Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

İç Dünyamdan Notlar - Paul Auster (Can Yayınları)

Paul Auster, günlük yazmayı uzun süreler boyunca saçma bulmuş olmasına rağmen zamanla yaşlandığında, hayatın da onu sürüklemesiyle, geçmişe dair yaşanmışlık kanıtları silinince pişman olmuş. Belki de bu düşünce sebebiyle geçmişine dair hafızasında kalan anıları da içeren ve kendisini enine boyuna didiklediği iç dünyasının kapılarını açmış bu kitabında. Aslında başka kitaplarında da kendisini çokça anlatmış. Bunu kitabı okurken fark ettim. Acaba sebebi bu kaybolmuşluk, silinmişlik hissi midir, diye düşünmedim değil. Bir insan neden kendisinden ve hayatından sayfalarca bahsetmek ister? Cevap acaba dünyadan tamamen silinmeyi istememesi midir?

İç Dünyamdan Notlar; çocukluğu, ergenliği ve nispeten gençlik yıllarıyla geçmiş zaman kipiyle bir çeşit irdeleme ve iç konuşma diyebiliriz. Çocukluğundan beri okudukları, hissettikleri, nasıl düşündüğü, gençlik yıllarına nasıl ulaştığı, niçin izole olduğu, politikayla ilişkisi, okul hayatı, ilişkileri, yahudi olmasıyla alakalı yaşadığı sorunlar gibi birçok konuyu anlatarak bugün olduğu kişinin nasıl oluştuğunu da gözler önüne sermiş.

Oldukça akıcı bir otobiyografi olmuş. Son sayfalarda bulunan fotoğraflarla anlattığı bazı noktalara dikkat çekmiş. En sonda olmasaymış da kitap içeriğine dağılsaymış bence daha hoş olurmuş.

Genel olarak beğendim ve sıkılmadım. Çeviri ve editörlük gayet iyiydi. Sevenlerinin veya merak edenlerin rahatlıkla okuyabileceğini düşünüyorum. Eserlerindeki o sisli boğuk havanın nereden sızıp sayfaları kapladığı da iç dünyasında değinilmiş bana kalırsa.

7/10

12 Beğeni

Adsız3

CEHENNEMİN KAPILARI - MAURICE LEVEL

Kitabı bitirdim. Kara Çınar dizisinden çıkan ve beğenmediğim tek kitap bu olabilir :sweat_smile: İçerisindeki öyküler kısa kısa 2-3 sayfa uzunluğunda, kendini okutuyor ama ben beklentiyi çok yüksek tuttum sanırım o yüzden pek beklediğim gibi çıkmadı. Kitaptaki hikayeler ağırlıklı olarak cinayetlerle ilgili. Doğaüstü pek bir hikaye beklemeyin, ki ben o tür hikayeler de barındırır sanmıştım kapakta Lovecraft’ın da yazısını okuyunca. Haliyle beklentiyi de büyük tuttum. Ama ne üzerimde bir tedirginlik hissi yarattı ne bir şey yaptı, öyle düz düz okudum geçtim. O yüzden eğer okuyacaksanız pek beklentiyi yüksek tutmamanızı tavsiye ederim :slight_smile:

Kitaba puanım: 6/10

Herkese keyifli günler ve okumalar dilerim :coffee:

Bu da 1000k hesabım arkadaşlar. Şu an daha inceleme falan yazmadım ama yazmayı düşünüyorum. Takip etmek isterseniz şuraya bırakıyorum:

18 Beğeni

IMG_20210925_160222

Biraz Spoi Bulunur

Kazanan Tarafta Olmayacaksan Savaşa Girmenin Anlamı Yok.

Ankh -Morpork ve Klatch İmparatorluğu karşı karşıya. Hikaye ilk başta bir deniz kenarında başlıyor. Birden bire suyun yüzeyine bir kara parçası çıkıyor. Bu çıkan ada için rekabet başlıyor. Daha sonra şehrin bir köşesinde yaşanan hırsızlığa kameraları çeviriyoruz. Bu yaşanan olaylar esnasında bir de Klatch İmparatorluğunun prensi yaralanıyor. Bu suikast ve gizemler içinde kendini bulan Bekçi Sam Vimes ise bu konuda adaletin sağlanmasını düşünüyor, şehrin yetkilileri ile görüşmeye başlıyor. İmparatorluklar arasında savaş başlamak üzere, bu savaşa ancak Bekçiler dur diyebilir gibi gözüküyor. Bu arada Klatch İmparatorluğu çok ırklı bir yapıya sahiptir. Bir çöl medeniyeti, Astronominin icadı ve Hârizmî ve köriye yapılan ufak göndermeden bile bence bunu çıkarabiliriz. Tam Arap diyemiyorum ama Osmanlı, Araplar, biraz da Hindistan üzerinden Asya topraklarını temsil ediyor gibi. Klatchlar ne icat etti ki diyor bir kahraman, Al ile başlayan tüm kelimeleri icat ettiler. Arapçadaki El takısına olan göndermeyi görüyoruz.

Havucun teşkilata katıldığı günden beri ailesine mektup yazması çok güzel. Hâlâ cüce ekmeği ile ilgili dönen espiriler de. :slight_smile:
Nobby’in aşk hayatına gelince gerçekten içten güldüm. Falcı sahnesi harikaydı :slight_smile: Ayrıca parfüm sahnesinde ise Muhammed ibn Muhammed el-Nafzawi’nin Parfümlü Zevk Bahçesi’ne olan ayrı bir göndermeyi daha görüyoruz.
Veni, vidi, vici sözü ile de Sezara selam çakmaktan geri durmamış bir Bekçi teşkilatı ile savaşa doğru gidiyoruz . İşlerin sarpa sardığı sırada Vimesin koca savaş alanını tutuklayası tutuyor. :slight_smile: Biraz kitap hakkında araştırma yapınca kitabın adının 19. Yy. da yapılan İngiliz bir şarkıdan geldiğini buldum. Şarkı aynı zamanda, Jingoism ifadesinin ve kitabın başlığının kökenini de ifade ediyormuş. Unutmadan bu ada olayı da 1831 yıllarında Sicilyada da yaşanmış. Kitabın ilerleyen bölümlerinde (Vimesin savaş ve şövalyelik üzerine kitap okuduğu zamanlar)
Romalı Senatör ve tarihçi Tacitus’un oyununu ve ismini çokça görüyoruz. Son olarak Birinci Dünya Savaşı ve Kennedy Suikastıyla ilgili şeyler de görüyoruz. Daha burada yazamadığım ama okudukça farkettiğim noktalar da var. Bizim dünyamızın diyalektik göndermesini nasıl böyle yazabilmiş gerçekten hayret ediyorum :). Diskdünya maceraları hiç bitmesin istiyorum.

Kitabı geçenlerde bitirmiştim. 1k da paylaşmıştım ama incelememi burada da paylaşmak istedim. Puanım 9/10

13 Beğeni

image

Atılgan Yayınevi’nin 1999 yılında çıkardığı Bilimkurgu Öyküleri Seçkisini büyük bir zevkle okudum. Çok da uzun olmasa da uzun bir aradan sonra bir bilimkurgu öykü antolojisi okumak çok iyi geldi bana. Özlemişim gerçekten.

Kitapta bilimkurgu alanında usta diyebileceğimiz yazaarın yanında ismini ilk defa duyabileceğimiz yazarların öykülerine de yer verilmiş. Özellikle her öyküden önce yazar hakkında bilgilerin olduğu kısım bazı eserler ve yazarlar için iyi bir referans olmuş.

11 yazar ve 11 öyküden oluşan kitabı genel anlamda çok beğendim. Seçkide yok yok. Zamanda yolculuk, yapay zeka, başka gezegenlere yolculuk vs. Ne ararsanız var. Seçkide dikkatimi çeken en önemli şey de ilk defa duyduğum yazarların öykülerinin çok çok iyi olması. Nasıl olur da bu yazarlara daha önce denk gelmemişim aklım almıyor. Umarım önümüzdeki günlerde bu yazarları da görürüz.

Her seçkide olduğu gibi öne çıkan ve çok sevdiğim öyküleri de belirtmek isterim. Alfred Bester’in Muhammed’i Öldüren Adam ile ele aldığı zamanda yolculuk temalı öyküsü yaptığı finaliyle çok güzeldi. Hazır final demişken Arthur C. Clark’ın Uzaya Çıkmak Yasak isimli öyküsü mizahi sonuyla beni çok güldürdü. Ve elbette Maek Reynolds’ın Her Zamanki Gibi Ticaret adlı öyküsü de bu anlamda harikaydı. Ve son olarak Ben Jeapes’in Veri Sınıfı adlı öyküsü seçkideki favori öyküm oldu. İnsanları ve gelecekteki yapay zeka konusunu Karl Marx’cı bir YZ ile işleyen yazar beni çok etkiledi.

Seçkiye puanım 9/10

29 Beğeni

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu

Bilge Karasu, güneşin yaladığı “yırtılan ve yamanan” suların ortasında küreklere asılan Andronikos’la açar Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nı. İnsanı oyalayan küçük küçük gerçekliklerde boğulmuş, başkalarının varlığına muhtaç bir yalnızlığa hapsolmuş, onu tüm bu yangın yerinden kurtaracak "dışarı"dan uzanan eli tutacak gücü ve inancı olmayan/kalmayan biridir Andronikos. Bizans resim kırıcılığından kaçtığını sanan bu “kahraman olmak istemeyen kahraman”, İonna Kuçuradi’nin de altını çizdiği gibi aslında “kendi imgesinden, aykırı olduğunu düşündüğü kendisinden” kaçadurmaktadır. Karasu da bu kaçaduruşu, bu baskıcı rejimlerin gölgesinden kilitli benliklerin arka bahçesine uzanan bu macerayı, anlatı tekniklerini ustalıkla eğip bükerek sunar okuruna. Sisli birtakım yeşilliklerin buğulu unutuşunun ortasında yükselen “Ada”, olanca gücüyle yalnızca maviyi düşünerek tırmanılan bir “Tepe” ve değişik akşamların, değişik ışıkları içerisinde değişik ama özde aynı renklere büründüğü “Dutlar” olmak üzere Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nı uzun öykü ile roman arasında bir yere konuşlandıran üç anlatı sütunu yaratır Karasu. Birbirini parçalarken tamamlayan, nefesi kesilene kadar konuşmaya-anlaşılmayacasına susmaya mahkum, ölüm payını azaltmak için her gün yaşamlarına yeni bir şeyler katma peşinde, sevginin-kurmanın-yapmanın sözünün değil kendisinin peşinde koşan insanın öyküsünü anlatır. Yeni bir şeyler görme umuduyla gözlerini yuman, yanlışlığın alışkısından utanç duyup yine de bir şeyler yapamayan, unutmamış ama hatırlanacak da bir şeyi olmayan Andronikos, İoakim, ben, sen ve nihayetinde hiçtir izlediğimiz metnin sarı-kızıl aydınlığından geriye kalan. “Şimdi geliyorum” diye diye yaşayanların hikâyesini; yeniden karpuzları, incirleri, üzümleri görmek isteyen bir yaz vedası gibi alınan bitimsiz nefeslerle anlatır durur Karasu. Kahrolası bir sonsuzluğun, ağlanası bir varoluşun şiiridir bu. Karasu kapar gözlerimizi, bize kalır yalnızca mavi. Hep mavi. Sonrası yok. Orası, yangın yeri.

8 Beğeni

Ahmet Ümit - Kayıp Tanrılar Ülkesi

Fazla klişe bulsam da Ahmet Ümit okumayı seviyorum. Türkçe yazmasından mıdır nedir, polisiye olarak yaptığım okumalar arasında ayrı bir yeri oluyor. Hiçbir zaman King, Brown tadı alamayacağız belki ama onu da günahıyla sevabıyla kabul edip, sahip çıkmamız gerekiyor bana göre.

Kitap bol mitoloji, kıt gizem olarak ilerliyor. Mitolojiyle cinayetler arasında ben açıkçası bağlantı kuramadım. Zorla polisiye hikayenin içine ittirilmiş bir mitolojik hikaye söz konusuydu. Kopuk bir havası vardı. Yine de mitoloji kendisi zaten keyifli bir alan olduğundan hiç sıkmadı. Başkomiser Yıldız fena bir karakter değil. Sevdim kendisini. Tabi bizim Nevzat’ın eline şimdilik su dökemez diyecektim ki o da ne! Nevzat abi de şöyle bir arz-ı endam ediyor kitapta. :slight_smile:

Goodreads incelemesi şurada.

12 Beğeni

Dune Mesihi, aslında mutlu sonla biten bütün hikayelerde, masallarda o sondan sonra ne oluyor, kahramanlar neler yapıyor onu anlatıyor. İçerikle alakalı bilgi vermeden anlatacak olursam, kitap plastik karakterler yaratmadan, aynı birinci kitaptaki gibi insanın hem iyi hem de kötü yönlerini gösteriyor.

Savaşı kazanan kahramanın sonsuza kadar mutlu yaşamadığını, savaşı kazanırken neler kaybettiğini, kaybettiği şeylerin karakter üzerinde nelere yol açtığını bize çok güzelce anlatıyor Frank Herbert.

Çoğu yerde ikinci kitabın sönük olduğundan, hareketsiz olduğundan bahsedilmiş. Dune Mesihi ilk kitap gibi hızlı ilerleyen çok büyük olayların olduğu bir kitap değil. Aksine kitabın ilk yarısı oldukça yavaş, ikinci yarısına doğru biraz olaylar hızlanıyor, bazı şeyler sonuçlanıyor.

Serideki ikinci kitap olan Dune Mesihi kitabını çoğunluğun aksine ben çok sevdim. Dune serisinin en sevdiğim kısmı olan güç, din ve inançlar karşısındaki insanın durumu bu kitapta derinlemesiyle işlenmiş, dışarıdan bakınca çelik gibi duran insanların içinin çelikle dolu olmadığını gösteriyor. Kitap kendi hayatımızda bize süreklinin pompalanan çok başarılı olma, çok zeki olma, çok iyi olma gibi durumların aslında insan için fazla teorik kaçtığını, gerçekte insanın çok fazla eksikliğe sahip olduğunu altını çize çize anlatıyor .

Hikayenin bağlanması olarak , kitabın sonunu ayrıca beğendim. Klişelere yüz vermeyen yazar, kitabın sonunu bağlarken de klişelerden medet ummuyor.

Kitaba puanım : 8.5

Not: İlk kitap olan Dune ile İkinci kitap olan Dune Mesihi arasında 12 yıllık bir zaman var. O aralıkta geçen olayları merak ettim ve araştırdım. Yazarın oğlu olan Brian Herbert ve Kevin Anerson o 12 yıllık periyodu 3 kitap yazarak anlatmışlar. (Paul of Dune, Winds of Dune, Heroes of Dune)
Bu eserler henüz dilimize çevrilmemiş. Dune 6 kitabı okuduktan sonra ileride bu kitaplar dilimize çevrilirse belki bir şans verebilirim.

23 Beğeni

Benim en sevdiğim kitap şuanda ilk dört kitap arasında.İncelemeniz çok hoş olmuş.

Ayrıca kendim okumasamda oğlunun yazdığı kitapların çok kötü olduğunu duydum.Hiç beklemenizi önermem.

1 Beğeni

Teşekkür ederim efendim. Elimde 6 ana kitabın harici İthaki’nin bastığı 3 adet Hanedanlık kitabı mevcut. 6 kitabı bitirdikten sonra araya zaman koyarak ilerde macera niyetine okumak istiyorum hanedanlık kitaplarını. Diğer beklediğim kitaplarda da aynı mantıkta , uzun vadede (belki bir iki yıl sonra) Frank Herbert kalitesi olmadan ancak bildiğimiz bir evrende macera kitabı okur gibi okumak istiyorum.

2 Beğeni

Dune ilk kitabını okuyorum, evreni sevdim, merak ediyorum ancak bir türlü uzun bloklar şeklinde okuyamıyorum. 2-3 günde bir 20sf 30 sf şeklinde okuyorum. Niye böyle bilmiyorum

1 Beğeni

Ben de ilk kitabı sular seller gibi okuyamadım. Evli, çocuklu, yoğun bir işi olan biri olarak 12-13 günde okumuştum ilk kitabı, bence okurken durup düşünmek odaklanmak gerekiyor. Bu seriyi bence kıymetli yapan şey tam da bu durup düşündürme hadisesi.

2 Beğeni

ASTROPHYSICS FOR PEOPLE IN A HURRY

Öncelikle 100 sayfalık bir kitap ile evrenin tüm sırlarını öğrenmeyi beklemek yanlış olur. Adına uygun şekilde yüzeysel ve lise seviyesinin biraz üzerinde bilgiler içeren bir popüler bilim kitabı. Big Bang, fizik kanunları, ışık, karanlık madde, karanlık enerji, elementler, uzay gözlem aletleri ve gök cisimleri gibi başlıklara değiniyor.

Olaya yabancı kalmayım yeter diyorsanız iyi kitap, ama iyice öğrenmek istiyorum diyorsanız daha kapsamlı bir kitap bulmalısınız.

10 Beğeni

Diğer kitapların akıcılığı nasıldı peki hocam

Üstad ben de 2. Kitabı yeni bitirdim. Yukarıdaki onun yorumu. Akıcılık konusunda katılıyorum, diğer arkadaşlar öyle değildir ama benim okumam da sular seller gibi gitmiyor. Ama zaten kitabın içeriği de öyle çok hızlı olacak kitap değil. Ben altını çizmedim ama çok fazla altı çizilecek not alınacak fikir var kitapta.

Diğer taraftan kişinin ruh haliyle kitabın akıcılığı arasında doğru bir ilişki var. Ben mesela Kaplan Kaplan kitabını okurken 150 sayfa okudum hiç beğenmedim, ama o zamanlar hayatımdaki en buhranlı anlardan biriydi. Birkaç gün ara verip sıfırdan okuyunca çok hoşuma gitmişti.

Ruh halinin haricinde kişinin dünya görüşü Dune hakkındaki fikirlerini çok değiştirebilir. 20 yaşında çok muhafazakar inançlı bir insan olduğum zamanlarda Dune okusam muhtemelen, “Pis kafir Herbert, dinlere saldırmak için bilimkurguyu emellerine alet ediyor” derdim. 35 yaşında artık agnostik sayılabilecek bir adam olunca, keşke herkes Dune okusa, din üzerinden insanlar nasıl sömürülüyor anlasa diyorum.

1 Beğeni

Bazen 20, bazen 70 sayfa okuyorum. Genellikle 40-50 civarı ilerliyorum ve her gün okuyorum. Bence böyle daha iyi oldu. Acelem yok ve eskisi gibi hedeflediğim bir süre koymadım kendime. Keyif aldığım sürece okuyorum, sıkılınca kapatıyorum. Güzelim eserleri kendime zulüm etmeme kararı aldım. Ve dediğiniz gibi düşünmek için kendime vakit ayırıyorum ve bu vakti kayıp olarak görmüyorum. Bu vesileyle atladığım hiçbir nokta olmadı ve kitabı da test etmiş oluyorum; ki şu ana dek hiçbir açığını yakalayamadım. Diyaloglar boşuna yazılmamış, sade olmasına rağmen anlam derinliğini yakalamış. Bu kitabın kırgudan öte olduğunu düşünüyorum. Yazar her satırı hayatında bir şekilde deneyim etmişçesine kurgulamış. Bu da hiçbir olay ve diyaloğun havada kalmamasını sağlamış. Gerçekten de klasik etiketini hakeden bir eser.

Bunu daha önce okuduğum fantastik ve bilimkurgu olsun veya olmasın pek çok kurgu kitabına istinaden söylüyorum.

2 Beğeni

Ahmet Ümit’in yıllar önce İstanbul Hatırası kitabı çıktığı zaman alıp okumaya başlamış ancak kitabı bitirememiştim. Neden okuyamadığım hakkında aklımda birşey kalmadı. Yazarın kişiliğini sevdiğim için fırsat bulunca kitaplarına yeniden şans vereceğim.

Ahmet Ümit çizgi romanları ise ilk gördüğümden beri hep ilgimi çekmişti. Sonunda hepsini okuma imkanım oldu. Sırayla gidecek olursam ;

Başkomser Nevzat - Tapınak Fahişeleri
En beğendiğim eser oldu. Hem çizimleri hem de hikayeyi sevdim. Orijinal basım tarihi eski olmasına rağmen yeni bir olayın tıpkısının aynısı diyebiliriz. İçeriğe dair konuşup sürpriz bozmak istemem ama okuduğunuzda ben bu hikayeyi biliyorum diyeceksiniz . İsmail Gülgeç çizimleri güzel, hikaye bilindik ama güzel. 8/10

Başkomser Nevzat Çiçekçinin Ölümü
İsmail Gülgeç tarafından çizilen diğer Başkomser Nevzat çizgi romanı. Hikaye çok iyi değil ancak yine çizimlerle okunur güzel bir eser. Şehir çizimleri, silüetler, karakterler çok iyi kotarılmış.
7/10

Başkomser Nevzat Davulcu Davutu Kim Öldürdü
Diğer kitapların aksine bu kitapta çizer olarak karşımıza Aptülika çıkıyor. Malesef Aptülika’nın yaptığı çizimler kötü, hatta çok kötü. Çizeri daha öncesinden tanırım, cinai bir çizgi romanda farklı bir şeyler yapacağını düşünmüştüm ancak yanılmışım, çizimler basmakalıp 90’larda ucuz gazetelerdeki çizimler gibi. Çizimler kötü olunca bu sefer hikayeye odaklanamıyorsunuz. Hikaye farklı güzel ama maalesef eseri kurtaramamış. Sayfaları çevirdikçe bir cinayet çizgi romanından çok, saçma esprilerin yer aldığı mizah dergisi okuyacak havası veriyor. 4/10

8 Beğeni

Bunları ben de okudum ve benzer beğeni durumumuz var. Aptülika’nın çizimleri hiç yakışmamış Başkomser Nevzat’a.

1 Beğeni

İlk bunu açıp çizimleri görünce kapatıp hepsini kaldırmıştım. Diğer kitaplara bakayım ben de. :slight_smile:

2 Beğeni

@Gelu Nihat Beyle aynı düşünmemize sevindim. Siz de okuyunca bize hak vereceksiniz Sayın @isos81 .

2 Beğeni

House of Suns’ı okumayı bitirdim. Anladım ki Alastair Reynolds da büyük konsept yazarlarındanmış; bundan kastım Cixin Liu, Peter Watts, Greg Egan veya Dan Simmons gibi onun da bilim kurgusunu karakterlerden öte çığır açıcı, büyük fikirlerin üzerine inşa etmesi.

Bu romandaki karakterlerin bazıları (özellike Robot olanlar) aslında oldukça ilginçler ve öykülerini merakla okutuyorlar; ancak kitabın asıl olayı Reynolds’un okuyucunun kafasına baş döndürücü konseptleri ardı ardına fırlatması. Tüm bunlar leziz bir hikâyeyi destekledikleri için de kitap su gibi akıyor.

Reynolds’un bu romanında hikâyeye mükemmel bir şekilde yedirdiği, benim bilim kurgu damarlarımı zevkle kabartan konseptlerden bazıları:

  • Transhümanizm, hazıfa kopyalama
  • İnsanlığın galaktik çapta kolonileşmesi ve bunu mümkün kılan klonlama ve statis/göreli zaman teknolojileri
  • Teknolojik tekillik, gerçek yapay zekalar (co-sentients), ilk makine uygarlıklarının ortaya çıkışı
  • Dyson küreleri ve bunların yaratıcı uygulamaları
  • Relativistik hızlara çıkabilen 25 km büyüklüğündeki uzay gemileri
  • Solucan delikleri ve bunların silah olarak sıradışı kullanım şekilleri
  • Olay örgüsünün yayıldığı sıradaşı süre (günümüzden itibaren 6 milyon yıl)
  • Daha da eski uygarlıkların (milyarca yıllık) bahsi. Bu uygarlıkların geride bırakmış oldukları (ve nadiren de izlerine rastlanan), 6 milyon yaşındaki insanlığa bile karşılarında kendini karınca gibi hissettiren tanrısal teknolojiler.

Bayıldım. Alastair Reynolds favori yazarlarım arasına girdi, yakın zamanda Revelation Space’ini de okuyacağım.

Ama öncesinde Steven Erikson reyizin Malazan’ına başlamaya cüret ettim ve kitabın ilk 100 sayfasını okudum.

Malazan’ın başlaması çok zor bir seri olması kanaati internette öyle büyük bir efsane haline geldi ki, artık pes ettim, merakıma yenik düştüm ve kitaba daldım. Büyük çoğunluğun katıldığı nokta sanırım Steve Erikson’ın daha ilk kitapta okuyucuyu elini hiçbir şekilde tutmadan, onlarca karakterin, birbirleriyle savaşan imparatorlukların ve bir bok anlaşılmayan olayların tam ortasına atmasıydı.

Hatta Steven Erikson ilk kitaba sonradan 2 tane önsöz yazmış, bunlardan birinde okuyucudan verdiği rahatsızlıktan dolayı neredeyse özür diliyor :slightly_smiling_face: :

“Ulan okuyucu, evet kitap zor başlıyor, belki şimdiki kafayla yazmış olsam stilistik olarak bazı yerlerini değiştirirdim de, ama geneline baktığımda bu kitap neyse o. Ben diğer yazarlar gibi elinden tutmam senin; bu kitabı yazmaya girişirken de fantezi yazınındaki tüm kalıpları yıkmaktı amacımız, bunu da başardığımıza inanıyorum. Kitabın üçte birini oku (çoğunluğun kırılma veya devam etme eşiği) ve kendin karar ver!”

Benim ilk 100 sayfadaki izlenimlerim ise genelin aksine hiç de olumsuz olmadı; herhalde kendimi öyle korkutmuşum ki, karakterleri anlamaya ve bunları çeşitli olaylarla bağdaştırmayı başardığım için kendimden şüphe bile ettim. Öyle abartılacak bir karmaşa görmedim, tabii ilk 100 sayfa doğru bir kanaat oluşturmak için henüz yeterli olmayabilir. Bunun dışında yazarın tarzını (güzel bir anlatımı var, yer yer çok sağlam diyaloglar var, ayrıca mizahı da kuvvetli) ve hikayenin geçtiği grimdark benzeri evreni gayet beğendim. Böyle keyifli devam etmesini umuyorum, büyük bir potansiyel görüyorum.

22 Beğeni