Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

image

Notre Dame’ın Kamburu - Victor Hugo

Öncelikle Erdem Akakçe’ye övgüler dizmek istiyorum. Harika bir seslendirme ile Storytel’de dinledim kitabı. Sesli kitaplarda seslendirme o kadar önemli ki artık favori seslendirenlerimi takip ediyorum zira kötü seslendirme olunca çok güzel kitapların keyfi kaçabiliyor bazen.

Victor Hugo’nun 1831’de yayınlanan bu kitabının müzikalini onlarca kere dinlemişimdir. Hala ara ara canım çeker ve açar dinlerim. Müzikalden bu kadar etkilenince haliyle kitabı okurken karakterleri zihnimde müzikaldeki gibi canlandırmak durumunda kaldım. Rahatsız olmadım elbette ama okuma deneyimim sırasında aklımın bir köşesinde hep müzikal vardı.

Kitabın konusu şöyle: Quasimodo küçük yaşta Notre Dame klisesine bırakılan bir kamburdur ve çok çirkindir. Topallayarak ve kamburu karşıdan görünecek kadar eğik yürür. Kilise rahibi Frollo, Quasimodo’yu kilisesine alır ve Quasimodo burada zangoçluk yapmaya başlar (bu sebeple kulakları da sağırlaşır). Ancak Quasimodo kiliseyi evi ve rahibi sahibi olarak görür ve kilise çanlarına da gönülden bağlanır. Bir gün ortaya çingene kızı Esmeralda çıkar ve aşk tohumları da böylece gönüllere atılmış olur.

Kitabın başlarında detaylı Paris tasvirleri yer alıyor. Hugo bu konuda elini hiç korkak alıştırmamış. Uzun ve detaylı betimlemeleri sevmeyen okurlar belki bu kısımlarda biraz sıkılabilirler ama sabretmelerini öneririm zira asıl edebi ziyafet daha sonra geliyor. Ayrıca eklemeliyim ki bu bir klasik eser ve bu tür betimlemeler ve bilgilerin kitapta yer alması yadırganmamalı diye düşünüyorum. Bunları genel kültür olarak görüp, Hugo’nun anlatılarını kendinize ziyafete de çevirmeniz pek mümkün.

Aşağı kısım biraz spoiler’a kaçıyor. Kitabı okumayan arkadaşlar bu kısmı atlayabilir.

Aşkın taraflarından birisi rahibimiz Frollo. Ahlaklı bir yaşamı simgeleyen Frollo’nun aşkıyla birlikte inandığı tüm değerlerin teker teker parçalandığına şahit oluyoruz. Kimsenin sevmediği Quasimodo’yu kiliseye alacak kadar merhametli ve ağırbaşlı olan, dinsel önder olarak görülen Frollo’nun duvarları yavaş yavaş yıkılıyor ve ne kadar dirense de aşk ateşinde yok olmaktan kurtulamıyor. Sanırım müzikalden olsa gerek, en çok Frollo ile bağ kurabildim. Ben, kötünün iyileşmesindense, iyinin kötüleşmesini hayatın olağan akışına daha uygun görürüm. Mesela Yüzüklerin Efendisi kitabında en çok Boromir’i sevme sebebim de budur çünkü bir tek o mükemmel değildir.

Quasimodo ise rahibin tam tersi. Rahip harici kimseden sevgi görmemesi bir yana, hep hor görülmüş, itilip kakılmış bir karakter. Esmeralda’nın ufacık bir merhametinin aşka dönüşmesi ve bu çirkin yaratıktan ilahi denebilecek bir aşkın filizlenmeye başlaması gerçekten etkileyici. O ateş ki, Quasimodo bu ateşte yanıp yok olmayı umursamıyor bile.

Son olarak Esmeralda’nın aşkı. Sanırım o da aşkın en saf hali olarak değerlendirilebilir. Karşılık göremese de kalbinde büyüttüğü aşkına son ana kadar sahip çıkıyor.

Hugo’nun bu çok etkileyici kitabını klasik eser severlere tavsiye ediyorum. Klasiklere yeni başlayacak olanlar ise bir süre başka eserlerle pişse daha iyi olur kanısındayım. Müzikalini ise kitabı okuduktan sonra dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

15 Beğeni

Adsız2

SHERLOCK HOLMES’UN MACERALARI - SIR ARTHUR CONAN DOYLE

Su gibi akıyor Sherlock serisi. Sherlock’un başından geçen birden fazla olayı okuduğumuz keyifli bir kitap. Her olayda farklı bir macera yaşıyoruz Sherlock ve Watson ile. Sherlock serilerini daha iyi keyif alabilmek için kesinlikle sıralı okumak lazım. Sherlock’un bir macerasını okurken önceki olaya değiniyor ya da daha önceki romanlarındaki olaylara değiniyor. Bunları bilmeden de okunur okunmasına ancak o olayları bilmediğiniz için zevkinizi bozabilir biraz.

Herkese keyifli günler ve keyifli okumalar dilerim :coffee:

14 Beğeni

Sadece ilk kısmı okudum. Mars kolonizasyonu çeşitli kültürler üzerinden genelleme ve uç ayrıntılar kullanılarak anlatılıyor. Kendimi çizgi roman okuyormuş gibi hissettim. Popüler bilim kitaplarını aratmayan teknik bilgi, karakterlerin boyutsuz olması dilin sanatsızlığı beni kitaptan soğuttu. Yazar kuvvetli bir araştırma yapmış ama kurgu kısmını çok soğuk ele almış. Rastgele sayfalar açıp okudum, bilim ve toplum üzerine bir Mars fantezisi gibi gözüküyor.

Okuyanlar neleri beğendiklerini yazabilir mi? Kızıl Mars’ı Mars Yıllıkları ve Bir Mars Destanı ile kafamda karşılaştırmak için samimi olarak soruyorum.

11 Beğeni

AT, TEKERLER VE DİL

KONUSU

Dünya nüfusunun kabaca yarısı, Proto-Hint-Avrupa olarak bilinen ortak bir dil kaynağından türetilen dilleri konuşuyor. Fakat bu eski ana dili ilk konuşanlar kimlerdi ve onu dünyaya yaymayı nasıl başardılar? Şimdiye kadar kimlikleri dil bilimciler, arkeologlar ve hatta Aryan ırkının köklerini arayan Naziler için cezbedici bir gizem olarak kaldı. At, Tekerlek ve Dil, bu orijinal Hint-Avrupalı ​​konuşmacıları uzun süredir örten perdeyi kaldırıyor ve onların atları evcilleştirmesinin ve tekerleği kullanmalarının dillerini nasıl yaydığını ve medeniyeti nasıl dönüştürdüğünü ortaya koyuyor.

DÜŞÜNCELERİM

Yazar kitabını iki ana bölüme ayırmış:

Birinci bölüm konuyu okuyucuya tanıtarak başlıyor. Proto-Hint-Avrupa dilinin keşfini ve bu dil bilim probleminin nasıl ırkçı bir ideolojinin yakıtına dönüştüğünü anlatıyor. Devamında dil bilimi yöntemlerinden bahsediyor, seslerin neden ve ne yönde değiştiği ve bugünkü dillere bakıp 5000 yıl önceki bir dilin nasıl inşa edildiğini açıklıyor. Ardından aynı şeyi arkeoloji yöntemleri için de yapıyor. Okuyucuya sorunu ve araçları tanıttıktan sonra kendi teorisini özetliyor.

İkinci bölümde ise bu teorisini tarih sahnesinde yeniden inşa ediyor. Buzul Çağı’nın bitişinden MÖ 1500’lere kadar olan aralıkta, Almanya’dan Hindistan’a kadar uzanan sayısız kültür, toplum ve arkeolojik kalıntıyı kullanarak Proto-Hint-Avrupa halkının hareketlerini, komşularıyla etkileşimlerini ve nasıl değiştiklerini anlatıyor.

Birinci bölüm genel okuyucu için gayet açık, akıcı ve bilgilendirici. İkinci bölüm ise genel okuyucu için aşırı detaylı, 400 sayfanın tahminimce 100 sayfası mezarlıktan çıkan eşyaları listeleyerek geçiyor. O bölümleri arkeolojiyle çok haşır neşir olmayan birinin atlamadan okuyacağına ihtimal vermiyorum. Her alt bölümün sonunda özet geçmese ipin ucunu kaçırabilirdim.

Buna rağmen kitabı öneriyorum. Sadece ilk bölümünü okumanız bile size çok şey katacaktır.

13 Beğeni

images - 2021-08-28T181118.655
Alain Badiou& Elizabeth Roudinesco - Dün Bugün Jacques Lacan
Öncelikle bu eser bence hiç Lacan bilmeyen biri için uygun değil. Çünkü kitap insanların Lacan’dan haberdar olarak gittiği iki konferansın birleştirilmiş hali.

Lacan özellikle Zizek’in atıfları ile ülkemizde popüler olmuş bir isim. Çağdaş felsefede Zizek diyince ekürisi olarak akla Alain Badiou gelir elbette. Badiou’yu günümüzün Platon’u olarak atfetmek yanlış olmaz bence. Bu eser kendisinden sonraki neredeyse tüm filozofları etkilemiş Lacan üzerine, filozof olarak Badiou ve psikanalist olarak Roudinesco’nun fikirlerinden oluşuyor. Onun bu insanları fikirleri ile nasıl etkilediğini görüyorsunuz. Ve Lacan bir modern çağ Sokrates’i görevini üstleniyor ve Sokrates ve Platon’u bile ta o zamanlardan Lacancı olarak görüyor. Önümüzdeki yüzyılda felsefeye dördüncü bir kırılım noktası ararsak bu Lacan olacaktır. Bu önemli insanın fikirlerini temsil edecek hiçbir organizasyonun bulunmaması ise ayrı üzücü. Lacan kurduğu kendi fikir okulunu da ölmeden bir yıl önce kapatıyor. Onun felsefi mirasını da bu kitabı yazan insanlar gibi insanlar taşıyor.

Kitap ilgilisine yönelik. Psikanalizi ve felsefeyi seven insanların mutlaka bakması gereken bir isim Lacan. Yine de kitabın bilgilendirici içeriği zayıf.
8/10

8 Beğeni

Kıyamet Gösterisi

Yine buraya bayadır bir şey yazmıyorum ama illa yorum yapmalıyım dediğim bir kitap son dönemlerde çok da okumadım (belki Ölümün Sonu hakkında yapabilirdim). Önümüzdeki dönemde biraz daha fazla yorum yapabileceğim, çünkü daha az okunmuş bilim kurgu kitaplarını okuma planima dahil ettim. Kitaba geçersem; Gaiman ve Terry Pratchett’tan harika bir kitap. Pratchett’a Diskdünya nedeniyle hayranım ama Gaiman’la bir türlü yıldızım barışmamıştı, bu kitapla buzları erittik sanırım.

Öncelikle söylemeliyim ki çok eğlendim. Evet yer yer gereksiz uzayan bölümler vardı ama ben sıkılmadım. Kitap ortak yapım ama özellikle Pratchett’ın ağırlığı baya hissediliyor. Yani kitabın yazarını bilmesem ve sorsalar direkt Terry Pratchett derim. Özellikle mizahi bölümleri için. Tabii kurguda Gaiman da baya kendini hissettiriyor.

Kitaptan yer yer Diskdünya tadı almak mümkün (okuyanlar özellikle hamgi bölümlerde bu tadın zirve yaptığını bileceklerdir) Hatta bazı sürprizler de var bu konuda. Karakterlerin tamamını sevdim. Özellikle Aziraphale ve Crowley’e bayıldım (doğal olarak). Konusuna kısacık değinmem gerekirse; 6000 yıldır beklenen büyük gün nihayet geliyor. İyiler ve kötüler orduları hazırlıklarını yapıyorlar. Tabii bu esnada alametler de yavaş yavaş gerçekleşiyor. İşte biz de tam bu noktalardan konuya dalıyoruz. Yani gökten yağan balıklar, kan, okyanusların yükselmesi, atlantis, Mahşerin Dört Atlısı, uzaylılar, Deccal, Kraken… Mükemmel bir serüvende buluyoruz kendimizi.

Yalnız şunu söyleyeyim, eğer İngiliz mizahı ile aranız yoksa sevmeyebilirsiniz. Kitap absürt ve mizahi bir kitap. Benim gibi Otostopçu ya da Diskdünya severseniz, mutlaka okumanız gereken bir eser olarak tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalar dilerim.

16 Beğeni

"The Forbidden" (“Books of Blood” 5. Cilt’ten) - Clive Barker

Barker, seksenler atmosferinde kaleme aldığı, “The Forbidden” hikâyesinde bizi Helen’la tanıştırır. Orta-üst sınıf ayrıcalığının stereotipi Helen, bitirme tezi “Grafiti: Kentsel Umutsuzluğun Göstergebilimi” üzerinde çalışırken kendine “materyal” olarak İngiliz varoşu Spectator Street Estate’ı seçer. Betonarme hissizliğin, terkedilmiş dairelerin, paslanmış direklerle devrilmiş çitlerin mekanında beklenmedik bir hikâye onu karşılar. Kamerası ve sorularıyla tanımadığı hayatları parti anekdotlarına çevirmenin gelip giden bilinci içinde boğuşan Helen, bir varoş mitosu içinde bulur kendini. Fakirliğin ve dışlanmışlığın kollarında bu “tatlı” kızı sayısız “tatlı” ile beklemektedir Candyman. Barker bu noktada okuruna, kısa zamanda derinlikli karakterler, hızla ama ustalıkla inşa edilmiş bir evren, etkileyici alt metinlere işaret eden diyaloglarla dolu bir hikâye sunarken aslında kolektif bilinçaltımıza yeni bir “canavar” da armağan eder. Bu canavar, bir sorudan doğar aslında: Bizi korkutan şey nedir sahi? Doğumu başlatan uyaran, sorunun başında heyula gibi yükselen "biz"dir. Barker’ın İngiliz varoşlarında, sınıf ayrımının göbeğinde, akademik esintili akşam yemeklerine meze olan "onlar"ı; sayısız beyaz perde macerasına evrilip, nihayetinde Nia DaCosta’nın 2021 yapımı filminde Amerikan rüyasının getto yaratım-yıkım döngüsünün orta yerinde nesneleştirilen, her devrin ötekisi siyahilere dönüşür. Candyman, “biz” neysek onun tam da zıttıdır aslında. Candyman, acı acı yankılanan sirenlerin sokaklarında beyaz çizmeler altında “nefes alamayan” George Floyd’ların can suyudur. Anlatılan zamansız ötekidir. Kan dökülecek, polisler gelip gidecek, kameralar yeni “manzaralar” peşinde koşarken, ötekilerin hikâyesi anlatılmaya devam edecektir. Barker’ın "The Forbidden"ı, gösteri toplumunun beş kere dilenerek eğlenceyi “ayağına getirme” arzusunun modern korku mitosumuzun temeli olduğu gerçeğini doğurduğu için de bu kadar özel ve bu kadar önemlidir.

9 Beğeni


Daniil Kharms - Şardam Sirki
Okuduğum en ilginç eserlerden biri kesinlikle. Alt başlık olarak yazan Çocuk Öyküleri Seçkisi sizi yanıltmasın, içindeki öykülerden yalnızca biri ikisi bir çocuğun anlam verebileceği düzeydeydi. Daniil Kharms aslında başta gerçekten absürt denebilecek düzeyde eserler yazan bir yazarken, baskıcı Sovyet rejimi yüzünden normal öykülerinin yayınlanması yasaklanmış. Bunun üzerine Kharms çocuk öyküleri yazarak hayatını sürdürmeye çalışmış. Buradaki öykülerin bir kısmı da o dönemden. Fakat Sovyet yönetimi Kharms’ı çocuk öykülerinde de kendi fikirlerine sakıncalı içerikler bulunca onları da yasaklamış. İşte Kharms böyle bir yasaklar silsilesi içinde odasında açlıktan ölmüş. Sovyetler yüzlerce yıllık Rus edebiyatının içeriğini kısıtladığı yetmezmiş gibi bir de yazarların ekmeğiyle de oynamış.

Bu kitap Dönüşüm Yayın tarafında basıldı. Dönüşüm Yayın kurulduğu günden beri ilgiyle takip ettiğim bir e-kitap yayıncısı. Bu kitabı yayımladıklarını görünce de hiç vakit kaybetmeden merak ettiğim bu yazarı okuyayım dedim. Daha ilk öyküden itibaren beni karşılayan şey kelime oyunlarıyla dolu bir bulmaca oldu sanki. Üzerine düşündüren, bazen on sayfalık bazen ise on cümlelik öyküleri bunlar. “Birincisi, İkincisi…”, “Brezilya Seyahati”, “Kemik Kırmaca” ve “Yaşlı Kadın Nasıl Mürekkep Aldı?” sevdiğim öyküler oldu. Kitaba ismini veren ise bir öykü değil bir oyun. Şardam Sirki isimli bu oyun bu absürd metinlerin en zirve noktası.

Kharms benim de kendimi yetenekli gördüğüm öykü konusunda çok önemli bir isim ve bir başka kitabını çoktan listeme ekledim bile. Kısa ama düşündürücü bir eser beklentisi olanlar okuyabilir.
9/10

10 Beğeni

İlk aldığım zamanlarda başlamaya niyetlenip devamını getiremediğim kitabı geçenlerde bitirdim. Başta bana yine sıkıcı gelmişti. Sayfalar akmıyordu ve haliyle bunalmıştım ama yine de devam ettim. Hayaletin gizemi beni içine çekince bu sefer kitabı elimden bırakamadım.

Başta sevmediğim, sonra merak uyandırıcı ve gizemli bulduğum kitabı finalindeki sahnelerle sevdim desem yalan olmaz.

Erik / Hayalet hakkında daha çok şey öğrenmek isterdim. Kitabı bitirmeme neden olan tek şey zaten onun gizemi.

Kitaba başlarken, yazarın önsözde Hayaletin gerçek olduğunu vurgulamasına anlam veremediğimi belirtmeliyim, son kısımda da bunu tekrarlaması tuhaftı. Sonra kurguda anlattığı şeylerin bir kısmının gerçekleşmiş olduğunu okuyunca şaşırdım. Yani Gaston Leroux, gerçekle kurguyu kaynaştırmış.

Leroux, eserini Palais Garnier Opera binasına gidip orayı inceledikten sonra yazmış. Binanın altında gerçekten bir göl varmış ve yer altında inşa edilen bir hapishane. Binada bir hayalet hikayesi de yaygınmış. (Koridorlarda dolaşan şekli bozuk bir adamın hikayesi…)

Kitaba puanım 10/6.5

8 Beğeni

Yıllardır polisiye, korku, tarih gibi çeşitli türlerde bol bol kitap okurum. Ancak son 2 yıldır Dune ve Vakıf gibi bilimkurgu serilerini çok merak etmeye başladım. Büyük bilimkurgu serilerine girip daha türü tanımadan bu serileri heba etmemek adına tek kitaplar ile bilimkurguya giriş yapmayı düşündüm ve bunun sonucunda Kaplan Kaplan, Mars Yıllıkları, Çocukluğun Sonu, Bitmeyen Savaş ve Resimli Adam gibi forumda çok beğenilen kitapları satın aldım.

Bilimkurguya giriş kitabım Kaplan Kaplan oldu ve iyi ki bu kitapla başlamışım diyorum kendi kendime. Çünkü kitabın %60 lık kısmını çok stresli bir anımda okudum, içimden çok övülen kitap bu kadar kötü olamaz, zihnim şu anda kitabı almıyor diyerek biraz bekledim, sonra kitabın en başından okumaya başladım. Ve sonunda kitabın neden bu kadar çok övüldüğüne kendim şahit oldum.

Kitabın başında bahsedilen insanüstü hareketler çok güzel ve çok normalmiş gibi tasvir ediliyor, bu sayede sizin için bu hareketler çok normal gelmeye başlıyor. Bu hareketler kitapta her geçtiğinde artık zihninizde canlandırması çok kolay oluyor. Hikayenin akıcılıktan ziyade artık koşmaya başlamasıyla biz de bu koşuya çok kolay adapte olabiliyoruz. Kitap jauntlama ve süper hızlı hareket etme fikrini inanılmaz güzel anlatıyor , aynı zamanda kitabın hikayesi de jauntlama gibi bizi oradan oraya sürüklüyor.

Kitap bilimkurgu fikrinin, uzayda ışın tabancalarıyla metal bikinili kızları kurtarmaktan çok öte bir düşünce olduğunu adeta sindire sindire beyninize kazıyor. Olayın sadece bilim ve teknolojik olarak gelişme olmadığını, bilim gelişse teknoloji ilerlese bile insanın aynı insan olduğunu, olaylar karşısındaki homo sapiens davranışlarının aynı olduğunu gösteriyor. Kitabın 1955 yılında yazıldığını göz önüne alınca kitap daha kıymetli oluyor gözümde. Örneğin geçenlerde eşim Brad Pitt’in oynadığı bir uzay filmini izlerken ben de izlemiş oldum ancak izlediğime pişman oldum. Uzayda saçma hareketler, hiçbir manası olmayan olaylar,
Bana göre yazarın belirttiği konulardan çok farklı farklı hikayeler çıkabilir. Bugün bu hikayeyi paragöz bir yazar yazsa rahat 15 ciltlik seri çıkartabilirdi.

Son kurgu ve olayların bağlanma şekli, bir kitapta bir olayda son kurgu nasıl yapılır diye ders olarak okutulabilir. Kurgu yapılırken olan olayların hikayenin sonuna olan etkisi diğer taraftan kullanılan zaman yolculuğu fikri, uzay zaman sürekliliğinde duyuların karışması inanılmaz güzel fikir ve anlatımlar. Yanan adam fikri ve olayların oraya bağlanması çok güzel. Özellikle en son cümlelerde hikayenin ucunun açık bırakılması benim çok hoşuma gitti. Robotla olan konuşma, robotun söyledikleri inanılmaz güzeldi. Diğer taraftan okuduğum en karanlık ve boğucu yerlerden biri olan Gouffre Martel hapishanesi , dinlerin yasaklanışı vb. konuların işlenişi çok güzeldi.

Sonuç olarak kitap bana güzel bilimkurgu nedir onu öğretmiş oldu. İyi bilimkurgu iyi edebiyattır lafının içini doldurmuş oldu. Ana karakterin ve sonda yer alan robotun sözlerini burada yazıp sürpriz bozmayacağım ancak Twilight Zone (1959) adında çok sevdiğim bir TV şaheseri vardır. O TV yapımının çok güzel bir bölümü vardır. Youtube üzerinde tam halini bulamadım ama kısa olan şekli de çoğu şeyi anlatmaya yetiyor.

21 Beğeni

Kaplan Kaplan’ı çok severim. Biraz müzikal gibi canlanıyor kafamda. Sanki son sahnede herkes eşleriyle döne döne dans edecekmiş gibi.

5 Beğeni


Cesare Pavese - Senin Köylerin
Büyük yazarımız Pavese’in ilk romanı. İlk roman olmasının etkileri hissediliyor elbette. Anlatımda bazı eksiklikler var ama Pavese edebiyatının genelindeki kır havasının ilk izlenimi burada görülüyor. Pavese şiirlerini okurken özellikle, kendinizi serin bir buğday tarlasında gibi hissedersiniz, ya da cephesi açık bir kırda yürürmüş gibi. İşte Pavese ta ilk kitabından bu izlenimleri yansıtıyor. Kuzey İtalya’da geçen bu kitap Torino’daki küçük tutukluluk sürelerinin ardından Monticello isimli köylerine dönen arkadaşların öyküsü. Yanan bir ev, bozuk makine ve bolca köy hayatı içeren bu kitap çok sağlam bir merak öğesi içeriyor.

Toplumsal aktarımı sağlam olan bu kitabın eleştirilecek tarafı biraz karamsar olması olabilir. Pavese gibi yazarları sevmeyen insanlar genelde bu noktaya odaklanıyorlar. Aynı şekilde acemilikten kaynaklı teknik eksiklikler de var, tüm bunlara rağmen güzle bir roman. Pavese okunur.
8/10

9 Beğeni


Birde İngilizcesini okuyayım dedim.

10 Beğeni

Aslında 8. cilt için inceleme yapma hevesim yoktu; grip oldum, biraz ağır atlatıyorum ve bu cildin öykülerden oluştuğunu bildiğimden dolayı, genel olarak öykü sevmeyen biri olarak beğenmeyeceğimi düşünüyordum.

Bana güzel bir ders oldu. Sandman serileri içerisinde öykülerini en çok sevdiğim cilt oldu. Bu cildi nasıl öveceğimi bilemiyorum. Öykü tabanlı romanlara ciddi bir şekilde ilgi duymaya başladım. Bu adamda nasıl bir kafa var arkadaş. Müthiş üretken. Öykü bitmiyor zihin hazinesinde. Şu bitkin bedenime enerji pompalayabilen bir yazar Neil Gaiman.

Dünyaların Sonu’ndaki bir handa, zamanın ve mitolojinin içinden kopup gelmiş insan ve öteki varlıklar tarafından anlatılan hikayeler yer aldı. Birbirinden güzel hikayeler.

Bu ciltte vasat bulduğum bir öykü yok. Özellikle Prez’in hikayesi çok hoşuma gitti: Neil Gaiman ABD eleştirisini bu sefer çok açık bir dille vurgulamış. Genel olarak da okuduğum öyküler içerisinde en favorim diyebilirim sanırım.

Bir bütünlüğü olmayan hikayeleri okumak sıkıcıdır benim için. Zaten Sandman serisinde de sevmediğim ciltler bu yüzden oldu. Fakat bu cildin öyküleri çok hoşuma gitti.

Neil Gaiman, Alan Moore seviyesine çoktan ulaştı nezdimde. Alan Moore, edebiyat alanında kutsal kişiliklerden biri olarak saydığım yazardır.

Bu ciltte Rüya’yı pek göremedik. Gördüğümüzde de sırf öyküye dahil olsun diye koyulmuş. Başka hiçbir numarası yok. Aslında koyulmasına gerek de yoktu. Öyküler tek başına yeteri kadar iyiydi.

Sandman’i okumadıysanız ve incelemelerimde Neil Gaiman’ı neden bu kadar çok övdüğümü merak ediyorsanız, bu cilt onun kıvrak zekası için oldukça uygun. Ancak sonda yaşanan bir olay yüzünden sizlere bu ciltten başlamanızı öneremiyorum. O olay olmasaydı, bu ciltten seriye başlamanızda hiçbir sakınca olmazdı ve Neil Gaiman’ın müthiş zekasına tanık olabilirdiniz.

Unutmadan: Bu seferki hikayeleri sevmemin nedeni, han sakinleri tarafından, birincil ağızdan anlatılmış hikayeler olmasıdır belki de. Çok doğal, çok gizemli ve çok gerçekçi hikayelerdi.

Bu hikayelerin gerçekliğine gönülden inandım. Yolunu kaybetmiş han sakinlerinin anlattığı hikayelere onlardan daha fazla inanıyorum. Neil Gaiman’ın ciltler boyunca anlatmak istediğine katılıyorum: Bu öyküler bir yerde, alternatif evrende, düşlerde, zihinlerde; en az rüyanın kendisi kadar gerçektir, yaşanmıştır, kim bilebilir?

15 Beğeni

Dickens’ın birçok kitabını okumayı denedim. Pickwick, Kasvetli Ev, Copperfield, Dorrit, Twist…
Hepsinin çok iyi karakterleri ve kaliteli çevirileri vardı ancak hikâyeleri okumamı sürdürmem için bir sebep vermiyordu. Biraz da süslü konuşmaları iğreti duruyordu diyeyim.
Bir Noel Şarkısı hem hikayesiyle hem de Çiçek Eriş tercümesiyle beğendiğim bir hikaye oldu. Çocukken izlediğim animasyonu da başarılı ve esas metne sadık bir filmdir.

10 Beğeni

Gece Yarısı Kütüphanesi

Beğeni eşiğim oldukça düşüktür, yani kolay beğenirim. Matt Haig’ın daha önce İnsanlar kitabını okumuş ve beğenmiştim. Lakin bu kitap gerçekten kötüydü (sanırım ilk defa bir kitap için bu kadar net bir şekilde bunu söylüyorum, belki vadettiği ve aldığım arasındaki farktan kaynaklıdır). Evet, kitabın bir amacı var farkındayım, fikir de fena değil, zaten beni çeken de konusu oldu; ancak işleniş, anlatım ve de dili bence sınıfta kalıyor. Henüz kitabın başında olayların nasıl ilerleyeceğini anlıyorsunuz. İlerleyen bölümlerde (200. sayfadan falan sonra) bir ara acaba diyorsunuz ama kısa bir acaba oluyor bu. Sonunu da en azından ben beğenmedim. Yani fikri beğendim, shcrödinger’in kedisi yine karşımıza çıkıyor, hafif bir Kısa Bir Cehennem Ziyareti havası var, yer yer Karanlık Madde’ye kayıyor… Ancak neticede elimizde bir kişisel gelişim kitabı kalıyor maalesef. Evet bu kitap için bence en ideal yorum, ‘fantastik ve bilim kurgu sosuna yatırılmış bir kişisel gelişim kitabı’ olduğudur.

Ana karakteri pek sevemedim, bağ kuramadım; bazı cümleler güzeldi fakat onlar da başka yazarlardan ya da filozoflardan alıntıydı. Kitap fazlasıyla günceldi (akıllı telefonlar, face-time’lar, instagramlar vs bolca geçiyor kitapta), belki de ben yadırgadım bu durumu. Belki de yaş olarak bana çok uymadı (daha genç arkadaşlarım sevebilir belki). Bilemiyorum ama bana gerçekten hitap etmedi kitap. Yine de akıcı olduğunu söylemem lazım, konusu da fena değil. Çok boş vaktiniz varsa okuyabilirsiniz ama keşke başka kitap okusaymışım diyorum kendi adıma. Aslında popüler kitaplara hep temkinli yaklaşırdım, tekrardan bunu huy edineceğim sanırım.

Herkese keyifli okumalar dilerim.

13 Beğeni

Benim eşiğim daha yüksekmiş demek ki, İnsanlar’ı beğenmemiştim.:slight_smile: İyi başlamıştı, ancak uzaylımız Ferrarisini Satan Bilge’ye dönüşmeye başladığı andan itibaren benim için işkenceye dönüşmüştü. Matt Haig’den bir kitap daha okur muyum bilmem.

3 Beğeni

Yine o kitap anlatım olarak espiriliydi, güldüğüm yerler olmuştu, dili fena değildi ve konusu başarılıydı. Sonlara doğru büründüğü hava bence de pek iyi değildi, hatta o madde madde verdiği mesajlarda, o kitap da baya “kişisel gelişim kitabı” formuna dönüşüyordu (kişisel gelişim kitabı ve severleriyle bir derdim yok, bana hitap etmiyor, ayrıca kişisel gelişim kitabı okumak istesem direkt kişisel gelişim kitabı almayı tercih ederim), ama en azından sonlarında ve de katlanılabilir düzeyde. Bu kitaptaysa en baştan ne olacağı anlaşılıyor, tahmin etmesi kolay ve de “hayatın aslında çok iyi, sen çok değerlisin” gibi mesajlarla gidiyor. :unamused:

Ben okumam kesin olarak. :slight_smile:

3 Beğeni

Öff, demek Matt Haig‘in olayı bu. Kalsın…

2 Beğeni

Like lar izlenmeler havada uçuşabilir :stuck_out_tongue:

8 Beğeni