Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

10/8

Dune Çocukları’ndaki olayların üzerinden üç bin yıldan fazla geçmiştir. Dune artık çok farklı bir gezegendir. Fakat değişmeyen bir şey var: Dune’un Tanrı İmparatoru II. Leto. Dune adıyla bilinen Arrakis gezegeninden evreni kontrol eden Tanrı İmparator II. Leto, evrene daha önce tatmadığı uzunlukta bir barış getirmişti. Fakat son yaklaşıyordu. İnsanlığın evrimini ve geleceğini tayin edebilecek tek kişi olan Tanrı İmparator II. Leto nihai zaferine ulaşmak için çok büyük bir fedakârlıkta bulunmalıydı…

Leto’nun 15 sayfa bir ‘‘Ben Tanrı’yım. Ben en muazzamım.’’ diye konuya girmesi bıktırdı :rofl: :rofl:.

Gerçekten Dune serisini okurken o kadar farklı şeyler alıyorum ki kitaptan… Bir yanda şu anda mümkün olmayan teknolojiler konuşuluyor öteki yanda firavunlar ve Antik Mısır gibi günümüzün de öncesi. Kısacası büyük çoğunlukla iyiydi kitap. Fazla hareketli aksiyonlu sahneler yoktu. Daha çok II. Leto’nun iç dünyası işlenmiş gibiydi.

Kitap boyunca kendime sürekli ‘‘Ulan gitti gül gibi gezegen çöl kalsaydı neden oynayıp bozdunuz ekosistemi?’’ dedim durdum. :sweat_smile:

13 Beğeni

Sürükleyici olmakla birlikte yer yer rahatsız edici şeylere sahip bir kitap. İçinde vahşet, kan, ruh hastası bir seri katil, garip yaratıklar var. Tüm bunların içine bir de aşk serpiştirilmiş. Böyle bir kitapta aşkın işi ne demiştim kendi kendime ama olayların gelişimini etkileyen şey tam da bu oldu.
Bir de ben çevirmenin Tanrı yerine “Allah” demesine takıldım. :slight_smile: Ama tüm bunlara rağmen kitabı elimden bırakasım gelmedi. Yazar kendini okutturuyor.

Kitaba puanım: 7

13 Beğeni

Barker’dan okuduğum ilk kitap yanlış hatırlamıyorsam. Yaklaşık 11 yıl önce okumuştum ve çarpılmışa dönmüştüm. Yazarın iğrenç ve tiksinç sahneleri nedeniyle biraz zorlansam da kurgusuna, diline, orijinalliğine hayran kaldım. Barker artık en sevdiğim yazarlar arasında. Tabi bunda bir korku edebiyatı tutkunu olmamın da etkisi var. Ne olursa olsun Barker yazdığı türden ayrı olarak dilinin güzelliği, kurgularının sağlamlığı ve hayal gücünün enginliğiyle korku türüne ve dahi edebiyat tarihine damgasını vuran nevi şahsına münhasır bir yazar. Okuduklarım içinde en iyi kitabı ise Lanetlenme Oyunu’dur.

5 Beğeni

Haklısınız yazarın hayal gücü gerçekten müthiş, epey farklı bir havası var kurgularının. Sanırım insan bu yüzden kitaplarını bırakmak istemiyor. Ben şimdiye dek üç kitabını okudum. Zaman Hırsızı çocuk kitabı olmasına rağmen çok güzel gelmişti bana.

Lanetlenme Oyunu’nu görmüştüm ama baskısı tükenmişti maalesef. Umarım yeniden basar yayınevi. Birçok kitabının yeni baskısı da lazım ya. :smiley:

2 Beğeni

Evet, maalesef kitaplarının birçoğunun baskısı yok. Zaman Hırsızı da çok güzel bir çocuk kitabıdır. Kan Kitapları’nı Alfa basacak. İkisini okumuştum ve öykülerinin de romanlarından aşağı kalır yanı yok. Umarım tükenen ve hiç basılmayan kitapları da biran önce basılır. :slight_smile:

2 Beğeni

Spoiler içinde birkaç örnek yazabilir misin hocam? İzlerken korkuyorum ama okurken nasıl bir etki yapar bu sahneler bilmiyorum.

Ermiş - Halil Cibran

Çok uzun zamandır kitaplıkta bekliyordu. Menteş’in “Ruhi Mücerret” kitabını dinlemeyi bırakınca, dinlemesi kolay bir kitap seçmek istedim ve sonunda Ermiş ile buluştuk. Seslendireni sevdiğimi söyleyemeyeceğim, o kitap biraz daha derinlikli bir ton istiyordu açıkçası. Bu yüzden de biraz hızlandırmak durumunda kaldım.

Ermiş 12 yıl boyunca yaşadığı yerden ayrılma zamanı geldiğinde, orada yaşayan halkın sorularına yanıt veriyor ve bu yanıtlar da kitabın içeriğini oluşturuyor. Sorulan sorular da hep hayata dair konular. Aşk, ölüm, din, suç ve ceza gibi yani. Çok kısa bir kitap ama içindeki cümlelerin taşıdığı anlamlar kitabın uzunluğunun çok ötesinde. Hayatın her anına dair öğütler veriyor Ermiş. Biraz böyle dost meclisinde tecrübeli bir arkadaşın hayat deneyimlerini dinler gibi okuyorsunuz yazılanları. O sıcaklığı hissettirmeyi başarıyor.

Dinlemenin kitabın değerini biraz düşürdüğünü düşünüyorum, bu sebeple ileride bir kez okumayı düşünüyorum. Kim bilir, belki baş ucu kitaplarımdan birisi olur.

12 Beğeni

Bir yergi söz konusu gibi hissettim bu alıntı için. Özellikle post-modern birçok düşünürün eserlerinde bu tarz bir duruma şahit olduğumu düşünüyorum. Belki de Erasmus’un anlattığı neden-sonuç ilişkisidir benim şahit olduklarım da. İlgi çekiciymiş, teşekkürler.

Hayek’e de şans vereceğim. O da ilgimi çekti.

2 Beğeni

Fakat yüzlerce yıldır hiçbir şeyin değişmemiş olması. :confused:

3 Beğeni


BİTTİ.:leaves:

“Korudaki Gümüş” geçen ay okuduğum altı kitaptan biridir. Dünya Fantazi En İyi Novella ödülü almış olması ilgimi çekmişti, mitolojiye yakınlığım da kitabı almama etken olmuştu.
Koruda geçen masalsı hikaye lirik anlatımı ile ormanın büyüsünü içinize çekmenizi sağlasa da asla tatmin etmiyor. Hepi topu yüz sayfa olması bir yana kitap preslenmiş gibi adeta. Bir çok yerde “E, peki sonra…” dediğim oldu bu yüzden.

Bütün meşeler Tobias benim için evet fakat, o aşk hiç olmuş mu, Bay Finch? ^^

11 Beğeni

R. A. Salvatore - Archmage ( Homecoming 1 )

Yarısına geldim ve Companions Codex üçlemesinden sonra “Oh be!” dedirtti. Daha bir tanıdık bu kitap, eski Drizzt kitaplarının havasını yakalamayı başarmış bence. Daha ne kadar entrika kurulabilir derken hepsi çok iyi olmasa da farklı birkaç koldan gelişen olaylar sonraki kitapların ve Menzoberranzan’ın (ve muhtemelen Abeir-Toril’in) geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair ipuçları veriyor. İlk defa Faerzress ile ilgili birşeyler okuyorum, meraklı ve daha fazlası için istekliyim. :slight_smile:
Şimdilik 8/10.

İthaki’yi beklemekten sıkılan arkadaşlar için not: kitabın ingilizcesi ağır değil, belki de asla basılmayacak kitapların çıkmasını beklemek yerine ingilizce versiyonuna bir şans verin derim.

12 Beğeni

Bundan önce okunması gereken bir kitap var mı? Birden Drizzt iştahım kabardı. :slight_smile:

2 Beğeni

Bence de oldukça haklısınız, Erasmus da haklı. Anlaşılmazlığın övülmesi çok ilginç bir mesele. Post-modern felsefe üzerine, örneğin Deleuze üzerine konuşan insanların aslında konu hakkında hiçbir şey bilmediğini ama fikir sahibi olduğunu görüyoruz. Anlaşılmazlığı dinleyen kişi de ister istemez anlamış gibi yapıyor. Russell ve Wittgenstein’ın bu güruha savaş açmış olması şaşırtıcı değil.

Erasmus’un çıkarımlarının birçoğu gibi elbette hala geçerliliğini koruyan bir durum.

3 Beğeni

Tek başına okunması zor hocam, Son Eşik kitabının üzerinden neredeyse 100 yıl geçmiş. En azından önceki 4 kitabın özetlerine bir göz at derim. Companions Codex’te olanları bilmeden kopuk olur biraz.

1 Beğeni

En merak ettiğim üçlemeydi. Konusuyla bayağı ilgi çekici.

1 Beğeni

Şimdilik gayet iyi gidiyor doğrusu, devam kitabına başladığımda da yorum yazarım mutlaka.

1 Beğeni

Eser hakkında hiçbir bilgim yoktu okurken. Bir arkadaşımın hediyesi. Kısa sürede bitiririm deyip okumaya başladım.

Sanırım kitabın dili ile başlamalıyım. Dönemi gereği ve Hıristiyanlığı da yüceltme uğraşı verildiği için şiirsel, süslü bir dil kullanılmış. Bu süslü dili ben de yazar gibi süsleyerek anlatmak istiyorum. Çünkü gerçekten mor nesirin dibine vuruluyor. Başım ağrıdı bir süre sonra. Sadelikten yana olduğum için bu tarz yazımlar beni boğuyor. Aslında şiirselliği basit kullanan yazarları severim. Fakat bu romanda şiirsel uslubun ayarı kaçık. Kabahat bulamıyorum, dönemi gereği bu tarz bir yazım yaygın. Ve neden bu dilin kullanılması gerektiğiyle ilgili kendi düşüncemi de aktaracağım. Fakat gerçekten baş ağrıları yaşadım. Tolkien’ın kimlerden esinlendiği açıkça belli oluyor. Yazarımız bazen o kadar çok betimleme yapıyor ki, hikaye akmıyor tabiri caizse. Doksan sayfalık bir kitap ancak bu kadar ağır olabilirdi.

Romansda, her şeyden önce bir insanın ahlakı ve aklı için öğretiler var. Açıkça da görülüyor ki Hıristiyanlığı yüceltme üzerine yazılmış.

Açıkçası hikayenin alt metninde göründüğünden fazlasını anlatan müphem bir kısım yok gibime geldi. Dediğim gibi; Hıristiyanlık kırbaçlamasıyla yazılmış.

Öne çıkan şey, Gawain’in onuru ve cesareti. Bile bile ölüme gitmek. Her zaman onurlu bilinmiş, onuru için yaşamış bir adamın, sahiden o onura sahip olup olmadığını gösteren bir öykü. Ancak son raddeye kadar onurunu ve cesaretini koruyabilecek mi? Bir insan olarak bence sınavını geçti. Hatta fazlasını bile yaptı. Bence. Lakin Gawain bir şövalye olduğu için, davranışı bir şövalye için yanlış. Ve Gawain’in yakarışlarından anlaşılıyor ki Hıristiyanlık için de yanlış bir davranış.

Sorunumuz Yeşil Şövalye. Sembolizm olarak sunulduğu aşikar. Peki neyi sembolize ediyor? Doğa? Yaşam? Ölüm? Döngü? Denge? Ya Yeşil Kilise?

Çektiğin her yöne gelebilen ve aynı zamanda her yöne dağılabilen bir anlam karmaşası. Belki Yeşil Şövalye’nin sembolize ettiği şey basittir. Yeşil Şövalye, Yeşil Kilise’nin şövalyesi olduğu için, herkesi kilisenin ‘doğru’ öğretilerine yönlendirme gayretiyle sembolize ediliyor olabilir. Yahut Yeşil Kilise’nin yabanıl hali bize neyi anımsatıyor? Doğanın saf halini, el değmemiş, bozulmamış düzenini, değil mi?

Gawain’in ahlak yolculuğu, aslında döneminin karanlık yüzünü çok iyi yansıtıyor düşündüğümüzde. Savaşı, doğaya karşı savaşı, fütursuz zenginliği ve şehvet düşkünlüğünü iyi anlatmış.

kuran, incil Ve tevratın; Cahillik Ve Habisliği Dizginlemek Adına Yazıldığını Düşünmüşümdür.

Sir Gawain ve Yeşil Şövalye romansının da aynı işlevi gördüğünü düşünüyorum.

O yoğun sanatsal dili ve ahlak öğretisi, döneminin us noksanlığına iyi bir örnek.

11 Beğeni

images - 2021-08-26T111144.633
İsmet Özel - Üç Mesele
Üç Mesele, İsmet Özel’in üç önemli konu üzerine yazdığı yazılardan oluşuyor. Bu konular “teknik”, “medeniyet” ve “yabancılaşma”. Müslüman olmaya giriş rehberliği gibi bir nitelik taşıyan bu kitap bu üç konu üzerinden müslüman birinin dünyaya karşı tutumlarını yansıtıyor.

İsmet Özel’in temel fikri aslında Batı’nın tekniğini alırken onun medeniyetini de alıp, kendi kimliğimize yabancı kalmamak gerektiği. Özel’in çıkarımları bizim için oldukça doğru. Tam anlamıyla 100, öncül etmenlerle de 200 yıl süren bir modernizasyon süreci sonunda Türkiye olarak elimizde kalan tek şey arada kalmışlık. Doğulu gibi düşünüp Batılı gibi yaşamaya çalışmak belirli sorunları peşinde getiriyor.

Muhafazakar bir tavır taşımadığım için İsmet Özel’e katılamadığım baya konu var elbette, sadece onun bu kitapta ve öteki eserlerinde vermek istediği mesajı çok net verebildiğine inanıyorum. Özel okumak zor vakitlerde bana umut aşılıyor. O açıdan kesinlikle en sevdiğim edebiyatçılardan biri.
9/10

10 Beğeni

Merhabalar hocam. Ancak cevap verebiliyorum, kusuruma bakmayın.

Barker’ın hemen hemen tüm kitaplarında iğrenç sahneler vardır. Hatta bazen amaçsızca şiddet dolu ya da tiksinç sahneler olabiliyor. Bolca vücut sıvısı tasviri olabiliyor. Bunlar korkudan ziyade iğrenme yaratıyor bünyede.

2 Beğeni

image

Notre Dame’ın Kamburu - Victor Hugo

Öncelikle Erdem Akakçe’ye övgüler dizmek istiyorum. Harika bir seslendirme ile Storytel’de dinledim kitabı. Sesli kitaplarda seslendirme o kadar önemli ki artık favori seslendirenlerimi takip ediyorum zira kötü seslendirme olunca çok güzel kitapların keyfi kaçabiliyor bazen.

Victor Hugo’nun 1831’de yayınlanan bu kitabının müzikalini onlarca kere dinlemişimdir. Hala ara ara canım çeker ve açar dinlerim. Müzikalden bu kadar etkilenince haliyle kitabı okurken karakterleri zihnimde müzikaldeki gibi canlandırmak durumunda kaldım. Rahatsız olmadım elbette ama okuma deneyimim sırasında aklımın bir köşesinde hep müzikal vardı.

Kitabın konusu şöyle: Quasimodo küçük yaşta Notre Dame klisesine bırakılan bir kamburdur ve çok çirkindir. Topallayarak ve kamburu karşıdan görünecek kadar eğik yürür. Kilise rahibi Frollo, Quasimodo’yu kilisesine alır ve Quasimodo burada zangoçluk yapmaya başlar (bu sebeple kulakları da sağırlaşır). Ancak Quasimodo kiliseyi evi ve rahibi sahibi olarak görür ve kilise çanlarına da gönülden bağlanır. Bir gün ortaya çingene kızı Esmeralda çıkar ve aşk tohumları da böylece gönüllere atılmış olur.

Kitabın başlarında detaylı Paris tasvirleri yer alıyor. Hugo bu konuda elini hiç korkak alıştırmamış. Uzun ve detaylı betimlemeleri sevmeyen okurlar belki bu kısımlarda biraz sıkılabilirler ama sabretmelerini öneririm zira asıl edebi ziyafet daha sonra geliyor. Ayrıca eklemeliyim ki bu bir klasik eser ve bu tür betimlemeler ve bilgilerin kitapta yer alması yadırganmamalı diye düşünüyorum. Bunları genel kültür olarak görüp, Hugo’nun anlatılarını kendinize ziyafete de çevirmeniz pek mümkün.

Aşağı kısım biraz spoiler’a kaçıyor. Kitabı okumayan arkadaşlar bu kısmı atlayabilir.

Aşkın taraflarından birisi rahibimiz Frollo. Ahlaklı bir yaşamı simgeleyen Frollo’nun aşkıyla birlikte inandığı tüm değerlerin teker teker parçalandığına şahit oluyoruz. Kimsenin sevmediği Quasimodo’yu kiliseye alacak kadar merhametli ve ağırbaşlı olan, dinsel önder olarak görülen Frollo’nun duvarları yavaş yavaş yıkılıyor ve ne kadar dirense de aşk ateşinde yok olmaktan kurtulamıyor. Sanırım müzikalden olsa gerek, en çok Frollo ile bağ kurabildim. Ben, kötünün iyileşmesindense, iyinin kötüleşmesini hayatın olağan akışına daha uygun görürüm. Mesela Yüzüklerin Efendisi kitabında en çok Boromir’i sevme sebebim de budur çünkü bir tek o mükemmel değildir.

Quasimodo ise rahibin tam tersi. Rahip harici kimseden sevgi görmemesi bir yana, hep hor görülmüş, itilip kakılmış bir karakter. Esmeralda’nın ufacık bir merhametinin aşka dönüşmesi ve bu çirkin yaratıktan ilahi denebilecek bir aşkın filizlenmeye başlaması gerçekten etkileyici. O ateş ki, Quasimodo bu ateşte yanıp yok olmayı umursamıyor bile.

Son olarak Esmeralda’nın aşkı. Sanırım o da aşkın en saf hali olarak değerlendirilebilir. Karşılık göremese de kalbinde büyüttüğü aşkına son ana kadar sahip çıkıyor.

Hugo’nun bu çok etkileyici kitabını klasik eser severlere tavsiye ediyorum. Klasiklere yeni başlayacak olanlar ise bir süre başka eserlerle pişse daha iyi olur kanısındayım. Müzikalini ise kitabı okuduktan sonra dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

15 Beğeni