıca çevirmesini ve merak duygusunun tetiklenmesini sağlıyor.

Öykü türünün bu anlamda okuyucuyu kısa sürede tatmin eden bir yapısı olduğunu da kabul etmek gerek. Okumakta olduğumuz hikâyenin birkaç sayfa sonra final yapacağını bilerek okumaya devam etmek farklı bir duygu gerçekten de.

Doğu Yücel’in kitapta yer alan öykülerine verdiği isimler, üstte belirttiğim gündelik yaşama dair göndermelerini ve okuduğu kitaplara gösterdiği fantastik yaklaşımını destekler nitelikte. “Binbir Gündüz Masalı” ve “Aşk, Şeytan ve Öys Üçgeninde Bir Faust” bu anlamda dikkat çeken isimler arasında. Örneğin Bariyer isimli öyküde, sıradan bir otopark bariyerinin Stephen King romanlarında görmeye alıştığımız tarzda, tedirgin edici bir nesneye dönüşmesine tanık oluyoruz. Gündelik hayat, Stephen King romanlarının kasvetli ortamı ile buluşuyor ve Doğu Yücel edebiyatının en temel özelliklerini tek bir çatı altında birleştiriyor.

kapak

Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları olağan durumların altında yatan olağandışı gerçeklere odaklanıyor.

Beklentiler ve Eldekiler

Eğer bu tür hikayeleri okumayı seviyorsanız Doğu Yücel’in Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları isimli öykü derlemesinin Can Yayınları’ndan çıkan yeni baskısına göz atmanızı öneriyorum.

Ve fakat, şunu eklemek zorundayım: Tüm bu hoş yanlarına ve şahsen yaşamın içinden üretilen fantastik hikayelere özel ilgi duymama karşın, Doğu Yücel bu kitabıyla beni kendine hayran bırakmayı maalesef başaramadı. Bunun temel nedeninin de, karakterlerle herhangi bir duygusal bağ kuramamam olduğunu düşünüyorum. Oysaki daha ilk okumamda Doğu Yücel edebiyatıyla kuvvetli bir bağ kuracağımı hayal etmiştim. Belki bir sonraki kitapta bu hislerle ayrılabilirim, kim bilir…

Sizin Doğu Yücel edebiyatıyla aranız nasıl? Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları’nı okuduysanız, kitap hakkındaki düşüncelerinizi duymak isterim.

Böylece bir yazının daha sonuna gelmiş olduk. Kitaptan altını çizdiğim yerleri sizinle paylaşarak bu yazıyı noktalıyorum. Bir sonraki kitap incelemesinde görüşmek üzere, edebiyatla kalın…

Altını Çizdiklerim

*Bisiklet bisikletliğinden beklenilmeyecek kadar hızlı gidiyordu ama çocuk ve güzel mavi araba farkı açtı. Karşılarına bir anda çıkan ikizkenar üçgen, dik yamuk ve silindir ani bir frene sebep oldu.

  • Benim aktör dediğim sapına kadar ruhunu satan veya ruhunu rolüyle takas eden adamdır.

*Bazı hayalperestlerin hayallerini sadece bazı hayalperestler gerçekleştirebiliyordu.

  • Sivri kazıklar vampirler için neyse, gerçek de çoğunlukla hayal gücü için, odur. – Stephen King

*Yerdeki cam parçaları farklı yönlere farklı renklerde ışıklar yansıtarak, kalabalığın bir ceset etrafında toplanmışçasına yarattığı suni matem havasına karşın bariyerin zaferine havai fişekler gibi eşlik ediyordu.

*Ve biz de çocuksu hayal gücümüzün yarattığı düşlerin peşinden sürüklenen zavallı hayalperestlerdik.

*Bu yüzden şeytanın etkilendiği dini öğelerin ülkeden ülkeye değişmesi gerektiğini, kutsallığın göreceliğini ve kötülüğü yenmenin otantik yollarını hiç aklıma getirmemiştim. Emperyalizm denen şey bu olmalıydı. Babam “McDonalds gençleri” derken bunu kastetmişti.

  • Eğer tek işi bir düğmeye basmak olan birinden işini çalarsanız o adamdan bırakın iş ahlakını, iyi bir şey yapmasını bile bekleyemezsiniz. İnsanın bir boka yaramadığını düşünmesi ve bir boka yaramadığını bilip de üstüne para alması gerçekten boktan bir durumdu.

*Aşklarının ölümsüzlüğüyle tatmin olan ama etraf ölümsüz kaynayınca aşklarını yüceltecek sıfat bulamayan sevgililer başı çekiyordu tarikatta.

  • Tanrı’nın kime âşık olduğunu, evrende Tanrı’dan başka tanrıların veya tanrıçaların olup olmadığını bilemeyiz ama şu bir gerçektir ki, Tanrı aşkına karşılık bulamamıştır. Çünkü hiçbir varlık ulaştığı aşkı için sonsuz bir evren yaratmaz.

*Hikayelerini yazdığı defter sayfalarından kayık yapar, denize bırakır, hikayelerinin okyanuslara açılarak doğru insana ulaşacağını hayal ederdi.

*Plajda limonata satarak bir bilimkurgu filminin bütçesini çıkarabileceğini iddia edebilirdi. O yılları hatırladıkça fark ediyorum ki hayallerin en safları, en uçukları ve en güzelleri çocuklukta yaşanıyor.

*Yetişkinlerin eğlence dedikleri saçmalıkların hepsi çocukken yaşadıkları zevkleri tekrar yaşayabileceğini umutsuzca düşlemelerinden kaynaklanıyor. Hiçbir zaman çocukluklarındaki kadar eğlenemezler ve bu gerçeğin altında ezilerek eğleniyor rolü yaparlar.

  • Rüya, hayatı sıradanlaştıran insanlara verilmiş bir hediyedir. İnsanoğlunun bu hediyeyi her uyanışında unutup küçümsemesi Tanrı’ya yapılan bir hakarettir.

*İnsanları hayal dünyasına sokmak başka şey, onların gerçekliğine inandırmak başka şeydir.

*Mutsuz bir adama güzel anılar bile acı verir.

  • Keşke bunu daha önce anlayabilseydim. Yani rüyalarımızın aslında öteki dünyaya yaptığımız kısa ziyaretler olduğunu.

*Bilincindeki rüya malzemeleri bittiği halde uykunun karanlığını hayatın sıkıcılığına bir yüz gün daha tercih etmiş.

*Biliminsanlarınız buna Büyük Patlama diyor; bence sıkıntıdan patlamak deyimine daha yakın.

*Şarkı hüzünlüydü. Ümitli ama aynı zamanda endişeli. Bir rüyanın fon müziği olabilirdi ancak. Tuhaftı. Saf iyilik kadar monotondu, kötülük kadar çekici.

  • Aşk, çocukluğa giden en kestirme yoldu.

*Gemi hiç bu kadar hızlı olmamıştı, ama bu hızın umuda bağlı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu daha çok sabırsızlığın hızıydı.

*Umut, hele günümüzde, kötü bir şey; umut insanı boğabilir.


Bu incelemenin ardından Sir Arthur C. Clarke’ın unutulmaz bilimkurgu romanı Çocukluğun Sonu ile tanışabilir, ya da Murat Gülsoy’un bizi geçmiş, bugün ve gelecek arasında dolaştırdığı Ve Ateş Bizi Tüketiyor’una dair düşüncelerimi okuyabilirsiniz.


Dipnot: Bu incelemeyi ilk olarak blog adresimde paylaşmıştım.

11 Beğeni

THE FALL OF THE ROMAN REPUBLIC

Bu derlemede Gaius Marius, Sulla, Crassus, Pompey, Caeser ve Cicero’nun hayatlarıyla Roma’nın belki de en çalkantılı yüzyılı anlatılmış.

Sosyal Savaş, Töton/Kimmer/Ambron göçleri, Mithridatis Savaşları, Sulla’nın iç savaşları, Spartaküs’ün isyanı, Carrhae Savaşı, Pompey’in Asya seferleri, Galya’nın fethi, Caeser’in İç Savaşı, Catilina Tertibi ve az da olsa Ocativan/Mark Antony dönemi olaylarına yer verilmiş.

Eksik diyebileceğim tek noktası Genç Cato, Brutus ve Mark Antony’nin derlemeye dahil edilmemesi.

14 Beğeni

En sevdiğim Türk yazardır kendisi, kitap okuma alışkanlığı kazanmamdaki katkısı çok büyüktür. :star_struck:

1 Beğeni

Sevenlerinin neden sevdiğini anlayabiliyorum. Fakat benim ilk tanışmam o seviyede bir birliktelik oluşturmadı maalesef. Okuyacağım ikinci kitabında umarım o tarz bir samimiyet oluşur aramızda. :smiley:

2 Beğeni

Bir süredir bu seriyi gözüme kestirmiştim. Bu incelemeniz tam zamanında geldi. Bana göre bir seri olmadığını anladım böylece. Teşekkürler.

2 Beğeni

Aslında çok da sevilen bir seri, ortak zevkimiz olan arkadaşlar gereksiz seks sahneleri hariç beğenmişti. Ben de büyük umutlarla başladım, sonu da fena değildi ama bizim frekanslar tutmadı. Belki siz seversiniz.

Tabii, üçüncü kitabın olmayışını da unutmamak lazım.

@M3rett0 hedef kitle için ya demiş. Bana da yarı ya, yarı fantastik gibi geldi. Fantastik biraz geride kalıp, romance de tavan yapınca sanırım uyuşmadık kitapla.

3 Beğeni

Zaman Makinesi- H.G. Wells
Bilimkurgu edebiyatının atalarından olan bu kitabı geç okuduğum için kendime kızsam da geç olsun güç olmasın diyorum :slight_smile: Zamanda yolculuk yapılan kitaplara eminim ki bir çoğumuz aşina ve hayranız ama M.S. 802.701 yılına gitmek, ilk insanı 2021 yılına getirmekten çok daha dehşete düşüren bir sıçrama. 1895 yılında yayımlanan bu değerli eserin öngörebildiği şeyleri eminim siz de keyifle ve ağzınız açık bir şekilde okuyacaksınız…

Biyoloji bilimi baştan aşağı bir yanılgı değilse eğer, insan gücünü ve zekasını sağlayan nedir?
Zorluklar ve özgürlük…

İnsanoğluna zorlukların üstesinden gelebilme yeteneğini bahşeden zeka, acaba onların sonlarını getirecek şey midir aynı zamanda ?

17 Beğeni