Bu kadar eğlenceli olması beni çok şaşırttı. Hep edebiyat hocam derste anlatırdı ama okumayınca bir şey anlamazdım. Diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum.
GULYABANİ
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Türk Edebiyatının en üretken yazarlarından birisidir. Bilmiyorum bu konuda yani hangi yazarımızın kaç roman kaç öykü yazdığı konusunda bir araştırma var mı? (Bu bir rica aynı zamanda bilen varsa yardımcı olabilir mi?- Hüseyin Rahmi ilk başlarda olurdu. Bendeki kaynağa göre 35’i telif roman olmak üzere 70 eser bırakmıştır.(Refik Korkud-Türk Edebiyatında Şairler ve Yazarlar) Gulyabani bunlardan birisidir.
Gulyabani sıkılmadan okuyabileceğiniz tatlı bir roman. Yazarımız 1911 Eylülünde tamamlamış. Yani benim hesabıma göre 47 yaşındaymış Kendini yazmaya adadığından beri otuz yıla yakın bir zaman geçmiştir. (1883 yılında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladığını esas kabul edersek. ) Yani ustalık eseri diyebileceğimiz bir durum. Ve bunu okuduğunuzda anlıyorsunuz. Bu arada hitap ettiği kitlenin halk olduğunu ve herkes tarafından anlaşılmak istendiğini de düşünüyorum. Yani o zamanlar çok çok zayıf olan münevverler için değil de halkın kendisi için yazılmış bir roman.
Romandan ayrı tutmamız gereken iki mektupla başlıyor kitabımız. Biri okuyucudan yani hanımnineden yazar bir mektup diğeri Yazarımızın bu mektuba verdiği cevap. Romanın kendisine gelirsek, Munise hanımın başından geçenleri anlattığı bir romandır Gulyabani. İşin aslı eski İstanbul kış eğlencesi diyebileceğimiz ortamda tandır başında anlatılıyor. Yine yazarımızın iddiasına göre yaşanmış bir olay. Gözlerinizi kapatıp o günlerde yaşadığınızı var saydığınızda bir korku romanı olarak bile kabul edilebilir. Ama genel anlamıyla neşeli bir roman.
Konu tam olarak doğa üstü olaylardan ve doğa üstü varlıklardan yararlanarak kişileri kandırmanın hikayesi. (laf aramızda bu hala devam etmiyor mu?) Konuyu hemen hemen herkes bildiği için –ki bunda Süt Kardeşler Filminin ve tabii Ertem Eğilmez’in ve senaryoyu yazan Sadık Şendil’in etkisi çok büyük- spoiler vermek diye bir kaygımızın olduğunu söyleyemeyiz. Yaşlı bir kadının servetini yemek isteyenler, gözlerden uzakta bir yerde bir çiftlikte yaşlı bir kadını –Şefika Hanım- delirtmeye çalışmanın öyküsü. Şefika Hanım yalnız değildir. Yanında Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen adlı iki hizmetçisi vardır. Uyanık bir delikanlı…
Sıkılmadan rahat okunan bir kısa Roman Gulyabani (benim okuduğum İş bankası Kültür yayınları 131 sayfa.) O zamanki İstanbul insanlarını merak ediyorsanız ve hayat tarzları hakkında bilgi almak istiyorsanız mutlaka okumalısınız derim.
Benim Notum:8/10
Goodreads notu: 4,26/5
The French Lieutenant’s Woman
Basit bir ingiliz romanı olarak başlayan roman, çok da karmaşıklaşmayarak aynı basitlikte devam ediyor. sade. güzel.
Klasik, kötü uşak, ahlakçı victorien dönem konu edilmiş. Yazarı victorien dönemi eleştirmiş, güzel anlatmış da, eleştiri dışında ne var bu romanda? İlgi çekici bir hikaye anlatıyor, özellikle sonunu sıradanlıktan tamamen farklı, özgün bir biçimde bitirmiş. Sadece sonunda yapığı şey takdire değer bir roman. Kadın erkek ilişkilerini son derece gerçekçi bir şekilde anlatmış kabul, ama bu romanın edebiyata bir şey kattığını sanmıyorum. Katmaya çalıştığını da düşünmüyorum. Dalga geçmeyi de becerememiş o dönemle.
Bu nedenle, abartıldığı kadar güzel bir roman olduğunu düşünmüyorum. Yazarın kendisinin de ortalama (vasat) bir kişi olduğunu düşünüyorum. Bu romanı özellikle, koleksiyoncu adlı romandan daha kötü. O romanda en azından farklı bakış açılarından insanların nasıl düşündüğünü güzelce aktarabilmişti.
Beğendim, ama pek de övülesi bir roman değil.
Ki, olmamış bir roman.
Isaac Asimov - Vakıf’ ın Sınırı bitti.
Kitap boyunca bir sonraki bölümü merak ederek okudum. Sonlara doğru heyecan biraz daha arttı ve bir sonraki kitabı merak ettirerek bitti. Şimdi sıra Vakıf ve Dünya’ da.
-Gelecekten Günlükler: Paul Amadeus Dienach’ın Akılalmaz Öyküsü, bu kitabı çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.
- Cinayet Alfabesi Agatha Christie, muhteşem her zamanki gibi.
Çağların Kahramanı’na 400. sayfada mola verdim. Bitmesini istemiyorum. Bu yüzden Mevki Uygarlığı ile ufak bir soluk alacağım.
Her zamanki gibi yine bir Agatha klasiği. Okuduğum 9. Kitap olan Zehri Kim Verdi diğer kitaplara göre daha geç açıldı diyebilirim. Hem baş kahramanımızın mesleğinde fazla uzman olmaması (Poirot ve Battle’a oranla) hem de olayın daha karmaşık olması bu gecikmenin baş etmenleriydi. Yine tahminimde yanılmamın burukluğu ile hikayeyi sonlandırsam da tekrar ve tekrar okuduğuma pişman olmadan bir kitaplık ara veriyorum Christie macerama.
Puanım 8/10
TURFANDA MI YOKSA TURFA MI?
Yazar Mizancı Murat.
Kitabın yazılış tarihi 1890 ve yayınlanma tarihi 1891. Yani Osmanlı İmparatorluğunun en karışık dönemlerinden biri. Kendine iyi bir kartvizit sağlayacak olan Mizan Dergisinin kapanma tarihinden sonra yazmıştır. Mizan dergisi 1886 yılında yayına başlamıştır ve 158 sayısında kapanmıştır. Daha sonra 2. Meşrutiyetten sonra tekrar yayınlanmaya başlasa da yayın hayatı çok sürmemiştir. Genelde Osmanlıcılık akımını dar anlamda da İslamcılık fikrini benimsemiştir. Belki Sarayla iyi geçinmek adına belki de gerçekten bir kurtuluş yolu olarak gördüğü için II. Abdülhamit’i sürekli desteklemiştir. Bu durum romanda da açıkça bellidir.
İş Bankasının Kültür Yayınlarından yayınlanan ve Sayın Birol Emil’in sadeleştirdiği örneği okudum. Dip notlarla kitabı daha anlaşılır ama biraz zor okunur bir hale getirmiştir kendisi. Zorluğu okumanızın bölünüp dip notlara bakmak istemenizden kaynaklandığını tahmin etmişsinizdir. Birde doğrudan doğruya Didaktik bir roman olduğu için okurken bazen sıkılabilirsiniz. Yani Örnek insan ve örnek vatandaşı anlatıyor.
Kitaba gelirsek. İstanbul’a dışarıdan –Cezayir’den Fransa’ya Fransa’dan İstanbul’a- gelen bir delikanlının idealleriyle gerçek durumun zorluğu arasında bocalayışı ve bu bozuk düzenle savaşını konu ediniyor. Arada bir aşk hikâyemizde var işlenen. Aslında tam anlamıyla bir roman bile sayılmayabilir. Kitapta kabaca beş kahraman var. Mansur, Mehmet Efendi, Zehra ve Fatma ve Ahmet Şunudî. Bu kişiler yazarın deyimiyle Turfanda kabul ettiği kişiler. Yani erkenden olgunlaşıp sonradan gelecek olanlara yol açanlar. Turfa kelimesiniyse tuhaf karşılanan garipsenen anlamında kullanıyor. Yani yapılanlar başta tuhaf karşılansalar da ileride toplum ve tabii imparatorluk tarafından öncü kabul edileceklerine inanıyor.
Bu fakirin değerlendirmesine gelince 5/10 diyorum.
Goodreads puanı ise 3,34/5
Okudum ve keyif aldım. Ama ben Osmanlı dönemine meraklı biriyim, özellikle son dönemlerine. Fazla bir şey beklemeden okumak istiyorsanız seve seve okuyun diyorum.
Acadie - Dave Hutchinson
Genetik kodumuzu yeniden yazmak isteyen bilim insanları Dünya’da kısıtlanınca uzak bir yıldızda kendi ütopyalarını yaratır.
Dünya ise yüzyıllar geçse de onları bulmaya kararlıdır.
Kısacık ama çok keyifli, çok eğlenceli bir okumaydı.
İngilizce olsa da dili oldukça hafif olduğundan tüm bilim kurgu meraklılarını bir şans vermeye davet ediyorum.
KUTADGU BİLİG
Türk Tarihinde yazılmış erken döneme ait üç büyük eser vardır. Biri Orhun Anıtları diğeri Dîvânu Lugâti’t-Türk ve saç ayağının üçüncü de Kutadgu Bilig. Uzun zamandır elimde olan ve olabildiğince sindire sindire okumaya çalıştığı Kutadgu Bilig’i bitirdim. İş bankası Hasan Ali Yücel klasikleri arasında çıkan Ayşegül Çakan’ın kitabından söz ediyorum. Hakkında birkaç cümle yazayım istiyorum ama okuyanlar arasında bu işin uzmanları olabileceğini düşününce parmaklarım titremiyor değil hani…
(Kırgızıstan’da Yusuf Has Hacip adına basılan para)
Kutadgu Bilig, Balasagun’lu (günümüzde Kırgızistan’da, Çu Nehri vadisinde Bişkek ile Issık Gölü arasında tarihî bir şehirdir)Yusuf Has Hacip tarafından yazılmış ve devrin Hükümdarı olan Süleyman Arslan Han oğlu Kara Buğra han’a 1070 yılında sunulmuştur. Kut veren bilgiler anlamına gelmektedir. Yani mutluluk veren bilgiler. Eser mesnevi tarzında yazılmıştır ve 6645 beyitten oluşmuştur. Karahanlılar döneminde konuşulan Uygur Türkçesiyle yazılmıştır. Bu arada Yusuf Has Hacip’in Şuubiye taraftarı olduğunu da belirtmeliyim. Şuubiyeler Arapların kültür baskısına hayır deyip Arapların dışındaki halklarında Siyasi, Edebi, fikri anlamda üstün olduğunu ileri süren bir akımdır. Küçük bir not daha Divanı Dîvânu Lugâti’te hemen hemen aynı dönemde yazılmıştır.
Aslında eserin bulunmasının uzun bir hikayesi var. I. Herat örneği, 18. YY da bulunuyor. Ünlü Alman Tarihçisi Joseph Von Hammer tarafında bir sahaftan satın alınıyor. Şu an Viyana’da. II. Örnek Mısır’da Bulunuyor. Hem de söylentilere göre bodrumda iyice dağılmış bir halde. Bu nüsha, 1896’da, Kahire’de, Kütüphane müdürlüğü yapan Alman âlim Moritz tarafından bulunmuştur. Şükür ki örnek şu an Kahire’de saklanıyor. III. Örnekse Fergana’da Z.V. Togan tarafından bulunuyor. Yani demem o ki biz kadir kıymet bilen bir millet değiliz.
Kitapta dört ana kişi var. Bir anlamda siyasetname veya öğreti kitabı olan Kutadgu Bilig bu dört kişi arasında ama ikili konuşmalar halinde sürer gider. Bunlar…
I. KÜN-DOGDİ : Gündoğdu Hakan. Hükümdarı, yasayı, adaleti, doğruluğu simgeliyor
II. AY-TOLDI : Dolunay. Vezir. Devleti, mutluluğu, talihi simgeliyor.
III. ÖGDÜLMİŞ : Övülmüş. Vezirin oğludur. Aklı ve anlayışı simgeliyor.
IV.ODGURMIŞ : Vezirin akrabasıdır. Yaşamın sonunu yani Akıbeti simgeliyor.
Sonuç olarak Türk Edebiyatında büyük bir eser olan bu kitabı okumanızı ve yazıldığı döneme göre değerlendirmenizi öneriyorum. İlk başlarda zorlansanız da tamamlamanızda yarar var.
Puanım derseniz tam puan vermem gerektiğini düşünüyorum… 10/10
Azizhayri Bey’in yorumları yüzeyselden ziyade detaylı inceleme kısmını hak ediyor bence. Siz ne dersiniz @SJack ?
Teşekkür ederim ama ben böyle iyiyim. neden derseniz, orada yapılan değerlendirmelerin yanında eksik kaldığımı hissediyorum…
Jacques Cazotte - Aşık Şeytan
Hem İş Bankası HAY hem Kırmızı Kedi bünyesinde Babil Kitaplığı setinde basılan eserin çeviri dışında Babil’de Borges önsözü, İş Bankası’nda ise alternatif sonu yer alıyor. Çok tatlı bir detay olarak kitaba adını veren şeytanın kimliğini bizlere sunduğu pasaj İş Bankası edisyonunda 66. sayfada yer alıyor. Bilindiği gibi 666 (66, 6) Hıristiyan mitinde şeytanın sayısı. Kitabı da gerek tema gerekse akıcılık yönünden çok beğendim ancak zamanında da eksik bulunan finali her iki sonda da hikayeyi nihayetine erdirmekten uzak. Yoksa çok daha etkili bir klasik olarak adını edebiyat tarihine yazdırabilirmiş.
Rappaccini’nin Kızı
Nathaniel Hawthorne, Melville’in başyapıtı Moby Dick’i kendisine ithaf edeceği denli saygın bir yazar. Bu öyküsü, E.T.A. Hoffmann’ın 1816’da kaleme aldığı meşhur Kum Adam ile benzerlikler gösteriyor (1844). Her ikisinde de “mad scientists” yani çılgın bilimadamları ve deneylerinin kurbanı kız çocukları ile onlara aşık delikanlılar hikayeyi sürüklüyor. Yine hepsinden önce (1772) yazılmış Cazotte’nin Aşık Şeytan’ında da sevdalısına zulmeden bir erkek portresi vardı ancak oradaki twist’in aksine burada “en başından beri daha zehirli olanın” ötekiliğiyle doğaüstü olana hayranlığımız bir kere pekişiyor. Buradaki kadın karakterin meşhur bir DC karakterine ilham vermiş olması da muhtemel. Kısa ve etkili, “ben usta bir yazarım” diye haykıran kalemlere bayılıyorum. Finale saklanan vurucu cümlelerle kapanışı taçlandırmalarına da.
Jan Neruda - Eski Prag Öyküleri
Prag şehrinin karaktere bürünüp öykülerde karşımıza çıkacağı umuduyla okudum kitabı ancak ne aradığımı bulabildim ne bir ruh ne kurgu ne de atmosfer tadı kaldı dimağımda. Hadi zorlasanız ilk öykü güncel örneğiyle Banshees of Inisherin izlemenize vesile olur, o kadar. Yerel isimlerin baskıda okunur biçimde çıkmaması, kare kutuya dönüşmesi de Can’ın ayıbı. Bu seride muhtemelen okuyacağım en zayıf eser olacak.
Bu arada, kısıtlı zamanda ve ortamda okuma ihtiyacını gidermek adına işlevsel bir seri ancak basılan kitapların çoğu hepimizin kütüphanesinde kah antolojiden cımbızla seçilmiş kahsa birebiri mevcut olan mükerrer yapıtlar. Keşke bu seride dahi örneği bulunan biçimde daha az bulunan veya ilk kez çevrilmiş eserlere yer verilseymiş.
İNSANIN DEĞERİ
“İnsanın Değeri, İtalyanca bir roman. Tarihi bir roman, kitap ön kapağında yazıldığı cümle ile söylersek “bir Leonardo Da Vinci romanı. Yazarı Marco Malvaldi 1974 doğumlu yani çağdaşımız. Pisa’lı bir Kimyager romancı. Romanı Milano’da geçiyor. Biraz gizem biraz polisiye tarzı da var. Kitabın başında birkaç sayfalık kim/kimdir tarzı bölüm hatta Sforza’ların soy ağacı olsa da okumakta zorlandığımı söylemeliyim.
Bizim sözlü kültürümüz oldukça yaygındır biliyorsunuz. Yıllar önce bir yerlerde okumuştum ve aklıma yer etmişti. (sözlü kültür derken kastettiğim buydu. Bir zaman bir yerde okudum veya duydum ama neredeydi, ne zamandı tam anımsayamıyorum. Atıf Yılmaz’a atfedilen bir sözdü. “Bir filmi ilk izlediğinizde küçük bir bölümünün farkına varırsınız. İkinci ve hatta üçüncü izlemelerde detayları yakalayabilirsiniz” dermiş. Ben, bu sözü öğrendikten sonra hoşuma giden bir kitabı, fırsatını bunca tekrar okumalıyım diye düşünüyorum. Bu bağlamda İnsanın Değeri bu tür ikinci defa okumak istediğim kitaplardan biri değil.
Notum: 5/10
Çapraz okumayı sevdiğim için uzun zamandır okumaya çalıştığım kitaplar birbirine yakın sürede bitti. Sanırım sırada H.R.Gürpınar’ın “Cadı” sı var…
Malazan 3 gelinceye kadar boş durmayayım dedim. Adını ilk kez Neil Gaiman’ın Sandman: Bebek Evi serisinde gördüğüm ve o günden beri takibe aldığım Gilbert Keith Chesterton ile tanışma vaktinin geldiğine karar verdim. Ne yalan söyleyeyim taş gibi kitap yazmış abimiz. Özellile giriş kısmındaki betimleme kısmına bayıldım. İngilizler bu konuda çok iyi gerçekten. Ne edip yapıp yaratıcı cümle yazmayı beceriyorlar. Gaiman’ın kitaplarını yazarken nereden ilham aldığı çok belli oluyor.
Kitaba döneceksek yazarımız büyük bir emperyalizim düşmanı. Hatta Orman Çocuğu kitabının yazarı ile pek çok tartışması var. Kendisi orta çağ değerlerini ve doğaya saygı gibi şeyleri savunuyor ve kitaplarında bu konuları işliyor. Bu kitapta da Anarşizime karşı olan sevgisizliğini ve dini inançlara ve eski değelere olan sevgisini görüyoruz. Yazarımıza göre Anarşizim kaostur. Anarşist bir insan tüm dünyayı yok etmek ister gibi ifadelere ile anarşizime yeriyor.
Açıkçası hem kitaba hem de yazara hayran oldum. Kesinlikle başka kitaplarını da kesinlikle okuyacam üstatın.
Cebirci okuyordum ama kısa bir Diskdünya arası verdim. Hasbüyü okuyorum. Burada yanlış hatırlamıyorsam @Hapsu 'ın paylaştığı bir sayfa vardı oradan göndermeleri takip ederek okuyorum. Gayet keyifli gidiyor. Kitabı bitirince 8-10 tane göndermeyi de içeren bir yorum yazmayı düşünüyorum. TENET kelimesinin kaynağını bile içeriyor kitaptaki göndermeler. Sonra Cebirci’ye devam.
Charles Dickens ve Hayaletler
Can seçkisinde 3, Say seçkisinde bu üçü dahil 6 bağımsız hikaye var - Say’da ayrıca biri Nicholas Nickelby, dördü Mister Pickwick içinden alınma pasajlar ile Bir Noel Şarkısı bütün halinde yer alıyor ve çeviri Can’a göre daha vasat. Hakeza hikayeler de öyle. Özellikle Say’ın yaklaşık 400 sayfalık antolojisini kütüphaneden çıkarmak iyi oldu, fantastik/korku rafına geçen gün beğenerek tamamladığım Rappaccini’nin Kızı ile Peter Schlemihl’in Acayip Sergüzeşti’ni yerleştirdim. Dumas mıydı Doyle muydu, birinin daha hayalet öyküleri seçkisi vardı almamıştım, keşke buna iltimas geçmeseymişim.
Bu iki kitabı kötü kılan belki de öncülüdür.
Victor Hugo - Claude Gueux
Yine taş gibi bir kısa kitap. Novella diye geçiyor ama öyküden ziyade romana yakın (Peter Şmaykıl’ın Sergüzeşti öyküye yakındı mesela). Romantizm akımının has adamı Hugo’dan yine onurlu bir baş karakter - ki Jean Valjean’ın arketipi olduğu söyleniyor, bugün de değişmeyen sosyolojik yaralara merhem olması için savrulan tarihsel cümleler, ve dahi bugün filmlerde klişeye dönüşmüş, o günlerde muhtemelen yürek paralayan temalar: Baba-oğul ilişkisi kurulan genç mahkum ve sizi düşman belleyen hapishane müdürü ile.
Günü en azından bir güzel kitapla kapatmak zamanı heba olmaktan kurtarıyor, bakalım yarınlar neler getirecek.