Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Yüzeysel İnceleme)

Mülksüzler

Anarşizm,kapitalizm,emperyalizm ve devrim kavramlarının iki gezegen insan tarafından nesiller boyunca benimsendiği bir evrende, bu kavramların kendi çıkarları için eğilip büküp kullanan insanların ortasında kalan bir bilim insanının her şeyi sorguladığı politik bir eser.

Ursula K. Le Guin, kitaplarının her sayfasında bir çıkarım, bir anlam veya ufuk açıcı bir söz dizisi bulacağınız,bilim kurgu ve fantastik unsurları yaşadığımız dünyanın eksik ve kusurlu olan yönlerini gösterecek şekilde kullanan üst düzey bir yazar. Eserlerini sadece tavsiye etmek bile anlamsızca gurur duymama neden oluyor.

Herkese iyi okumalar dilerim.

9 Beğeni


Yaşar Kemal-Ortadirek

Ortadirek’i okudum. Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı olan Ortadirek’te Uzunca Ali ve ailesi üzerinden bir Toros köyü halkının Çukurova’ya pamuk toplamaya gitmeleri ve bu süreçte başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır.

Üçlemenin diğer kitaplarını okumadan pek bir yorum yapmam doğru gelmiyor ama ilk kitap karakterleri tanıtma işlevi görmesine rağmen etkileyici bir romandı.

15 Beğeni

Richard Dawkins’in Tanrı Yanılgısı’nda bahsettiği Dört Atlı’ya şöyle bir göz atayım dememle bitirmem bir oldu. Kitabın içeriği ise çok karmaşık olamakla beraber oldukça akıcı bir dile sahip. 4 Ateist’in canlı yayınlanan sohbetlerinde dile getirdikleri düşüncelerin yer aldığı Dört Atlı, Ateizm ve onun eleştirdiği dinlerle beraber ahlaki birçok konuya da değiniyor. Canlı yayını izlemedim ama kitap hakkında yapılan bir yorumda canlı sohbette ne varsa kitapta da aynısı var denilmiş.

Kısacası benim için harika bir deneyim oldu. 4 parlak zekanın yanında oturup bilinçlenmek isteyen varsa hiç düşünmeden alabilir.

13 Beğeni

Bu abiler biraz bilim fetişisti. Şöyle olsaydı böyleydi de şöyleydi de diyip felsefenin belini büküp işi oradan bilimden ziyade bilimciliğe getirirler genelde tartışmalarında. Sam Harris’in de soykırımcı söylemlerini son zamanlarda çok görüyorum sosyal medyada. Şengör’ün laciverti diyeceğim ama soykırım noktasına ince bir çizgi çekeyim, o o kadar ileri gitmedi. Kankisiyle toprak sattılar falan dediler en fazla. Bilime teşvikten, bilimciliğe teşviğe ve oradan araçtan amaca doğru ince bir çizgi oluştu günümüzde. Bilgiyle değil nesneyle, teknolojiyle meselemiz oldu. Böyle celebritylerin de epey bir katkısı oldu buna. Hoş, Şengör bu çakallar kadar vahim değil tabii ama neyse. Kimine göre iyi bir celebrity.

1 Beğeni

gaslight

gaslight - Yılmaz Özdil

Kitabı okudum ve bitirdim. İsmini kesinlikle hak ediyor. Gerçekten kitabın ismi herşeyi özetliyor aslında. Yine Yılmaz Özdil tarzıyla yazıldığı için kolay okunan, akıcı bir kitap gaslight. Konusu hakkında aslında bir almanak diyebiliriz. 20 yıllık AKP iktidarının 20 yıldır neler yaptıklarını anlatmış, bunun dışında yine CHP ve Kılıçdaroğlu ile ilgili eleştirilerini okuyoruz kitapta. Katıldığım yerler olduğu gibi katılmadığım yerlerde oldu ama yine de okunabilir güzel bir kitap, tavsiye ederim.

gaslight’ın tanımı: İnsan zihninde gerçeğin yerine gerçek olmayanı koymaya, yanlışı doğruymuş gibi inandırmaya deniyor, gaslight… Hiç yaşanmamış olayları yaşanmış gibi gösterip, somut olarak yaşanmış olayları hiç yaşanmamış gibi kabul ettirmeye deniyor.

6 Beğeni

Ben daha yeni yeni okumaya başladım kendilerini. Okudukça araştıracağım da.

Evet dediğiniz gibi tamamen bilime odaklanıyorlar. Bu kitaplarında da sizin dediğiniz soykırıma biraz uzak ama şöyle bir soruyu dile getiriyorlar; Dünya sadece bilimle uğraşan insanlardan oluşsa ne düşünürsünüz? Buna cevabında yanlış hatırlamıyorsam diğerleri çok daha iyi olur derken Hitchens tam tersini düşünüyordu. Soykırımla ilişkisi ne kadar yakın ya da ne kadar uzak olduğunu daha detaylı incelersek bulabiliriz sanırım.

3 Beğeni

Bilimciliği tartışıyorlar, bilimi değil. Onu anlatmaya çalıştım. Bilim tartışmaya açık değil. İyi mi, kötü mü, ne anlaşılıyor bu dediğimden işte onu konuşursak Sam Harris abi için dediklerime dair bir yol alırız gibi. Onu demek istedim.

1 Beğeni

Yol almaya gerek var mı? Soykırım söylemleri varsa sonuna kadar eleştirilir. Söz konusu paylaşımlara rahatça ulaşabilir miyim yoksa siz bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Bilimcilik ve Harris’in soykırımcı söylemleri arasındaki gizli bağı çözmemde belki bir yardımı dokunur. :slight_smile:

1 Beğeni

@GKS iki mesaja genel bir cevap yazdım.

Siyasi ideoloji ve din yayma hakkı sadece dinlere ve ideolojilere mi mahsustur? Günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde herhangi bir insan, sorunlarını kültürleriyle, ideolojileriyle, batıl inançlarla, dinden gelen dogmalarla ya da bilim ve buna bağlı olarak gelişen teknoloji aracılığıyla çözmektedir. Ateist bu beşliden ikisini çıkarır, kültür, ideoloji ve bilime yaslanır. Eğer din, kültüre karışıp geleneğe yansırsa o vakit geleneğe yeterince bağlanmadığı da aşikardır.

Bilimde mutlak tekillik yoktur. Ama 5’linin arasındaki en doğrulanabilir açıklamayı bize verdiğinden ateistin 5’ten geriye kalan 1’le yani bilimle ilişkisi başkadır. Bu sebeple düşünce dünyalarının harcınında tuğlasınında bilimsel düşünceye dayanmasını daha doğal ne olabilir. Son 500 yılda açıklanamayacağı söylenen birçok şey açıklandı, geriye kalanları da açıklarız mantalitesiyle yaklaşmaları varsın bilimcilik olsun. Dennett ve Dawkins eldeki bulguları yapabiliyorsanız bilimsel olarak yanlışlayın demiştir birçok kez.

Söyleşiyi (2007) gerçekleştirenler militan ateisttir, ateizmi kitapla, konferansla, belgeselle yaymaya gayret ederler. Yazdığınız Sam Harris ise bazı tweetlerinde ve yazılarında konsensüsten farklı olan ve bazı onaylamadığım görüşlere sahip birisi olarak; tehlikeli inançlara sahip olanların öldürülmelerinin mübah olması gerektiğini, doğada canlılar birbirine tecavüz ediyor, bizim etmemiz niye sorun olsun veya yıllar önce Gazze’de olanları soykırım olarak görmediğini falan demişti. Kendisinin İsrail taraftarı konuşmaları 2013-14’te falan başladı bildiğim kadarıyla sonrasında da üstte yazdıklarım ve şiddeti meşrulaştıran ifadeleri oldu.

Ve ne hikmetse Intellectual dark web’in üyelerindendi. Ekiptekiler asıl “celebrity”.

Filistin toprakları Yahudiler tarafından Osmanlı vatandaşı adına alınmış ya da kendileri vatandaşlık alarak toprak almışlardır. Satılan %1, İngilizlerin aba altından sopa göstermesiyle ve başkalarının adına olanların eklenmesiyle %6-7 olmuş sonrasında 1947’de BM kararıyla %56’sı kendilerinde kalmıştır. Günümüzde West Bank’in bir kısmı ile Gazze kaldı. Sonuç olarak satıldığı doğrudur ama Celallerin bunun oranını abartması sonrasında satıp parasıyla yedi içtiler demeleri (ki bunun hakkında net bir bilgim yok) bana doğru gelmedi.

Hitchens, Afganistan ve Irak’a müdahaleyi destekleyen tutumu, Kürdistan destekçiliği vardı ama Filistin’i ve Bosna’yı da savunuyordu. Dennett ve Dawkins’in siyasi görüşleri hakkında bir bilgim yok.

Zaten bu kitap siyasi görüşlerini değil ateizm ve din hakkındaki görüşlerini irdelemek için derlenmiş, Harris ile de bu yöne çekilmesi :thinking:.

@SJack Bu kitabı okumamıştım. Kitap içeriğine dönerse konu, okuyup dönerim mesajın altına duruma göre.

3 Beğeni

Teşekkürler fikirleriniz için. Bilimcilik meselesinde kastettiğim öyle bir tutum değil aslında. Ben isimleri görünce fikrimi belirtmek istedim, tonu ve detaysızlığı itibariyle de farklı algılanmış olabilir o konuda @SJack 'e ayıp olmuş olabilir özür dilerim. Şöyle ki, çok uzun uzun yazmayacağım ama ilgilenirseniz Tufan hocanın kendileri hakkında belirttiği görüşleri ve makalelerine bakmanızı tavsiye ederim.

https://x.com/tfnkymz/status/1554859694275149830?s=46&t=NHptrXaHZpHcQ9PnyBxcFg

Ben makaleleri okuyana kadar oldukça takip eder keyifle okur/dinlerdim tartışmalarını ama yaptıkları biraz görünür ve görünmez tarafları açısından soru işaretleri oluşturur bu kişilerin tartışmaları bende artık. Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi gibi. Ön yüzü çok iyi, güzel ama iç sokakları itibariyle derme çatma, olsun diye olan yerler. Genel itibariyle evrimsel tarafta duran insanların toplum olmaya dair veya toplumsallık içerisinde değerlendirmeye çalıştıklarının isabetsiz olduğunu da düşünürüm. O noktada da bilim toplumsallıktan soyut halde felsefeyi de artık defetmeye yeltenir aşkın bir taraftan ele alınıyorsa orada bir sorun olabilir demeye çalışıyorum. Iskalıyorlar ama bilim işte diyorlar.

4 Beğeni

Ben daha yeni emeklemeye başladım bu yolda sevgili @GKS. Benim üstüme fazla gelmeyin. :joy: Ayrıca özür dilemeye de gerek yok. Zaman geçtikçe ve okudukça bu tür konulara daha fazla hakim olacağımı düşünüyorum. Bu nedenle eksik ve sağlam görünmeyen karşı mesajlarım için kusuruma bakmayın.

2 Beğeni

Çok güzel başlamışsınız hocam, iyi okumalar.

2 Beğeni

Kara Kule : Çorak Topraklar

Kara kule serisine uzun yıllar sonra tekrar başlarken içten içe korkuyordum acaba gençken okuduğum tadı alabilecek miyim diye ve belki de, ana hatları dışında, çok da hatırlayamadığım bu seriyi o nedenle elime alamadım yıllarca. Bu korku, dürüst olmak gerekirse, ilk kitapta biraz daha arttı, ikinci kitapta ise yavaş yavaş azalmaya başladı ve üçüncü kitap ile de tamamen yerini heyecan ve beklentiye bıraktı.

Hikayemize robotlar, siborglar, gelişmiş bir medeniyetin zamanda eskimiş insanları ve tabi ki büyülü yaratıklar eklenmeye devam ederken, King nefis kule soframıza ayrıca bir tutam bilim kurgu,bir tutam korku, çok büyük bir tutam da çılgınlık ekliyor. Ama çılgınlık Lud şehri için çok basit bir tabir olarak kalıyor. Lud şehri bambaşka bir seviye.

Herkese iyi okumalar dilerim.

Not: Bir seri olduğu için ve bu serinin artık üçüncü kitabı bittiğinden ana konu da dahil birçok şeyi ilk defa okuyacakların keyfini bozmamak adına incelemede sadece kitabın bende yarattığı hissiyatı kısaca tanımlamak istedim.

14 Beğeni

@SALAZAR’ın önerisiyle aldığım Felsefe Konuşmaları’nı çok kısa bir sürede(bana göre) okuyup bitirdim. Aslında sıkıcı bir okuma bekliyordum ama yanılmışım. Daha ilk sayfasından Diderot beni büyüledi ve kitabın son sayfasına kadar da bu etkisini sürdürdü. Din, bilim, evrim ve ahlak üzerine yazılmış çağının ötesini dahi şaşırtacak fikirlerle dolu bu kitabı ben çok beğendim. Meraklılarına da öneriyorum. Tabii okumayan kaldıysa. :joy:

9/10

13 Beğeni

USTA VE MARGARİTA
İlk defa Mihail Bulgakov okudum. Güzel akıcı ve hayal gücü geniş bir roman. 1930’ların Moskova’sını anlatıyor. Hiciv yönü oldukça fazla olan bir kitap. Üstelik yazarın sağlığında bitmemiş bir eser. Önce altmışlarda sansürlü olarak yayınlanmış. Sansürsüz halinin okuyucuyla buluşmasıysa 1973 yılında gerçekleşmiş. Öncelikle romana zor girdiğimi söylemeliyim. Temel neden olarak belki kolaycılığa kaçmış olacağım ama Rus isimlerinin uzun olması ve isimlerin değişik kısaltmalarının kullanılıyor olmasını söyleyeceğim. Örneğin Mihail Aleksandroviç Berliöz (Mişa). Bazen Aleksraviç oluyor bazen Mişa. Bu da kim kimdir sorusunun cevabını zorlaştırıyor. İş bankası yayınlarının Modern Klasikler serisinden yayınlanan örneğini okudum. Kitabın başında “Roman Kişileri” diye bölüm olmasına rağmen kahramanları tanımakta zorlandım.

İki ayrı amanda geçen iki ayrı romandan söz edebiliriz. Üstelik aralarında nerdeyse iki bin yıla yakın zaman farkı var. Bağlantılar çok iyi sağlamış. Kesinti fark etmiyorsunuz. Beğendiğim bir roman ve okunması gerekli kitaplardan biri diye düşünüyorum. Goodreads puanı: 4,29, sağlıklı bir oylama olduğuna eminim. Neden derseniz 336 487 kişi okumuş ve değerlendirme yapmış ve 19 291 kişi de üşenmemiş yorumda bulunmuş. Bu sağlam ve güvenilir bir oylama demek. Ben 5 yıldız verdim tabii ki.

18 Beğeni

wi_220
Adnan Dalgakıran - Yüzleşme
Adnan Dalgakıran, ülkemizde kompresör üretimi yapan firmalardan Dalgakıran Kompresörün sahibi ve yönetim kurulu başkanı. Babası tarafından küçük bir atölyede kurulan şirketi büyütmeye, bir dünya markası oluşturmaya çalışıyor. Mevcutta 100-150 milyon dolar ciro yapan şirketin 2030’da milyar dolarlık bir hedefi söz konusu.
Bu veriler ışığında baktığımız zaman ömrünü Türk sanayisinde geçiren bir vatandaş olarak kitap ilgimi çekti ve okumaya başladım. Kitap çeşitli veriler ışığında Türkiye’nin kalkınma ve büyüme hamlesinde olduğumuz yeri inceleyip , durum tespitinde bulunuyor ve gelecekte neler yapabileceğimize odaklanıyor.
Kitap kalkınma yol haritasını 1- iş dünyası, 2- devlet ve 3- sivil toplam ekseninde inceliyor.
Dünya ticaretinde 300 yıldır aynı noktada olduğumuzu, patinaj çektiğimizi belirtiyor.
Devlet ve sivil toplum ekseninde bahsedilenler önemli, hukuk olmadan, hukukun üstünlüğü olmadan ileri gidemeyeceğimizi yazar çok güzel anlatmış.
Ancak burada en temel konu olan iş dünyası konusunda , daha girizgahtan bahsedilen konu benim de çok önem verdiğim yaratıcı sınıf konusu.
Dünyada hangi ülke olursa olsun, müreffeh kalkınmış olması için yaratıcı sınıfı elde tutması gerekiyor.
ABD’nin ve diğer gelişmiş ülkelerin dünyadaki diğer ülkelerden beyin göçü alması ve bu kişilere iyi bir hayat sağlaması yaratıcı sınıfı elde tutmak ve bu sınıftan fayda elde etmek için olmazsa olmaz, yazar bu noktayı çok iyi yakalamış.
Diğer taraftan teşviklerin verilmesi konusunda , katma değerli ve teknoloji üreten girişim ve oluşumların desteklenmesi de benim de yıllardır üstüne kafa yorduğum bir konu.

Sonuç olarak, Türk sanayisi ve kalkınması üzerine güzel derlemeler olan başarılı bir kitap. Konuyla ilgileniyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.
Kitapta rahatsız olduğum 2 konu mevcut. 1. Biraz fazla yüzeysel olması, 2. yazarın bazen fazla tepeden didaktik olması. Puanım 7.5/10

11 Beğeni

Açıkçası beni neyin beklediğini pek bilmiyordum. İlk Voltaire denememdi ve oldukça memnun kaldım. Dünya’nın işleyişini ve Candide’nin ya da Candidelerin de bu çarktaki yerini gösteren harika bir kitaptı. Bir insan daima iyimser olabilir mi sorusana verilecek en güzel cevaplardan birisi de bu kitabın içinde saklı.

9/10

17 Beğeni

Kara Kule : Büyücü ve Cam Küre

Kitap adeta iki perdelik bir tiyatro oyunu gibi tasarlanmış. İlk perdede karakterler tanıtılırken, ikinci perdede kopacak olan olayların da tohumları atılıyor. Tüm karakterler ve karakterlerin duyguları, dürtüleri o kadar güzel tarif ediliyor ve anlatılıyor ki sanki o karakterleri tüm ömrünüz boyunca tanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Ayrıca bu perdede King, her konuda üstün bir kalem olduğunu göstermek istercesine hikayenin tam ortasına birde romantizm koyuyor. Kitabın ortasına geldiğimizde ise ilk perdeyi kapatıyor ve yavaş yavaş aksiyon dozunun artırıldığı ikinci perdeye geçiyoruz. İkinci perdede, okuduğumuz her sayfada artan aksiyon dozuna ek olarak birde merak duygumuzu sürekli tetikleyen gizem unsurları da devreye giriyor. Sonunda ise soluksuz okuduğumuz final bölümüyle kapanıyor. Sahne bitip perde kapandığında kendinizi “yoğun” (doğru hissiyata bulabildiğim en yakın kelime) hissediyorsunuz.

Herkese iyi okumalar dilerim.

10 Beğeni

Kara Kule’nin 6 kitabını okudum. Favorim hala Büyücü ve Cam Küre. Bakalım 7. kitap tahtına konacak mı?

4 Beğeni

NOA NOA

Fransız ressam Paul Gauguin’i tanımayan -en azından ismini duymayan yoktur. Fransız’dır kendisi ve sanat denilen mektebi zorluklarla okumuştur. Sanat adına aç kalmış parasız kalmıştır. Sanatın ve dolayısıyla resmin çilesini çekmiş biridir. Leopold Zahn, kitabın son sözünde şöyle diyor. “Borsa simsarı olarak yılda kırk bin altın Frank kazanabilen otuzlu yaşlarında varlıklı bir adam. Kendisine dört tatlı çocuk doğuran kuzeyli bir güzelle evli. Çok iyi döşenmiş rahat bir evde oturuyor ve eğlenmek için ara sıra resim yapıyor. İşte bu adam 1883 yılı ocak ayının güneşli bir gününde herkesi şaşırtan bir açıklama yaparak: Bundan sonra yalnız resimle uğraşacağım diyor” İşte bu yüzden Gauguin kendini sanata vermiş biridir. Benim gibi sanat bilgisi kulaktan dolmanın biraz ötesine geçen birinin bu konularda ahkam kesmesi en basitinden ukalalık olur. Yine de ansiklopediden öğrendiğim kadarını söyleyeyim; “Paul Gauguin’in sanatı izlenimcilikten simgeciliğe kadar uzanan bir yörünge izler.” İşte bu arayışlar içerisindeyken insanın kökenine inmek ve belki de anne tarafından atalarının izini sürebilmek için Tahiti’ye kadar uzanan bir yol aşmıştır. Küçük bir açıklama daha yapayım Tahiti dediğiniz yer Büyük okyanusun ortasında Fransız Polinezyası’nın Moʻorea adasına yakın en yüksek ve en büyük adasıdır. Hawaii’nin 4.400 kilometre (2.376 deniz mili) güneyinde, Şili’den 7.900 km (4.266 deniz mili) , Avustralya’dan 5.700 km (3.078 deniz mili) uzaklıktadır. Hani bizim “Fizan” dediğimize benzer bir yer. İşte “Noa Noa” Tahiti’de geçen günlerinin anlatıldığı bir eser.
Noa Noa, biraz anı kitabı mitoloji araştırması az biraz da aşk romanı havasında bir eser. Ama çokça beyaz adamın diğer insanlara olan o üstten bakışı var. Öyle çok detay yok, kısa ve öz anlatıma sahip. Rahat okunuyor. Öyle kalın bir kitapta değil. Benim okuduğum Oda yayınlarının Şubat 1984 baskısı. Türkçesi: Kemal Kandaş’a ait ve tamamı 118 sayfadan ibaret. Benim notum: 60 Goodreads notu: 3,5

7 Beğeni