Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Tamamdır teşekkürler.

Buse Cinayeti - Mehmet Murat Somer

Hop-Çiki-Yaya serisinin ikinci kitabı olan Buse Cinayeti’ni, dinleyip de beğenmediğim kitaplardan sonra biraz daha “bilindik sulara” dönme isteğim sonucu dinledim. İlk kitapla aynı kişi seslendirdiği için hiçbir yabancılık çekmedim (Ahmet Ümit’te farklı kişiler olduğu için Başkomser Nevzat’ta uyum sorunu yaşamıştım). Bu yüzden bana kalırsa seri kitapları hep aynı kişi seslendirmeli.

Hop-Çiki-Yaya nedir peki? Homojondergi’de yayımlanan bir yazıda şöyle açıklanıyor:

Yazarımız bir röportajda bunu şu şekilde açıklıyor; 1950 İstanbul kız kolejleri spor karşılaşmalarında “hop çiki yaya nümayiş çok yaşa” gibi bir şey dermiş. 1950 sonrası Nişantaşı kadınlarıysa davranışlarında ayıplanan bir durum karşısında “Ay, çok ayıp.” yerine “Hop çiki yayalık yapma” demeye başlamış. O dönemler eşcinsel yerine queer denir, eşcinsel-gay kelimeleri kullanılmazmış. 1960’larda ‘hop çiki yaya’ plaklarda alt başlık olarak kullanılmaya başlanmış. “Şarolo” yani eşcinsel olarak kullanılmış. Sonuç olarak, Hop Çiki Yaya diyerek hem geçmiş kuşağa saygı hem de eşcinsel karşılığın gündeme girmesi için seri ismi olarak seçilmiş…

Önce konusu:

Ortada iki cinayet: Buse ve öldürülen yaşlı komşu kadın; bir şantaj çetesi, adı bile duyanı ürperten Süreyya Eronat, sansürcü gazeteciler, kendilerince gizlemelerine gerek olan ilişkiler yaşamış bir dolu iyi-kötü ünlü adam vardı. Hepsinin üstünde, gözümü korkutma konusunda elinden geleni yapan Sofya vardı. Her şeye bulaşan, yaptıklarının artık sosyal dedikodu merakını aştığına inandığım Hasan ayrı bir meseleydi.

Zekâsı ve azmiyle, vahşice işlenen seri cinayetlerin üstesinden gelen kahramanımız, eğitimli, kültürlü, sanattan anlayan, yaşamdan zevk almayı bilen, tutkulu, bakımlı, atletik yapılı, gerektiğinde ‘aslan gibi delikanlı’ bir travesti…

Birinci kitapla benzer şekilde, adını bilmediğimiz protagonistin (sonraki kitaplarda açıklanıyor) bir arkadaşının öldürülmesi ile başlıyor kitap. Asıl adı Fevzi olan Buse, zamanında önemsiz ama şimdi çok önemli bir kişiyle ilişki yaşamış ve bu anları da kameraya almıştır. Kokain çekip de ortalıkta ötmeye başlayınca Buse öldürülmüş ve kahramanımız da olayı aydınlatmak için araştırmaya başlamıştır.

Aslen bir dedektif kitabı olsa da bu konuda biraz zayıf kalıyor maalesef. Protagonist sanki kaybolan bir eşyayı arar gibi katili arıyor ve kitabın konusunda yazdığının aksine özel bir yetenek de sergilemiyor. Benzetmek gerekirse Remzi Ünal’ın bir iki gömlek altında olarak yorumlamak mümkün. Kitabı dedektif değil de sosyoloji kitabı gibi görürseniz daha çok zevk alırsınız, yoksa bir Kızıl Nehirler beklentisinde olmamanızda fayda var.

Kitap +18 yine. Travesti ve eş cinsel merkezli olduğu için değil, bu kişilerin hayatlarında yaşadığı zorluklar, maruz kaldıkları iğrençlikler ve bazı cinsel fantezilerin yer alması sebebiyle böyle düşünüyorum. Kitabı doğrudan “çerezlik” olarak yanlış olacaktır çünkü yukarıda dediğim gibi sosyolojik yönü çok kuvvetli bir seri. Açık görüşlü birisi olmama rağmen benim bile sınırlarımı genişletmemi sağladı. Bunu da bir kazanım olarak görüyorum.

Malum, ülkede eş cinsel görünce kafasına taş yağacağını zannedenler olduğu için öyle herkese tavsiye edemiyorum. Konusu ilginizi çektiyse, biraz daha konfor alanından çıkıp rahatsız olmak isterseniz, okumanızda fayda görüyorum.

8 Beğeni

Nazım Hikmet Ran - Bütün Şiirleri (Yapı Kredi Yayınları)

Nazım Hikmet’in bütün şiirlerini kapsayan bu kitabı okumak için acele etmemek lazım. En azından siyasi tarih açısından bilgi birikim gerektiğini düşünüyorum.

Genel olarak ne demeli pek de bilemiyorum. Nazım Hikmet gerçekten dolu dolu zamanının detaylarına değinmiş birisi. Her olay hakkında fikirlerini çekinmeden nev-i şahsına münhasır tarzıyla anlatmış okuyucusuna. Yaşadıkları gerçekten çarpıcı. Zaman zaman bıkkınlığı, zaman zaman o içindeki ateşi her satırda hissediyorsunuz. Siz de şiirleriyle yükseliyor, acı çekiyor, seviyor ve üzülüyorsunuz. Gerçekten dolu dolu bir eserdi. Kesinlikle tavsiye ediyorum fakat biraz tarihi açıdan da bilgi birikim olması gerektiğini unutmayın. En azından yakın siyasi tarih hakkında bir şeyler okuduktan sonra okunmalı diye düşünüyorum ben.

Bir tek “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı bölümde biraz sıkıldım. Sağda solsa gördüğünüz ve önünü ardını bilmediğiniz şiirlerinin kim ve ne için yazıldığını daha iyi kavrıyorsunuz. Bu açıdan da oldukça doyurucu oldu diyebilirim.

Özellikle atom bombası hakkında yazdığı şiirleri insanın boğazını düğümlüyor. Yer yer üstümde öyle bir ağırlık hissettim ki okumaya devam edemedim. Ara vermek durumunda kaldım.

Genel olarak değerlendirdiğimde kesinlikle bir kez daha okumam ve bu sefer daha sakin ve araştırarak, notlar alarak okumam gerektiğini düşünüyorum. Ben biraz da tanımak ve anlayabilmek adına dümdüz okudum. Birçok noktada kendimi de değerlendirme terazisine koydum. Uzun zamandır şiirlere ara vermiştim ama bu dönem biraz şiirlere ağırlık vermeyi planlıyorum.

81d7e74a64911808970a8aeab7c7195121066c1e_2_375x499

Yalnızlık Bir Uçurumdur - Franz Kafka (Aylak Adam Yayınları)

Genelde benim çok hoşlanmadığım bir tarzda basılmış bir kitap. Kafka’nın eserlerindeki popüler olabilecek ve olmuş cümlelerin toplandığı bir kitap. Bana göre gerek yok böyle eserlere fakat alıntı paylaşıp sükse yapmak isteyenler için birebir diyebilirim. Bu yüzden hemen taşlamayın, tercih meselesi olduğundan saygı duyuyorum.

Bazı sözlerine zaten eserlerinde rastlamıştım. Diğerlerinin de hangi eserlerden alıntı olduğu az çok belli oluyor aslında. İçimden bunu okurken şiirleri olsa Poe’ya benzer bir yaklaşımda olurmuş diye düşündüm. Varsa da şiirleri bilmiyorum. Ben dolu dolu yazılmış şiirlerden bahsediyorum.

Yine de aldığımızı almak gerek. Düşünecek ve belki de düşüncelerinizi çarpıştırabileceğiniz bir yönü de yok değil.

9715b49615e3f1aed910167543a6b91d4c32d459_2_375x499

Gizli Başyapıt - Honoré de Balzac (Can Yayınları)

Uzun süre sonra okuduğum en iyi çevirmen önsözü sanırım bu kitaptaydı. Verdiği bilgilerle okuyucuya kolaylık sağlaması bir yana belki de çoğu kişinin ıskalayacağı bilgiler vardı.

Kitap ince, tadımlık bir eser zaten. Mükemmeliyetçilik konusunda kendisini kaptıran bir ressamın zamanla mükemmellik kavramının onu nasıl yozlaştırdığını anlıyoruz. İnsan ne kadar yetenekli olursa olsun bazı takıntıları yüzünden bu yeteneğini heba edebilir. Aslında güzel bir mesaj içeriyor. Özellikle mükemmeliyetçilik konusunda kendisini kaybeden ve zorlayan bir kişiliğiniz varsa okunmasında fayda var. Bunun dışında sanatı ve sanatçıları seven birisiyseniz küçük bir tatlı niyetine okuyabilirsiniz.

8910c480c48da8b341c430d768e57692e21a9ea0_2_375x499

Ateş Yakmak - Jack London (İş Bankası Kültür Yayınları)

Okurken iliklerinize kadar donacağınız bir kitap. Yine mini, tadımlık eserlerden diyebiliriz. Çevirmen notlarının arkada olmasından hoşnut değilim. Bir öne bak bir arkaya bak derken dikkatim dağılıyor benim. Nedense akıcı bir okuma deneyimi olarak uygun değil bana göre.

Ateş Yakmak öyküsünün iki farklı versiyonu mevcut kitabın içinde. Birisi kelime olarak daha kısıtlı ve çocuklar için yazıldığından dolayı daha pozitif, diğeriyse zaman içinde geliştirilmiş ve kelime kısıtından kurtularak yeniden düzenlenmiş hali. Ben ikinci uyarlamayı daha çok sevdim. Bana göre daha çarpıcıydı. Çevirmenin iki öykü arasındaki farkları yazmasının sebebini anlayamadım bir tek. Zaten okuyarak biz bunları kavrayabiliriz.

Bunun dışında bir öykü daha vardı ki gerçekten iyice uzatılsa ciddi anlamda psikoloji bozacak bir öykü. İnsanın hırsları ve yaşama tutunma azminin onu adım adım nasıl yok ettiğini gözler önüne seriyor. Öykünün sonundaki karakterin o sahildeki hali bana çok vurucu geldi. Beğendiğim bir eser oldu.

21 Beğeni

Bitirdim ve gerçekten beğendim. Şimdi 2. kitaba başlayacağım.

Mark Twain’dan okuduğum ilk kitap.

Kitaptaki son metin olan “Âdem Ailesinin Belgeleri” hariç, kitabı severek okudum. O kısım pek akıcı değildi, bu yüzden bir parça sıkıldım.

En sevdiğim kısımlar Adem ile Havva’nın Günceleriyle beraber, şeytanın ağzından anlatılan parçalar (Cennetteki O Gün ile Dünyadan Mektuplar) oldu.

Adem ile Havva’nın günceleri komik, onları okumak keyifliydi. Şeytanın anlattıklarıysa baştan sona ilgi çekiciydi. Burada Eski Ahit- Yeni Ahit üzerine çeşitli konularda eleştiriler mevcuttu ve yazar bunları iğneleyici bir üslupla aktarmıştı.

Kitaba puanım: 8

İncil eleştirileri için sonra da okumayı düşünüyorum.

15 Beğeni

DÜNYA’NIN UCUNDAKİ FENER - JULES VERNE

Kitabı bitirdim, oldukça güzel bir kitaptı. Sadece; denizle, gemilerle ilgili terimler yer yer beni bunalttı ama konu olarak sürükleyiciydi. Estados Adası olarak bilinen ıssız bir yere gemilere yardımcısı olması için bir deniz feneri inşa ediliyor ve buraya üç bekçi 3 ay görev yapmak üzere bırakılıyor, ama kapaktan da anlaşılacağı üzere adada bu üç bekçiyi bekleyen bir tehlike söz konusu oluyor ve macera da böylece başlamış oluyor. İş Bankasının diğer Jules Verne eserlerini de hızlıca basması temennisiyle… :pray:

Herkese keyifli akşamlar ve keyifli okumalar dilerim :coffee:

18 Beğeni

0001917276001-1

Sonsuzların her birini anlatıyor bu cilt.

Ana serinin tamamlanmasının ardından yazılmış bir cilt. Yani olmasa da yokluğunu aramazdık.

Neil Gaiman’ın yazmak için yazdığını düşünmüyorum. Yazmasının sebebi seriye olan özlemi bence. Sevgisi neyse ki saçmalamasına sebep olmamış.

Ortalama bir cilt oldu benim için.

Okurlar genel olarak aynı şeyleri yazmış: Hezeyan’ın ve Keder’in hikayesindeki başarıları.

Sonsuzlar, insan doğasının müthiş bir tasviri.

Ben biraz da Arzu’yu konuşmak istiyorum.

Bazı Sandman okurları Arzu’yu sevmez. Kötü kardeştir o. İnsanın kardeşine yaptığı hainlik, en büyük kötülüklerden biridir. Yani sevilmemesi konusunda tartışmaya gerek yok.

Fakat Arzu, insanlığın en müthiş tasviridir. Sandman serisinde insan doğasını yansıtan en başarılı karakterdir zannımca. Zaten Arzu’nun kendisinden beklenen de o olmalı.

Arzu ne iyidir ne kötü; kendi doğasına kulak verir.

Ben dine inanmam. Lakin bir şeyi şeytan olarak adlandıracak olsaydım, arzularımız olurdu. Şeytan, arzularımızın sesidir.

Açıkçası ben iyi bir insan olduğuma inanmıyorum. Kötü müyüm bilmiyorum. Sadece insanım ben. İkiyüzlü değilim. Kötülük yapmışsam, kötülük yaptığımı söylerim. Ve özellikle yaptığım kötülükleri söylerim. Çünkü bundan zevk alırım. Zevk alırım. Herkes iyi yönleriyle öne çıkıyor, kimsenin kötü yönlerini göstermeye cesareti yok. Kötülükten zevk almıyorum, kötülüğümü söyleyebilmemden gurur duyuyorum.

Bu yüzden Arzu, bu ciltte kendime en yakın hissettiğim karakter oldu. Genel olarak Ölüm favori karakterim olsa da, Arzu’yu bir şekilde yakın görürdüm kendime.

Cilt hakkında genel bir yorumda bulunmak gerek. Ebediler, insanüstü varlıklar, birçok insandan daha insani olduğunu hissettirdiler.

Neil Gaiman’ın kalemindeki deneysellik de asla gözümden kaçmamıştır. Hikayeye göre şekil alan bir edebi dili var. Romanlarında bunu göremedim ama Sandman serisinde bu yönünü kullanmayı seviyor. Romanlarında yapmıyor fakat Sandman serisinde yazım olarak bazen fazlaca romantizme kaçtığı oluyor.

Ben genelde agresif bir dil kullanmayı sevdiğim için, romantizme kaçan yazım tarzlarını pek sevmem. Bayıcı, süslü ve fazlası da komik oluyor.

Bu ciltte de gerek görsel, gerek dil olarak yoğun bir sanatsal uğraş verilmiş. Baydığı oldu mu, oldu. Fakat sevdim. Seri ele alındığında insanlar hep Neil Gaiman’ın deneysel yönünü atlıyor. Yeniliğe daima açık ve denemekten kaçmayan bir yazar. Bu denemelerini de hep Sandman üzerinde yapmasa, belki romanlarını da seveceğim.

Tamam.
Bitti.
Dağılabiliriz.

12 Beğeni

55262194

Okumayı istediğim ve açıkçası merak da ettiğim bir novellaydı. Martin’in derlemelerinde yer alan, fakat telif hakları sebebiyle Türkçesine bir türlü kavuşamadığımız bir öykü

The Lightning Tree, Bast’ın Yoltaşı dışında, Newarre’da neler yaptığını anlatıyor. Bast’ın muzipliklerini okuduğumuzu söyleyebilirim. Tabii sadece bu kadarıyla sınırlı değil. Rothfuss’un evreni hakkında da yeni detaylar öğreniyoruz.

Okuması keyifliydi. Dil olarak bu adamı kime benzetiyorum diye düşündüm okurken. Neil Gaiman fanı olduğum doğrudur. Fakat bir doğru daha var ki, o da Rothfuss’un kuduz gibi bir Gaiman fanı olması. Yazım stilleri ve sözcük seçimleri benziyor. Fakat Neil Gaiman’ın roman dili basitken, Rothfuss’un dili her zamanki gibi şiirsellik uğraşına düşmüş.

İngilizcemi bir türlü istediğim seviyeye çıkaramadım. Fakat inanın, The Lightning Tree okuma açısından beni umduğum kadar zorlamadı.

Okuyacaklar için söylemeliyim ki büyük bir beklentiniz olmamalı. Rothfuss bir şeyler anlatmayı çok seviyor. Sonuç önemli değil. En basit, en sade bir şeyi bile iyi anlatmak onun hobisi (bence).

Bana soracak olursanız, beğendim. Eğlenceli, muzip ve her zamanki gibi sırları olan bir Rothfuss anlatısıydı.

1000kitap’ta bulamadım öyküyü. Yöneticilerden biri eklerse sevinirim. Orada da incelemelerimi paylaşıyorum.

11 Beğeni

THE UNFOLDING OF LANGUAGE

Kitap dil bilimi tarihi, dillerin yapısı, dillerin neden ve nasıl değiştiği, dilde yıkıcı ve yapıcı etkenleri, ve yeni kelimelerin nasıl ortaya çıktığı gibi konuları anlatıyor. En son bölümde ise “ben Tarzan” basitliğindeki bir dilin; zamanla nasıl zamir, ek, zaman kipi vb. yapıları kazanabileceğiyle ilgili bir beyin fırtınası yapılıyor.

Kitabın dili dolayısıyla birçok örnek İngilizce, Fransızca ve Latince’den. Fakat yeri geldiğinde diğer dillerden de bahsediliyor. Öge dizilimini anlatırken İngilizce’ye tam karşıt olarak Türkçe’den örnekler veriyor. Dillerdeki yaratıcı etkileri anlatırken Sami dil ailesindeki fiil kalıplarının nasıl doğduğunu açıklıyor.

Genel olarak rahatça takip edilebilen bir kitap. Anlatımın teknikleşip sıkıcılaştığı yerler yok değil, ama asıl detaylar kitabın sonundaki ek bölümlere kaçırılmış. Konu ilginizi çekiyorsa öneririm, dilin bir bütün olarak incelenmesine ek olarak birçok ilginç trivia da içeriyor.

12 Beğeni

Ahmet Ümit yaşı göreceli olarak genç bir yazarımız. Her ne kadar polisiye tarzı ile yakinen ilgilenmiyor olsam da iyi eserleri olduğunu biliyorum. Vikipediye göre 20 den fazla romanı var. Ben dün akşam Aşkımız Eski Bir Roman kitabını bitirdim. Romanını demiyorum Kitabını diyorum çünkü kitap üç uzun öyküden oluşuyor. Biri kitaba adını veren Aşkımız Eski Bir Roman, diğeri Overlokçu Kız ve üçüncüsü Sergey Nikolayeviç Jerkovskiye Ne Oldu? Üçü de komiser Nevzat öyküleri.
En son bitirdiğim Yüzüklerin Efendisi Kralın Dönüşü’ne göre daha kolay bitirdiğim bir kitaptı. Kısa cümlelerden oluşan sürükleyici bir kitaptı. Son zamanlarda okuduğum eserler arasında hızlı okumamı sağlayacak kadar akıcıydı. Merakımı uyandırdı. Ha bu sayfadan sonra ha öbür sayfadan sonra katil belli olacak derken bir bakıyordum ki öykü bitmiş. Üstelik sonuna kadar katilin kim olduğu anlaşılmıyordu da, ustamın ellerine sağlık. Yine de koskoca Ahmet ümit için hafif kalmış bir eserdi kanaatim. Sanki boş kalmış olmamak, bu ara yazıya ara verdi dememek için yazılmış öykülerdi. Her üç konuda ilginçti ama anlatım çok sıradan geldi. Hani siz tüğkler nasıl derler basma kalıp ifadeleğ ve klişe cümleleğ. Bir de ‘ciğim’ler beni rahatsız etti. “Alicim, Zeynepcim, bazı yerlerde yerinde olsa da çoğu zaman eğreti olduğunu düşündürdü bana. Edebiyatımızda Ahmet ümit gibi biri olduğu için ve de onun kitaplarından birini daha okuduğum için mutluyum.
Bilin bakalım sıradaki kitap hangisi?

9 Beğeni

Yaklaşık 2 aydır okumanın ardından serinin ilk kitabını bitirdim.
Belki de hayatımda okuduğum en dolu dolu kitap olabilir kendisi. İçinde bilim kurgudan ekoloji bilimine, politikadan sosyolojiye geniş yelpazede temaların başarılı bir şekilde işlendiği, karakter derinliğinin çok başarılı olduğu, bilim kurgu kitabı denip geçilecek bir yapıttan çok daha fazlası olan bir kitap.
Kitaptaki bilimkurgusal, fantastiğe kayan ögeler öyle bir işlenmiş ki bir an gerçek oldukları hissine kapılıyorsunuz, buna solucanlar dahil :slight_smile:
Evet, son 150 sayfası hariç kitap akıp gitmedi, evet araya başka kitaplar da sıkıştırdım(kitabın kafamdaki değerini azaltacak çapta değil de ince kitaplar) ama böylesi bir yapıtı 3 günde okuyup geçmek zaten saygısızlık olurdu diye düşünüyorum.
Filminden sonra serinin devamını da okumayı dört gözle bekliyorum…

28 Beğeni

Keşke bende 2. ve 3. içinde aynı duyguları beslese idim. İlk kitabı okuduktan sonra tüm seriyi aldım büyük bir heyecanla fakat 2. ve 3. kitap birincinin çok altında kaldı benim için :frowning:

51c3pru+RDL.AC_SY780

Zaman Çarkı 1. Cilt - Dünyanın Gözü

Güzel bir Dünya’ya giriş yaptığımız eseri bitirdim. Genel olarak bakacak olursam, evet gerçekten beğendim ve çok daha iyi olacağını düşünüyorum.

Çoğu okuyucunun dikkatinden kaçmayan Yüzüklerin Efendisi benzerlikleri elbette benim de gözüme çarptı. Çok yerde Jordan Tolkien’den esinlenmiş. Bu kesin. Yine de bu durum kitabın farklı olmadığı anlamına gelmiyor. Robert Jordan bazı fikirlerden az da olsa esinlenmişse de bence Zaman Çarkı dünyası halen son derece benzersiz.

Okuması da oldukça keyifliydi. Bir kere tam bir High Fantasy ürünü. Kitabı okudukça şunu anladım ki Jordan kendinden öncekilerden etkilendiği kadar, kendinden sonrakileri de etkilemiş bir yazar. Bu kitapta seriyi de tamamlayacak olan Sanderson’ın kaleminin izlerini hissettim ve anladım ki Sanderson, Robert Jordan’dan beklediğimden fazla etkilenmiş. Özellikle üslup anlamında halef-selef gibiler. Çok benziyor Sanderson’ın kalemi Jordan’a.

Velhasıl, dizisinin de geleceği şu dönemde bu seriye başlamayı özellikle planlamıştım. Böylece hem dizi-kitap takvimini paralel olarak götürebilecek hem de bilgilerim halen tazeyken dizisini de izleyerek bilgilerimi perçinleyecektim. Bunun işe yarayacağını düşünüyorum. Ne erken ne geç. Bence Zaman Çarkı için tam zamanı!

goodreads

19 Beğeni

Tatar Çölü - Dino Buzzati

Tatar Çölü forumda arkadaşlarca çok övülen, çok merak ettiğim, içten içe beğenmeyeceğimi düşündüğüm bir kitaptı. Kitabın 80 sayfasını okuduktan sonra “Hadi artık bir şeyler olsun” diye seslendim içimden yazara. Çünkü ben sürekli acılar üzerine kurulan, insanı buhrandan buhrana sürükleyen kahır edebiyatını pek sevmiyorum. Babasını 6 yaşında kaybetmiş, çok fakirlik çekmiş, elde ettiği her şeyi alın teriyle kazanmış bir adam olarak, üstüne üstlük vicdanlı insanlar için bir cehennem olan ülkemizde yaşayarak, hayattaki kahır ve çile fazlasıyla bana yetiyor.

Diğer taraftan ise kitapları bu kadar seven insanların tavsiye ettilerse vardır bir bildiği diye düşünerek devam ettim ve kitap benim 80. sayfa civarında yazara seslendiğim şeye cevap verdi. Büyük çoğunluğumuz Tatar Çölü’nden gelen akınları bekleyen insanlar gibiyiz. Çoğunluğumuzun içinde yaşadığı bekleyişler çok güzel anlatılmış. Kesinlikle bir başucu kitabı, kesinlikle insanın yüreğine ve aklına dokunan bir eser.

Benim açımdan ise kitap bana ters etki yaptı, mutlu etti. Ben kendime, eşime, aileme ve dostlarıma karşı hep tek bir hayatları olduğunu , içindekileri şeyleri denemelerini tavsiye eder ve cesaretlendiririm. Sakın yanlış anlaşılma olmasın, bu Amerikan tarzı, başarılı olmalısın, milyoner olmalısın, sen özelsin türü saçmalıklar değil. Sadece yıllar geçerken insan içindekileri gerçekleştirmeli, yüreğinde bırakmamalı. Ben hem maaşlı işte çalışıp hem de kendimi işimi kurmaya çalışıyorum. Eşimin hobisi için onu yüreklendiriyorum. Mesela en güzel örnek bizim gibi kitapseverler, ölmeden önce bir kütüphane oluşturmak, meşhur serileri ve kitapları okumak olabilir. Mesela ben dünya edebiyatındaki ünlü ve kıymetli eserleri bitirdikçe çok mutlu oluyorum, yıllar içinde artacak bir tatmin duygusu yaşıyorum. Yaşım 60’a geldiğinde (ölmeden o günleri görürsem eğer ) bilindik çoğu Rus Yazarı okumuş olmak, Polisiye okumuş olmak, Bilimkurgu okumuş olmak beni çok mutlu edecek.

Kitabı tavsiye eden tüm arkadaşlara çok teşekkür ederim.

Not:9.5/10

28 Beğeni

Ninefox Gambit

Beklediğimden daha fazla beğendim kitabı. Başlarda anlamakta cidden zorlandım çünkü yazar bir dünya kurmuş kafasında, savaşları yaşamış, olayları kurgulamış ve bunları bize anlatma ihtiyacı duymamış. Bizi direkt olarak konunun, olayların ortasına bırakıyor; kheller kim, shuoslar kim, neler oluyor derken kurgu ilerliyor. Gerçekten neler olduğunu anlamanız kitabın neredeyse yarısını buluyor ki olayları oturtmanız tamamen kitap sonuna kalıyor. Bu bir serinin başlangıç kitabı olduğu için, bu durum çok da abes değil aslında.

Bu karmaşada yazarın dili çok ön planda ama farklı olsaydı da aynı tat olur muydu, bilemiyorum. Harf hataları da oldukça fazla, bazen bu da zorlaştırabiliyor okumayı. Konusu, aslında çok yeni bir konu değil, “Altıçarlık” isminde bir yönetici topluluğumuz var, bu da 6 farklı "hizip"ten meydana geliyor ve de bunlara karşı ayaklanmış bir “kafirler” grubu var. Yani bu bakımdan bilindik diyebiliriz olaylara ama tabii kurgu farklı ve orjinal yerlere götürüyor mevzuyu. Konumuz da tam olarak bu kafirlere karşı savaşan Yüzbaşı Khel Cheris’in mağlubiyeti ile başlıyor. Devamında eski bir General olan General Shuos Jedao’nun bir silah olarak kullanılması gündeme geliyor (nasıl olduğunu söylemeyeyim, ufak da olsa spoiler olmasın) ve de olaylar bambaşka noktalara doğru gidiyor. Oyun içinde oyunlardan tutun da savaş sahnelerine kadar pek çok başarılı nokta var kitapta ama gerçekten anlaması çok zor bazen bu olayları. Bazı yerleri tekrar okumam gerekti ama neticede keyif aldım.

Kitabın türünü söylememişim, tür olarak
fazlaca fantastik ögeleri olan askeri bilim kurgu, uzay operası gibi türler arasında konumlanabilir. Yani kurgu aslında teknolojinin ya da bilim kurgu öğelerinin çok daha önünde diyebilirim bu kitap açısından. Kitap boyunca (tabii konunun içine girebilirseniz) merak duygusu hiç azalmıyor (gerçi arada bu merak duygusu “ne anlatıyor bu” noktasına da kayabiliyor).

Genel olarak ben beğendim, ikinci kitabı da okurum yakınlarda ama üçüncüsü 2021 yaz demişlerdi, çıkmadı. Gidişat da merak dozu yüksek olacak gibi, umarım bir an önce çıkar o kitap da. Bilim kurgu fantastik karışık kurgulardan hoşlanan ve de sabredebilecek okurlara tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

25 Beğeni

Buraya da atayım,

Yoko Ogawa - Hafıza Polisi

15 Beğeni

Bu kitap aylardır listemdeydi ve Amazon’un verdiği hediye çekleri ile siparişimi verdim. Çok merak ediyorum :slight_smile:

1 Beğeni

Ahmet Ümit - Kayıp Tanrılar Ülkesi

Severek başladım , Ahmet Ümit’i hep severek okurum zaten ( :

3 Beğeni

Çok şey anlatıp spoiler ima etmek dahi istemiyorum. Çok değerli bir kitap. Herkes okusun isterim fakat herkesin bilişsel düzeydeki altyapısı bir olmadığı için herkeste aynı değeri uyandırmayacaktır.

Ben daha çok kurgusal yapısını övmek istiyorum. Yazar Arap-İslam kültürüne öyle adapte olmuş ve muhtemelen sevmiş ki bununla çok tutarlı bir evren kurgulamış. İçeriğindekileri sadece Arap ve İslam kültürüyle bağdaştırmak çok doğru olmaz. Bazı unsurların da Doğu kültürüne ait olduğunu düşünüyorum. Kitapta çok siyasi, politik ve sosyolojik tespit doğrudan yok ama diyaloglarla ve gözünüze sokmadan anlatılmak istenen anlatılıyor. Yani okuyucuya farklı bir evrende kitap okuttuğunu hissettirmeden; okuyucu zaten kitaptaki evrende yaşıyormuş gibi anlatıyor. Böylece bizim gerçekte yaşadığımız bu dünyadan soyutlamayı başarıyor. Ek kısmı; bir nevi evrenin genişletildiği ve açıklandığı 10 sayfalık kısımda yazarın bu iş üzerine ne kadar çok titrediğine ikna oluyoruz. Her fantastik-bilimkurgu okurunun kafasında az-çok kurguladığı dünyalar vardır. Frank Herbert’ın dinler ve kutsal kitaplar konusunda yaşadığımız dünyadan çok yüksek oranda ilham alması ve bunları isimlerini değiştirmeden cesurca kullanması benim ufkumu son derece genişletti. İyi ki okumuşum dediğim bir kitap oldu. Evrenin kesinlikle çok değerli olduğunu düşünüyorum. Umarım bu evrenden bol bol film, dizi, animasyon ve çeşitli yapımlar görürüz.

Her deliğini kurcaladığım, her şeyini öğrenmek istediğim bir Star Wars vardır. Ne olsa tüketirim. Sanırım Dune da öyle olacak.

23 Beğeni

85fead98bf47f6ff1e6ace1cae035595154e7862_2_375x500

Babaya Mektup - Franz Kafka (İş Bankası)

Sorunlu bir aile ilişkisinin belli bir kişiliği olan çocuklar üzerindeki etkilerinden bazılarını görüyoruz. Kafka korkularını kenara bırakabilseydi belki de daha sert bir mektup yazabilirdi. Bu haliyle bile çocuk yetiştirmedeki ebeveynlerin kendi bildiklerini okurken çocukların karakterlerini ve yaradılışlarını nasıl yok saydıklarını gayet güzel anlatan bir eser olmuş bana kalırsa.

Bazı yerleri okurken insan kendisini de değerlendirmeye almadan edemiyor. Hem kendi davranışları hem de ailesinin davranışlarını masaya yatırarak enine boyuna deşiyor. Farkında olmadan yapılan ne kadar çok yanlış aslında öylece ortada duruyor.

Kafka’nın karamsarlığının daha çocukluğunun ilk günlerinde iliklerine nasıl da işlediğini çok rahat görüyoruz. Onun belki de bu hayattan henüz kopmamışken yetiştiriliş ve yetiştirilmeye karşı olan bakış açısıyla nasıl da yaşamdan soyutlandığını daha iyi anlıyoruz.

Özellikle baba ve çocuk arasındaki o kopuk, rol model ilişkinin sorunlarını çok net görebiliyoruz. Anne ve çocuğun doğal, baba ve çocuğun ise yapay bir bağ ile bir şekilde iletişim kurmaya çalışırken tam kuramaması da dikkatimi çekti. Nitekim belki geri planda olsa da annenin aile içindeki denge kurmak ve bireyler arasındaki o arada kalmışlığı da yaşarken gözden kaçırdığımız bir durum.

f5ee379cd4a7a42f522ff1d7cda119fd78667a8f_2_375x500

Geri Giden Saat - Edward Page Mitchell

Bilim kurgu denildiğinde ilk akla gelen etmenler bu eserde toplanmış diyebiliriz. İçerisinde dokuz adet öykü bulunuyor. Artık klişeleşmiş ve zamanın da getirdiği tüketimle bizlere basit görünen temel bilim kurgu öğelerinin çıkış noktası denilen bir eser.

Bugün belki de yüzlerce kitapta, filmde vs. gelişerek ilerleyen temaların ham halleri bu kitapta mevcut. Okunuş bakımından sıkıcı olmayan ve çıkış noktasını aydınlatan bir eser.

Editörlük noktasında bazı sorunlar gördüm. Genel olarak keyif verse de klişeler barındırması sebebiyle fazla da bir şey sunmuyor.

Kitaptaki öyküleri okurken kafama o kadar görüntü, materyal yığıldı ki her kelimede sanki ben bunu başka bir yerde daha okudum, izledim gibi bir hissiyata kapıldım. Özellikle “Geri Giden Saat” öyküsünü daha önce izlediğime veya okuduğuma yemin edebilirim ama ispatlayamam.

27e6e8f957aa14323dd34a080b4ac4ed420a6a54_2_375x499

R.U.R. - Rossum’un Uluslararası Robotları - Karel Čapek (İthaki)

Robot kelimesinin dünyaya yayılmasının öncüsü olan tiyatro metni olan bu kitap gerçekten çok güzeldi. Okurken inanılmaz keyif aldım ve sahneler zihnimde bir açılıp bir kapanırken soluksuz okudum. Kitabın sonu konusunda pek tatmin olmamış olsam da kabul edilebilir diyebiliriz. En azından o dönemler düşünüldüğünde bu gayet kabul edilebilir geliyor.

İnsanlaşan robotların insandan daha acımasız olmasının sebeplerine de değinen, insanlığın nasıl vahşi bir ırk olduğunu robotlar üzerinden anlatan harika bir eserdi bence. Çaresizlikleri, öfkeleri, zekaları hepsi öyle güzel analiz edilip sunulmuş ki bence okunması hatta sahnelenmesi gereken bir eser. Özellikle böyle bir çağda kesinlikle sahnelenmeli. Yönetim ve toplum başta olmak üzere birçok konuyu ele alması bakımından çok hoşuma gitti. Özellikle günümüz yaşam koşullarında yaşamak için paraya ihtiyaç duyulmasının aslında gerçekten yaşamak söz konusu olduğunda hiçbir anlam ifade etmediğini de es geçmemiş.

Önsözdeki çevirmen bilgilendirmesi gerçekten birçok şeyi açıklıyor ve oldukça faydalı. Daha önce bazı eserler için de söylemiştim ve bu eser için de söylemek lazım. Çevirmen gerçekten okuyucuya kolaylık sağlamış. Bizlerin çoğunun belki de araştırmayacağı, önsöz olmasa belki de farklı değerlendireceğimiz bir eserin geçmişini bize anlatarak güzel bir iş yapmış. Çeviri de gayet akıcı ve güzeldi. Editörlük de aynı şekilde çok hoştu.

31 Beğeni