House of Suns’ı okumayı bitirdim. Anladım ki Alastair Reynolds da büyük konsept yazarlarındanmış; bundan kastım Cixin Liu, Peter Watts, Greg Egan veya Dan Simmons gibi onun da bilim kurgusunu karakterlerden öte çığır açıcı, büyük fikirlerin üzerine inşa etmesi.
Bu romandaki karakterlerin bazıları (özellike Robot olanlar) aslında oldukça ilginçler ve öykülerini merakla okutuyorlar; ancak kitabın asıl olayı Reynolds’un okuyucunun kafasına baş döndürücü konseptleri ardı ardına fırlatması. Tüm bunlar leziz bir hikâyeyi destekledikleri için de kitap su gibi akıyor.
Reynolds’un bu romanında hikâyeye mükemmel bir şekilde yedirdiği, benim bilim kurgu damarlarımı zevkle kabartan konseptlerden bazıları:
- Transhümanizm, hazıfa kopyalama
- İnsanlığın galaktik çapta kolonileşmesi ve bunu mümkün kılan klonlama ve statis/göreli zaman teknolojileri
- Teknolojik tekillik, gerçek yapay zekalar (co-sentients), ilk makine uygarlıklarının ortaya çıkışı
- Dyson küreleri ve bunların yaratıcı uygulamaları
- Relativistik hızlara çıkabilen 25 km büyüklüğündeki uzay gemileri
- Solucan delikleri ve bunların silah olarak sıradışı kullanım şekilleri
- Olay örgüsünün yayıldığı sıradaşı süre (günümüzden itibaren 6 milyon yıl)
- Daha da eski uygarlıkların (milyarca yıllık) bahsi. Bu uygarlıkların geride bırakmış oldukları (ve nadiren de izlerine rastlanan), 6 milyon yaşındaki insanlığa bile karşılarında kendini karınca gibi hissettiren tanrısal teknolojiler.
Bayıldım. Alastair Reynolds favori yazarlarım arasına girdi, yakın zamanda Revelation Space’ini de okuyacağım.
Ama öncesinde Steven Erikson reyizin Malazan’ına başlamaya cüret ettim ve kitabın ilk 100 sayfasını okudum.
Malazan’ın başlaması çok zor bir seri olması kanaati internette öyle büyük bir efsane haline geldi ki, artık pes ettim, merakıma yenik düştüm ve kitaba daldım. Büyük çoğunluğun katıldığı nokta sanırım Steve Erikson’ın daha ilk kitapta okuyucuyu elini hiçbir şekilde tutmadan, onlarca karakterin, birbirleriyle savaşan imparatorlukların ve bir bok anlaşılmayan olayların tam ortasına atmasıydı.
Hatta Steven Erikson ilk kitaba sonradan 2 tane önsöz yazmış, bunlardan birinde okuyucudan verdiği rahatsızlıktan dolayı neredeyse özür diliyor :
“Ulan okuyucu, evet kitap zor başlıyor, belki şimdiki kafayla yazmış olsam stilistik olarak bazı yerlerini değiştirirdim de, ama geneline baktığımda bu kitap neyse o. Ben diğer yazarlar gibi elinden tutmam senin; bu kitabı yazmaya girişirken de fantezi yazınındaki tüm kalıpları yıkmaktı amacımız, bunu da başardığımıza inanıyorum. Kitabın üçte birini oku (çoğunluğun kırılma veya devam etme eşiği) ve kendin karar ver!”
Benim ilk 100 sayfadaki izlenimlerim ise genelin aksine hiç de olumsuz olmadı; herhalde kendimi öyle korkutmuşum ki, karakterleri anlamaya ve bunları çeşitli olaylarla bağdaştırmayı başardığım için kendimden şüphe bile ettim. Öyle abartılacak bir karmaşa görmedim, tabii ilk 100 sayfa doğru bir kanaat oluşturmak için henüz yeterli olmayabilir. Bunun dışında yazarın tarzını (güzel bir anlatımı var, yer yer çok sağlam diyaloglar var, ayrıca mizahı da kuvvetli) ve hikayenin geçtiği grimdark benzeri evreni gayet beğendim. Böyle keyifli devam etmesini umuyorum, büyük bir potansiyel görüyorum.